Yazarın aile çevresi babası Osman Hamit Bey: 24 Şubat 1938 de Kırım’da kadim bir Türk şehri olan Akmescit (Simferopol)’te doğan Emil Hâmit, Gözleve bölgesinin büyük arazi sahiplerinden olan Ablâmit Bey ailesine mensuptur. Babası o devrin önemli şairlerinden olan Osman Hâmit beydir. Orta dere celi okullar için hazırlanan Anadili ve Edebiyat kita bının da yazarlarından olan Osman Hâmit bey, Puş kin, Lermantov, Krilov ve Şevçenkov gibi önemli Rus ve Ukrayna klasiklerini de tercüme ederek Kırım Türk
Yazarın aile çevresi babası Osman Hamit Bey: 24 Şubat 1938 de Kırım’da kadim bir Türk şehri olan Akmescit (Simferopol)’te doğan Emil Hâmit, Gözleve bölgesinin büyük arazi sahiplerinden olan Ablâmit Bey ailesine mensuptur. Babası o devrin önemli şairlerinden olan Osman Hâmit beydir. Orta dere celi okullar için hazırlanan Anadili ve Edebiyat kita bının da yazarlarından olan Osman Hâmit bey, Puş kin, Lermantov, Krilov ve Şevçenkov gibi önemli Rus ve Ukrayna klasiklerini de tercüme ederek Kırım Türkçe’sine kazandırmıştır.
Daha çok küçük yaşlarda hem anasını, hem babasını kaybeden Osman Hamit bey, yakın akrabaları ta rafından eğitilmiş ve büyütülmüştür. Tahsilini tamam ladıktan sonra Akmescit’te Öğretmen Enstitüsü’nde öğretmenlik ve dergi redaksiyonunda mesul müdürlük yapan şair 1940 yılı sonlarında silah altına alınmış, 1941 yılın da, Ikinci Cihan Savaşı döneminde Alman ordusu nun Kırım’a girmesinden bir iki ay önce terhis edil miş ve düşmanın cephe gerisinde gizli faaliyette bulunmak üzere vazifelendirilmiştir. Fakat 1942 mar tının 18. günü Gestapo tarafından tutuklanarak da yanılmaz işkencelerden sonra, daha otuz iki yaşın dayken kurşuna dizilmiştir.
Sürgün Yıları:
1944 yılında Alman istilacıları Kırım’dan def edildikten sonra bütün Kırım Türkleri faşistlere yardım ettikleri iftirasıyla insanlık dışı bir zulme tâbi tutularak 18 Mayıs 1944’te anayurtların dan sürgün edilmişlerdir. Oysa Türk ahalisinin dünyanın cennet köşelerinden biri olan Kırım dan sürülmeleri daha başka sebeplere dayan maktadır. Emil Hamit Stalin devrinin zulüm ve merhametsizliğinim gerçek sebeplerini ve soy daşlarının millî problemlerini gerek Türkçe, gerekse Rusça’yla yazdığı eserlerinde bütün açıklığıyla ortaya koymuş ve bu metinler başka dillere de çevrilmiştir. Yazarımız şimdi en güzel ve en beğendiği hikâyelerini Türkiye Türkçe’si ne çevirmek için çalışıyor.
Emil, daha altı yaşını doldurmamıştı ki, annesi, nine si ve dedesiyle beraber kendisini Orta Asya’nın amansız iklimiyle Acıkmış Çöl diye adlandırılan bir diyarda buldu. Kırım Türkleri, burada açlıktan, sıt madan ve daha başka bulaşıcı hastalıklardan bir biri ardıca ölüyorlardı. Her gün onlarca ve yüzlerce ölü!.. Emil’in dedesi de burada öldü.
Nihayet nice zahmetlerden, rica ve minnetlerden sonra Emil’in annesi ve ninesi Semerkant şehrine gitmek üzere izin almaya muvaffak oldular ve Semerkant yakınlarında Erteşar adlı küçük bir Özbek köyüne yerleştiler. Emil burada ilk defa okula başla ma imkânına kavuştu.
