Atpazar Hapisanesi


 01 Ocak 2020



Sonbaharın sonu. Ağırayakkara bulutlar sim- siyah gökte uzun zamankapanmaktan rahat- sız olmuşlardı. Sonra aniden mızmız ufak bir kız çocuğuna benzeyip, ağlayıvermişlerdi.

Soğuk ağır damlalar yarı çıplak ağaçları, yıp- ranmış yaprakları acımadan dövüyor, pence- recamlarına tıkır tıkır vurularak, acı acı süzü- len gözyaşları gibi akıyordu.

Pencereden kimsesiz bahçeyi gözetleyen NKVD bölge yönetim başkanı Paşkov şehtle döndü ve kapıdan iki adım ötede kazık gibi duran Atpazar Hapishanesi başkanı Nikala- yev’e bağırdı:

  • Onu kurşuna dizmek! Kurşuna dizmek, an- ladın mı!
  • Sayın Albay! Nasıl kurşuna dizeyim ?! Sor- gulama başlayacak birazdan..
  • Kız gibi konuşuyorsun. Nasıl kurşuna diz- men gerektiğini bilmiyor musun? Seni kurşu- na dizmeli aslında! Korkak! Hain!

Hapishane başkanının yüzü önce ağardı, sonra sarardı.

  • Biz onun kafasına kılıç indirdik ama kâr et- medi. Onun kafasına kılıç indiren bizim gö- revlinin kendisi yere düştü ve şimdi ölü gibi eli ayağı çalışmıyor. Tutuklunun boynunda

ise hiç bir iz ve kancık bile gözükmüyor. Al- nından vurmakistedik. Kurşun ona geçmiyor: ateş ya almıyor ya da yanlış yere gidiyor... Görevlilerimiz panik oluyor. Onun insan ol- duğuna kuşku duyuyorlar.

Yönetim başkanının yüzü yağmurlu gök gibi hatta ondan da beter somurtlaştı. Pencere yanına gitti, kendini biraz toparlamak için. Sağanak yağmakta olan yağmur sesine biraz kulak tuttu sonra “öf” deyiverdi. Yine de ol- madı, sinirli bir halde odanın o köşesinden bu köşesine gidip gelmeye başladı.

Hapishane müdürü onun hareketlerini sessiz- ce izlerken, o da sohbetin iyi bir şekildesona ermeyeceğini anlamıştı.

Nihayet müdür yürümekten yoruldu.

- Şunu iyi anlamalısın ki, senin şu herifin gibi tüm mahkumlar hapishanenin iç bahçesin- de gece yarısı dolaşacaklar sonrasında da hemen başkaldıracaklar ve toptan kaçacak- lardır.. O zaman biz seninle kucaklaşarak travers üzerinde Magadan veya Kalım’a gi- deceğiz.

Paşkov’un kızgın bir halde “açık ve net” ko- nuşması Nikolayev’i tümüyle şaşırmıştı. O hapishane kapılarını geniş açarak, iç tertip kaidelerini sürekli bozup,tüm nezaretçi ve bekçilerin yüreğine korku ve endişe veren İşan’ı değil, kendi canını koruması gerektiği- ni düşünüyordu.

Paşkov konuşmasına devam etti. Bu söylenen- ler Nikolayev’in kulakları altında yaz gökünde gümbürdeyen şimşek gibi yankı veriyor,titre- tiyordu.

- Beni iyi dinle! Sana son bir şans veriyorum! O adamını,yani cin mi deyim, şeytanmı de- yim, nasıl yapıyorsan yap onu kaçış hareke- tinde bulunmasını teşvik et! Ve onu istersen hafif makineli tüfekle kurşuna diz! Her han- gi bir bekçi ve görevli silah kullanma hakkın var. Böylece “üçlük”e hüküm çıkartmaya da lüzum kalmayacaktır. Yargılama ve mahkeme işte budur!

Evet, şunu da unutma,bu uygulamayı başa- ramazsan, hiç acımadan seni tekrar sıradan er konumuna indiririm ve bu aptalınyerine de seni hapsederim. O zaman görürüz onun gibi koğuşun kapısını açıp açamayacağını.

