HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
Fethi Gedikli 2
Kardeş Kalemler 3
MEHMET ALİ KALKAN 4
HİDAYET ORUÇOV 5
Çulpan Zaripova Çetin, SAVAŞ ÖNVER 6
ELMİRA ACIKANOAVA 7
- Klâsik cevaplardan birini verdin sen! Arkadaş kalacağız da ne demek? Çok yakışıyordunuz birbirinize kardeşim. Canan’ı bilmiyorum ama bu romanlara filmlere konu olacak bir durum. Mevlâ neylerse güzel eyler…
İlhan, sözlendiğini sabahleyin fakültede söyleyemedi kimseye, nedense cesaret edemedi bu mutluluğunu paylaşmaya. Kendisine zaman zaman kur yaparcasına yakın davranan ancak İlhan’dan hiçbir zaman karşılık bulamayan diğer anabilim dalının asistanı Gülşen’in tavırlarından da rahatsızdı. Günün sonuna doğru sözlendiğini söylerse sarışın hanımefendinin bakışlarından ve imalı sözlerinden kurtulmuş olacağını düşündü. Mesai sonunda hocasına Allahaısmarladık demeden önce sözlendiğini söylerken açık kalan kapının arkasında Gülşen’in olduğunun farkında değildi. Hocası tebrik ederken, Gülşen de duymuştu sözlendiğini. O sıradaki tavrı ve şaşkınlığı biraz komik, biraz da abesti.
- Aaa… Dünkü çocuklar sözleniyor… Olur mu öyle şey? Akademik hayatın şimdiden bitti demektir bu İlhancığım…
- Senden tebrik beklemiyordum zaten sarı kız! Pardon sarışın kız!
- Ayol yeni asistanlara bir şey demek de mümkün değil! Neyse sözlünün fotoğrafını göstersene İlhan! Güzel mi bari ha?
- Hocamızın kapısında böyle bir diyalog hoş değil Gülşen Hanım!
- Aa… Hemen de sinirleniyor beyefendi. Neyse ben gideyim artık. İlhan Gülşen’in böyle davranmasından son derece rahatsız olmuştu. Hocasına dönerek:
- Hocam özür dilerim! Böyle bir diyalogdan dolayı kusurumuza bakmayın lütfen.
- Önemli değil İlhan. Her şey anlaşılıyordu, şimdi daha da anlaşıldı evladım.
- Müsaadenizle Hocam… İyi akşamlar!
Haziran sonunda Elif geldiğinde neler söyleyerek durumunu anlatacağının provasını yapıyordu İlhan. Nihayet Elif Ankara’ya geldiğini haber verdi İlhan’a ve Bahadır’ın iş yerinde buluşup daha sonra müsait bir ortam veya mekânda konuşmayı planladılar. Çankaya’nın en seçkin mekânlarından birine giderken İlhan’ın sınırlı, mesafeli ve ölçülü vücut dilinden pek memnun değildi Elif.
İçmek üzere orta şekerli Türk kahvesi gelene kadar esas konuya giremediler. Her ikisi de konunun açılmasını karşısındakinden bekliyordu. Kahveden bir yudum çektikten sonra İlhan:
- Elifçiğim… Hoş geldin, safalar getirdin. Yılın yorgunluğunu atarsın artık. İyi bir tatille mümkündür bu.
- Boş ver tatili… Sensizliğe alışamadım gitti… Hâlâ başka mevzulardasın sen!
- Yirmi gün önce telefonda söylediğin sözler, kulağımda çınlıyor ve aynı zamanda zihnime de kazınmış bir kitabe gibi duruyor. Sana karşı her zaman dürüst oldum, bu imajımı hiç bozmaya niyetim de yok. Bir erkeğin sevdiği kıza evlilik teklifinde bulunması gerekirken teklifin kızdan gelmesi hâlinde onun aşkına saygı duyulması, takdir edilmesi gerekir. Seni çok seviyorum ama beni anlayışla karşıla lütfen Elif! Ben Canan’la nişanlandım. Aradığın gün, hem de sözlendiğimi haber aldıktan tam yarım saat sonra aradın sen beni… Yarım saat veya daha erken arasaydın hayatımız ya da kararımız değişebilir miydi, bilmiyorum. Allah böyle nasip etti…
İlhan’ın bu sözlerini dinlerken gözleri dolan Elif’in içinde sıraladığı sözler şöyleydi: Ama neden? Olamaz böyle bir şey! Geç kaldım duygularımı daha açık söylemeye ya da yansıtmaya!… Geç kaldım gönlümdeki sırları bir bir açıklamaya!… Mektuplarımda hep bilmece ya da bulmaca gibi sözler kullandım. Üç beş yıldır hep yakın oldum ama bazı şeylerim ona uzak kalmış demek ki!…
İlhan’ın sözlerinden sonra içinden çıkılmaz bir girdaba düştüğünü anlayan Elif’in gözyaşları pınar olmuş akıyor, aktıkça çağlıyordu… Hıçkırıklar içinde ağlayan Elif’in karşısında buzdan eriyip düşen damlalar gibi İlhan’ın da gözpınarları coşmuştu. İlhan’ın da ağladığını gören Elif, birden sakinleşerek:
- Dinle beni lütfen… İyi ki bana ikiyüzlü davranmadın ama çok merak ediyorum… Neden ben değil de Canan? Senden bir kez olsun adını duymadığım birisi… Beni seviyor musun diye sormadım ki hiç sana! Biz çok iyi arkadaşız ama sevgili değiliz galiba diyemedim. Benden başkasına âşık olamazsın sanmıştım. Etrafımda dolaşan kuzgunlar, kargalar hatta aslanlar vardı. Onların gözünde korunmasız av gibiyken sen bana zırh oldun. Hata ettim de ben mi bilemedim, sen de bana söyleyemedin yoksa? Ne olur yalvarırım, bir ayıbım olduysa söyle bana şimdi!… Sonraya bırakma! Rencide mi oldun yemeğe giderken zorla cebine harçlık koyduğumda… İnan ki, niyetim seni ezmek değildi. Hiç üzdüm mü seni?
