HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
Kardeş Kalemler 4
İ. M. Galimcanova 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Gönül şairleri diyarından, Türkmen obasından Türk Dünyası’na uzanan zorlu bir yolun yolcusudur Ali Akbaş. Elbistan’ın Çatova köyünden çıkıp diyar diyar gezmiş, gezerken Yesevi dervişlerinin asasına dayandığı gibi şiire yaslanmış; insana, doğaya; mahlukata merhamet ve şefkatle bakarak yol almış ince, zarif bir kalem erbabıdır.
İlk, orta öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamlar. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirir. Bir müddet edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Film Radyo ve Televizyon Eğitim Dairesi’nde program yazarlığı, Hacettepe ve Ahmet Yesevi Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışır. “Yapalak ve Ekinözü Ağızları” adlı tez çalışmasıyla bilim uzmanı unvanını alır (1985).
1991 yılında Kuş Sofrası adlı masal kitabıyla Yazarlar Birliği, II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’nde Mağcan Cumabayulı, Kosava’da yayımlanan Türkçem Çocuk dergisi, İtalya’nın Venedik şehrinde düzenlenen 57. Şiiir Bianeli’nde ödüller alır. 20. Moskova Kitap Fuarında Türkiye’yi temsil eden Ali Akbaş, III. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi tarafından “Türk Dünyası’nda Yılın Edebiyat Adamı” ilan edilir. Akbaş, Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM üyesidir.
Ötüken, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Töre, Erguvan, Nilüfer, Doğuş, Türk Yurdu, Hisar, Hamle, Dolunay, Kardeş Kalemler adlı dergilerde şiirleri yayımlanan Ali Akbaş’ın şiirlerinde Anadolu ağızları ve Türk lehçelerinin söz varlığından sözcüklere de yer verdiği görülür. Sözü dikkatle söyler. Onun şiirlerinde birbirine uymayan; anlam olarak girift ifadelere rastlanmaz. Şiirlerinden az bir kısmı Korkut Akbaş müstearıyla yayımlanmıştır. Çoğunlukla hece, serbest ölçüyle şiirler yazan şairin aruz ölçüsünü ustalıkla kullandığı şiirleri de mevcuttur.
Bilinir ki şair, sözü kuşanan, dilini ustalıkla kullanıp gönül sırlarını ustalıkla söze döken kimsedir. Her şiir yeni bir yürek çığlığının yankısıdır. Söz götürür, söz gezdirir, söz duygudan duyguya geçirir ve ortaya şiir çıkar. Şair de bilmez söz nereye varacak; hangi sırra erecek; kimle ortaklaşacak; neyle cenk edecek. Akbaş da her şiirinde böyle çıkar yola. Göklere ağar. Bu âdeta bir bedeni terk ediş, zamanda yolculuktur. Öyle bir yolculuk ki yol Adem’e kadar uzanır; İsa’ya hemdem olur. Her şiir de ölür, dirilir. Kimi gün Kabe’de kimi gün Ferhat’ın yanı başındadır; kimi gün kelamın diyetini canıyla ödeyen Nesimî olur Halep çarşısında; kimi zaman Kabil olur, Yusuf’a yoldaş, Züleyha’ya kardeş olur:
Her şiirde çarmıha gerilirim hoyrat ellerde
Mesih’e hemdem olur,
Göklere seyran ederim
Her şiirde kendimi berdâr ederim
Ölürüm, yeniden dirilirim ben
Yeniden
*
Kudüs’te ruhban,
Mekke’de hacıyım ben
Ferhad’ım, külünk elde
Dağlar hallacıyım ben
Nice isyan etsem de
Hep sana râciyim ben
Sana duacıyım ben
Yeniden
*
Nesîmî’yim,
Bir seher Halep çarşılarında
Kelâmın diyetini öz canımla öderim
Elimde dil ayrağı
“Hû”der Hakk’a giderim
Yeniden
*
Hâbil’i öldürür kan ederim
Hazreti Yusuf’a bühtan ederim
Ve döner Züleyhâ’yı tân ederim
Yeniden (Yeniden, 16).
