“11’nci Asırda Kaşgarlı Mahmud Türkler İçin Kim İse, 20’nci Asırda Bekir Çobanzade Aynı Kişi Oldu


 01 Mayıs 2023



Röportaj: Zera Bekirova

 

Profesör Dr. Adil Babayev: “ 11’nci asırda Kaşgarlı Mahmud Türkler için kim ise, Bekir Çobanzade aynı kişi oldu.”

Azerbaycan dil bilimi ve edebiyat biliminin gelişmesinde, diğer bilim dalları tarihinde ve sadece Azerbaycan’da değil bütün Şark’ta Bekir Vahap oğlu Çobanzade ayrı bir yer tutar.

O, Bakü’ye 1924’te geldi. Onu kim davet etti? O geldiği dönemde yeni alfabeye geçiş meselesi ortaya çıkmıştı. Peki bu işe kim rehberlik yapacaktı? Bütün Türk dillerinin otomatik şekilde lâtin alfabesine geçmesi mümkün değildi ki! Fonetik olarak uyumsuzluklar olacaktı. Bunun için de hem grameri, hem fonetiği, hem de alfabenin tarihini bilen bir bilim adamı arandı. Samedağa Ağamalıoğlu, Celil Mehmedkuluzâde, Veli Huluflu ve Halid Said Hocayev’den müteşekkil komisyon Semerkand’a gitti, aradı, ama kimseyi bulamadı. Daha sonra birkaç şehre daha gittiler ama kimseyi bulamadılar. Akmescit’e kadar gidip üniversitede Bekir Çobanzade ile tanıştılar.  O dönemde Çobanzade üniversite rektörlüğüne aday olarak gösterilmiş ama Moskova onaylamamıştı. Bekir Çobanzade gelen komisyonun arayışlarının sebebini anlayıp, konunun aslını öğrenince “Diğer devletler, şehirler, Türk dilli halklar içinde Bakü birinci sıradadır. Çünkü Bakü çağdaştır. Ben sizin teklifinizi kabul ediyorum” diyerek bu çalışmaya dahil oldu. 

1924 yılının Nisan’ındaki bu gelişmeden 5 ay sonra Eylül ayında Çobanzade Bakü’ye geldi ve Azerbaycan’da altı göreve birden atandı. Alfabe komisyonunun başına getirildi, Bakü Üniversitesi’nde Azerbaycan ve Türk Dilleri Bölümü Başkanı oldu. O dönemde Bakü Pedagoji Enstitüsü’nde Azerbaycan Tarihi Araştırmaları Cemiyeti vardı. Adı geçen cemiyete de başkanlık yaptı.

On üç yıl boyunca, 1924’ten 1937’ye kadar Türkoloji ilmine 15 kitap, 256 ilmî çalışma kazandırdı. Böylece bizim ilmimizin gelişmesinin temelini attı. Sovyet yönetimi tabiî ki bunu beğenmedi.

Çobanzade’yi takip etmeye başladılar. Bunu hiç önemsemeden her yıl Semerkand, Taşkent, Fergana, Moskova ve Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerine giderek bildiriler sundu. 

Şiveler sözlüğünü düzenlemek için, Azerbaycan’ın pek çok bölgesine, Azerbaycan dili şivelerini kaydetmek üzere komisyonlar yolladı. Böylece o, Azerbaycan lehçebiliminin en yetkili kişisi oldu. Elbette ondan önce de bu konuyla ilgilenenler olmuştu.  Ama ciddi olarak ve kapsamlı bir şekilde düşünüldüğünde Azerbaycan dilinin ilk lehçebilimcisi Bekir Çobanzade’dir. 

Çobanzade daha sonra Azerbaycan dilinin öğretilmesi hususundaki yöntembilimi belirledi.  Meselâ, tahtaya bir elma resmi çizerek öğrencilere soruyordu: Bu nedir? Elma. Yok, yanlış. Bu elmanın resmidir. Bu o dönem için çok etkili bir yöntemdi.