- Elif… Sorduklarına sırasıyla cevap bekleme benden kısa bir süre… Düşüncelerimi söylediğimde hepsinin cevabını birkaç cümlede bulacaksın.
- Dinliyorum İlhan…
- Dünya görüşümüz, ailelerimizin hayat tarzları ve ekonomik seviyeleri arasında büyük uçurumlar var. Seninle ömür boyu arkadaş olmam mümkündür ama karı koca olmamız imkânsız Elif… Sen beş yıldızlı otellerde düğün istersin… Ben ise öyle yerlerde çay bile içecek güce sahip değilim. Bu kadar zengin bir ailenin kızını taşıyamam, dedim. Benim ailem, geleneksel hayat tarzına sahip, mütevazı bir Türk ailesi… Senin ailen ve çevren dinî değerlerden uzak görünüyor ama imanın kimde olduğunu yalnızca Allah bilir. Bu hususta annenin istisna olduğunu sen söylerdin, onu biliyorum. Lafı uzatmayayım… Kısacası senin zenginliğinden korktum. Benim anlayışıma göre erkektir ailenin geçimini sağlayan… Kadının malına, mülküne ve emeğine göz dikemem diyen bir Türk genciyim. Çok arabesk bir cevap gibi gelebilir sana böyle düşünmem ve sözlerim.
- Bu mu yani sebepler? Bu kadar basit mi?
- Basit mi? Tatmin edici olmadı galiba benim sözlerim. Mutmain olmadığını anladım… Şu anda ne desem boş… Canan’dan vazgeçtim sana döndüm dememi beklemiyorsun değil mi?
- Hayır… Başkalarını mutsuz eden, yuva bozan alıcı kuş olamam… Seni çok sevdim ve ömür boyu seveceğim. Bana dürüstçe her şeyi anlattığın için daha çok seveceğim seni. Elbette ben de bir yuva kurma hayalindeydim. Bu hayalim sensiz olacak… Kader denen kavrama böylece inanmaya başladım, hatta mutlaka inanmam gerektiğine inandım sayende. Milliyetimizin, maneviyatımızın, değerlerimizin önemini senden öğrendim ve anladım. Bazen bana gizlice öğretmenlik yaptın, farkında mıydın bilmiyorum. Maddi zenginlik gelip geçici… Biz rahmetli babamızın servetiyle rahat ve esenlik içinde yaşıyoruz. Annem bu varlığın hepsinin zekâtını verir. Zenginliğin bana seni kaybettireceği hiç aklıma gelmezdi. Seninle sadece bir beyaz gelinlikle, başımda telli duvakla, sade bir nikâh merasimi yaparak evlenmeye razı olurdum.
- Ben böyleyim işte Elif…
- Annem merak eder; İlhan’la aranız soğudu mu derse ne derim acaba? Soğumadı, aramızda bir şey yoktu ki desem de inanmaz. O, mutlaka suçun bende olduğunu düşünür… Seni çok sevmişti. Atandığımda yolcu etmeye geldiğinde tanımıştı… Yol boyunca hep senden bahsetmişti. “Ailemize yakışacak delikanlıya benziyor bu çocuk.” demişti.
- Elleri öpülesi kadın… Sağ olsun!
- Hayat bazen sürprizlerle dolu… Beklenen değil, bazen ya da genellikle beklenmeyen şeyler olabiliyor bu dünyada… Gururlu bir genç… Her şey, sadece kendi kazancıyla, alın teriyle elde edilmiş olmalı diye yetişmiş. Bizim gibi mirasyediler bunu anlamaz tabii… Öyle değil mi?