Kırımdan sürgün edildikleri sırada ailelere eşyaları nı toplamak üzere beş dakika süre verilmişti; sade ce beş dakika! Bu kadar az zamanda koca evin ne si toplanabilir ki?.. Ancak şaşkınlığımızı artırır. Eli ayağına dolaşır insanın. Sınırlı olan sadece zaman değil, alınacak yük de sınırlıydı. Kişi başına sadece yirmi kilo yük almaya izin verilmişti. Emil’in annesi Züleyha hanım, bu şartlar altında sadece kocasının evraklarını almayı tercih etti. Kitaplarını, çeşitli not larla dolu defterlerini, elyazmalarını ve fotoğraf al bümlerini alabildi. Aradan geçen bunca yıldan son ra şimdi bu evrakların altın değerinde olduğu anla şılıyor. Onlar, yetişmekte olan oğullarına anadilini ve anavatanlarının tarihini öğretmek için eşi bulun maz ders kitapları ve bir mektep oldular. Züleyha hanım, oğluna babasının eserlerini, Puşkin’den, Kri lov’dan, Şevçenko’dan yaptığı tercümelerden yük sek sesle şiirler okuyor, Emil ise onları aklında tutu yor ve ezberliyordu.
Emil bu sayede, daha ilkokuldayken şiirler yazmaya başlamıştı. Okulun duvar gazetesinin redaktörü, ve edebiyat kolu başkanı olmuştu. Sürgün yıllarının çi lesine rağmen, fizikî yapı bakımından da güçlü olan Emil, daha ilk gençlik yıllarında spor alanında bü yük başarılar göstererek çevresindeki en iyi sporcu lardan biri oldu ve çeşitli ödüller aldı. Fakat bu çır pınışları mahallî başarılar olmaktan öteye gitmiyor du. Onu, başka şehirlerde yapılan önemli spor ya rışmalarına göndermiyorlardı. Bu yüzden büyük ız dırap çeken genç Emil, bunun sebebini biliyor fakat dişini sıkmaktan başka çare bulamıyordu. Işte bu öfke onun yeni bir karar vermesine sebep oldu. O devirdeki siyasî baskılar ve adaletsiz yöneticiler far kında olmadan genç Emil’i yazmaya yönelttiler. Bel ki de içindeki gizli ateşin alevlenmesine sebep oldu lar. Emil, kendi kendine, “Büyüdüğüm zaman iyi bir yazar olacağım ve sürgünde yaşayan Kırım’lı soy daşlarımın çilesini, onlara yapılan zulmü, adaletsiz liği bütün dünyaya anlatacağım” diyordu.
Burada şunu da belirtelim ki, 1944’ten ta Stalin’in ölüm yılı olan 1953’e kadar Kırım Türklerinin sürüle rek iskan edildiği yerlerden başka bir yere kımılda ması kesinlikle yasaktı. Bir köyden başka bir köye gi debilmek için polis teşkilatından yazılı izin belgesi almaları gerekiyordu. Bu yasağa uymayanlar yirmi yıl kürek hapsine çarptırılıyorlardı. Insanlar, çoğu za man komşu köyde ölen yakınlarının cenazesine da hi katılamıyorlardı. Kırım Türklerinin genç delikanlı larını askere dahi almıyorlardı. Devrin Sovyet yöne ticileri “Onların eline silah vermeye gelmez diye dü şünüyorlardı.”
Ancak Stalin’in ölüm yılı olan 1953’ten sonra yavaş ta olsa değişim rüzgârları esmeye başladı ve Kırım Türkleriyle ilgili tahditlerde bazı gevşemeler oldu. Fakat Kırıma dönme yasağı tekrar tekrar pekiştirildi. Artık Kırım topraklarını Rusya, Ukrayna gibi diğer bölgelerden taşınan göçmenlerle alelacele doldur ma telaşına düşmüşlerdi. Oradaki Türk köylerini, ca mileri, mezarlıkları yerle bir ederek bu coğrafyada eski sahiplerinin hak iddia etmelerini önlemeye ça lışıyorlardı. Akar suların, dağların,köylerin ve şehir lerin Türkçe olan isimleri Rusça yeni isimlerle değiş tiriliyordu. Kırım Türklerinin özel adlarıyla bile oyna narak soylarından koparma siyaseti başlamıştı. On ların tarihiyle, edebiyatıyla ilgili kitaplar da yakılıp kül ediliyordu.
