Aksakalların sesi: Abdilamit Matisakov


 01 Temmuz 2022



Prof. Dr. Abdilamit Matisakov: Samet, ben size sonra yazıp vereceğim, bu kitabımın önsözünü Cengiz Aytmatov yazmıştı. (Yazar elindeki bir kitabını bize gösteriyor) Bu resimdeki benim babam. Maalesef, şimdi Mırzake ile Tölögön Kasımbekov hayatta değil. Tölögön Kasımbekov gibi tarihi romanı edebileştirerek yazan yazar yoktur. Bazı tarihi eserler vardır; ama onlarda edebi estetik azdır. Onlar sadece kahramanların yaptıklarını anlatarak yazarlar. Tölögön Kasımbekov ise işte o kahramanı edebi bir kahraman olarak vermiştir bize. Yakın zamanda Akbar Rıskulov’un yeni tarihi romanı çıktı. Herkes onun en iyi tarihi roman olduğunu söylüyor, ama bence Kırılan Kılıç’ı geçecek bir eser daha çıkmadı. Hala en iyi tarihi roman Kırılan Kılıç’tır. 

S. AZAP: Sizin bu gösterdiğiniz kitaptan başka kitaplarınız var mı?

A. MATİSAKOV: Var, benim Ak Korgon, Tandır, Kırgız Eli Çokmorovdun Önündöy v.s. kitaplarım var. 

Siz Süymonkul Çokmorov’u tanıyor musunuz? O kişi ünlü ve büyük sinema oyuncusudur. Aytmatov’un “Kızıl Alma” ve “Cemile” sinemalarında baş rölü oynamıştır.

S. AZAP: Tanımıyorum, hocam, ancak Aytmatov’un hikayelerini severek okudum. Cemile filmini de izlemiştim. Siz de öykü yazıyor musunuz?

A. MATİSAKOV: Tabii, ben çoğunlukla öykü yazarım. Daha önce benim “Balban” (Kahraman, bahadır) adlı öykümü çevirdiler ve Kardeş Kalemler adlı dergide yayımlandı. Şimdi bizim için öykü yazmak doğrudur, çünkü şimdi tarihi olaylar yoktur ve eğer roman yazmaya kalkarsak bu miting isyanlarını mı yazalım? Türkiye Türkçesini bilmediğim için suç bendedir. Keşke Türkiye Türkçesini bilseydim şimdi size birçok şeyi anlatmış olurdum.

S. AZAP: İnşallah öğrenirsiniz ileride. Şimdi romanların sayısının azalmasının nedeni, teknoloji çok gelişiyor ve insanlar roman yazmaya vakit bulamıyor. Birçok insan internete kapılmış.

A. MATİSAKOV: Haklısınız, ama bir gün roman yazmanın da zamanı gelecektir, çünkü bazen öyle bir olay olur ki onu yazmamak imkansızdır. Mesela, 22. Asır geldiğinde, bugün yaşamakta olduklarımız büyük bir tarihi romanın hikâyesi olabilir. Bizim bağımsızlığımız için mücadelelerimiz ve bağımsızlığımız en güzel konulardır. Şimdi bu bizim bağımsızlığımızı nasıl kazandığımız, neler çektiğimiz hakkında hiçbir kitaba sahip değiliz. Biz hâlâ geçmişteki feodalizm ve taht mücadelelerini anlatan eserlerle yaşıyoruz. Şimdi parası olanlar, parayla sipariş veriyorlar, mesela bizim bazı yöneticilerimiz bu mitingi olumlu olarak yaz der, onu olumlu olarak yazıyorlar, ama gerçek kapalı duruyor. Bir gün o kapatılmış gerçekler ışığa çıkacak inşallah.

S. AZAP: Siz kendinizden bahsedecek olursanız, Prof. Dr. Abdilamit Matisakov kimdir? 

A. MATİSAKOV: Ben kendimi anlatmaya çocukluğumdan başlayayım, çünkü bir kişinin çocukluğu olmadan o kişiyi tanımak zordur. Ben çocukluğumdan itibaren makale, öykü yazdım. İlkokuldayken bulunduğum ilçenin, ilin gazetelerine yazılar gönderdim. Böylece kendimi geliştirdim. Bazı ünlü yazarlardan yazdığım yazılarla ilgili her türlü cevaplar, eleştiriler, övgüler aldım. Genç yazarlar için büyük yazarlardan eğitim, eleştiri almak büyük bir hediye ve şanstır. 