- Elif… Seni üzdüm biliyorum. Yıllarca hep beraberdik ama sevgili olmadık ki… Bir kere bile el ele yürümedik. Çevremiz sevgili zannetti bizi. Biz de başkalarında bu kadar yakınlık görsek aynı şekilde düşünebilirdik. Ben seni seviyorum ama eş olamazdık… En önemli fark bu…
- Uzatmayalım mevzuyu… Sana bir söz veriyorum… Sen de bana benzer bir söz ver lütfen!
- Ne sözü Elif?
- Ömür boyu bu minval üzere arkadaş kalalım. Evlilik kısmet değilmiş, manevi olarak bir birimize destek olalım. Ben ömrüm olduğu sürece unutmayacağım seni… Sen de beni unutmayıp en azından benim mektuplarıma cevap yazmaya, telefonlarıma çıkacağına söz veriyor musun?
- Söz! Canı gönülden söz veriyorum!
- İlhan! Sanma ki evlendiğinde Canan’ı rahatsız edecek bir tavrım olacak… Asla! Asla şüphen olmasın! Bana güven!… Benim o şanslı kıza emanetimsin sen!… Haddim olmayarak böyle hissedeceğim… Böyle dediğim için kusura bakma! Şimdilik pek mümkün görünmese de eğer bir gün ben de evlensem bile seninle görüşmekten çekinmeyeceğim. En azından bana dürüst davrandığın için ömür boyu sevilmeyi hak ettin İlhan!
Elif’in gözyaşlarını silerken kullandığı mendil çürüyecek kadar ıslanmıştı… Oturdukları masada kuru peçete bile kalmamıştı. Gözleri şişmiş, sesi kısılmış olarak İlhan’a bakmaya doyamıyordu. İlhan da sesinin titrediği anlarda, nemli gözleriyle Elif’e daha güzel, daha derli toplu, onu daha da ikna edici sözler söylemeye çalışsa da faydası yoktu.
Oturdukları mekânın kapanacağı saate kadar konuşmaya devam ettiler ve onların bir daha ne zaman bir araya geleceklerini hayatın kendisi gösterecekti. Vedalaşırken ilk defa bu kadar sımsıkı sarıldılar birbirlerine… İlhan iki aşk arasında yandığını daha fazla hissetmişti o anda… Elif ise “Kader, benim elimden en sevdiğimi başka bir yuvaya uçurdu. Aşk yetmiyormuş, aşktan da öte bir şeyler olmalıymış insanda.” diyerek veda ediyordu İlhan’a… Veda ederken gözpınarları yeniden coşmuştu ve gözyaşları aktıkça akıyordu o zümrüt yeşili gözlerinden…
Elif’le İlhan’ın aralarındaki sevgi arkadaşça devam ederken hayat da devam ediyordu. Hayatın akışı içinde mektuplaşma, telefonlaşma da devam ediyordu. İlhan, Canan’la evlilik hazırlıkları yaparken düğün gününü de üç ay öncesinden belirlemişlerdi. Elif de çalıştığı okuldaki bir meslektaşının yine sürekli ilgisinden bahsediyor, bir türlü karar veremediğini söylüyordu. Diğer yandan da mektupları İlhan’ın adıyla değil de Canan’ın adıyla göndermesini talep ediyordu. Bu talep aslında Elif’in de bir yuva kurma yolunda önemli bir adımı olarak sayılabilirdi İlhan’a göre… Okuldaki meslektaşının gelen mektuplarda İlhan’ın adını görmesinden rahatsız olması muhtemeldi. Eee… Artık bayram tebriklerini de Canan Yuvalı adıyla gönderecekti… Elif, hayatının en büyük rakibinin adıyla alacağı mektupların içinde eksilen duygular yerine kabaran duyguların satırlara sığmadığını görecekti. Yaz tatiline çıkmadan hemen önce yazdığı mektupta “Elif, Ali ile nişanlandım. Ankara’ya gelince tanıştıracağım seninle… İki ay içinde de nikâhımız olacak…” diyordu. İlhan, kıskançlıkla tarif edilemeyecek ama başka da hangi sözle dile getirilebileceği anlaşılamayan karmaşık duygular yaşıyordu. Nişanlısını gördüğünde nasıl davranacağını, nikâhına davet ederse orada neler hissedeceğini, Elif’in tepkisinin ne olacağını merak etmeye başlamıştı.
İlhan, Canan’la 7-9 Eylül günleri düğün yapmaya karar vermiş, davetiyeleri bastırmıştı. Elif de Ankara’ya geldiğini telefonla bildirdiğinde “Seni ziyarete Ali’yle birlikte geleceğim ve nikâh davetiyemi de vereceğim.” dedi.
