Al Getir Sevgiliyi


 01 Ekim 2021


"Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan." 

 

Birinci Kişi: Hâlit

Yapayalnız öleceğim evin içinde.  Neymiş efendim: “Salgın varmış.” Çıksam biraz, ağaçların altında yürüsem, güneş alsa vücudum. Kendi karbondioksitimi soluya soluya çürüyeceğim. Pencereden bak dur; hep aynı ağaç, aynı yol. Artık çok sıkıldım. Dışarı bak, kimse yok; eve bak, kimse yok. Bunaldım. Asıl böyle kendimi dinledikçe hasta olacağım. E, kendin ettin oğlum Hâlit, şimdi söylenmeye hakkın yok! Evlenseydin… Ona benzeyen biriyle evlenseydin, zeytin karası gözleri analarına benzeyen çocukların olurdu. 

Acıktım, kalkıp bir şehriye çorbası yapayım, ekşi ekşi içerim. Buzdolabında limon var mı acaba?  Televizyon da boşa çalışmasın kapatayım. “…” Bunların hepsi yalan haber! Aman neyse, açık dursun; ses olsun evde. Bu çay bardağını götürmemiş miyim ben? Hayatın içine karışıp yaşarken yalnızlığımın bu kadar farkında değildim. Öğrencilerim varken iyiydi, yaştan zorunlu emeklilik de neymiş? Bunca masalı, bunca hikâyeyi kime anlatacağım? Evlenseydim, torunlarım olsaydı şimdi etrafımda “Hadi dede, hadi dede! Bir daha anlat!” derlerdi. Sırtıma da bindirirdim onları, atçılık oynardık. Evlensem çorbayı da ben düşünmezdim şimdi. Emeklilik yetmezmiş gibi bir de sokağa çıkma yasağı… Öğretmenevine gidebilsem bir iki insan yüzü görür, onlarla konuşurdum.

Öfff! Bu koku da ne? Kıymayı aşağıya indirmiştim buzluktan, unutmuşum. Hay Allah nasıl da kokmuş dolap! İğrenç! Bu koku nasıl çıkar ki? Bilgisayardan bakmalı, her şeyi biliyor bu internet. Buzdolabını da zaten temizleyecektim. Ah canım anam! İlk maaşa geçince taksitle aldığım buzdolabına nasıl sevinmişti. O sevindi diye nasıl sevinmiştim. 

Limon da bir tane kalmış. Komşunun oğlu uğrar yarın. Kapattılar bizi eve, bir limonumu almaya gidemiyorum. Adamı iyice yaşlı yaptılar yahu! Nerem yaşlı benim? Altmış beş yaşındayım, daha çelik gibiyim, güreşecek pehlivan arıyorum. Öğrenci evinde ne güreşirdik bee! Alt komşular önce kavga ediyoruz zannetmişlerdi. Tereyağı da bitmiş, sıvı yağla yaparım, ne olacak? Son yıl öğrenci evinde ne güzeldi her şey. O sene göreve başlayabilseydim şimdi yanımda olur muydun?

Salçayı çıkarmamış mıyım ben? Hah! Masaya bırakmışım. Doğuya atanmışım, seksen öncesi ortalık karışık. Gitsen bir türlü gitmesen bir türlü. Bu musluğu daha geçen gün sıkıştırmıştım, yine mi damlatıyor? Allah Allah! Contasını değiştirmek lazım. Komşunun oğluna söyleyeyim de conta da alsın. Nasıl terbiyeli çocuk, bu zamanda böylesi az. Tedbirden her yer kapalı, nereden bulacak çocuk contayı? Tamir ederim ben yine. O müdürü dinlemeyecektim ben. Gerçi müdür ne yapsın onu da korkutmuşlar. “O yeni atanan öğretmene söyle, göreve başlamasın, öldürürüz.” demişler. “Senden önce namın geldi.” demişti. Eee, namımız vardı bir zamanlar! Ben korkmazdım, göreve başlardım ama anamı düşündüm. Kör kurşuna gitsem dayanamazdı yüreği. Anamın çorbaları ne güzel olurdu. O, şehriyeyi önce kavurur muydu? Dönmeseydim keşke Ankara’ya! O zaman hemen seni isterdi anam. Az da salata mı yapsam? Uff, ne pis kokuyormuş bozuk et! Midem bulandı. Salata yapacak bir şey de kalmamış.  Yoğurt yiyeyim bir kâse. Ekmek de taş gibi olmuş. Ne bu canım hapis hayatı! Gençlikleri hapiste geçti bizim çocukların… Yaşlıymışım! Nerem yaşlı benim? Gidip bir ekmeğimi almama izin vermiyorlar. Takmışlar bir altmış beş yaşa. Turp gibiyim ben! Turp da iyi giderdi çorbanın yanında. 

Beklersin sandım. Tekrar atanırdım elbet. Bir yıl bekleyecektin, gözünü sevdiğim; direnemedin mi bir yıl? Benim kadar sevmemişsin demek ki. Sevsen beklerdin. Kızmadım sana ama kahroldum. Tüh! Çay suyunu da koymamışım, karnım doyar doymaz çay içmek isterim. Yuva kurdu dediler. Leylekler hangi telgraf direğinin tepesine, hangi evin çatısına yuva kuracaklarını neye göre seçerler? Sen nereyi seçtin; nereye kurdun yuvanı, bilemedim. Suç bende. O evlendi madem sen de evlen değil mi? Tuz attım mı ben çorbaya? Atmışım. “Mürüvvetini göremedim.” diye diye gözleri açık gitti anamın. Ne çoluk ne çocuk… Kaldım bir başıma. Evlenmedim de iyi mi ettim sanki? İyi ettim tabii. Ardımdan ağlayan olmaz işte. Olmaz Hâlit olmaz da, sofraya da yaren olmaz. Tepsini alır geçersin böyle televizyonun karşısına. Konuşacak insan olmaz evin içinde, sabahtan akşama kadar haber dinlersin. 