1956 yılında ortaokulu bitiren Emil Hamit, halk üze rinden bazı yasakların kaldırıldığını görerek uçma hevesine kapılmıştı. Kırılan kanatlarını düzelterek uçmak istiyordu. Göğün sonsuzluğu cezbediyordu onu. Belki de bir hürriyet arayışıydı bu. Annesinin ve ninesinin karşı çıkmasına rağmen Kustanay Askerî Pilot Okuluna müracaat etti. Onu okula uğurlayan ninesi göz yaşları içinde “Allah’a yalvarıyorum, in şallah seni kabul etmezler.” diye dua ediyordu.
Emil bütün sınavları başarıyla verip pilot olmak için gerekli sağlık muayenelerinden de geçtikten sonra okula kabul edildi. Ancak onun bu sevinci pek uzun sürmedi. Derslerin başlamasından üç ay kadar son ra, bir gün yeni öğrencileri sıraya dizerek “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin silahlı kuvvetler kadrosunda azaltmaya gideceğinden falan falan öğrenciler Askerî Pilot Okulu’ndan atılmıştır!” diye îlan ettiler. Ne gariptir ki bu delikanlıların üçü de Kı rım Türklerindendi. Emil, bu atılmanın gerçek sebe binin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Eve döndüğün de çok sevinen ninesi; “Allah’a şükür, benim duala rım kabul oldu. Inşallah sen de baban gibi yazar olursun.” diyordu.
Fakat neredeyse ders yılının yarısı geçmişti. Artık bir enstitüye başvurma imkânı da kalmamıştı. Emil çare siz, bir traktör istasyonuna tesviyeci çırağı olarak gir di. Burada birkaç ay çalıştıktan sonra traktörleri ve pamuk toplama makinelerini tek başına tamir etme ye başladı. Alın teriyle kazandığı iş ücretini annesi ne getirmek onu çok mutlu ediyordu.
Bir akşam yorgun argın eve döndüğünde onu maki ne yağlarına bulanmış tulumu içinde gören ninesi, “Boş ver, aldırma Hamit’ciğim! Sen hiçbir işten yıl mazsın… Alın teriyle kazanılan helâl rızıktır, Al lah’ın rızgıdır derler. Işin iyisi kötüsü olmaz. Tem bellik etmek çalışmamak ayıp, hırsızlık yapmak ayıp, başkasını hakkını yemek ayıp.” diyerek toru nunu tesellî ediyor.
Kısa bir müddet sonra bölge yöneticileri Emil’n spor daki başarılarını hatırlayarak ona Semt Beden Eğiti mi ve Spor Komitesi Bölge Müdürü olarak çalışması nı teklif ediyorlar. Emil, hemen hemen iki yıl içinde kolhoz ve solhoz kulüplerinde türlü spor dallarının canlandırılmasını ve yetenekli gençlerin ortaya çık masını sağlıyor. Yılda bir iki defa bir bayram şenliği havasında geçen yarışmalar tertipliyor. Fakat Emil Hamit hangi işte çalışırsa çalışsın, içindeki yazma aş kı onu rahat bırakmıyor. Içinden “Öyle romanlar ve hikâyeler yazmalıyım ki, insanlar onları heyecanla okusun ve bitirmeden elden bırakamasınlar. Bu eserlerde kendimin, yakınlarımın ve bütün Kırım sür günlerinin başından geçenler dile getirilsin; ana babaların, kendilerinin ve çocuklarının açıktan öl memeleri için verdikleri mücadeleler dile getirilsin; anadillerini, atalarından kalan kutlu törelerini, kültür ve medeniyetlerini koruyup yaşatmak için aştıkları zorlu engeller dile getirilsin; böylece, neler çektiği mizden bütün dünya haberdar olsun…” diyordu.