İlhan heyecanla müstakbel damadı bekliyordu. Kendisi de Canan’la birlikte çektirdiği nişan fotoğrafını masanın üzerine koymuş ve beklediği konuklara gösterecekti. Konukların geldiğini iç hattan arayarak söyleyen danışma memuruna teşekkür etti ve karşılamak için koridora çıktı. Merdivenlerden çıkıp koridora ulaştıklarında kumral, ince burunlu ve saçları modaya uygun taranmış ince yapılı bir Karadenizli tipinde olduğu anlaşılan biri olarak gördü Ali’yi. Elif’i ise heyecanlı, soluk benizli ve bir an önce gitmeye hazır gibi bir psikolojik ahvalde olduğunu hissetti. Uzatılan davetiyeyi açtı ve İlhan zoraki bir tebessümle zarfı açıp okuduğunda 20 Temmuzda, Çarşamba günü gideceği yerde nikâh memurunun “Bir ömür boyu; iyi günde, kötü günde karı koca olmayı kabul ediyor musunuz?” sözüne “Evet!” dedikleri ânı yaşamaya başlamış, şakaklarından dökülen terleri silerken Elif’le göz göze gelmemeye çalışıyordu. İlhan’ın konukları içilen kahvelerden sonra “Ziyaretin kısası iyidir.” diyerek kalktılar. İlhan ise “Mutlaka geleceğim nikâhınıza, hayırlı olsun!” derken içindeki fırtınaları dindirmeye çalışıyordu. O sırada kendi davetiyesini vermeyi az kalsın unutuyordu. Elif, odadan çıktıktan hemen birkaç adım sonra birden bire geri dönüp İlhan’a “ Canan’ın fotoğrafı yok mu? Görebilir miyim?” dedi. Masanın üzerindeki fotoğrafı aldı ve uzun uzun baktıktan sonra “Allah sahibine bağışlasın! Şanslı kız! Boyu da uzunmuş. Gözleri de elâ galiba… Mutlu ol yeter İlhan!” deyip arkasına bakmadan çıktı. Birden bire duygusal tavırlara bürünmek, gözyaşı dökmek nişanlısının yanında şık düşmezdi elbette.
***
Sıcak yaz günü… Nikâh salonu tıklım tıklım doluydu. İlhan, bir adet Cumhuriyet altını alarak nikâh çıkışında gelin hanıma takmak istiyordu. Hediye kutusu da kuyumcunun zarif bir eseriydi. İçine yazmış olduğu tek satırda: “ Sevgi kanadın olsun, aşk yüreğin!” İlhan salona girdiğinde kendisini gören Elif’in küçük ablası Şengül Hanım, yanındaki boş koltuğa oturması için çağırdı. Koltuğa oturduğu yer, sahnedeki nikâh masasına en çok 7-8 metre mesafedeydi. Herkesin hazır olduğu anlaşıldığında nikâh memuru gelinle damadı nikâh masasına davet etti ve evlenecek çift ağır adımlarla gelip davetlileri selamladıktan sonra yerlerine oturdular. Elif’in heyecanından çok hüzünlü hâli onu tanıyanlarca fark ediliyordu. Nikâh memurunun bilindik nasihat dolu sözleri esnasında Elif başını kaldırıp davetlileri süzerken Şengül ablasının yanındaki İlhan’a takıldı gözleri… Nemlenen gözlerin farkına varan yalnızca iki kişiydi sanki… Memur kendisine “Kimsenin baskısı olmadan kendi iradenle Ali’yi koca olarak kabul ediyor musun?” sorusuna verdiği kısık sesli “Evet” sözünü üç kez tekrarlatması alışılmış bir durum değildi. Şengül Hanım sağ yanında oturan İlhan’ın kolunu tırnaklarıyla yırtarcasına sıkarak “Gül gibi kızı niye almadın sen? Gördün mü kızcağızın hâlini? Nikâhtan sonra biraz konuşalım seninle!… Bu konuyu anlamam lâzım!” dedi.
Çiftleri ve aileleri kutlamak için sıraya giren İlhan, önce damadı, sonra Elif’i kutlarken hediyesini anne Ayşe Hanıma verdi. Elif’i kutlarken “Bu kutuda bir söz var. Onu senden başkası açıp okumasın!” dedi. Ayşe Hanımın sözleri de anlamlıydı. “Evladım. Seni pek sevdim… Unutma bizi… Seni de Allah mesut etsin yavrum...”
Herkes dağılıp gittikten sonra Şengül Hanım, İlhan’a:
- Gelin ve damat uçakla havaalanına doğru yol alacak şimdi. Burada düğün olmayacak… Biz vedalaştık zaten… Uygun bir yere gidelim de konuşalım.