Ben Ala Too dergisine yazdığım yazıya cevabı Tölögön Kasımbekov’dan aldım. Bununla beraber İsabek İsakov, Kımbatbek Okayev, Canıbek Cumaliyeviç Tursunov, Kalıbay Cusup Osmonaliyev gibi büyük gazete yazarlarından cevaplar aldım. Biz öğrenci yazarlar onların yazılarıyla yatıp kalkıyorduk. Böylece benim gazeteciliğe olan ilgim ve isteğim arttı. Sonra üniversiteye gelerek Gazetecilik Bölümüne başvurdum ve o bölümü kazandım. Daha öğrenciyken Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladım. Orada çalışırken çok yazdığım için Osmonaliyev bana Leninçil Caş gazetesinde gazetecilik görevini verdi. Bu gazetede de yazılarıma devam ettim, öyküler yazdım. Böylece gelişerek Leninçil Caş gazetesinin sekreterlik görevine kadar yükseldikten sonra, Parti’nin Sovyet Kırgızistan gazetesine geçtim ve orada Bölüm Başkanlığı görevini aldım. Bu gazete o zamanlardaki Parti’nin en büyük gazetesi idi, sizdeki büyük gazetelerden biri olan Sabah gazetesi gibi büyük bir gazete idi. Sonra o gazetede yönetici oldum, iki defa yönetici olarak seçilerek toplam 13 yıl boyunca bu görevi üstlendim. 2,5 yıl Devlet Tele Radyo Kompanyası’nda Başkan oldum, şimdiki UTRK’da (Uluttuk Tele Radyo Kompanyası / Milli Tele Radyo Kompanyası).

Bu yıllarda Lenin Komsomol Ödülü’nün adayı oldum, ondan sonra ünlü yazar Kubatbek Cusubaliyev ile sohbet ettim ve bu sohbetim Rusça’ya çevirilerek Moskova’da yayımlandı ve bunun için ben Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Gazeteciler Birliği’ne üye oldum. Bu üyeliği alan Kırgızistan’da sadece iki kişi var, onlardan biri Kımbatbek Ukayev, diğeri de ben. “Lenin Komsomol” adaylığını Kırgız Eli Çokmorov’dun Önündöy adlı Çokmorov hakkındaki kitabım için aldım. Bundan başka Uluslararası “Burhanya” ödülünü, “Kırgız Cumhuriyetinin Devlet Adamı Nişanı”nı ve “Dank Madalyası”nı aldım. “Kazakistan Cumhuriyetinin Altın Köprü” ve bundan başka birçok ödülü kazandım. 7 yıldır Devlet Üniversitesinde profesör olarak çalışıyorum. Hayatımın kısa özeti budur. Bugüne kadar 6 kitap yayımladım. 

S. AZAP: O kitaplarınızın adlarını söyleyebilir misiniz?

A. MATİSAKOV: Tandır, Ak Korgon, Kırgız Eli Çokmorov’dun Önündöy ve bu elinizdeki kitaplar.

Bundan başka da birçok dergi ve gazetede ilmi yazılarım çıktı. Benim yazarlığım da, gazeteciliğim de güçlüdür. Şimdi gazetede çalışmıyorum, ama yazılar yazıyorum. Gazeteci olmamın yararı çok oldu benim için. Gazeteci olarak çalışırken halkı dolaşarak insanların gerçek hayatını, kaderini öğrendim. Hiçbir zaman bir yerde oturmadım, her zaman gayret ederek yaşadım. Bugüne kadar 70 ülkede bulundum. Günler önce ailemle bir tur yapmıştık. Roma’da, Vatikan’da, Bombey’de bulunduk, sonra Paris’e geçtik. Paris’i gezdikten sonra İspanya’ya gittik, orada Barselona’da bulunduk, sonra İstanbul’a geçtik. İstanbul’da 4 gün kaldık. Akdeniz ve Marmara denizlerine de gittik. Ben çok seyahat yapan birisiyim, Amerika, Japonya, Avrupa, Orta Asya, Orta Malezya, Filipinler’e ve Hindistan’a gittim. Bu seyahatlar insana çevresindeki dünyayı, insanları iyi ayırt edebilmeyi öğretir, insanın gözünü, kalbini açar. 