Hapishane müdürü bu tahrik edici sözlerin sonucunun neler olabileceğini düşünürken, tüm söylenenleri çok acil bir şekilde ayrın- tılı olarak Paşkov’a aktaran muhbir ve mahfi memuru lanetliyor, yüreğikaç gündür devam etmekte olan ters hisler tufanından hızlı hız- lı çarpıyordu. “Gerçekten de bu Fuzayl İşan dedikleri nasıl birisi acaba? Cin mi şeytan mı yoksa insan mı? İşte hapishanenin bu ağır demir kapıları onun önünde geniş açıldığını kendi gözlerimle kaç defa gördüm ya. “Ku- ran”ın sureleri tüm kilit, kapıları açmaya muk- tedir mi acaba? İnanılacak iş değil. Neyse, İşan’ıyine bizzat kendimsorgulayacağım. Bu işin sırını çözene kadar onu rahat bırakma- yacağım! İşin sonu ne olursa olsun, hapse mi gönderecekler yoksa kurşuna mı dizecekler benim için hiç fark etmez. Kapıları “geniş” geniş açan bu gücün ne olduğunu bilmem lazım, vesselam!”.

Hapishane müdürü aynı insana karşı içten say- gı duymakta olduğunu hissediyor, ama düşün- dükleriniitiraf etmekten merak ediyordu.

Öğleden sonra görevliler elleri prangaya vu-rulmuş İşan’ı hapishane müdürünün odasına


 

götürdüler. Nikolayev yerinden kalkıp onu karşıladı, sıcakça selamlaştı, odanın köşesin- de bulunan tek sandalyeye oturmayı buyur- du.

İşan eline vurulmuş zincirleri şakırdatarak, belirtilen yere gidip oturdu.Görevliler odayı terk ettiler.

Müdür, yetmiş yaşına merdiven dayayan bu yaşlı adamı bir süre iç saygıyla gözetti. Ko- caman kameti, geniş omuzları, nurlu yüzü, bembeyaz sakalı – İşan tahkirlenmiş, hapse alınmış kimseye hiç benzemiyor, yüz ifadesi ve her hareketi kendine güvendiğini gösteri- yordu .

“Ya siz gafil bendeler, benim cismim hapiste olsa da, ruhum serbesttir. Cismimi hapsetti- niz, ama serbest ruhumu hiç bir zaman hap- sedemezsiniz!”.

Nikolayev onun kafasından geçmekte olan fikirleri anlamış gibi ona daha ciddi baktı. Onun hapishaneye ilk getirildiği andaki kı- yafetini hatırladı. Boz renk sarık, ciğer renk çuhadan yapılmış hafif kaftan, elinde safran tesbih, berrak düşünceye dalmış hazin göz- ler. Şimdi ise üzerinde hapishanenin siyah gi- yimleri, başında yıpranmış şapka, ama yüzü aynı – nurlu, kendisi haşmetli.

O sırada müdür ve tutuklu – cellat hem de kurbanla göz göze geldi. Nikolayev hemen ayılmış gibi gözlerini kapatıp açtı. Bir daha göz göze geldiler. Tutuklunun koyu gözleri sakin ve mağrur bakıyor, aynı bakış mutlak galibin bakışlarına benziyor, cellat ise mavi gözlerini gizlemek zorunda kalıyordu.

Bu bakışmalar bir kaç saniye daha devam etti. Sonra müdür tüm iradesini kullanarak kendini toparladı ve şöyle dedi:

  • İşan hazretleri! Ben şimdi yönetim odasın- dan geliyorum, orada siz muhteremzatın ka- deriniz hakkında konuştuk... Bu sizi ilgilendi- rir mi?..

Nikolayev İşan’ın saygısını yerine koyup saf özbekçe açık açık konuşuyordu. Mebus, kar- şısındakinin basit bir cellat olmadığını çok bil- gili, tecrübeli adamın biri olduğunu hemen

anladı. Onun ne demek olduğunu anlayınca hemen cevap verdi:

  • İlgilendirir elbette! Ama ben herkes gibi aciz bendeyim. Kaderim ancak Allah’ın hükmündedir.

Cevap, kendini Allahsızların kavminden sa- yan, ama gönlünde bir şeyler oluşmaktaolan kimsenin o kadar hoşuna gitmedi. O, me- buslarla konuşmayı pek de sevmiyordu, ama istisna olarak bazılarını bizzat kendisi sorgu- luyordu. Yani çok sakıncalı sayılanlarla konu- şuyordu. Fuzayl İşan da halk arasında büyük nüfuza sahip, söylediklerine göre o suyu ters akıtabilir, nefesi ölüm yatağında yatan has- taları ayağa kaldırır, huzuruna zincirli olarak getirilen deliler bir kaç günlük ruhi mualece- lerden sonra koyun gibi sakin olurlarmış.

