Ali Akbaş ve Şiir


 01 Ekim 2022


Gönül şairleri diyarından, Türkmen obasından Türk Dünyası’na uzanan zorlu bir yolun yolcusudur Ali Akbaş. Elbistan’ın Çatova köyünden çıkıp diyar diyar gezmiş, gezerken Yesevi dervişlerinin asasına dayandığı gibi şiire yaslanmış; insana, doğaya; mahlukata merhamet ve şefkatle bakarak yol almış ince, zarif bir kalem erbabıdır.

İlk, orta öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamlar. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirir. Bir müddet edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Film Radyo ve Televizyon Eğitim Dairesi’nde program yazarlığı, Hacettepe ve Ahmet Yesevi Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışır. “Yapalak ve Ekinözü Ağızları” adlı tez çalışmasıyla bilim uzmanı unvanını alır (1985). 

1991 yılında Kuş Sofrası adlı masal kitabıyla Yazarlar Birliği, II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’nde Mağcan Cumabayulı, Kosava’da yayımlanan Türkçem Çocuk dergisi, İtalya’nın Venedik şehrinde düzenlenen 57. Şiiir Bianeli’nde ödüller alır. 20. Moskova Kitap Fuarında Türkiye’yi temsil eden Ali Akbaş, III. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi tarafından “Türk Dünyası’nda Yılın Edebiyat Adamı” ilan edilir. Akbaş, Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM üyesidir.

Ötüken, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Töre, Erguvan, Nilüfer, Doğuş, Türk Yurdu, Hisar, Hamle, Dolunay, Kardeş Kalemler adlı dergilerde şiirleri yayımlanan Ali Akbaş’ın şiirlerinde Anadolu ağızları ve Türk lehçelerinin söz varlığından sözcüklere de yer verdiği görülür. Sözü dikkatle söyler. Onun şiirlerinde birbirine uymayan; anlam olarak girift ifadelere rastlanmaz. Şiirlerinden az bir kısmı Korkut Akbaş müstearıyla yayımlanmıştır. Çoğunlukla hece, serbest ölçüyle şiirler yazan şairin aruz ölçüsünü ustalıkla kullandığı şiirleri de mevcuttur. 

Bilinir ki şair, sözü kuşanan, dilini ustalıkla kullanıp gönül sırlarını ustalıkla söze döken kimsedir. Her şiir yeni bir yürek çığlığının yankısıdır. Söz götürür, söz gezdirir, söz duygudan duyguya geçirir ve ortaya şiir çıkar. Şair de bilmez söz nereye varacak; hangi sırra erecek; kimle ortaklaşacak; neyle cenk edecek. Akbaş da her şiirinde böyle çıkar yola. Göklere ağar. Bu âdeta bir bedeni terk ediş, zamanda yolculuktur. Öyle bir yolculuk ki yol Adem’e kadar uzanır; İsa’ya hemdem olur. Her şiir de ölür, dirilir. Kimi gün Kabe’de kimi gün Ferhat’ın yanı başındadır; kimi gün kelamın diyetini canıyla ödeyen Nesimî olur Halep çarşısında; kimi zaman Kabil olur, Yusuf’a yoldaş, Züleyha’ya kardeş olur:

Her şiirde çarmıha gerilirim hoyrat ellerde

Mesih’e hemdem olur,

Göklere seyran ederim

Her şiirde kendimi berdâr ederim

Ölürüm, yeniden dirilirim ben

Yeniden

*

Kudüs’te ruhban,

Mekke’de hacıyım ben

Ferhad’ım, külünk elde

Dağlar hallacıyım ben

Nice isyan etsem de

Hep sana râciyim ben

Sana duacıyım ben 

Yeniden

*

Nesîmî’yim,

            Bir seher Halep çarşılarında

Kelâmın diyetini öz canımla öderim

Elimde dil ayrağı 

“Hû”der Hakk’a giderim

Yeniden

*

Hâbil’i öldürür kan ederim

Hazreti Yusuf’a bühtan ederim

Ve döner Züleyhâ’yı tân ederim

 Yeniden          (Yeniden, 16).