Bekir Çobanzade Azerbaycan edebiyatını 12’nci asırdan başlayarak inceledi. Onun bu alandaki en büyük hizmeti “Kitabı Dede Korkut”un dilinin incelenmesidir. 1934 yılında kendi iş çizelgesine: “ben Dede Korkut’un dili ile ilgili çalışmamı tamamladım” diye yazıyor. Ama bilindiği üzere bu çalışmayı yaktılar. Türk halkları Rusların ortaya çıkışından önce kendi yazılarının, dillerinin, yazılı edebiyatlarının olduğunu bilmemeliydiler. Bu yüzden bu çalışma yakıldı.

Bekir Çobanzade cumhuriyetimiz için ciddî seviyede çalışmalar yaptı. Bizim önemli dilcimiz Memmedağa Şiraliyev onun ilk asistanıydı. Demirçizade, Muhtar Hüseyinzade, İsmail Efendiyev ve daha pek çoğu onun talebeleridir. Bu talebeler sonradan Azerbaycan dili ve edebiyatı araştırmacıları oldular.

O sadece dilci değil aynı zamanda tarihçiydi. 17 dil biliyordu. Türk dillerinin hepsini biliyordu. Hatta Ermenice öğrenmeye başladı. Ayrıca Farsçayı, pek çok Avrupa dilini ve Rusçayı mükemmel derecede biliyordu.

Bekir Çobanzade öyle güçlü bir alimdiki onun karşısında Lev Şerba gibi bilim insanları kendilerini rahatsız hissediyorlardı. Bu mevzuya bir örnek vermek istiyorum: Türkoloji Kurultayı’nda Türk dillerinin öğretilmesi ile ilgili yöntembilim meselesi görüşülüyor. Şerba bildirisini sunduktan sonra Çobanzade kürsüye geliyor. Bunun üzerine Şerba “eğer ben Çobanzade’nin burada olduğunu bilseydim bu konuda asla bildiri sunmazdım ve cahil biri gibi görünmezdim” diyor.

Kurultayda şöyle bir fikir ortaya çıkıyor: “Arkadaşlar, biz bütün Türk halklarının dillerinin birbiriyle akraba gibi yakın olduğunu ispat etmezsek bu nasıl bir Türkoloji kurultay olur?” Bunun üzerine Türkolog Samoyloviç, ben bir hafta sonra bu konuda bir bildiri sunmaya hazır olurum diyor. Çobanzade arkadaşlarına “Siz ne diyorsunuz?” diye soruyor. O’na meselenin aslı anlatılınca ben hazırım diyor. Aynı gün Profesör Çobanzade bu mevzudaki bildirisini sunmaya “Dîvânü Lugâti't-Türk”ten başlıyor ve bütün Türk halklarının kökünün bir olduğunu delillerle sunarak ispat ediyor. Ancak Türk dillerinin sadece gramer farkı vardır, kökleri aynıdır diyor.

Bana Bekir Çobanzade’yi incelemeye nasıl başladın diye soruyorsunuz. Bu olay 1961 senesi ortaya çıktı. Benim en iyi hocalarımdan biri olan Bekir Çobanzade’nin talebesi, Azerbaycan diliyle ilgili çalışan Hadi Mirzezade bir gün şöyle söyledi: “Sen bu meseleyle ilgili olarak ilk kim çalıştı biliyor musun? Bekir Çobanzade!” Ben bu ismi o zaman ilk defa duydum. Biz hocamla Bakü Üniversitesi koridorunda parti komitesi odasının yanından geçiyorduk. Hocama niye bu zamana kadar Bekir Çobanzade ile ilgili çalışmadınız diye sordum. O, kapıyı işaret ederek parmağını dudaklarına bastırdı ve fısıldayarak : “Şşşşşt! İşte sen yazarsın. Yazar mısın?” dedi. Yazarım diye cevap verdim. O andan itibaren Bekir Çobanzade’yi sevdim, ne kadar zor olursa olsun bu bilim insanı hakkında araştırma yapma ve kitap yazma kararı aldım.

