Aşk Savaşı


 01 Temmuz 2021



Dişi bir kurdun kendisine eş seçmesi çok ilginçti, sürüdeki herhangi bir erkek kurt onunla münasebet sağlayamazdı. Bunun için amansız bir savaş vermelidir. Rakiplerinden üstün olduğunu göstermeli, bütün aşamalardan geçtikten sonra ödüne ulaşmalıdır.

Soğuk Şubat ayı olmasına rağmen kurt ailesi gündelik hayatını yaşıyordu. Belki de bu yağan kar onlar için güzel bir fırsattı. Ne de olsa kurtlar karlı, dumanlı havaları seviyor. Böyle havada ava çıkmak daha kolaydı. Lakin boz renkli, göğsünde küçük bir ak olan dişiyi şimdi avdan daha çok ilgilendiren bir şey vardı… Tutku. Genç dişi artık yavrulama çağına gelmişti. Kendisine bir eş seçip doğanın koyduğu kanunu hayata geçirmeliydi.

Hun devletinin askerlerinden birinin oğlu olmamıştı. Bütün dualar, kurbanlar yanıtsız kalmıştı… Kalmış mıydı, bunu şimdilik bilmek mümkün değildi. Yıldıray büyük başbuğ Attila’nın en sevdiği askerlerdendi. Birçok kanlı savaşta ordunun sol cenahına komutanlık etmiş, hilalin içinde düşmanı mahvetmişti. Yüzünde, bedeninde çokça savaş izleri vardı. Bu yaraları onurla taşıyordu. Gel gör ki bu büyük askerin oğlu olmamıştı. Tanrı’nın işini bilemezdik. Türk beylerinin duaları, ozanların alkışları, Yıldıray Han’ın kestiği kurbanlar… Bütün bunlar Tanrı’ya ulaşmıyordu sanki. Bir gün bütün ümitlerini kesmiş babaya yaşlı bir şaman bir müjde verdi. Bir savaşçı müjdesi. Ruhlar kutlu haberi getirmişti, bulutlardan süzülerek. Tanrı, Yıldıray Han’a savaşçı bir evlat verecektir lakin bu evlat erkek değil, kız olacaktır. Han bir an için hayal kırıklığına uğrasa da yaşlı şaman Kutadgu ona teselli değil, müjde veriyordu. Han, senin öyle bir savaşçı kızın olacak ki obada, orduda onunla cenk edecek erkek bulunmayacak. Senin kızın ün salacak, senin kızın düşmanın içinde korku olarak yaşayacak. Kutadgu bilge bir şamandı. Bütün Hun ülkesinde ona saygı duyuluyordu. Onun sözlerinden sonra Yıldıray, Tanrının bu müjdesini beklemeye başladı, daha öncesinde bir kızları dünyaya gelmişti lakin bu kez farklı birinin yolunu bekliyordu.

Genç dişinin bu durumu sürüdeki erkeklerin dikkatini çekti. Şimdi onlar birbirlerine diş gösteriyor, dişi kurda sahip olmanın yollarını arıyorlardı. Ancak dişi kendi seçimini kolaylıkla yapamayacaktı. Gökyüzünde bulut yoktu. Aydınlık bir geceydi, dişi yuvadan ayrılıp dağlara doğru kaçtığında. Artık aşk savaşı başlamıştı. Onun sürüden ayrılıp dağlara doğru gittiğini gören erkekler peşine düştüler dişi kurdun. Bir dişi kurt önde beş erkek ise onun arkasındaydı. Dişi, hızla kendisini aydınlık gecenin için bırakıyor, bazen de yüzünü gökyüzüne çevirip uluyordu. Erkekler onu sadece izlemiyor hem de kendi aralarında dövüşüyordu. Artık onlardan biri al kanlar içinde geride kalmıştı. Fırsatı yitirdiği için ve bu savaştaki yenilgisinden dolayı acı acı inliyordu. Bu ses ne geceye ne ay ışığına yaraşıyordu. Oysa savaş devam ediyordu halen.

Dokuz ay sonra Kutadgu’nun müjdelediği kız, Yıldıray Han’ın otağında doğdu. Bir bahar günüydü. Hanın çadırında bebek sesi duyuluyordu. Bu kuz çocuğu dünyaya kanla gelmişti…

Annesi onu doğururken ölmüş, yavrunun avuçlarına bulaşan kan aileye sevinç değil keder getirmişti. Ama Yıldıray bunun için üzülmedi. Savaşçı kızı doğduğu için kurbanlar kestirdi açları doyurdu. Bundan birkaç gün sonra ülkenin batı sınırlarında isyancıların üzerine giden ordunun önünde gururlu bir şekilde ilerliyordu. Yıldıray aslında savaşmak için yaratılmıştı.