Nikolayev bunları düşünerek, sohbeti devam ettirdi.

  • Size aksilinkilabi grup rehberi hem de Sov- yetlere karşı teşvik etme suçu konduğundan haberiniz var. Bunlardandolayı nasıl bir ceza verileceğini de iyi biliyorsunuz tabi.

Fuzayl işan karşısındaki adam kalbinde biraz şefkat hissi bulunan birine benzediğini anla- mış gibi oldu. Ama duyduklarındaki soğukluk, kabahat onun tenini biraz dondurmaktaydı. Ayrıca oda da çok serindi.

  • Ölümden haberim var, ama aksilinkilabî grup hem de şuraya karşı teşvik etmenin ne olduğunu bilmiyorum! Böyle işlere burnumu soktuğum yok. Ben – bendeyi aciz yurdum, gönüllerin rahatlığı için hizmet edecek kim- seyim, ancak. Zavallı tüller, yetim çocuklara dert yanıyorum, başka suçum yoktur!

Hapishane müdürü karşısındaki insanın suç- suz olduğunu, onun halk arasındaki büyük değeri, istenildiği an toplumu ardından sü- rükleyebilecek tehlikesinin var olduğu için de hapsedildiğini iyi biliyordu. Böyleleri çeşitli iftirayla hapsedilir, değersizlendirilir, sonra meşum “troyka” (üçlük) kararıyla kurşunlanır. Halklar dâhisinin “sosyalizm” geliştikçe sınıf çatışmaları daha da kuvvetlenir” dediği “ke- hanet”ine uymak için suçsuzların kanı akar.


 

İşte böylece “Sosyalizm” denen düzen, zorluk vekan dökmeyi kendineslogan yapan düzen olarak gittikçe gelişir.

Konuşanların biri – Nikolayev, yukarıdaki sözleri ifade ettiği tüm amaç ve anlamı, on- ları gerçekleştirme yolları – toplumsal poli- tik terör olduğunu iyi biliyor. Kendisi işte bu emsalsiz baskı katılımcısı sayılıyorsa, ikincisi – Fuzayl İşan aynı iğrenç düzen hem de yö- netim hakkındaki sahte övücü kelimeler ma- hiyetine o kadar önem vermiyorsa da, bu kan dökmelerin tam anlamını iyi anlıyor, kendisi kimin ve neyin kurbanı olduğu hakkında kesin bir görüşe sahip olmaya başlamıştı.

Müdür tutuklunun cevabını dinlerken, onu tekrar gizlicegözetmeye başladı. Allah,Allah, o uçurum yakasında duran, suçlu adama asla benzemiyordu. Ölümden de korkmuyordu galiba...”

İşan’ın bakışları hala rahat, yüzündeise korku ve şaşırma alametleri hiç belli değildi, ancak odanın biraz soğukluğu bedenini donduru- yordu.

Nikolayev, İşan’ı korkutarak bir sonuca ulaş- manın pek de mümkün olmadığını çoktan anlamış, ancak hapishane kapılarını hiç zor- lanmadan açabilmesindeki bu gücün sırrı ne olabilir anlamaya çalışıyordu. “Atpazar Hapishanesi” kelimesini duyan her Buharalı korkudan donar kalır, bedeninde bir titreme oluşur. Hazretimin ise umurunda değil, aldı- rış da vermiyordu.

Savcılık hapishanesi müdürü hem ruhen hem de fiziksel olarak mağlup olduğunu içten içe hissetse de sorgulamayı sonuna kadar devam ettirmeye karar verdi.

  • Tamam İşan hazretleri, sizi suçsuz farz ede- lim... O halde neden hapishanenin iç tertip kaidelerini sürekli kaba bir şekilde bozuyor- sunuz? Gerçi bununla ilgili bir kaç defa uya- rıldınız. Buna rağmen gece yarısı saat 24ten sonra demir kapılarını genişçe açıp, hapisa- neniniç bahçesinde nasılböyle rahat dolaşa- biliyorsunuz?..