Ali Akbaş birçok şiirinde niçin şiir yazdığını anlatır. O’na göre şiir yazmak bahanedir. Şairin diyecek sözü vardır; diyeceklerini şiire sığınıp söyler. Düşüncelerini, sevgisini, üzüntüsünü, acısını bütün duygularını şiirde terennüm eder:
Bahane edip şiiri
Bağrıma bastım şehiri
…
(Şiir ve Şair, 278)
Küskünlükler, yürek feryatları, sılaya, anaya duyulan hasret; Türkmen obaları, türküler, Türk elleri; Kerkük, Tuna, Aral, Kür, Göygöl, dağlar, şehirler; gençlik, çocukluk, baba ocağı; Türk düşünürleri, Türklük fedaileri, Yunuslar, Serdengeçtiler; Şehriyâr, Anar yer alır Akbaş’ın şiirlerinde.
Ali Akbaş için şiir kanayan bir yaradır; dökemediği göz yaşları, haykıramadığı feryadıdır; kimselere söyleyemediği gizli derdidir. Söz düşmüştür şairin payına:
Ey şiir, kanayan yaramsın benim
Göğsümde taşırım gören gül sanır,
Feryadım, figanım, naramsım benim
Uzaktan duyanlar, bir bülbül sanır
(Şiir, 237).
Onun şiirleri insanı yakan, kavuran ince bir sızının izlerini taşır; küskünlüklerini dillendirir. Her şiir bir sancıdır; söylenemeyen acının, sıkıntının, insanlarda gördüğü sızının dışa yansımasıdır:
Bir yangının dumanıdır
Kılıcın keskin yanıdır
Akbaş’ın küskün yanıdır
Ben şiire gebeyim (Sancı, 239).
Şiir söylemek kolay iş değildir, gerçek şair fark yaratandır. Akbaş gibi Şehriyâr da bu fark yaratanlardandır. Ölümü vakitsiz olmuştur:
Şâir gökyüzünü maviye boyar
Vakitli vakitsiz bir yıldız kayar
Şehriyâr yok diye erken yağdı kar
Bahçede çiçekler târumar, ölür (Şehriyâr’a Veda, 298).
Akbaş’ın şiirlerinde kelimeler avucundaki bir kuş gibidir; kalemini âdeta kanına bandırır ve yazar. Yazdıkça özgürleşir; zamanlar, mekânlar, yıllar onu engelleyemez:
Bir kuş oluyor elimde kelimeler
Bir kalem,
Kanıma banıyorum kalemi,
Bir nâme yazıyorum
Âzâdem,
Âzâdem,
Âzâdem!... (Kelimeler,130).
Ali Akbaş, yaşananlar, unutulabilecek hikâyeler unutulmasın diye yazar. Kara yazılan, suya yazılan, söze dökülen, söylenmeyen kalbe doğan, hâlden, gözlerden, ellerden anlaşılan bütün hikâyeler, şairin şiirlerinde ölümsüzlük bulur; Ali Akbaş’ın her şiiri bir hikâye anlatır. Bu şiirlerde Türk milletinin hikâyesi vardır:
Unutulmasın diye yaşananlar
Yaz be
Yaz be/ yaz
Karlar üstüne
Garibin donarak öldüğünü
Kar erir
Unutulur hikâyesi… (Hikâye,129).
Şairlik deli bir rüzgâra kapılıp gitmektir. Rüzgâr ne yandan eserse, her şair kendi dilinde, kendi şairlik yeteneği ölçüsünce hoyratça savurur şiirlerini:
Bir âvâre şair bu deli rüzgâr
Savurur hoyratça gazellerini
Bilmem hangi dilde, hangi vezinde
Över eski zaman güzellerini (Rüzgâr,125).
Akbaş için her şey şiir konusudur: Dolunay buluta girer, kumsalda dalgalar uysal bir kedi gibi dolanır, şairin burnuna bir çim kokusu gelir; bahçeler, güller solar, bir yıldız kayar, gözlerine bir kum tanesi kaçmış gibi rahatsız olur ve kalemine sarılır:
Leyla’nın başına örttüğü tül kadar ince
Dolunay bir buluta bürününce
Şiir oluyor
Kumsalda bir kedi gibi uysal
Dalgalar ayağımı yalıyor
Şiir oluyor
Apansız bir yıldız düşüyor göğümüzden
İçimize köz düşüyor
Şiir oluyor
Siyeci bozulmuş viran bahçelerde
Güller soluyor
Şiir oluyor
Kelimeler gözlerimde bir avuç kum
Çıkamıyorum
Şiir oluyor (Şiir Oluyor, 11).