Ali Akbaş birçok şiirinde niçin şiir yazdığını anlatır. O’na göre şiir yazmak bahanedir. Şairin diyecek sözü vardır; diyeceklerini şiire sığınıp söyler. Düşüncelerini, sevgisini, üzüntüsünü, acısını bütün duygularını şiirde terennüm eder:

Bahane edip şiiri

Bağrıma bastım şehiri

(Şiir ve Şair, 278)

Küskünlükler, yürek feryatları, sılaya, anaya duyulan hasret; Türkmen obaları, türküler, Türk elleri; Kerkük, Tuna, Aral, Kür, Göygöl, dağlar, şehirler; gençlik, çocukluk, baba ocağı; Türk düşünürleri, Türklük fedaileri, Yunuslar, Serdengeçtiler; Şehriyâr, Anar yer alır Akbaş’ın şiirlerinde.

Ali Akbaş için şiir kanayan bir yaradır; dökemediği göz yaşları, haykıramadığı feryadıdır; kimselere söyleyemediği gizli derdidir. Söz düşmüştür şairin payına:

Ey şiir, kanayan yaramsın benim

Göğsümde taşırım gören gül sanır,

Feryadım, figanım, naramsım benim

Uzaktan duyanlar, bir bülbül sanır

 (Şiir, 237).

Onun şiirleri insanı yakan, kavuran ince bir sızının izlerini taşır; küskünlüklerini dillendirir. Her şiir bir sancıdır; söylenemeyen acının, sıkıntının, insanlarda gördüğü sızının dışa yansımasıdır: 

Bir yangının dumanıdır

Kılıcın keskin yanıdır

Akbaş’ın küskün yanıdır

Ben şiire gebeyim (Sancı, 239).

Şiir söylemek kolay iş değildir, gerçek şair fark yaratandır. Akbaş gibi Şehriyâr da bu fark yaratanlardandır. Ölümü vakitsiz olmuştur:

Şâir gökyüzünü maviye boyar

Vakitli vakitsiz bir yıldız kayar

Şehriyâr yok diye erken yağdı kar

Bahçede çiçekler târumar, ölür (Şehriyâr’a Veda, 298).

Akbaş’ın şiirlerinde kelimeler avucundaki bir kuş gibidir; kalemini âdeta kanına bandırır ve yazar. Yazdıkça özgürleşir; zamanlar, mekânlar, yıllar onu engelleyemez:

Bir kuş oluyor elimde kelimeler

Bir kalem,

Kanıma banıyorum kalemi,

Bir nâme yazıyorum

                        Âzâdem,

                                    Âzâdem,

                                                Âzâdem!... (Kelimeler,130).

Ali Akbaş, yaşananlar, unutulabilecek hikâyeler unutulmasın diye yazar. Kara yazılan, suya yazılan, söze dökülen, söylenmeyen kalbe doğan, hâlden, gözlerden, ellerden anlaşılan bütün hikâyeler, şairin şiirlerinde ölümsüzlük bulur; Ali Akbaş’ın her şiiri bir hikâye anlatır. Bu şiirlerde Türk milletinin hikâyesi vardır:

Unutulmasın diye yaşananlar

Yaz be

Yaz be/ yaz

Karlar üstüne

Garibin donarak öldüğünü

Kar erir

Unutulur hikâyesi… (Hikâye,129).

Şairlik deli bir rüzgâra kapılıp gitmektir. Rüzgâr ne yandan eserse, her şair kendi dilinde, kendi şairlik yeteneği ölçüsünce hoyratça savurur şiirlerini:

Bir âvâre şair bu deli rüzgâr

Savurur hoyratça gazellerini

Bilmem hangi dilde, hangi vezinde

Över eski zaman güzellerini (Rüzgâr,125).

Akbaş için her şey şiir konusudur: Dolunay buluta girer, kumsalda dalgalar uysal bir kedi gibi dolanır, şairin burnuna bir çim kokusu gelir; bahçeler, güller solar, bir yıldız kayar, gözlerine bir kum tanesi kaçmış gibi rahatsız olur ve kalemine sarılır:

Leyla’nın başına örttüğü tül kadar ince

Dolunay bir buluta bürününce

Şiir oluyor

Kumsalda bir kedi gibi uysal

Dalgalar ayağımı yalıyor

Şiir oluyor

Apansız bir yıldız düşüyor göğümüzden

İçimize köz düşüyor

Şiir oluyor

Siyeci bozulmuş viran bahçelerde

Güller soluyor

Şiir oluyor

Kelimeler gözlerimde bir avuç kum

Çıkamıyorum

Şiir oluyor (Şiir Oluyor, 11).