- Tamam, Şengül Hanım…
Ankara’nın merkezî yerlerinden ziyade daha sakin bir yerde oturup konuşmayı kararlaştırdılar. Şengül Hanımın sinirli halleri araba sürüşünden belli oluyordu. Çankaya’nın Köroğlu Caddesi üzerindeki nezih bir kafeye oturana kadar üç beş kelâm etmiş bile sayılmazlardı. Şengül Hanımın alışılmadık biçimdeki sert üslubundan İlhan hiç de tırsmamıştı. Onun asabi hâllerinin az sonra yatışacağını düşünüyordu. Bu da tamamen dürüstçe bir davranışın özgüvenle yönetilmesinden kaynaklanıyordu.
- Seni bir an dilinden düşürmeyen Elif’imizin ne günahı vardı da böyle bir kader çizgisine maruz bıraktın? Kendisine sorduğumda akla mantığa uyan bir sebep bulamadım. Annem de, ben de bizim kızı suçladık. O da bizi ikna etmeye çalışırken “ Kendim evlilik teklif ettim! Daha ne yapabilirdim?” dediğinde “Tamam o zaman!” diyerek mevzuyu kapattık. Senden duymak isterim, Lütfen, çok mahrem bir sebep olsa bile anlat İlhan! Aramızda kalır…
- Şengül Hanım… Elif size ne söylediyse doğrudur. Ne kadar ısrar etseniz de benden farklı bir şey duymayacaksınız, onun söylediklerine inanın lütfen.
- “Siz çok zenginsiniz, ben sizin maddi gücünüz karşısında ezilmek istemem. Dünya görüşünüze, hayat tarzınıza uygun bir insan değilim. Evlendikten sonra “Bu uyumsuz damat nerden girdi aramıza?” demesinler. Çok iyi iki arkadaş olabiliriz ama bir birimize eş olamayız.” Böyle demişsin. Senin sözlerinmiş bunlar… Doğru mu?
- Evet, doğru. Sizin maddi imkânlarınızdan yararlanan servet avcısı delikanlılardan olmak istemedim. Peygamberimiz “ İnsanlar bir kadınla dört sebeple evlenirler; zenginliği, soyu, güzelliği, bir de ahlâkı için... Siz ahlâklı olanıyla evleniniz.” demiştir. Bence Elif’te dört vasıftan daha fazlası var. Onun ahlâkından asla şüphem olmadı, bundan sonra da olmayacak… Şüphe kemirir içimizi…
- Senin gibi insanlar kaldı mı bu dünyada? Sen galiba nesli tükenmekte olan son kelaynak kuşlarından birisin. Senin gibisi varsa, söyle de ben evleneyim.
- Estağfurullah… Vardır elbette Şengül Hanım!
- Anladım ve inandım sana… Eksik olma. Ailemize sen yakışırdın. Mademki böyle uygun gördün, diyecek söz yok. Elif’in üzülmesine asla tahammül edemiyorum. Onu üzenler için ‘hasret kalsın gülmeye’ derim.
- Ben de âmin derim Şengül Hanım.
- Bizim çevremizde az önce verdiğin hadis örneği pek anlaşılmaz İlhan. Dinî bilgilerden ve manevi değerlerden uzak kalmışız. Mal, mülk ve parayla her şeye sahip olacağımızı sanıyorduk hep. Ben resim öğretmeni olduğumda öğrencilerimin gönlünü sadece sevgiyle kazanabileceğimi anladım. Fakir çocuklara kıyafet aldığım zaman değil, başlarını okşadığım zaman beni daha çok sevdiler. “Allah razı olsun! Hayırlı geceler! Bayramınız mübarek olsun.” demekten ve denmesinden kendi kendimize çekinir olduk. Onların yerine “Mersi canım! Tatlı rüyalar! İyi bayramlar!” demekle modern insan olduğumuz sandık. Kutlu olsun demek bile dilimize yakışmıyor güya. Ramazan bayramına Şeker bayramı demeye kalktık. Sanki şeker festivali gibi bir şey işte… Oruç tutana değil, tutmayana saygı bekledik. Dinî hayatın içinde veya karşısında olanlar radikal örnekler üzerinden tartışıyor. Sadece inançlar yönünden değil, Türk geleneklerinden bile kopmuşuz da farkında değiliz. Maneviyattan yoksun bir hâldeyiz! Yok mu bunun orta yolu?
- Biz toplumca ifrat ve tefritten uzak kalamıyoruz. İkisinden de uzak kalırsak işte biz kendimizi orta yolda ve doğru yolda buluruz. Aşırılıklardan kaçarsak sıratı müstakimdeyiz yani doğru yoldayız demektir. Türk insanı, aşırılıklardan uzak durur; mutedil yaşamayı, sükûneti ve itidali elinden bırakmaz.
