HaftanınÇok Okunanları
Emrah Yılmaz 1
FEYZA TUĞÇE FIRAT 2
ZEHRA TAŞDEMİR 3
KEMAL BOZOK 4
HİDAYET ORUÇOV 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
Ayşe Solmaz 7
“Kira vakti geldi Bey” dedi sesinde umut kalmamış, epey zayıf kadın. Siyah saçları, gelişi güzel başına taktığı yazmasının altından şelale gibi akmıştı sanki. Gözaltları morarmış olmasına rağmen gözlerindeki derin bakışları, onu güzel kılıyordu. Emin, hem Nadide’nin ahu gözlerine bakıp iç geçiriyordu hem de elinden bir şey gelmeyişinin üzüntüsünü yaşıyordu; “evet” der gibi sadece başını salladı. Evet, kira vakti gelmişti de ne ile ödeyecekti; elektrik, su faturası derken bir miktar para kalmıştı elinde. O parayla kirayı ödese aç kalacaklardı. Başını kaşıyıp oflayarak odanın içinde gezinmeye başladı. Geçime, hayata, hayatın ihtiyaçlarına, masraflara yetişemiyordu ve ne yapacağını da bilmiyordu. Bir tuğla fabrikasında işçi olarak çalışıyordu.
Emin, avans istemek için patronu ile görüşmek istedi. Kapıda biraz bekledikten sonra patronun sekreteri, beyefendi şu an da müsait değil dedi. Acil, diyecekti sekreter ardını dönüp gitti. Ofisi camdan yapılmış olan patronu içeride sabah kahvesini höpürdetiyordu. Emin bunu gördü ve ısrar edemeden işinin başına döndü.
Eve gittiğinde eşinin yüzüne bakmadan içeri geçti. Nadide, eşinin yüzündeki üzüntüsünü görüp bir şey sormadı. Karı koca sessizlik içinde akşam yemeği için hazırlanan sofraya oturdular. Sofrada komşudan ödünç alınan pirinçle yapılan pilavdan başka bir şey yoktu.
Henüz yemeğe başlamışlardı ki kapı gürültüyle vuruldu, bu normal bir vurma sesi değildi. Sanki birinin hıncını çıkarmak için kapıyı dövmesi gibiydi. Emin telaşla kapıya yöneldi. Aslında kapıyı açmak istemiyordu, evde yokmuş gibi de yapmak, o korkunç sesi duymamış olmak istiyordu. Yine de açtı. Karşısındaki ev sahibiydi ve misafir olarak gelmediği çok belliydi.
“Hoş geldiniz Rıza Bey.”
Hiç de hoş gelmedim dercesine “Hoş bulduk” dedi ev sahibi.
“Buyurmaz mısınız ?”
“Buyuracağım” dedi ve içeri hızlıca girdi. Üzerinde sadece pilav olan sofraya göz ucuyla bakıp oturmadan ayakta konuşmaya başladı.
“Emin Bey, buraya ne için geldiğimi biliyorsunuz. Artık bu kira işine bir çözüm bulalım ya da…” diyerek sustu. Emin, cümlenin devamını tahmin edebiliyordu. Kendisinden başka yedi kiracısı daha olan bu para düşkünü, aç gözlü adamın hiç acımadan evden çıkardığı başka kiracıları gözünün önüne geldi. Cebindeki son parasını sıkarak ev sahibine uzattı.
“Bundan sonra daha dikkatli olurum.” dedi zor duyulan bir sesle.
“İnşallah, inşallah” diyerek ev sahibi parayı aldı, saydı ve hemen cebine koydu.
“Hadi, size afiyet olsun.” diyerek sofraya tekrar bakmadan kapıya yöneldi. Ev sahibi gidince pirinç taneleri, koca koca soğuk taşlar olup karı kocanın boğazında dizilip kaldılar.
Sıkıntı içinde uyku tutmayacağını bildikleri halde erkenden yattılar.
Güçlü bir uğultu sesiyle Nadide gözlerini açtı, etrafı dinledi. Emin uyuyordu. Sert bir rüzgâr esiyor, diye düşündü içinden. Başını tekrar yastığa koymuştu ki toz duman ile yoğrularak tavan üzerlerine çöktü. Ev başlarına yıkılmıştı. Nadide derin uykudan sarsılarak uyanan Emin’e sarılmıştı can havliyle. Ne olduğunu anlayamadan karanlığa savrulmuşlardı. Ortalık sessizleşince duyabildiler birbirlerinin seslerini, iyiydiler, hayattaydılar, zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorlardı. Bulundukları yerde dar bir bölmedeydiler. Nereye savrulduklarını anlamak güçtü. Hareket etmek zordu. Nadide ağlamaya başladı. Emin, Nadide’yi sakinleştirmeye çalışıyordu. Adeta yaşarken mezara konmuş gibiydiler. Karanlık, soğuk, darlık, toprak gitgide daha çok işliyordu bedenlerine. İmdat çığlıkları gitgide sessizleşiyordu bu yerde.
Saatler mi, günler mi geçiyordu, bilemiyorlardı. Çok acıkmış, çok susamışlardı. Arada bir duydukları komşu sesleri yavaş yavaş susmuşlardı. Emin, eli ile etrafı yokluyordu, eline moloz yığınları geliyordu. Eliyle, molozları eşelemeye başladı ve küçük bir şey geldi, ne olduğunu bilmemekle birlikte tam da yakalayamamıştı. Biraz zorladıktan sonra, ne olduğuna bakmak için elini kaldırdı. Küçük bir vazelin kutusuydu. Nadide’nin ve kendisinin su ve yemek ihtiyacını bununla karşılamak zorunda kaldı. Vazelin yiyerek hayata tutunuyorlardı. Emin arada bir toprak da yiyordu. İyice bitkin hale geldiklerinde bir ses duyar gibi oldular. Ümitlendiler.
***
Bir süre sonra enkazdan çıkarıldılar. O bir süre ise dört gündü.
Çıkartıldıklarında ilk baktıkları şey kendilerini kurtaran, kurtarmanın sevincini yaşayan o gözlerdi. Sonra da birbirlerinin gözleriydi. İlk su istediler sonra yemek. Hemen hastaneye kaldırıldılar ve tedavi gördüler. İyileştikten sonra ekipler, onları bir çadıra yerleştireceklerini, bu arada yakılan ateş başında çadır için sıra bekleyen diğer depremzedelerle birlikte çorba içebileceklerini söylediler. Çadır ayarlanırken ateşin etrafındaki diğer depremzedeleri gördüler ve yanlarına sokuldular. Isınmaya başladılar. O sırada bana da bir tas çorba verebilir misiniz, diye seslenen kulaklarının çok iyi tanıdıkları o sese doğru döndüklerinde ev sahibini gördüler. Sofralarındaki tek yemekleri pilavı görmezden gelen ev sahibini gördüler. Evlerim var, gururuyla kurumlanan ev sahibini gördüler. Şu an onlarla aynı yokluğa bürünen, onlarla aynı çadıra sığınacak olan, onlarla aynı bir tas çorbaya ihtiyacı olan ev sahibini gördüler. Karı koca birbirine bakışıp biraz yana kayarak ona da ateş başında bir yer açıp onlar, ev sahibi ve patronuyla beraber çorbalarını içmeye başladılar.
Bu ateş, düştüğü yeri değil her yeri yakmıştı ve şimdi hepsi aynı çorbayı içerek, aynı yaralarla, aynı ateşin başında hep birlikte ısınıyorlardı.
(AYB Balkanlar Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Şubat 2023 Depremi Anısına)