Müdürün söyledikleri ciddi boyut almıştı:


 

 


 

  • Doğru söyleyin, bu kapıları nasıl açıyorsu- nuz?Gerçeği söylerseniz suçunuzu hafiflete- cek çareleri arayıp bulacağım...

Cellat ejderha hâline dönüşüp, kendi kurba- nını yutmaya çalışmakta olsa da suçsuz kim- seye zulüm ve tazyik yapmakta olduğu için içten içe üzgündü. Gönlünde birkaç gün önce “pırıl”dayan tereddüt mü yoksa şefkat mı olduğunu bilmiyor,hâlâ güç almamışyarı diri bir varlıktı. Ama yine de işte bu belli bir canlanma ona “Sen bir ejderha değil, bir in- sansın” diye hatırlatıyordu.

İşan sorulara cevap vermeden önce, biraz düşündü. Müdürün söyledikleri kesin renk almışsa da yüreğinde ters hisler acımasızca mücadele ettiği insan ruhiyatını çok iyi bilen İşan’ın dikkatinden kaçmamıştı. O kendisine açık söyleyemediği için çok zorluk çekmekte olduğunu anlayarak ciddi bir sesle konuşma- ya başladı.

-Yavrum, tertip kaidelerini bozmak gibi bir is- teğim yoktur, ama beni tavuk yuvası gibi oda- cığa hapsettikleri için başka çare bulama- dım...Kaza olmuş namazları yerine getirmek istiyordum. Kapıları ben açamıyorum. Allah’a iltica ediyorum ancak. Allah’ın iradesiyle ka- pılar kendiliğinden açılıyor. Namazdan başka amacım olmadıktan sonra kapılarkendiliğin- den açılacak işte. Bunun nedenlerini sizlere yorumlamaya acizim. Benim söylediğim de- ğil, Allah’ın söylediği olacaktır. Günah konu- sunda Sovyetler önünde değil,Allah’ın önün- de günahkarım, ancak...

Odaya derin bir sessizlik hakim olmuştu. İki- side bu sessizlikten istifade ederek, bir süre yine hayal deresinde yüzmeye başlamışlardı. “Ya,gafil bendeler, Buhara’yı Şerif serbestliği ve abatlığı yolunda canını bağışlayan benim gibi kimseyiaksilinkilapçı diye hapsettiler... İşte kendisibulunmayan inkılaba karşımüca- dele edilir mi acaba? İnkılap – bu bür sürü kafa kesenlerin gerçekleştirdiği kan dökme değil, o ilk önce insan kalbinde, şuurunda gerçekleşir. Sonra yürekten yüreğe, gönül- den gönle, yurttan yurda göç eder. Dünyayı alt üst eder. İnkılapbu – birisinin mal varlı- ğını çekip alıp, kendisinikan ağlatmak de-


 

ğil, belki din, itikatların çeşitliği beraberinde dünya ehli kalbinde Allah’ın tenhalığıdır!.. Kaç senedir medrese toprağını yalayıp, kut- sal kitapları okuyup öğrendiğim işte budur: “İnsan ırkı, mezhebi, dünya görüşü açısından fark ediyorsa da onun kalbindeki Allah tektir” – diye düşünüyordu Fuzayl İşan.

Nikolayev işte bu tutukluyu başka hiç kimse- ye benzemediğini itiraf ediyor ve şimdi onun günahlarını hafifleştirmekle değil, kaçınılmaz ölümden nasıl kurtarabileceği hususunda kafa yoruyordu. “Kaçmaya çalışmak pratiği- ni yapıp yapmamak kendisi için hayat veya ölüm sorunudur. Ama o kalbinde yeni filizlen- mekte olan insaf, diyanet gibi düşüncelerle ilgili sorulara nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmeden şaşırıyordu. Olumlucevap – ölümle birlikte ret cevabı – kalbinde oluşmakta olan insancıl duygusunu mahvetmek demektir.

Müdür arasette çıkmazsokaktan çıkmaya yol arıyordu. İnsanın huyu çok ilginçtir ki, şuu- runda itiraf edilen hakikati kabul etmesi için kendi kendisiyle acımasız mücadele etmesi lazım. Çünkü en ağır mücadele – kendi ken- dini yenmesidir. Bu mücadeleyi kazanmayı herkes başaramaz.

O yaklaşık bir saate kadar İşan’a sert ruhi taz- yik yapıp, onun iradesini kıramayınca, artık kendi kendini yenip gönlünde insanî duygu- lara yol açmak istiyordu.

