HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
Osman Çeviksoy 3
HUDAYBERDİ HALLI 4
UFUK TUZMAN 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Ahmet Baytursınoğlu Kazak balalarını eğitme metodolojisini sistemleştirmeyi neyden başladı, okuma yazmayı öğretme yöntemini nasıl oluşturdu sorusu üzerinde duralım. Ahmet Baytursınoğlu metodolojisinin “töte okuv, töte jazuv” (arap harfleriyle Kazakça okuma, yazma) yazma ve “usûl-i savtiye” kavramlarıyla sıkı bağlantılı olduğu bilinmektedir. Herkesin bildiği üzere, VIII. yüzyıldan XX. yüzyılın başlarına kadar Türk halklarının hepsi Arap alfabesini kullanmışlardır. Bu alfabe Kazak dilinin ses sistemine göre uyarlanmamış, içerisinde fazla harfleri çok olan zor bir alfabeydi. Kazak balaları bu alfabeyle okuma yazma öğrendiklerinde uzun bir süre boyunca heceleyerek okurlardı ve zorlanırlardı. Bunu fark eden Ahmet Baytursınoğlu 1910 yılından itibaren millî alfabe geliştirme işiyle meşgul olmaya başlamıştır. Arap alfabesindeki Kazak diline lazım olmayan fazla harfleri çıkartarak 28 sese göre uyarlanan 24 harften oluşan millî alfabeyi oluşturmuştur. Millet Öğretmeninin bu alfabesi hızlı öğrenmeye elverişli olmasından dolayı “töte okuv, töte jazuv” adıyla tarihte kalmıştır. Ahmet Baytursınoğlu’nun kendisi bu yöntem hakkında: “Heceleyerek “usûl-i kadim” kadimle okutmanın yanında bu yöntem oldukça kısaydı. Bundan dolayı “töte okuv” diye adlandırılmıştı” dedikten sonra: “Töte jazuv, harfleri doğrudan birleştirerek kelime olarak yazmaktır. Töte okuv, sesleri doğrudan birleştirerek kelime olarak okumaktır”, diye açıklamıştır.
Ahmet Baytursınoğlu’nun ilk “Alfabesi” 1912-1925 yılları arasında yedi defa basılmıştır. Bu baskıların hepsinin dışında “usûl-i savtiye yoluyla tertip edilen Kazakça alfabe” yazısına yer verilmiştir. Yani ““usûl-i savtiye” yöntemi dediğimiz şey seslere dayalı olarak okuma yazma öğretme yöntemidir. Bu yöntemi Ahmet Baytursınoğlu başka halkların yöntemlerini dikkatle inceledikten sonra, Kazak diline uygun bularak seçmiştir.
“Usûl-i savtiye”nin en önemli ilkesini Ahmet Baytursınoğlu üçe bölmüştür: Birincisi, çocuklara çeşitli seslerin olduğunu anlatmak gerekir; İkincisi, çocukların bildiği kelimeleri alıp, onların içinde hangi seslerin olduğunu ayırt etmeyi öğretmek gerekir; Üçüncüsü, ayrı ayrı sesleri birleştirtip kelimeleri söylemeye alıştırmak gerekir. Bunu bilmeden önce çocuklara harfleri göstermek doğru değildir – der millet öğretmeni.
Ahmet Baytursınoğlu o dönemdeki dünyadaki diğer ülkelerin yöntemlerini inceleyerek Kazak çocuklarını “usûl-i savtiye yoluyla” okutmak gerektiğini öğretmenlere öğretmiş, yol göstermiş ve Fransız, Alman, İngiliz, İtalyan, Çin ve Rus dillerinde kullanılan yöntemleri tahlil ederek her dilin yazı özelliğine göre her ülkenin öğretimde kullandığı yöntemlerin de farklı olduğunu dikkate almak gerektiğini vurgulamıştır.