Ancak başlanan her yeni işte olduğu gibi ilk kalem tecrübeleri hep başarısızlıkla sonuçlanıyordu. He nüz tecrübesi ve birikimi yeterli değildi. Bereket, ya nı başında şefkatli sözleriyle onun moralinin bozul masını önleyen annesi vardı. Ona “Oğlum, baban bir edebî eser yaratmak, iğneyle kuyu kazmak gibi dir, derdi. Yılmamalısın, azimli olmalısın. Onun yeri ni sen tutacak ve onun ideallerini sen gerçekleştire ceksin!..” diyerek onun, kendi zekâsına, çalışma az mine ve babasından devraldığı yeteneğine inanma sını istiyordu.
Emil Hamit, 1958 yılında dünyanın ünlü yazarlarını daha yakından tanımak ve onların eserlerindeki in celiği, derinliği kavramak için Taşkent’e gitti ve ora daki Devlet Pedagoji Enstitüsü’nün Rus Dili ve Ede biyatı bölümüne kaydoldu. Zîra yerinde kullanıldığı takdirde sözün silahtan daha güçlü olduğuna inanı yordu. Aldığı öğrenci kredisiyle geçinmek zor olsa da o, annesinden ve ninesinden aldığı öğütlere uya rak hiçbir zorluktan yılmıyordu. Geceleri Taşkent Demiryolu istasyonlarında hamallık yaparak yük va gonlarını boşaltıyor; tatil günlerinde ise arkadaşla rıyla birlikte varlıklı kimselerin inşaatlarında amele olarak çalışıyordu. Böylece kendi harçlığını çıkardı ğı gibi arada bir deve para gönderiyordu.
Bu gayret ve çaba içinde bir yıl geçmişti ki, bazı Öz bekistan dergi ve gazetelerinde Emil Hamit’in ilk şi irleri, kısa hikâyeleri ve bazı Özbek yazarlarından Rusça’ya yaptığı tercümeleri yayınlanmaya başladı.
Emil Hamit, Taşkent Pedagoji Enstitüsünde iki yıl öğ renim gördükten sonra Moskova’daki A. M. Gorkiy Edebiyat Enstitüsü’nün açtığı bir yarışmaya katılmak için birkaç şiirini ve hikâyesini gönderdi. Bu enstitü 1930 yılı başlarında SSCB Yazarlar Birliği bünyesin de kurulmuştu. Sovyetlerin ünlü yazarlarının çoğu bu enstitüde eğim görmüşlerdi. Buradaki öğretim üyeleri de ülkenin en tanınmış profesörleri, ilim adamları ve sanatçılarıydılar. Bu hocalar, enstitüye titiz bir eleme sonunda seçilerek alınan yetenekli öğ rencileri yetiştiriyor, tecrübelerini onlara aktarıyor lardı. Bu eleme sınavını binlerce gençten ancak yazdıkları estetik değer taşıyan üç beş kişi kazanabi liyordu. Hikâye şiirleri çok beğenilen Emil Hamit, ön elemeyi başarıyla kazandı ve giriş sınavına çağrıldı. Bu sınavda da başarılı olan yazar, öğrenci olmaya hak kazandı.
Emil Hamit buradaki öğrenciliği sırasında defalarca Nazım Hikmet’le görüştü. Bu ünlü Türk şairi, kabili yetli gençlerle görüşüp tanışmayı çok seviyor ve on larla sanat sohbetleri yapıyordu. Kendi şiirlerini de heyecanla okuyan şair, genlere ana vatanı olan Tür kiye’yi ve Anadolu’yu anlatıyordu. Öğrencilerden bi rinin temiz bir Kırım Türkçe’siyle konuşması kalbinin derinliğine işlemiş, hayrete düşürmüş ve onu çok duygulandırmıştı.
Emil Hamit, Edebiyat Enstitüsünde okuduğu dönem de bazı nuveller de yazdı. Bunların çoğunu o devrin siyasî durumu dolayısıyla bir yerlerde yayınlamak mümkün değildi. Yalnız birkaç tanesi o sırada Taş kent’te Kırım Türkçesiyle yayınlar yapan Lenin Bay rağı gazetesinde ve Zvezd Vostoka (Şark Yıldızı) der gisinde Rusça olarak yayınlanmıştı.