Fuzayl İşan’ın boynuna cellat üç defa kılıç vurdu. Mahkûmuntek bir saçı bile kıpırdama- dı. Üstelik o şaşırmadı bile, feryat da etmedi bilakis ölüme dik bakıp durdu. Kılıç tersine hapishane duvarına çarptı. Cellat güpürde- yip yere düştü, eli ayağı felç olmuş hareket bile ettiremiyordu artık.

Kötü niyetli yetkililer, kendi kurbanlarına çe- şitli çaptaki silahlardan ok atmaya başlamış- lardı. Mahkûm gözlerini bile kapatmıyordu. Ancak dudakları belli belirsiz kıpırdayıp fısıl- dar gibi oluyordu.

Art arda ok sesleri duyuldu ama tutuklu yerin- den kıpırdamıyordu. Kendini usta sanan cel- latların şaşırdıklarından dolayı bayılmalarına az kalmıştı. Daha sonra her üç kurşunun ölüm odası duvarları içerisine girip kaybolduğu öğrenilmişti.

Cellatlar ne kadar sır tutmaya çalışsalar da herkesi çok şaşıran işte bu olayın tafsilatı, önce hapishane tutkunlarını, daha sonra tüm Buhara’ya dağılıp milleti yerinden oynatmıştı. Ayni olay Fuzayl İşan’ın mahkumlar ve Bu- hara halkı arasındaki değerini daha göklere yükseltmişti. Ona artık gayet büyük ilahi güç ve salahiyete sahip olan evliya olarak bak- maya başlamışlardı. İşan’ın kapıları kolaylık- la açıp hapishane iç bahçesinde namaz kıl- ması, setretmesi, ihtiraslar ateşine yağ atmış gibi oldu. Sovyet ajanları Fuzayl İşan hapis- haneden kaçarsamilleti başkaldırmaya davet eder diye çok merak etmeye başlamışlardı. Yönetim müdürü Paşkov’un isteri nöbeti hem de “kaçmaya çalışma” planı işte bu merakın sonucuydu.

Şimdi zavallı Nikolayev müdürün menfur kanlı planını kansız, yani daha yumuşakgerçekleştirmek konusunda durmadan kafa yoruyordu. Yavaşlamak, zamanı uzatmak– ölümle eşittir. Diğer bir ifadeyle,bu durum korkaklık, Sovyet kaidelerine ihanet, halk düşmanından yana damgalar vurulmasına neden olabilir. Orası çok belli – “troyka” – “üçlük” kararı – şansın varsa uzak ülkelerde bulunan dehşetli hapis- haneler... Alnın acıysa ölüm odasında göğ- süne, tam yüreğine kurşun yerleştirirler. Ama sen kurşunun hep kenarından geçen Fuzayl İşan değilsin, akılsız kurşun seni mutlaka ara- yıp bulur.

Soru soruya benzemiyordu, buna istinaden odada tekrar bir sessizlik hâkim olmaya baş- ladı, daha doğrusuodanın her iki sakini ken- di hayalleriyle meşguldü.

İşan’ı cismen yok etmekle ilgili düşünceler, nihayetNikolayev’i bir kararavarmaya mec- bur etmişti. Ama o yenildiğini kabul edemi- yor, kendi ikrarını, teberrüzünü imkânı oldu- ğu kadar geriye sürmeye çalışıyordu. Artık o imkan yok sayılıyordu. Şimdi gerilemeye, ge- riye sürmeye fırsat kalmamıştı.

İşan’ın kehanet ettiği inkılap, hapishane mü- dürününyüreğinde oluşmuştu. Bunu,tutuklu onun mavi gözlerinden anlamıştı. Uzun süre devam eden sükûnet, göz göze gelmeler onları böyle düşünmeye sevk etmişti. Bu mavi gözlerde gazap değil, şefkatin belli belirsiz kıvılcımları hissediliyordu. Ancak cellattın yü- reğinde vuku bulan inkılap kanla mı bitecek yoksa iyilikle mi bitecek bu hala belli değildi...