- Konuyu nerden nereye getirdik? İlhan! Seni bugün daha iyi tanıdım. Elif’i uzaklara beyaz gelinlikle gönderdik ama aslında ikinci bir erkek kardeş kazandık, yani seni kazandık. Anneme de anlatacağım, Elif’e de sonra anlatırım bu sohbetimizi…
- Ayşe teyzemin ellerinden öperim. Selam söyleyin benden…
- Senin düğününe gelemeyebiliriz. Malum okul döneminde düğün yapıyorsun. Sömestr tatilinde hediyemizle evinize ziyarete gideriz. Ömür boyu mutluluklar dilerim sana İlhan şimdiden…
***
Ağustos ayının sonlarında bütün hazırlıklar tamam derken Canan’ın ailesi düğünün ilk gününün şehir merkezindeki düğün salonunda, devamının damat evinin bulunduğu köyde yapılmasının daha uygun olacağını bildirdiler. İlhan’ın babası ve ağabeyi buna da tamam dedikten sonra İlhan da evlilik iznini ve yıllık iznini alarak memleketinin yolunu tuttu. Güzel bir düğünden sonra Ankara’ya Canan’la ilk defa dönmenin hayalini kuruyorken birden bire aklına gelen Elif’i de merak etmeden duramadı. “Ah keşke telefonuna ulaşabilsem… Sesini duysam… Artık bana mektup da yazmaz… Düğün için kutlama telgrafı gönderir mi acaba?” diyerek geçti bütün yolculuğu…
İlk günkü şehir de yapılan salon düğününde Canan’ın akrabaları çoğunluktayken ikinci günden itibaren köyde devam eden düğüne erkek tarafından bin beş yüzün üzerinde davetlinin olduğu görüldü. Son yılların geleneksel nitelikteki en kalabalık, en tantanalı, en hareketli ve en renkli düğünüydü. Damat alayına ve kına gecesine gelenler arasında Ankara’dan da konuklar vardı. Düğüne İlhan’ın meslektaşlarının yanı sıra yabancı uyruklu öğrenciler de gelmişlerdi. Aralarında Koreli, Filistinli, Afrikalı, İranlı, Avrupalılar da vardı.
Dillere destan düğünden sonra Canan, ilk defa bu kadar büyük bir şehirde yaşayacaktı. “Evliliğe ve çevreye uyum sağlamada sıkıntılarım olacak mı, olmayacak mı? Komşularım kim olacak? Hasretliğe dayanabilecek miyim?” biçimindeki sorulara cevap arayarak yola çıktı.
Canan’la İlhan’ı kutlamaya fakülteden tanıdıklar, hocalar ve bazı öğrenciler geliyorlar, onlara maharetli elleriyle Türk mutfağının lezzet çeşitlerinden ikram ediyorlardı. Canan pek de alışık olmadığı yüzlerle karşılaşıyor, gündüzleri de evine komşu kadınlar gelip güzel dileklerde bulunuyorlardı. Özellikle yaşlı ve emekli kadınların sık ziyaretlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Apartmanda yalnızca iki küçük çocuk annesi ve komşusu Hülya’nın kendisiyle kafadar olabilecek birisiydi.
***
Canan’ın Ankara’ya ve çevreye uyumu pek sıkıntılı geçmese de anne baba özlemi vardı. Elif’ten İlhan’a gelen mektupta “Kışın sömestr tatilinde sizi kutlamaya ve düğününüze katılamadığımız için hediyemizi takdim etmeye geleceğiz. Mümkünse evinizde ziyaret etmek istiyoruz.” diyordu. Bu ziyaret öncesinde eşi Canan’a Elif hakkında bilgi vermeyi, aralarında geçen bütün yaşanmışlıkları anlatmayı düşündü. Uzun bir tereddütten sonra akşam yemeği sonrasında geçmişte olan bitenleri eksiksiz anlattığında Canan’ın nasıl tepki göstereceğini merak ederken şaşırdığı bir cevap aldı. “Çok merak ettim, Elif’in kim olduğunu bilmem için evimizi kocasıyla birlikte ziyaret etmesine müsaade ediyorum. Güzel bir sofra hazırlarım. Seni mahcup etmem hayatım!” dedi.
Elif, telefonda “Ankara’dayız. Müsaitseniz Cumartesi günü akşamüzeri geleceğiz size.” dediğinde İlhan heyecana ve karmaşık duygulara büründü. Hazırlıklar yapıldı ve konukları kapıda karşıladılar… Elif’in getirdiği kocaman hediye paketi içinde kristal tatlı ve komposto takımı, ünlü bir markaya ait gömlek ve kravat, bir de ipek şal vardı. Karşılıklı tanışma ve hâl hatır sorularını müteakip Ali Bey’le İlhan koyu bir sohbete daldılar. Hanımlar ise mutfakta fırından henüz çıkardıkları keki bölmeye çalışırken Elif, Canan’a:
- Arkadaşıma iyi bak. Sen çok şanslısın. Böyle bir insanla evlenmek herkese nasip olmaz. Onunla bir sıkıntın olursa beni ara. Ona nasıl davranman gerektiğini anlatırım. Benden birkaç yaş gençsin ve ben İlhan’ı senden daha çok tanıyorum.