1965 yılında enstitüyü bitiren Emil Hamit, Özbekis tan Yazarlar Birliği bünyesinde çalışmak üzere gö revlendirildi. O günlerde Taşkent’te Yazarlar Birliği binasının geniş salonuna savaşta kaybedilen Özbek, Rus ve Kırımlı yazarların ismleri bulunan büyük bir mermer levha asılmıştı. Emil, altın harflerle yazılan bu levhada babasının ismini de buldu. Ama sevine medi. Çünkü Osman Hamit’in isminin olduğu levha nın Kırım Yazarlar Birliği’nin salonuna da asılması gerekiyordu. Fakat Kırım’da Ikinci Dünya Harbinde kaybedilen Kırım’lı Türk kahramanların adını anmak dahi yasaklanmıştı. O devirde, bütün SSCB toprak larında ve bilhassa Kırım’da, Kırım Türkleri hakkında ancak fena şeyler yazıp söyleyebilirdiniz. Hem de Kırım gazetecisi ve tarihçisi geçinen bir takım sözde yazarlar, bu karlama yarışında çok başarılıydılar.
Emil Hamit Taşkent’e geldikten sonra Lenin Bayrağı gazetesinin redaksiyonunda çalışmaya başladı. Burada çalışan yaşlı kolektif kuşağının çoğunlunu Emil Hamit’in babasının dostları ve arkadaşları teşkil ediyordu. Dolayısıyla Emil’i çok iyi karşıladı lar. Ana dilinde de yazmasına yardımcı olmaya çalıştılar. Buna rağmen Emil, bir müddet sonra yıl lardır tasarladığı projeleri gerçekleştiremeyeceği ni anlayarak hayâl kırıklığına uğradı. Nice zaman dır yüreğinin derinliklerinde taşıdığı, romanlara, nuvellere dönüştürme ümidiyle yaşadığı güzel fi kirleri, Kırım’lıların çektiği ızdırapları, buna rağ men gösterdikleri büyük cesareti ve yaşama azmi ni ana vatanlarına olan sevgilerini dile getireme yeceğini anlamıştı. Kırım’lı yazarların, gazetecile rin yazdığı her yazının âdeta röntgeni çekiliyor, satır aralarından gizli anlamlar çıkarılıyordu, çok sıkı bir sansür ve kontrol vardı. Öyle ki, Mosko va’dan “Falan adamın saçı kesilsin,” diye bir emir gelse onun başını kesiyorlardı. Redaksiyonda ça lışarak halkın çektiği sıkıntıları, başına gelen bela ları, adâlet arayışını ana yurtlarına dönmek için verdikleri mücâdeleyi anlatmak şöyle dursun, “Kı rım” kelimesini, Kırım şehir ve köylerinin eski adla rını anmak bile yasaklanmıştı. Bu yüzden, gazete deki redaksiyonu kontrol eden teşkilatla Emil ara sında ikide birde ihtilâf çıkıyordu. Dolayısıyla Le nin Bayrağı gazetesinde ancak 1967 yılına kadar çalışan yazar, tekrar Moskova’ya döndü. Tanıdığı yazarlar ve eski sınıf arkadaşları SSCB Bakanlar Sovyeti bünyesindeki radyo ve tele vizyon komitesinde redaktör olarak çalışması için ona yardımcı oldular.
Emil, zaman içinde SSCB halkının edebiyat ve sa natçıları hakkında iyi bir mütehassıs olmuştu. Rus ça’yı ve Özbekçe,Tatarca gibi lehçeleriyle Türkçe’yi biliyordu. Bu vasıflarından dolayı da devletin en say gın kurumlarından olan “Sovyetskiy Pisatel” (Sovyet Yazarı) yayınevine redaktör olarak çağrıldı. Emil Ha mit artık Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri’ndeki tanın mış yazarların en güzel eserlerini Rusça’ya çevrilme si için belirliyor ve çevirileri kontrol ederek yayına hazırlıyor; kendisi de Tatar, Özbek, Türkmen yazar larının hikâye ve romanlarından birçok kıymetli ese ri Rusça’ya çeviriyordu. Bu kitapların birçoğu devlet mükâfatıyla ödüllendirilmiştir.