S. AZAP: Türklerde, “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” diye bir söz var.

A. MATİSAKOV: Biliyor musunuz Samet Bey, bizde de buna benzer bir atasözü vardır: “Atan barda el taanı, atına barda cer taanı.” (Baban hayatken halk tanı, atın varken yer tanı)

S. AZAP: Öyküleriniz hangi konular üzerine yazılmıştır, onlarda nelerden bahsedilir?

A. MATİSAKOV: Ben kendim bir ihtiyarın çocuğuydum, yani yaşlı bir adamın evladıydım. Benimle aynı yaşta olan çocukların babaları genç idi, benimki ise sakallı bir dede idi. Sonra ben, niye benim babam ihtiyar, o çocukların babaları genç ve sakalsız diye üzülürdüm. Ama yine de ben şanslıydım; çünkü, babam bana akıl verirdi, ahlaklı olmayı, başkalarına yardım etmeyi, birisinin kaygısını paylaşmayı ve başkalarının hakkını yememeyi öğretti bana. Babaları genç olanlardan yazar, gazeteci çıkmadı. Benim babam yaşlı olduğu için yaşlıların sorunlarını ve onların kalbini ağrıtan şeyin ne olduğunu yazmak istedim. Ak Korgon ve diğer eserlerimde hep yaşlıların hayatından bahsettim. Eserlerimdeki yaşlıların karakteri babamın karakteri ile benzer. Bana sık sık, “siz hep yaşlıların hayatını yazıyorsunuz.” gibi eleştiriler geliyor. Bütün akıl bizim yaşlılarımızdadır. Benim en çok önem verdiğim konu “Hümanizm”dir. İnsanlara acı duyma, onların acısını paylaşma ve onlara yardım etmedir. 

S. AZAP: Humanizm akımında bizde Yunus Emre’nin şiirleri insanlığa sevgiyle dokunma üzerine çıkarımlarla dolu, siz Yunus Emre’yi tanıyor musunuz?

A. MATİSAKOV: Evet, ama ben daha çok pozitif yazıyorum. Ben her şeyin iyi tarafını daha yüksekte tutarım, ama bizde çoğunlukla kötü taraflarını yazarlar. Ama kötülük zaten çok ve onu yazmak kolaydır, ama iyiliği yazmak daha zordur. 

Ben 13 yıl Başbakan’ın gazetesinde, Kırgız Tuusu’nda (Kırgız Bayrağı) çalıştım ve ben orada dedim ki, biz Kırgız milletini yükselteceğiz, onun için iyi taraflarını yazmamız lazım, kötü taraflarını yazan gazetelerin yazdığı da yeter, biz iyi tarafını yazalım ki, biz daha çok yaratıcı olalım. Bugüne kadar insanlar bana; “Abdilamit sen gazetede çalıştığın zamanlarda insanların milli şuuru ve vatan sevgisi daha yüksekti” diyorlar. Ama artık öyle şeyler yok, şimdi her yerde demokrasi var. Demokrasi ne der? “Ben güçlüyüm, ben iyiyim.” der. Şimdi kim para öderse onu överek yazarlar. 

S. AZAP: Sizce gazetenin vazifesi nedir?

A. MATİSAKOV: Şu an gazetenin vazifesi çeşitlidir. Önceden demokrasi gelmeden önce bizde sadece 4 gazete vardı: Yaşlılar Gazetesi, Gençler Gazetesi, Çocuklar Gazetesi ve Yazarların Gazetesi. Bu gazeteler bütün Kırgızistan’a yeter ve her yeri kapsayıcıydı. Şimdi 590 gazete var, 1000 de olabilir. O zamanlarda gazetenin en büyük vazifesi okuyuculara bilgi verme ve onları eğitme idi. İnsanları iyimserliğe çağırır ve geleceğin güzel olacağından da bahsedilirdi. Bu açıdan da o zamanlar gazete, ideolojinin en büyük silahı, aracı idi. Kırgız Tuusu’nun en büyük vazifesi ise; memlekette ne işler yapılıyor, halk için neler yapılıyor, diğer ülkeler ile nasıl anlaşmalar yapılıyor, bunlar hakkında bilgi verirdi. Ama şimdi böyle şeyler yok, insanlar ormanda kalmış gibi hiçbir şeyden haberleri yok! 