1962’den beri tam 60 yıldır benim hiçbir günüm Bekir Çobanzade’siz geçmedi. Makaleler, monografiler ve kitaplar yazdım.

Tez konumu onaylatmak çok zor oldu. Hemen “Bu nasıl bir şey? Olmaz” dediler. Ama Bekir Çobanzade’nin talebeleri Prof.Feyzulla Gasimzade ve Muhtar Hüseyinzade bana destek oldular. Onlar beni anlıyorlardı. Çünkü babam Sovyet idaresi için can verdi. Beni öksüz bırakan Sovyet yönetimi ve Sovyet hükûmetinden nefret ediyordum. Azerbaycan’da bazıları kesinlikle yasak derken diğerleri yazmamı istediler. Nihayet Moskova konumu onayladı. Ben çalışmaya başladım. Lâkin kaynak bulmak çok zor oldu. Kapanmış vakıflardan Türkoloji Kurultayı’nın stenografi kayıtlarını ve Çobanzade’nin el yazmalarını aldım. Bu konuda kimseyle konuşmadım, çalışmalarımı kimseye göstermedim ve herkesten gizledim. Bugüne kadar malzemeleri ve belgeleri nereden aldığımı söylemedim. 

Tezimi 1964’te bitirdim ve savunmaya hazırdım. Azerbaycan’da 6,5 yıl tezimi savunmama izin vermediler, önüme çeşitli engeller çıkardılar. Bizim ilk akademisyenimiz diyebileceğimiz Şiraliyev “Kim ki o çoban? O Çobanzade değil çobandır. O bir çobandı, kim ki sen onunla ilgili tez yazıyorsun?” dedi. Ben de “Yoksa siz onun hizmetlerini bilmiyor musunuz? Oysaki o sizin ilmî rehberinizdi.” diye cevap verdim. Bu konuşmadan sonra engeller daha da çoğaldı. 1969 senesi belgelerimi toplayıp Moskova’ya gitmek zorunda kaldım. Türkologlar Fedor Dmitriyeviç Aşnin ve Vladimir Mihayloviç Alpatov’u bulup onlara ilmî çalışmamı gösterdim. Çok beğendiler. İki gün sonra bir sınavdan geçtim. Rakip olarak benimle beraber Fedor Dmitriyeviç Aşnin’de geldi. 

Tezimi savunacağım 1969 senesi 29 Haziran günü aniden ikinci bir rakip ortaya çıktı. Elinde kalın bir defterle geldi. Defter başından sonuna kadar Çobanzade’ye ve bana karşı hazırlanmış yazılarla doluydu. İtirazlarından biri Çobanzade’nin kurşunlanacağını bildiği ve devrim karşıtı, milliyetçi sıfatını saklamak için özellikle Çobanzade soyadını aldığı hususundaydı. Ben savunma prosedüründen önce ilmî heyete Çobanzade’nin şu satırlarını hatırlattım: 

“Ne mırza bar soyumda, ne aytuvlı bay
Babam bir çoban, anam Zaydabay”

Sonunda tezimi savundum. 

Tez üzerinde çalışırken DTH (Azerbaycan devleti Telükesizlik Hızmeti-Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Hizmeti) arşivinde çalışmak için izin aldım. Bütün belgeleri gözden geçirdim. Sorgulamayı kim yaptı, kim hüküm verdi… Ondan evvelki mahkeme oturumları 15 dakika sürerken Bekir Çobanzade’yi 11.20’den 11.40’a kadar dinlemişler. Mahkeme 20 dakika sürmüş. O, hiçbir şeyi saklamadı, hiçbir suçlamayı kabul etmedi. Ancak karar çoktan belliydi ve yerine getirilmeliydi. O’nu önce şehirde hapsettiler, sonra Nargin adasına götürüp Hazar Denizi’ne bıraktılar. 12 Ekim günü kurşuna dizildi.