Redaksiyonda çalışan yazarlar arasında Komünist Partisi’ne üye olmayan tek redaktör Emil Hamit’ti. Şu nu da belirtelim ki o devirde partiye üye olmayan bi rinin terfî kademelerinde yükselmesi imkânsız gibi bir şeydi. Fakat Emil Hamit, kendi kariyerini düşün müyordu. Onu sadece eser vermek ve yaratıcılık ko nusu ilgilendiriyordu. Dolayısıyla yayınevinin parti grubu sekreteri ona zaman zaman: “Emil Osmano viç, biz hepimiz ideolojik cephenin ilk sıralarındayız; eğer partimize üye olmak için dilekçe verirseniz onu kısa sürede değerlendirebiliriz.” Şeklindeki teklifleri ni Emil Hamit, işi şakaya vurarak; “Ben henüz parti nizin üyeliğine lâyık olduğumu sanmıyorum.” Diye geçiştiriyordu. Parti idarecisi şaşkınlıkla “Ama niçin? Kolektif sizi hem çalışkanlık hem de ahlâkî yönden çok takdir ediyor.” Diye itiraz ederse Emil Hamit, ya rı ciddî, yarı şaka; “Neşeli gruplarla vakit geçirmeyi, içki içmeyi haddinden fazla seviyorum. Güzel kadın lar da çok ilgimi çekiyor. Benim siyasetten çok spora ilgim var; futbol hastasıyım, onun için ideolojik konu larla ilgilenmeye hiç vakit kalmıyor.” Diye bu mese leyi hep başka zamanlara erteletiyordu.
Emil Hamit’in, değişik zamanlarda hem ana diliyle, hem Rusça’yla yazılmış bir dizi nesir kitabı yayınlandı. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Erkinlik, Sevgiden Güçlü, Alâimi Semâ (Gökkuşağı, Ebem kuşağı) Kırmızı Sarık, Geyik Pınarı, Son Imkân vb. Bu dizi içinde yazarın en güzel nuvelleri, hikâye leri ve romanı yer almaktadır. Bu eserler Sovyet’ler içindeki birçok dile de çevrilmiştir.
Geçmişteki SSCB Yazarlar Birliği üyesi olan Emil Ha mit “Sovyetskiy Pisatel” yayınevinde fasılasız yirmi üç yıl çalışmıştır. Ne yazık ki bu yayınevi Prestroyka (Yeni den Kuruluş) dönemi sonrasında kültür, edebiyat, sa nat ve bilim konularını birden bire arka plana itti ve Rus brokratları uzun bir süre Rus kültür ve medeniye tinin zenginliğini teşkil eden edebiyat ve sanat konu larına ilgisiz kaldılar. “Sovyetskiy Pisatel” de yayın fa aliyetini durdurmak zorunda kaldı. Dolayısıyla bura da çalışan memurlar ve yazarlar da işsiz kaldılar.
Şimdi Rusya’da her alanda olduğu gibi, bilim ve sa nat alanında da sıkıntılı bir dönem yaşanmaktadır. Kültür ve sanat işçileri olan yazarların çoğu müşkül durumdadır. Emil Hamit de Moskova’da bulunan çe şitli Türk şirketleriyle yardımlaşıyor; Onların ihtiyaç duyduğu belgeleri ve metinleri Rusça’ya çeviriyor. Bu işten zaman buldukça yeni hikâyeler, piyesler yazıyor ve en güzel eserlerini Türkiye Türkçe’sine çeviriyor. Böylece daha önce sansürün kestiği ve değiştirdiği yerleri yeniden elden geçiriyor ve düzeltiyor.
Yıllardır aradaki Demirperde dolayısıyla dikkatler den uzak kalan Kırım’lıların çilesini ve bu konuda yüreğinin kanıyla yazdığı eserlerini Türk okuyucu suna takdim etmeye çalışıyor. Halkının çetin tali hini, yüzyıllardır çektiği zulmü, uğradığı hakareti bütün Türk Dünyasına duyurmaya çabalıyor. Eğer bu kutsal görevi başarırsa Emil Hamit’in gözü açık gitmeyecektir
Devamını Oku