 

 

 

Dr. Rahat Taştemirova: Şimdiki Kırgız Tuusu’nun durumu nasıl?

A. MATİSAKOV: Bu konu hakkında bir şey demek çok zor. Şimdi her şey parayla gerçekleşiyor. Onların da geçinebilmek için paraya ihtiyacı var. Benim bir alışkanlığım var, ekmeğini, tuzunu tattığım yeri hiçbir zaman kötüleyemem. Ama şu an en çok eleştirilen yer de orasıdır. Başkaları eleştiriyor, ama ben eleştiremem. Ben hatta Milli Tele Radyo Kompanyası hakkında da bir şey diyemem, çünkü orası benim yuvamdır. 

S. AZAP: Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Türk v.s. yazarlarının birbirlerini anlayabilmesi için dil açısından ülkeler arası bir proje yapılabilir mi?

Dr. Rahat Taştemirova: Bu soruyla ilgili bir olay aklıma geldi, izin verirseniz o olayı anlatabilir miyim? Cengiz Aytmatov’un hatıralarında diyor ki: Günlerden bir gün yazarların bir toplantısında bütün yazarlar bir araya gelerek konuşurken, onların yanına Rasul Gamzatov gelmiş, Orta Asya’dan gelen yazarlar birbirlerini çok iyi anlayarak iyice kaynaşmışlar, bunu gören Rasul Gamzatov; “siz ne kadar mutlu, talihli insanlarsınız, hepiniz birbirinizi anlayabiliyorsunuz, burada benim dilim yalnızmış.” diye üzülmüş. 

A. MATİSAKOV: Bu soru bugünün en önemli sorunudur. Ama bunun çözümü hâlâ yoktur. Biz sadece çevirilerle birbirimizi anlayabiliyoruz. Mesela çok güçlü dediğin bir yazar, hem Türkiye Türkçesi’nde, hem de Kırgız Türkçesi’nde, Özbek Türkçesi’nde, Kazak Türkçesi’nde v.b. dillerde yazabilmeli. Ama bugün bir yazarın bunların hepsini bilmesi imkansız. Onun için yetenekli bir yazarın, yetenekli bir çevirmeni olmalı. Mesela, Rasul Gamzatov’un, Cengiz Aytmatov’un ve Nazım Hikmet’in çevirmenleri iyi çevirmenlerdi. Onların çevirileriyle yukarıdaki yazarları dünya tanıdı. 

Bu dil sorununu çözmek için ülkeler arası ilişkileri geliştirmek lazım. Şu an siz beni anlayabiliyorsunuz, ben sizi anlayabiliyorum. Demek, benim sizin hakkınızda, sizin de benim hakkımda yazmamız lazım. Ben iyi bir çevirmen getirip, sizin eserinizi çevirtmem, sizin de benim eserimi çevirtmeniz lazım, bundan başka çare yok.

Dr. Rahat Taştemirova: İzin verirseniz ben de bu konu üzerine kendi fikirlerimi ekleyeyim. Çeviriyi canlandırmak lazım, şu an elimizdeki Türkiye Türkçesi ile yazılmış fakat Kırgız Türkçesine çevirilmiş eserler Kırgız Türkçesine çevirilmeden önce Rusça’ya çevrilir, sonra Rusça’dan Kırgız Türkçesine çevrilirdi. Aynı eseri Türkiye Türkçesinde okusan başka bir dünya, Rusçasını okusan başka bir dünya, onun için çeviriyi “düz çeviri” yapmak lazım, çünkü Rusça’nın düşüncesi farklıdır. Türkiye Türkçesi ile Kırgız Türkçesinin kökü aynı olduğu için, Türkiye Türkçesinden doğrudan Kırgız Türkçesine çevirmek daha kolay olur, eserin ana fikrini de saklamış oluruz.