Onun sevgisi vatan, hakan ve kanlı kılıcınaydı. Onun için de artık savaşa giderken ne ölen kadınını ne de yeni doğan kızını düşünüyordu. Şaman bu yavruya Umay adını verdi. Anasız ve babasız olan Umay. Babası savaştan döndükten sonra yeni bir kadın aldı. Daha doğrusu savaş ganimeti olarak getirdiği kadınlardan biriyle evlendi. Ama Umay’a sütünü obanın en soylu kadınlarından biri verdi. Yıldıray kızı değil, âdeta bir savaşçı büyütüyordu. Belki de şaman onu müjdelemeseydi Umay’ın da normal bir hayatı olurdu. Belki de bizi biz yapan yaşadıklarımızdı. Yıldıray savaştan savaşa koşuyor, Umay ise bir kurt gibi büyüyordu. Şimdi dişinin arkasınca sadece dört kurt gidiyordu. Gecenin aydınlığında onların yaraları, üstlerine bulaşan kan açıkça görünüyordu. Bu yürüyüş gecelerce, günlerce devam etti. Geriye sadece iki rakip kalmıştı. Aniden dişi yönünü değiştirip yakınlardaki obalara doğru koşmaya başladı. Onu izleyen erkekler bir an tereddüt etseler de yollarından geri durmadılar. Geri dönmek ve korkmak kurtluğun şanına yaraşmazdı. Obanın koyun sürüleri ve onları koruyan büyük köpekleri vardı. Gecenin sükutunu bu itlerin sesi yarıyor, onlar durunca tekrardan korkunç bir sessizlik hüküm sürüyordu. Dişi kurt durmadan koşuyor ve obaya ulaşmak için her şeyi yapıyordu. Ve o an geldi. Obanın içinden sessizce geçip koyunların olduğu yere vardı. Ağaçlardan yapılmış çiti aşıp içeri girmek öyle de zor değildi. Hatta kuzulardan birini ağzına alıp çıkmak da… İşin zor olanı bundan sonrası idi, yani bu obadan sağ çıkmak. Dişinin arkasınca gelen erkeklerin sınavı da bu idi. Dişi avını alıp yıldırım hızıyla obadan uzaklaştı. Bu zaman diliminde köpekleri engellemek de erkek kurtların işiydi. Şimdi onlar hem bu köpeklerle hem de birbirileriyle vuruşmalıydılar. Dişi obadan hayli uzakta, yüksek bir kayanın başında avını yerken galibi ödüllendirmek için bekliyordu. Eğer bir galip olacaksa…

Savaşlarda büyüdü Umay. On beş yaşından sonra at belinde babası ile onun gittiği her savaşa katıldı. Yirmi yaşına gelince Umay adı Hun obalarında Hun birliklerinde saygıyla anılmaya başladı. Hatta büyük hakan Attilla’nın huzuruna çıkmak hakkı ve ayrıcalığı elde etti. Ak atın belinde şiir gibi gidiyordu. Kendisini erkeklere benzetmedi. Öylece bir kız gibi, Türk kızı gibi giyinip saçlarını örüyordu. Onun savaştığını yazabilmek için şair olmalısın. Obanın ozanları Umay adına destanlar düzüyordu. Yaşlı şaman Kutadgu, bugünleri görmeden ölse de şimdi ruhu şaddır. Bazen genç şamanlara haber gönderiyordu göklerden. Umay’ın güldüğünü obada kimse görmemişti. Umay en korkunç askerlere bile sözünü çekinmeden söyleyebiliyordu, düşmana acımadığı gibi kendi milletinden olanlara da acımıyordu. Onun bir insan olduğunu düşünenlerin sayısı çok değildi. Herkesin gözünde Umay, Attilla’nın celladı, Yıldıray’ın kılıcı idi. Nice savaşta düşman karşısına çıkıp vuruşmak için rakip aramıştı. Onu tanımayan düşman âdeten öncelikle en zayıf askerini gönderiyordu. Ne de olsa bir kızın karşısına çıkmak yiğit savaşçılar için ayıp ve kusur sayılırdı. Fakat Umay’ın ilk darbesi düşmanın düşüncesini değiştiriyordu. İnsan olduğunu sadece kendisi biliyordu, o kadındı. Kanlı savaşlardan sonra gür nehirlerde yüzünü yıkayıp su içtiği zaman suda kendi yansımasını görüyordu… Nasıl da güzeldi. Ancak ona obada kadın gözüyle bakmaya kim cesaret edebilirdi. İnsanların gözünde bir cellat, savaşçıydı. Erkeklerle arkadaş olamazdı, kadınlarla da… Tek idi, bir yalnız gibi tek. Mağaralarda yatıyor bazen gecelerde ocak başında gökyüzüne, yıldızlara, aya bakıyordu. En çok ayı severdi. Nasıl da parlaktı. Belki de bu ayı kendisi gibi tek olduğu için seviyordu. Yıldıray ordusunda ona binbaşı rütbesi vermişti. Şimdi onun emrinde bin Türk yiğidi vardı. Bir kadının orduda binbaşı olmasına kimse itiraz etmedi. Çünkü kimse Umay’ı kadın gibi görmüyordu. Bin savaşçının önünde rüzgâr gibi düşmanın içine giriyor, başlar alıyordu. Savaşın birinde atının ayağı sekti… Umay yere düştü, bu anda tuhaf bir manzara oluşmuştu. Savaşçının atından normaldi. Her savaşta bu olabilirdi. Hatta hakanlar dahi atlarından düşebilirdi, ancak Umay düştüğü zaman kanın ve cesetlerin içinde bir çiçek gördü. O an, yalnızca bir kadın olmayı arzuladı. Obanın etrafında kanlı bir savaş başlamıştı. İki kurdun etrafını saran çokça köpek vardı. Onlar çoktu, karşılarında olansa bir kurttu… O anda tuhaf bir şey oldu, kurtlardan biri köpeklere değil kendi arkadaşına saldırdı. Gecenin karanlığında köpekler onun kurt olduğunu unuttu ve kendileri gibi köpek zannetti. Böylelikle bir kurt, hayli köpek karşısında tek kalan kurdun öldüğünü anladı. Ancak bu sırada garip bir ses geldi. Köpeklerin de kurdun da sesine benzemiyordu ama bu bir kurt sesi idi. Köpekler ne olduğunu anlamadan kara bir kurt onların arasına girdi, birkaç dakika sürdü bu savaş. Üç kurt birlikte köpekleri kovmaya başlamasına rağmen işin esas kısmı kara kurttu. Savaştan sonra diğerleri ona saldırmayı düşünmedi ve sakince geri çekildiler fakat ihanet eden kurdun cezası verilmeliydi. Kendi soyuna hainlik edenin cezası ve sonu ölümdü. O da bunun farkındaydı, bildiği için de savaşmadı, itiraz etmedi. Kara kurdun dişleri boğazını ısırdığı an bile çırpınmadı, köpek gibi hainlik etse de bir kurt gibi can verdi.