Bütün kaynaklarda 12 Ekim’de mahkemesi yapıldı, 13 Ekim’de kurşuna dizildi diye yazıyor hangisi doğru diye sordum Adil Babayev’e. Aldığım cevap şöyle oldu: “Hayır, o’nu aynı gece kurşuna dizdiler. Benim elimde raporlar var ve altında Teğmen Şobolov’un imzası bulunuyor. İdam kararının kararın verildiği gün yerine getirildiğini yazıyor.”

Tez üzerinde çalışırken eşi Rugiya hanımı arayıp buldum. Kadının saçları bayağı ağarmıştı. Rugiya hanımın oğlu Girey’de o dönemde bizde çalışıyordu. 1937 yılında onlar Voroşilov sokağındaki 3’ncü evde oturuyorlarmış. Rugiya hanımın tarifine göre Bekir Çobanzade’nin Kislovodsk’ta tutuklandığı aynı dakikalarda Bakü’deki dairede de arama yapılmış. Dairenin balkonunun altına bir kamyon gelip yanaşmış. Profesörün bütün el yazmalarını ikinci katın balkonundan arabanın kasasına atmışlar. Çobanzade’nin dava soruşturmasında bütün el yazmalarının yakıldığıyla ilgili raporlar var. Her şeyi yakmışlar. Belli ki o dönemde sadece Çobanzade’nin değil bütün önemli kişilerin kitapları ve el yazmaları yakılmış. 

Adil hocaya Bekir Çobanzade sizin için kimdir? diye sordum. Bu sorumun cevabı da şöyle oldu:

“Bekir Çobanzade benim için Türkoloji yolunu açan ilk alimdir. 11’nci asırda Kaşgarlı Mahmud Türkler için kim ise, Bekir Çobanzade 20’nci asır Türkolojisi için aynı kişi oldu.”

O’nun bilmediği Türk dili yoktu. Türk dillerinin hepsini iyi derecede bilir, yazar, bildiriler sunardı. O’nun düzenlediği Türkoloji Kurultayı’nın önemi o kadar büyüktü ki sözle tarif etmek çok zor. Meselâ “Oyratlar”ın elçisi kurultaya ilk defa katıldı. Ondan önce “Oyrat” diye bir Türk halkının varlığı hakkında hiç kimse bir şey bilmiyordu. Çünkü Sovyet hâkimiyeti pek çok Türk halkını Ruslaştırıp onlara Rus adları vermişti. Adı-soyadı Rusça olan insanın hangi Türk milletine ait olduğunu anlamak zordu. Fakat bu kurultayda Türkler birbirini tanıdı, birbirini sevdi, gerçekten ağa-kardeş oldular. Samedağa Ağamalıoğlu kurultayın son günü 6 Mart’ta gelen Nikolay Katanov’a söz verdi ama sadece ana dilinde bildiri sunmasını rica etti. Hakas halkının vekili Katanov kurultaya binlerce kilometrelik çok uzak ve zor bir yolu geçerek, biraz geç gelmişti. 1939 senesi Nikolay Katanov’da Türkçülükle suçlanıp kurşuna dizildi. O’nun tahkikat soruşturmasında şunlar yazılı: “Nikolay Gavriloviç Tünisteyev-Katanov ünlü, Nikolay Fedoroviç Katanov’un yeğenidir. 1908 senesi onu evlâtlık alarak soyadını vermiştir. Sovyet hâkimiyetinin ilk yıllarında Hakas medeniyetinin gelişmesi için büyük hizmetlerde bulunmuştur. N.G.Katanov 1934 senesi devrim karşıtı-milliyetçi “Sibirya Türklerinin Birliği” teşkilâtının azası olarak yakalanmış fakat sonradan serbest bırakılmıştır. 1937 senesi yeniden tutuklanarak vatana ihanetle suçlanıp 1939 senesi Minusinsk’te kurşuna dizilmiştir.”