“Aksilinkilapçı” damgasıvurulan günahsız in- sana kılıcın da, kurşunun da kâr etmediğini fark etmesiyle birliktekendisinin haksız oldu- ğunu hissetmeye başlayan Nikolayev’i yerin- den çok oynatmıştı. O İşan’ımuhakkak ölüm- den koruyan ilahi güç – İslam dini, Kuran’ın hayat bağışlayan sureleri olduğunu artık çok iyi anlamış gibiydi. Böyle bir kudretli dini ka- bul etmeye içten içe cüret etmişken, sonra- dan çok hızlı bir şekilde gelişmişolaylar onun doğru karara vardığını gösteriyordu. Ama böyle bir kararı yüreğinin en derin yerinde saklamak istiyordu.

Başka türlüolması da mümkündeğildi, şayet uzaktakiler, onun gönlünde filizlenmekte olan bu iyilikten haberdar olurlarsa başını kavun gibi kesip atmaları kesindir!

O gün, gece yarısından sonra gerçekleşmesi planlan “kaçış” olayını Paşkov ve kendisinden başka kimse bilmiyordu. Zira bu olay, adeta çok gizli tutulması gerekenbir sır gibi herkes- ten saklanmıştı. . Ama iki kişinin bildiğisır hiç bir zaman sır olarak kalmaz!

Şimdi nasıl biteceği belli olmayan hareket hakkında İşan’a açık olmazsa da bazı işaret- lerle belli etmesi lazım. Müdürün yeni uyan- makta olan vicdanı, günahsız ve hiçbir şey- den haberi olmayan bu insanı mutlak ölüme göndermeye izin vermiyordu. Tutuklunun neler yapmakta olduğunu ve onun sonuçları hakkında hiç olmazsa bir tasavvura sahip ol- ması gerekiyordu.

Atpazar hapishanesinden kaçmak demek – bu pek nispî düşünce, yüksek, üst kısmında dikenli teller bulunan duvar, yüksek elektrik kuvvet ayarlanmış telli ağlar, hayat için çok tehlikeli birkaç engeller ve her yerde bulu- nan bekçiler. Onlar önce hapishane kaçkı- nını uyaracaklar, sonra göğe doğru kurşun atacaklar, sonra hiç düşünmeden kurşunla- yacaklardır. Hizmet desturu bu kaideyi sözsüz yerine getirilmesini icap eder. Başka hiç bir itiraza yer yoktur!

Nikolayev’in aklından “Umarım, İşan’a kurşun değmez, Allah onu korusun.” Sözleri geçer- ken gönlünde hala ufacık bir ümit vardı, ama birkaç defa İşan’a değmeyen kurşun bu defa değerse ne olacaktı?

Kurşun deli, nereye uçmayı, kime değme- yi, kimi mahvetmeyi bilmiyor... Onun iradesi tetiği basanın elinde, tetiği basan ise kaçış gerçekleştiğinde kurşunlamaya mecbur. Aksi halde Askeri Mahkemesinin cırnağınayaka- lanması kesin.

Bunları düşünmekte olan hapishane müdü- rü tutukluyuşimdi uyarmazsa, sonrasında bu durum onun içindeömür boyu bir ukde bıra- kacağını anladı. Tutukluya değildemir ızgara camlarına perişan bir bakış atıp konuşmaya başladı:

  • Şu anki görevim gereği size herhangi bir söz söylemeye hakkım yoktur, ama insanlık yönünden sizin suçsuz olduğunuzu bildiğim için susamıyorum. Beni doğru bir şekilde anlayacaksınız diye düşünüyorum. Askeri ni- zam, kanun kaideler, desturlara eli ve ayağı bağlanmış çaresiz, imkânsız, aciz bir bende- yim... Zannediyorum ki, zamanı gelince kim suçlu, kim suçsuz, kim haklı kim haksız belli olacaktır.

Söylediklerimi kulağınızı dört açıp dinleyin ve unutmayın. Gece yarısı saat on ikiye doğru, bir kaza olmuş namazlarınızı kıldıktan sonra tecritte değil, çıkış kapısına doğru yürüyün, sizin karşınızda açılmayacak kapı bulunmadı- ğını kendim birkaç defa şahitolmuştum. Emi- nim ki, bu defa da böyle olacaktır! Ancak rica ediyorum ki dikkatli olun, görevliler sizi uyar- madan kurşunlayabilirler. İşte bu deli dünya- da işler bazen böyle, bazen şöyle olacak ya! Allah’a ısmarladık. Sizinle dışarıda karşılaşıp sohbet etmeyi de çok çok istiyorum...