A. MATİSAKOV: Çeviriye edebi bir tanım verecek olursak,  “çeviri” bir yeni giysiyi çamaşır makinesine atıp, yıkanıldıktan sonra çıkarttığınız halidir. O, hiçbir zaman tekrar yeni olamaz. O yıkandı ve sıkıldı, artık eski haline gelemez, çevirilmiş eser de öyledir, çevirildikten sonra kendisi gibi olamaz.  Çeviri kalıcıdır, bir çiçeği evinize getirirseniz, bir gün geçtikten sonra o çiçek önceki rengini değiştirir eser de öyledir, başka birisinin eline geçince değişir. 

Cengiz Aytmatov, bu konu üzerinde çok düşünürdü, Kırgız Türkçesi ile yazılmış bazı eserlerinin Rusça’ya çevirilmiş halini görünce, iyi çeviri olmamış diyerek üzülürdü, sonra kendisi eserlerini Rusça yazmaya başladı. Sonra Aytmatov Rusça yazınca, o eseri başka bir kişi Kırgız Türkçesine çevirdi. Aşım Cakıpbekov çevirdi, Aman Toktogulov, Mırzayım Tölömüşov ve Esenbay Nuruşev de bazı yazıları çevirdi. Nuruşev’in çevirisi iyi bir çeviriydi. Aşım Cakıpbekov’un çevirisi ise edebi açıdan en muhteşem çeviriydi. Aman Toktogulov da iyi çeviriler yaptı, diğerleri hakkında bir şey diyemem. Önceden yazar hakkı diye bir şey vardı. Bir eseri çevirmeden önce gidip yazardan izin alırdın, ama şimdi öyle değil. Bu genç çevirmenler istediği eseri kimseden izin almadan çevirir ve gidip istediği gazetede bastırır. O yazar hayatta değilse gidip onun ailesinden izin alsın ama almıyorlar. Bu bizdeki düzensizliği gösterir. Edebiyat böyle bir şeydir, eğer siyaset düzensiz ise, edebiyatta da düzensizlik olur. 

S. AZAP: Tölögön Kasımbekov hakkında bilgi verebilir misiniz? Tölögön Kasımbekov nasıl bir yazardır? 

A. MATİSAKOV: Tanrı Kırgız Halkına iki kişiyi hediye etmiştir, onlardan biri Cengiz Aytmatov, biri de Tölögön Kasımbekov. Ben Tölögön Kasımbekov’u en büyük yazarlarımızdan biri olarak görüyorum. Bu kişi gibi çalışan, çaba gösteren, arşive giderek orada gece boyunca kalan insan yoktur. Tarihi kaynakları derleyerek Hokant Hanlığı zamanındaki Kırgızların hayatını, bağımsızlık yolundaki çabalarını yalnız Tölögön Kasımbekov yazdı. Bu kişideki yetenek Tanrı tarafından verilmiştir. Hatta Aytmatov’un da Tölögön Kasımbekov’a yetemediği tarafları vardır. Aytmatov küreselleşmede güçlü, Tölögön Kasımbekov ise bölgeleşmede güçlüdür. Tarihi eser verme açısından Orta Asya’da bile Tölögön Kasımbekov’la karşılaştırılabilecek yazar yoktur. Bu kişinin Kelkel ve Baskın romanlarını da okudum, ama Kırılan Kılıç onlardan daha güzeldir, Kırılan Kılıç bir çiçektir. Eğer bu eser güzel çevirilseydi “Nobel” Ödülünü bile alırdı. Tarihi entrikaları, olayları böyle güzel yansıtan başka yazar yoktur. 

Ben bugünlerde Muhteşem Yüzyıl dizisini seyrediyorum, burada da entrikalar çok güçlü. Sultan Süleyman, İbrahim Paşa, Hürrem Sultan ve Valide Sultan karakterleri çok güzel verilmiştir. Ben bu senaryoyu kim yazmış acaba diye çok merak ediyorum. Bu senaryoyu yazan kişi çok güçlü birisidir. Ama Recep Tayyip Erdoğan bu diziyi “Sultan Süleyman’ın hayatı haremde değil, savaşlarda, orduda geçmiştir.” diye eleştirdi. Erdoğan, doğru söyledi, ama bize Sultan Süleyman’ın seferleri çok da ilginç gelmez, bize onun kişiliği ve o zamandaki ilişkileri ilginç gelir. Sadika karakteri, onun amaçları, oradaki entrikalar hepsi ilginçtir. Bizim yöneticilerimiz bunları izlemeli, vezir nasıl olmalı görmeli; mesela İbrahim Paşa, Sultan Süleyman için başını bile keser. Ama bizde her şey entrika, bugün sana yakın olan insan yarın seni satabilir. İbrahim ise iki defa Sultan’ın hayatını kurtardı. Dizideki Hürrem gibi memleket işlerine karışan bayanlar ise şimdi her yerde var, onun için ben Türk Sineması’nda çalışanları tebrik ederim. 