Şairlik bir söz avcılığıdır. Ne kadar düşmüşse o günün payına mısralar dizilir bir bir… Sözcüklerin her biri bir kıvılcımdır. Şair bilir ki bu mısraları okuyan ayrı yanar; okumayan da okumadığı için ayrı yanmalıdır: 

Suavi

Atar ağını sulara her akşam

Gurup rengi şiirler avlar

Sözcükleri kıvılcım

Mısraları hafakan 

                        Okuma/yan

                                    Oku/yan (Bir Söz Avcısına, 94).

Şiir dediğin sentetik olmamalı, oradan buradan ödünçlenmiş sözlerden oluşmamalıdır. Şiir ciddi iştir; her şairim diyen şiir dokuyamaz. Şairciklere şöyle seslenir Akbaş:

Sisli Bir Egzersiz

Bu şiir çok sentetik

Dokusu elyaf

Yarısı ödünç sözlerin

Derin anlamlar içeren

Maroken ciltli bir ansiklopediden

Yarısı bir kızdan

Evet,

Saçları permalı bir kızdan aparma

Rokoko barok

                        (Sisli Bir Eğzersiz, 96)

Şiir, hissedilmeden yazılmaz; kelimeler birbiriyle ahenkle bağlanmalıdır. Birbirine karışmış, birbiriyle uyumsuz kırık dizeler şiir olamaz:

Daha hiç tanımadığı bir sevgiliye

Soyut mu soyut, dizeler karalıyor

İrtibat kuramıyor sözcükler arasında 

Bir uyak olur mu tamburla keman (İroni,98).

Oysaki şiir keşmekeşin, ciddiyetsizliğin, beylik söylemlerin, doktrinlerin, moktrinlerin içinde barınamaz; solgun bir gül olur; bir öksüz kırılganlığıyla doluverir:

Şiir bir kuş ölüsü kirli sularda

Çimenler üstünde gül kurusu,

Kim takar göğsüne bu solgun gülü?... 

Dün, bir kere daha öksüzdü şiir,

Perperişan evine döndü şair,

Yırttı bütün yarım evraklarını,

Katletti ne varsa şiire dair!

Siyaset, doktrin, moktrin

Vesâir, vesâir,

Şiire yer kalmadı…(Başkentte Bir mezunlar Gecesi,104)

Şiir yazmak, şair olmak her kişinin seçebileceği bir yol değildir:

Belî kalemle nûnu seçmişiz biz

Gûrup içip cünûnu  seçmişiz biz (Nûn Gazeli,116)

Şiir bir kuş dilidir ama şair ona talip olmuştur. Söyledikleri kalbe dokunur, hüzünlendirir. Onun şiirlerine de inançlı, merhametli, duyarlı yürekler taliptir. Şiir yazmak, söylemek onun için vazgeçilemez bir saplantıdır:

Hey

Güzel kuş

Akıllı kuş

Ağzı duâlı kuş,

Pencereme konan

Beyaz güvercin, bağışla beni

Zaman zaman 

Seni üzdüğüm için

Neylersin meleğim

            Şiir bana musallat bir cin (Özür,121).

Ali Akbaş Hocamızı tanıdığımda hâlâ Beytepe’de çalışıyordu. Kısa bir süre sonra emekli olup ayrıldı. Sevgili Arkadaşım Ayşegül Celeboğlu ile Beytepe’de bir bahar mevsiminde köpük köpük açmış çiçekli yolda yürümüş; şiirden, şairlikten, sözün şiire dökülmesinden söz etmiştik. Yazarlık konusunda daima desteğini hissettiğim Kıymetli Hocam Bizim Elin Kızları adlı şiirinde yurdunun bütün kızlarını “Adsız yıldızlar” olarak tanımlar:

Hey kızlar

Bizim kızlar

Yurdumun semasında 

Adsız yıldızlarsınız

                        (Bizim Elin kızları, 33).

Bu adsız yıldızlar arasında yer alma temennisi ve Ali Akbaş Hoca’mızı tanımış olma bahtiyarlığıyla Ali Akbaş Hoca’mıza uzun ve sağlıklı bir ömür dilerim.

Kaynaklar:

Akbaş, Ali (2018), Bütün Şiirler, Ankara: Bengü.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 190. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 190. Sayı