O günden sonra Umay kendisine arkadaş olacak erkeği aramaya başladı ama bu hiç de kolay değildi. Ne kanlı kılınıcı yere koyabilirdi ne de yüreğini göğsünden çıkarıp atabilirdi… Aslında biri vardı. Kendi birliğinde onun emrinde olan genç bir savaşçı. Ne zaman sevmişti onu… Diğerlerinden daha mı cesurdu, hayır… Daha mı güçlüydü, daha mı yakışıklıydı… Hiçbir yanıt yoktu yani kocaman bir yok idi. Umay’ın sevdiği asker emrinde olan bin askerden hiçbir özelliği ile diğerlerinden ayrılmıyordu. Sadece bir şey istisna… Yüreği, kalbi. Akman onbaşı olmuştu. Savaşların birinde gösterdiği kahramanlıktan ötürü Umay, Akman’ı sevmişti. Ağlayan bir çocuğun gözyaşını sildiği için Akman’ın kalbi orada herkesten farklıydı. Diğerleri atını kendisine siper etse Akman atına siper olurdu.

Haini öldürdükten sonra dişinin yanına gitmek yerine oradan uzaklaştı kara kurt. Meydan diğer kurda kalmıştı ancak o da dişiye yakınlaşmadı. Ataların töresini bozamazlardı. Şimdi dişi kara kurdun arkasınca gitti. Artık iyi anlıyordu ki çocuklarına ancak böyle asil bir kurt baba olabilirdi. Kara kurdun ise sınavı yoktu, o yalnızca yuvasına gidiyordu, kendi yuvasına götürüyordu dişisini.

Yıldıray savaşta öldürüldü. Umay’ın son savaşı babasının intikamını almak içindi. Sonra ayrıldı oradan. Daha doğrusu yolculuğa çıktı. Öyle sandılar ki o da öldü ancak Umay cellat olmaktan yorulmuştu. Atının üzerinde başka bir diyara yol alıyordu, o tek değildi. Onunla birlikte bir atlı da geliyordu. Atın üzerindeki savaşçının elleri arkadan bağlanmıştı, bu Akman idi. Çok muhtemel ki onunla gelmek istememişti. Başbuğdan ve töreden korkmuştu. Ancak Binbaşı Umay, onu kaçırmıştı.

Gece mağarada yanan ateş ışığına doğru uluyordu, Umay. Akman’ın kalbi de heyecanla çarpıyordu. O hala karşısındakini bir kadın olarak görmüyordu. Binbaşı Umay’ın ise bekleyecek sabrı yoktu. Dişi bir kurt gibi avının üzerine atıldı. Evet karşısındaki onun sadece avı olabilirdi. Umay savaştığı gibi sevişiyordu. Kalbi kadınlığı, sevgiyi hatırlasa da bedeni inceliği, nezaketi bilmiyordu.

ÇEVİREN: ALPEREN AVCI

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 175. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 175. Sayı