- Biliyorum Elif Hanım. Aranızda neler olduğunu hatta neler olmadığını da biliyorum.
- Nasıl yani? İlhan her şeyi anlattı mı sana?
- Kocam bana “Aklına bir şüphe düşmesin… Her şeyi bilesin ki o zaman bana güvenesin. Aksi takdirde, vay be… Daha neler duyacağım senin hakkında dememen için anlatıyorum bunları sana.” dedi.
- Kıskanmadın mı beni Canan?
- Hayır, kıskanmadım ama çok merak ettim seni. Anlattığın o zümrüt gözlü, lepiska saçlı, uzun kirpikli, aklıyla güzelliği doğru orantılı kadın kimmiş dedim. Anlattığından da güzel ve iyi biri olduğunu anladım. O kadar güzel anlattı ki sadece saygı duydum. Bir de ömür boyu dost kalmaya sözümüz var. Bu sözü tutmalıyım dediğinde etkilendim.
- İnşallah ömrümüz boyunca abla kardeş olacağız. Arkadaşıma her zaman iyi bak… Benden kaptın sen İlhan’ı… Daha doğusu ben alamadım, sen kazandın benden habersizce… Biz İlhan’la arkadaşken senin varlığından haberdar değildim. Allah mutluluğunuzu bozmasın!
- Teşekkür ederim, güzel dileklerin ve önerilerin için. Ne kadar açık sözlüsün. Ben o kadar güzel ve açık söyleyemezdim aynı durumu yaşasaydım.
- Ben İlhan’la yaşadıklarımı Ali’ye asla anlatamam. Anlatsaydım buraya değil, Ankara’ya bile gelemezdik.
- Anlıyorum seni… Anlatmana da gerek yok zaten… Niye anlatacaksın ki?
Mutfaktaki sohbet biraz uzayınca İlhan da merak ederek girdi yanlarına:
- Ooo Hanımlar! Muhabbetiniz epey koyulaşmış… Neler konuşuyorsunuz böyle? Pasta, börek, yemek tarifi mi? Annenizin yemekleri mi? Elif, Canan’ı fotoğrafta görmüştün. Şimdi dünya gözüyle gördün işte. Nasıl, beğendin mi?
- İlhan… Muhabbetimizin koyuluğundan daha önemlisi bugün burada olabilmemizdir. Canan bizi kabul ettiği için buradayız, evinizdeyiz. Bu yaşta bu kadar olgunluk beklemezdim.
- Sağ olsun… Ben de şaşırdım. Ya kabul etmezse diye de korktum. Neyse daha çok konuşuruz inşallah… Ali Bey’i yalnız bırakmayalım salonda tek başına oturuyor. Sofra hazır sayılır artık…
Elif’le Ali’nin gelecekle ilgili planları arasında bir yolunu bulup Giresun’dan Ankara’ya tayin olmak vardı. Yemekte herkes kendi beklentilerini anlattı. Gece yarısı olduğunda veda vakti de gelmişti. Ayrılırken bir daha ne zaman görüşeceklerini bilmiyorlardı.
***
İlhan’la Canan’ın evliliğinden bir oğullarının dünyaya geldiği 1 Mart günü, Elif’le Ali’nin aynı gün bir erkek çocuk sahibi olmalarını tesadüfen öğrenmeleri hayatta az rastlanacak ilginçliklerden biriydi. İki erkek bebeğin ikisinin de çift adlarından ilkinin kendi dedelerinin adlarını almaları ise daha da ilginç olmalı.
Birkaç yıl sonra Ankara’ya tayin olan Ali’yle Elif, İlhan’ı daha sık ziyaret etmeye başlamıştı. Kimi zaman Elif, derslerden zaman buldukça yalnız geliyor, eski günleri İlhan’la birlikte yâd ediyorlardı. Kocası Ali’nin kıskanabileceğini de aklından çıkarmıyordu.