Zaten kurultay delegelerinden pek az kişi eceliyle ölmüştür. Sadece Samedağa Ağamalıoğlu 1930 senesi Ekim ayında, Farhad Ağazade de 1931 senesi Ocak ayında eceliyle ölmüştür. Onun dışında kurultaya iştirak edenlerin hemen hepsi kurşuna dizildi. O zamanki başkan (bugün bile adını söylemeye korkuyorum) Azerbaycan SSR İçişleri Halk Komiseri Stepan Yemelyanov’a şöyle yazmış: “Eğer başka bir suç bulamazsanız Türkoloji Kurultayı’na katıldığı için dersiniz.”

O dönemde Azerbaycan Komünist Partisi’nin birinci kâtibi Ermeni asıllı Levon İsayeviç Mirzoyan’dı. Türkoloji Kurultayı meselesiyle ilgili yapacakları için akıl danışmak üzere amiri Anastas Mikoyan’a bir mektup yazıyor. Mikoyan o’nun Stalin’e müracaat etmesini tavsiye ediyor. Mirzoyan’da Stalin’e müracaat ederek o’nun emrini beklediklerini bildiriyor. Stalin’den şöyle bir cevap geliyor: “Türkoloji Kurultayı yeni alfabeye geçmek için karar alamaz. Sadece yeni alfabeyi kabul etmek için yapılması gerekenleri görüşebilir.” Bunun üzerine kurultayda bir komünist grup oluşturuluyor, ama bu grup çalışmalarını gizli yürütüyor. Kurultayda Türkolojinin faydası için söylenen her bir teklif, her bir cümle ve ya her bir söz kaydedilerek hiç zaman kaybetmeden süratle yukarıya bildiriliyor. 

Bekir Çobanzade ile ilgili hazırladığım monografimi çok zorlu bir çalışmadan sonra nihayet 1996 senesi yayınlayabildim. Ben o’nun Azerbaycan ilim tarihi için yaptıkları, hizmetleri ile ilgili olarak ta 1962 senesi yazdım ve söyledim. Ama 1982 yılında yayınlanan “Azerbaycan tilcileri” kitabında bu konuda ilk olarak çalışanın M.Şiraliyev olduğu yazıldı. Çobanzade hakkında sadece bazı hizmetleri vardı diye belirtseler de Halid Said Hocayev ve diğer kurşuna dizilen Türkologların adı hiç anılmadı. Halbuki 1982 senesi Sovyet devleti biraz da olsa hümanist olmaya başlamıştı. Stalin ya da Lenin devrindeki gibi vahşi ve yırtıcı değildi.

Azerbaycan DTH (Azerbaycan devleti Telükesizlik Hızmeti-Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Güvenlik Hizmeti)’nin kapalı arşivlerindeki belgeler üzerinde uzun yıllar yaptığım çalışmalar neticesinde “1’nci Türkoloji Kurultayı”nın 90’ncı yılına ithafen “Birinci Türkologik qurultayı ve Azerbaycanda Türkologiya” isimli kitabımı yazdım.

Adil hocaya son sorumuz “Size göre Bekir Çobanzade’nin ilmî çalışması, Türkoloji uğruna yaptığı hizmetler tam anlamıyla öğrenilebildi mi?” oldu.  85 yaşındaki alim Adil Mamedoğlu Babayev büyük bir ümitle şöyle cevap verdi: “Hayır, o’nun çalışmalarının daha onda biri bile incelenemedi. Öğrenilmesi, araştırılması, aydınlatılması gereken daha çok şey var. Kim bilir? Belki kimsenin görmediği, bilmediği el yazmaları bir yerden bulunur. Ben de daha yeni makale ve kitaplar yazarım.”

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 197. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 197. Sayı