Dr. Rahat Taştemirova: Bugün Türkiye, her konuda bizden daha ileride. Biz sinemada Özbekler ileride deriz, ama Türkiye daha ileridedir. Bunların yazıları da çok güçlüdür. Bunlarda düz yazı 15. Yüzyılda başlıyor, bizde ise 20. Yüzyıldan itibaren başladı. 

S. AZAP: Siz hangi yazarları okudunuz ve hangi yazarlardan etkilendiniz?

A. MATİSAKOV: Ben en çok Rus yazarlarından etkilendim. Ayrıca, Vasili Şukşin’in eserlerini çok okudum. Rus yazarlarından bir de Andrey Platonov’u beğeniyorum. Biz Dostoyevski, Şolohov ve Tolstoy’u mutlaka okuruz, çünkü onlar Rus klasiğinin kurucularıdır. Ama bir yazar kendi stilini bulmalı, eğer hepsini okusa ondan hiçbir yarar olmaz, yazar kendi stilini etkilendiği yazarların eserlerinden alır.  Meselâ benim tarzım ile Şukşin’in tarzı aynıdır. Beni bir de Anton Çehov’un öyküleri çok etkiledi.  Şu an insanlarda fazla zaman yoktur, onlar uzun uzun konuşmanı istemez. Şu an sen en önemli şeylerden bahsetmelisin. Şimdiki insanlar sadece Kim? Nerede? Ne zaman? Ne olmuş? Sorularına cevap ister. Bundan fazlasını, abartılmış halini istemez. 

S. AZAP: Ardahan Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Ramazan Korkmaz da edebiyatçı ve o “Küçürek Öykü” terimini ortaya çıkardı. Sizde de böyle edebi terim var mı?

A. MATİSAKOV: Çok iyi! Bende de böyle küçük öyküler vardır, kitabın adı “Turmuştan Tamgan Tamçılar” (Hayattan Damlayan Damlalar). Bu kitapta birçok küçük öykü vardır, isterseniz size vereyim Samet Bey, çevirebilirsiniz! 

Ben şimdi kendi çağdaşlarım hakkında yazmak istiyorum. Biyografi gibi değil onu hayattan hatıralar olarak yazmayı düşünüyorum. Çevremdeki insanları, onların görev ve yaptıklarını yazmak istiyorum. Biz bugün varız, yarın yokuz. Onun için onlar hakkında yazı ile bir resim çizmemiz lazım. Mesela,  Rahat Hoca kimdir? Eğer iyi bakılırsa Rahat, büyük bir insan. Samet Azap kimdir? Samet Azap, Türkiye’den gelen Kırgız halkı, kültürü ve edebiyatı ile ilgili önemli derlemeler yapan araştırmacı diye yazmam lazım. Ama biz bunları düşünmüyoruz, bize fikir lazım. Hakiki ressam başka şeyleri düşünmeli, herkesin baktığı tarafa bakıp, kimsenin yakalayamadığı, göremediği şeyleri görmeli. İşte o adam yeteneklidir. Yetenek nedir? Yetenek bu, kabul etmenin değişik bir türü, belki o insanda Tanrı’nın gözü var. Onun için de yetenekli. 