“Yazmak için harf değil şekil kullanan milletlerden biri Çinlilerdir. Eğer ağız ve köpek anlamına gelen şekiller yan yana gelirse “havlamak” sözü ortaya çıkar. Öğretmen bu yazıyla okuttuğu zaman ne sesle ne de harfle işi olur” der Baytursınoğlu. Dilinin yazılışı ile okunuşu arasında fark olan milletlere Rus halkını örnek verir. Kullandıkları harfleri seslerine uymayan İngiliz Dilinde ise, onların kelimelerinin yazılışı ile okunuşu birbirinden o kadar farklı ki, “köpek diye yazıp, domuz diye okurlar” der bilim insanı. “Kullandıkları harfler ile sesler birbirine oldukça uyan ve sözlerin seslerini duyulduğu gibi yazan dillere İtalyan, Alman ve Kazak dillerini örnek göstermiştir. Dillerin bunun gibi özelliklerine göre okutma yönteminin de çeşitli olacağını öğretmenlere anlatarak: “Bir milletin öğretim işinde elverişli olan yöntem başka milletin de öğretim işinde elverişli olacaktır diyemeyiz. Eğer dilinin kuralları, imlasının ya da harflerinin sistemi farklıysa, o zaman birinde başarılı olan öğretim yönteminin diğerinde de başarılı olacağını kimse söyleyemez” – diye vurgulamıştır. Dikkatlice inceleyerek Kazak balalarını okutmada “usûl-i savtiye” yoluyla önce sesler, sonra hecelerle ve ondan sonra kelimelerle alıştırmalar yaptırtmayı önermiştir. Ancak bundan sonra harfleri göstermek gerektiğini ifade etmiştir. Harfleri öğretirken ise önce o yeni harfi içeren kısa kelimeleri seslere ayırdıktan sonra tahtaya yazarak göstermek gerektiğini söylemiştir.
Ahmet Baytursınoğlu sadece “Alfabede” değil, “Til Kural” ve “Tiljumsar” adlı ders kitaplarında da çeşitli ödevler sistemini vererek ana dili öğretmenin metodolojisini oluşturmuştur. İlkokul için hazırlanan “Tiljumsar” ders kitabı çocuğa ana dilini bir araç olarak kullanmayı ve bu aracık iç ve dış bileşenlerinin hepsini bilmenin ve öğrenmenin yöntemlerini sunmuştur. Ahmet Baytursınoğlu bu ders kitabında çocuğa ana dilini ilk önce tecrübeyle öğretme; ikincisi, çocukların zorlanmadan, kolay öğrenmeleri için ödevleri çocuğun kapasitesine göre azaltarak verme, üçüncüsü, belirlenen amaca göre çocuğu yönlendirme meselesini sistematik bir şekilde göstermiştir. “Tiljumsardaki” ödevlerin türleri: heceye bölme, kopyalama, sorma, cevap verme, söylediğini yazma, ezbere yazma, cümle kurma, ek ekleme şeklindedir.
“Til Kuralın” birinci bölümündeki ödevler alıştırma ve sınama olarak adlandırılmaktadır. Örneğin, alıştırma ödevinde çocuk öğretmenin yardımıyla konuyu öğrenmesi gerekir, sınama ödeviyle de öğrendiği konuyla ilgili alıştırmaları yapar. Milletin öğretmeni çocuklara konuyu öğretmek için önce alıştırmak, beceri kazandırmak, ondan sonra sınama ödevleriyle alıştırmalar yaptırmak gerektiğini doğru bulmuştur.
Sonuç olarak, Ahmet Baytursınoğlu’nun yöntemi ve ders kitaplarındaki ödevler sistemi günümüzde gündeme getirilmekte olan dil becerilerinin, yani dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerinin hepsini kapsamaktadır. Yani çocuğun okuma ve yazma becerilerini kazandırmaya yöneliktir. “Öğrenmek ve öğretmen başlangıçta zordur. Çocuklar okumaya başladıkları zaman zorlanmazsa, okumaktan soğumaz, okudukça ilgisi artar” diyen milletin öğretmeni sadece öğretim yöntemini değil, ana dili öğretmenin bütün bir metodolojisini oluşturmuştur.