“Seksen iki yaşındaki adam sosyal medyadan çocukluk aşkını buldu…” 

Neden hiç aklıma gelmedi ki! Onun da sosyal medya hesabı var mı acaba?  Eski kafa yaşayıp gittim. Hiç aramadım hiç soramadım kimseye. Of, elim ayağıma dolaştı! Bu yaştan sonra… Ne varmış yaşımda? Gencim daha, gönlüm genç.  Bulsam… Unuttun mu beni, desem. 

Desem ki…

Hatırlar mısın bahçenin buluştuğumuz köşesini? Ders bitince biraz daha yan yana olabilmek için ilk durağa kadar yürüdüğümüz yoldan hiç yürüdün mü? Hangi şehirdesin? Kocan sevmiştir seni, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemiştir. Sen de sevdin mi onu? Aklına geldim mi ara sıra? Yüreğinde hâlâ yerim var mı? Ben sevemedim senden sonra kimseleri. Ağaçları sevdim, gökyüzünü sevdim, sabah güneşin doğuşunu, akşam batışını sevdim. İşimi, öğrencilerimi sevdim. Seni sevdiğim gibi sevmedim ben kimseleri. Sen kime yârim dedin, kimleri sevdin benden sonra? 

… 

 

İkinci Kişi: O

Sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı. “Tamam gelirim.” diye yazıp kapattı bilgisayarını.  “Hâlâ seviyormuş beni.” dedi. Yüzü yandı. Yatak odasına koşup elbise dolabını açtı. Eli ayağına dolaştı. “Ne giysem?” dedi kendi kendine. Kardeşi yanında olsa yardım ederdi. Kokuyu duyunca “Eyvah, yemek yandı!” deyip koştu mutfağa. Neyse ki dibi yeni tutmaya başlamıştı.

“Şu geçen yaz aldığım topuklu lame ayakkabıyı nereye kaldırdım acaba?” diye düşündü. Kardeşinin “Nerde giyeceksin bunu?” diye sorarken “Geldin bu yaşa, ne yapacaksın topuklu parlak ayakkabıyı?” der gibi alaycı gülüşü gözünden kaçmamıştı. “Ben yıllardır ayaklarım ağrıdığı için topuklu giyemiyordum. Vallahi bak bir rahat ki.” demişti. Gözlerindeki ışıltıyı görünce susmuştu kardeşi. Ablasının yaşadığı zor yıllara rağmen içindeki o küçük, süslü kızı öldürmeyişine hayrandı. “İyi, rahat olduysa al tabii.” demişti. İşte şimdi o ayakkabıyı giymenin tam zamanıydı. “Emekli olduğumdan beri topuklu ayakkabı giymiyorum.” dedi. Sahi ilk ne zaman giydim, diye düşündü. Hatırladı. Evlenirken almışlardı üç çift topuklu ayakkabı. Hiç sevinmemişti. İstemediği biriyle evleniyordu. Dolabın en üst rafındaki bir kutunun içinde buldu lame ayakkabıları, çıkarıp koydu kapının ardına.

Yatak odasına giderken bir genç kız heyecanıyla “Gözlerimi de unutamamış.” dedi. Kalbi küt küt atıyordu. Kırk altı yıldan sonra ilk kez karşılaşacaktı. “Ah babam, ah! Vermeyecektin beni o adama. “Ne giysem?” diye diye elbiseleri elden geçirdi. Şu ipekli pembe takımın kumaşı yumuşacıktı. Ne zaman giyse “Ooo çok şıksın!” diyenlerin bu rengin yaşına gitmediğini düşünüp kıkırdamalarına aldırmıyordu. “İnce giyelim ince. Pembe yakışır gence.” türküsünü söyleye söyleye giyindi. “Gencim daha, gönlüm genç.” dedi. Aynada gözünün etrafındaki kırışıklıklar takıldı gözüne. “Ah babam, ah!” dedi. Mutsuz evliliği için babasını suçlamıştı yıllardır ama kendisi de suçlu değil miydi? Yengesiyle haber göndermişti babası “Niye evlenmek istemiyor yoksa bir sevdiği mi var?” demişti. Silmişti de gözlerinin yaşını “Madem babam bana bunu yakıştırıyor, versin kime isterse!” demişti. Ayıptı o zamanlar bir kızın birini seviyorum, demesi. Babasının bu adamla evleneceksin dediği gün aşka, evliliğinin yedinci yılında kocasının onu oğluyla baş başa bırakıp gittiği gün yasa kapatmıştı yüreğini. Kabullenmişti. Ah aldım bir kere, bana mutlu olmak nasip olmayacak, diye düşünüp kimselere bakmamıştı bir daha. Pişman olmadı ama kötü mü olurdu evde ekmeğini alacak, musluğunu tamir edecek bir erkeğin olması? Giyindi, aynada baktı şöyle kendine: “Güzelim hâlâ!” dedi.  “Seviyormuş hâlâ!” dedi. “Gözlerimi de unutamamış.” dedi. Topuklu ayakkabısını giydi. Maskesini takıp çıktı evden. 

2020

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 178. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 178. Sayı