Bir bayram tatilinde trafik kazası geçiren Ali ağır yaralanmış ve hastanede Elif’e ilk olarak yardım eden İlhan olmuştu. Ali, yardımseverliğinden dolayı kıskançlık ya da vesveseye yer olmadığını düşünerek yüksek bir itimat duymaya başlamıştı İlhan’a karşı. Hastanede aylarca süren tedavi döneminde Canan da Elif’in yanındaydı. Nihayet Ali’nin taburcu olduğu gün Elif, İlhan’a:
- Aşktan da öteye bir şeylere sahip olmak lâzımmış demiştim ya sana… Zor zamanlarda zenginliğimizin bir faydası olmadı bize. Üzüntülerimizi parayla yok edemedik. Sen yanımda olduğun için ayakta kaldım. Çocuğumun babası ve eşim Ali de sana minnettar. Dün bana Ali, “Elif… Sana bir şey soracağım. İlhan’ı öğrenciyken çok mu seviyordun?” dedi. Sustum… Ardından sözlerine devam etti: “Kazadan sonra artık öleceğim galiba diye bir duyguya kapılsaydım eğer, Elif’im ben ölünce seni bu dünyada sadece İlhan korur. Ondan başkasına güvenme diyecektim.” dedi ve yine sustum…
- Susmak bazen en güzel cevaptır Elif… Atalarımız “Sükût ikrardan gelir.” derler. İnşallah eşin tamamen sağlığına kavuşur. Yarı felç durumdaki insana evde bakım çok zordur. Ona sevgini verirsen canlanır, yoksa psikolojisi bozulur, çekilmez bir hâl alır. Benden bahsetme ona… Eğer sorarsa beni; telefonla arada bir görüşüyoruz, iyiymiş dersin. Yakında bir kızları olacakmış, inşallah bizim de olur, deyiver. Yaşama ümidini kaybetmesin!
- Bu kadar anlayışlı ve altın kalpli bir insanı ben sevmeyim de kim sevsin? Hep başkaları mı sevsin? Eski bir sınıf arkadaşımdan öteye bu kadar değerli ve erdemli olduğun için sevdim seni.
- Ne desem ki? Yaptığım ve yapacağım her şey senin için Elif… Üniversite yıllarında nota ve şan dersleri almıştım ya hani. Senin için bir beste yaptım. Güftesi de bana ait. Söylediğimde yalnızca sen anlayabilirsin. Bir şartım var; Ali iyileşirse söylerim. O, bu haldeyken seni yeniden kendime âşık edemem. Acizlikten faydalanmak hiç etik değildir. Oğlunun babasına iyi bak… Zorda kalırsan yardım etmeye hazırım tabii ki…
- Besteni merak ettim İlhan… Bestesini değil ama sözlerini şimdi okusan olmaz mı? Hiç değilse birkaç mısraını oku bana lütfen.
- Tek mısra yeter şimdilik… “Aşkımı kirpiğimle yazdım o gül tenine…”
- Merakımı artırdın ama sana ısrar etmemin faydası olmayacak. İlk dörtlüğü bari oku diyeceğim ama…
- Eşine acil şifalar diliyorum. Şimdilik hoşça kal Elif… Sen “elif” gibi dik durmayı bilirsin. Elifçe bir hayat sürdüreceksin.
- Sağ ol İlhan… Çok sağ ol… Seninle hayat çok güzel! Hakikatlerle baş başa, yüz yüze, göz göze, sırt sırta, omuz omuza devam eden bir hayatımız var.
- Samimiyeti, menfaate dayalı olmayan fedakârlığı, saygı ve sevgiye dayalı bağlılık hâli olan sadakati ve vefayı ömür boyu devam ettirmekten başka düşüncesi olmayan yüksek erdem sahiplerine dost denir. Çok kıymetli hasletlerle yaratılan insanların, kendisine çok yakın gördüğü, her şeyini paylaştığı, maddi ve manevi meselelerde yardımlaştığı, iyiliğini ve güzelliğini istediği dostları vardır. İşte ben de onlardan biri olmayı arzu ederim. Dostluk; güvenmektir, paylaşmaktır; böldüğünün büyük parçasını ona tereddütsüz vermektir, hatta bölmeden bütününü gönülden verebilmektir. Nefsini köreltmek ve anlık duygularını sabırla terk etmek, köpürtülmüş heveslerin tatmin edildiği davranışlarla yalancı dünyada mutsuzluklara yol açmamak için sözümdeyim Elif! Aşktan öteye geçmek için sözümdeyim hem de ömür boyu… Biz insanız ve iyisinden olmaya gayret eden insanız. Ben dost ve arkadaş kalmak için sözümdeyim…
- Aynı bahçenin meyve ağaçları gibi bir arada olsak da dallarımız kavuşmayacak, bahçemizden taşmayacağız. Ben de sözümdeyim… Bunu bir sen, bir ben, bir de Allah biliyor ama inanan olur mu ki?
- Olur tabii… Bizi tanıyan herkes inanır… O güveni verdiğimize inanıyorum. İnanılmak ve güvenilmekten daha ilerisi yok. Elinden, belinden, dilinden emin olunan insan olmaktan daha ötesi yok bu hayatın… Olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktan daha doğrusu yok…
Bişkek-Mayıs 2019