Şairlik bir söz avcılığıdır. Ne kadar düşmüşse o günün payına mısralar dizilir bir bir… Sözcüklerin her biri bir kıvılcımdır. Şair bilir ki bu mısraları okuyan ayrı yanar; okumayan da okumadığı için ayrı yanmalıdır:
Suavi
Atar ağını sulara her akşam
Gurup rengi şiirler avlar
Sözcükleri kıvılcım
Mısraları hafakan
Okuma/yan
Oku/yan (Bir Söz Avcısına, 94).
Şiir dediğin sentetik olmamalı, oradan buradan ödünçlenmiş sözlerden oluşmamalıdır. Şiir ciddi iştir; her şairim diyen şiir dokuyamaz. Şairciklere şöyle seslenir Akbaş:
Sisli Bir Egzersiz
Bu şiir çok sentetik
Dokusu elyaf
Yarısı ödünç sözlerin
Derin anlamlar içeren
Maroken ciltli bir ansiklopediden
Yarısı bir kızdan
Evet,
Saçları permalı bir kızdan aparma
Rokoko barok
(Sisli Bir Eğzersiz, 96)
Şiir, hissedilmeden yazılmaz; kelimeler birbiriyle ahenkle bağlanmalıdır. Birbirine karışmış, birbiriyle uyumsuz kırık dizeler şiir olamaz:
Daha hiç tanımadığı bir sevgiliye
Soyut mu soyut, dizeler karalıyor
İrtibat kuramıyor sözcükler arasında
Bir uyak olur mu tamburla keman (İroni,98).
Oysaki şiir keşmekeşin, ciddiyetsizliğin, beylik söylemlerin, doktrinlerin, moktrinlerin içinde barınamaz; solgun bir gül olur; bir öksüz kırılganlığıyla doluverir:
Şiir bir kuş ölüsü kirli sularda
Çimenler üstünde gül kurusu,
Kim takar göğsüne bu solgun gülü?...
…
Dün, bir kere daha öksüzdü şiir,
Perperişan evine döndü şair,
Yırttı bütün yarım evraklarını,
Katletti ne varsa şiire dair!
Siyaset, doktrin, moktrin
Vesâir, vesâir,
Şiire yer kalmadı…(Başkentte Bir mezunlar Gecesi,104)
Şiir yazmak, şair olmak her kişinin seçebileceği bir yol değildir:
Belî kalemle nûnu seçmişiz biz
Gûrup içip cünûnu seçmişiz biz (Nûn Gazeli,116)
Şiir bir kuş dilidir ama şair ona talip olmuştur. Söyledikleri kalbe dokunur, hüzünlendirir. Onun şiirlerine de inançlı, merhametli, duyarlı yürekler taliptir. Şiir yazmak, söylemek onun için vazgeçilemez bir saplantıdır:
Hey
Güzel kuş
Akıllı kuş
Ağzı duâlı kuş,
Pencereme konan
Beyaz güvercin, bağışla beni
Zaman zaman
Seni üzdüğüm için
Neylersin meleğim
Şiir bana musallat bir cin (Özür,121).
Ali Akbaş Hocamızı tanıdığımda hâlâ Beytepe’de çalışıyordu. Kısa bir süre sonra emekli olup ayrıldı. Sevgili Arkadaşım Ayşegül Celeboğlu ile Beytepe’de bir bahar mevsiminde köpük köpük açmış çiçekli yolda yürümüş; şiirden, şairlikten, sözün şiire dökülmesinden söz etmiştik. Yazarlık konusunda daima desteğini hissettiğim Kıymetli Hocam Bizim Elin Kızları adlı şiirinde yurdunun bütün kızlarını “Adsız yıldızlar” olarak tanımlar:
Hey kızlar
Bizim kızlar
Yurdumun semasında
Adsız yıldızlarsınız
…
(Bizim Elin kızları, 33).
Bu adsız yıldızlar arasında yer alma temennisi ve Ali Akbaş Hoca’mızı tanımış olma bahtiyarlığıyla Ali Akbaş Hoca’mıza uzun ve sağlıklı bir ömür dilerim.
Kaynaklar:
Akbaş, Ali (2018), Bütün Şiirler, Ankara: Bengü.