Sizde nasıl bilmiyorum, ama bizde 80-90 yaşına gelmiş yazarların arkasında hiçbir iz kalmadı. Yazdı, yazdı, hatta kitaplarını bile çıkardı, ama onları kimse hatırlamıyor. Niye? Çünkü onlarda yetenek yok. Bu konuyla ilgili bir fıkra anlatayım size. “Bir yazar sadece dağlar ve taşlar hakkında yazarmış. Bir gün yöneticiler yanına gelip, size bir ev verelim demişler ve bir inşaatın yanından ev vermişler. Evin penceresinden işçilerin çalıştığını görebilirmiş. İşte bu inşaatı yazın demişler, ama o yazar ertesi gün gelip baktığında dağlar ve taşlar hakkında yazıyormuş.” İşte böyledir, insanlarda yetenek yok. Eşinin zorlamasıyla bir şeyler yazan yazarlar da oldu, çünkü onların eşi para için hep yaz, yaz diye zorluyordu. Mesela her gün 10 sayfa yazacaksın der. Önceden devlet yazarlara para öderdi. İşte o zamanlarda ilhamsız, coşkusuz yazan yazarların yazdıklarının hiçbir değeri yoktur şu an. 

Dr. Rahat Taştemirova: Asanbek Stamov’un “Col Boyunda Calgız Tam” eserindeki bir karakter de öyledir. Orada bir çoçuğun pişmanlığı var, sabah uyansa babası yine yazıyor. Onu gören çocuk dedesine, “bizim hayat ne biçim bir hayat, ben arkadaş edinmeliyim, ben babamla anneme yakın bir arkadaş edinmeliyim, zavallı babam gece gündüz yazıyor, annem yaz diyor, yazıyor” der. Bence, hakiki yetenekli yazarlar aksine az yazıyor. 

A. MATİSAKOV: Evet, yetenekliler az yazıyor. Ben Ernest Hemingway’ı beğeniyorum. Onun savaş romanları var, ama beni en çok etkileyen eseri “Çal ve Deniz” ( ihtiyar ve deniz). Bu kısa bir eser; ama “Nobel” ödülünü aldı. Bizimkiler ise bir yazdığında 6-7 kitap yazıyorlar; ama okuyucular için onların hiçbir değeri yoktur. Bunları kimse okumuyor. 

Dr. Rahat Taştemirova: Mırzabek Toybayev yakında böyle büyük bir kitap çıkarmış, kimse çıkaramadı ben çıkardım diye. Toplam yedi kitabını çıkarmış. Ben diyorum ki, böyle yapacağına çok güzel bir tane kitap çıkarsın, onu herkes okusun.

A. MATİSAKOV: Samet’e bir şey anlatmak istiyorum. Ben yolda giderken yolun öbür tarafında bir yazar gidiyorsa, ben o tarafa koşarak geçip o yazarla mutlaka selamlaşırım. Ben yazarlara çok büyük saygı duyarım. Ama bazı yazarlar var ki, beraber otursan bile onun yanında olup olmadığını bilmezsin. Yazarlar için “kalem” önemlidir, onlara “kalemleri” değer getiriyor. Ben bazı yazarları mesela, Murza Gaparov’u, Kubatbek Cusubaliyev’i, Keneş Cusupov’u peygamber gibi görüyorum. Sizin Keneş Cusupov ile de buluşmanız lazım. Ben bunları Tanrı gibi görüyorum. Ama bazı yazarlar vardır ki, kendi kitabını çıkartmak için cumhurbaşkanına bile giderler. O kitabın çıkmasında hiçbir yarar yok, aksine o kitabın yüzünden okuyucuların iştahı kaçar. 

Dr. Rahat Taştemirova: Çok konuşup, çok yazanların kitapları güzel değilmiş o zaman. Bazı kitaplar vardır ki bulunması çok zor, ama bazıları var, kimse okumadığı için toz basarak raflarda duruyor. Asanbek Stamov, Cengiz Aytmatov’un eserleri hakkında; “ben Aytmatov’un bütün eserlerini okuyup bitiriyorum, ama her okuduğumda başka bir şey, daha güzel şey buluyorum. Neden bunu önceki sefer okuduğumda göremedim diye kendime şaşırıyorum.” demiş. Demek, Asanbek Stamov, Cengiz Aytmatov’u kendi öğretmeni, ustası gibi görmüş. 

A. MATİSAKOV: Murza Gaparov da Cengiz Aytmatov’u kendi öğretmeni, ustası olarak görüyor. 

S. AZAP: Bu ilginç ve hoş sohbet için size çok teşekkür ederim.

A. MATİSAKOV: Ben size teşekkür ederim Samet Bey. Kırgız edebiyatına ve yazarlarına olan ilginizden dolayı çok mutlu oldum. Bahtınız açık olsun…

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 187. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 187. Sayı