İki silahlı görevlieşliğinde çok dar tecritte dö- nen Fuzayl İşan’ın beyni çok hızlı çalışmaya başladı. “Ya Allah, bana serbestliği mi nasip ediyorsun? Kerametini seviyim!..”

Sorgulamadan sonra gece yarısına kadar uzayan konuşma tutukluya göre birkaç sene gibi gelmişti.

Nihayet o yine hiçbir engelsiz hapishanenin iç bahçesine çıktı, tüm kapılar sonuna kadar açık, nezaretçiler gafletteydiler. Ancak Niko- layev çok sinirlenerek kendi odasındaoradan buraya yürümekte, tutuklun hapishane kapı- sından sağ salim çıkmasını ümit ederek gön- lünde bir şeyleri fısıldamaktaydı.

...Fuzayl İşan kaza olmuş namazlarını kıldık- tan sonra, biraz hafiflemiş gibi oldu. O kaç- maya karar verenbazı kimseler gibi heyecan- lı değildi bilakis çok rahattı,şuuru, ona adeta belli bir sakinleştirici, parlak bir nur bağış- lamaktaydı. “Sana şükürler olsun Allah’ım! Şimdi kerametinle bu imrendirici ve müthiş hapishaneden kurtulacağım!”.

O gönlünde hayat bağışlayan sureleri tekrar- layarak kapıyadoğru yürüdü. Aradakimesafe yüz adım kadar azdı. Tabiri caizse, bu ha- yat-serbestlik-ölüm arasındaki en kısa ve en uzak yoldu.

Tutuklu, serbestliğe doğru yavaş yavaş adım atarken, onu kimse görmemiş, kimse durdur- mamıştı.Nikolayev’in kendi odasından kalkıp onun her adımını titreyerekgözetmekte oldu- ğunu kaçmayakarar veren kimsebilmiyordu. O çok rahat bir halde adım atıyor olsa da, kendi adım seslerini net duymaktaydı.

Böyle yorucu dakikalarda sanki çok adım atı- lacaktır.

Kapıya yaklaşık yirmiadım kaldığı zamangö- revliler onun gittikçe kapıya yaklaştığını fark etmişlerdi. Tüfeklerin şıkırdamasının ardın- dan tehdit sözleri duyuldu:

- Kimsin?!Dur, kurşunlayacağım yoksa!!!

O, ise cevap vermedi, kapıya doğru yürüme- ye devam etti.

Görevliler başka söz söylemdiler. Ardım sıra kurşun sesleri duyuldu. Bu dehşetli güç İşan’ı geriye silkeleyerek, göğsününiki yerine ateşli bir ağrı oluşturmuştu. Tutuklu yeterince güç- lü biri olacak ki yere düşmedi. Tüm iradesini toplayıp ayılmışgibi bocalayarak iki üç adım ileri yürüdü.

Tam o sırada hapishanenin iki kanatlı ağır demir kapısı ses çıkartarak genişçe açılıverdi.

Buna çok şaşırangörevliler ise tutukluyu unu- tup kapıyı kapatmak için koşuştular.

Tutuklu İşan, tekrarsallana sallana iki üç adım attı ve sonunda tüm gövdesiyle öne doğru gümbürdeyerek yere düştü. O tüm gücünü toplayıp, yine öne atıldı, ağzından köpükle karışık sıcak kan akmaya başladı.

  • Ben tutukludeğilim! Ben serbesttim, serbest olarak öleceğim!.. – Sözleriyle horulduyordu İşan. Son nefesi alırken birden ayılıverdi, gö- zünün önüne 1920 yılında Bolşevikler baskı- nı sırasında, ateş içinde yanan Buhara geldi hem de aynı baskın sırasında bomba patla- masından dolayı vefateden babasının sevim- li, nurlu yüzü beliriverdi.
  • Beni affet kıblegahım, senin pak adına mü- nasip olmaya çalıştım!..

Kurşun sesini duyunca hapishane emniyeti, bekçiliğinden sorumlunöbetçi, bölüm görev- lileri hemen yetişti ve olay yerini donattılar.

Görev icabı hapishane müdürü de fevkalade hızlı bir şekilde olayınvuku bulduğu yere acil gelmesi gerekiyordu.. Ama pencereden olayı bizzat izleyen Nikolayev böyle yapmadı. O ar- tık kesinbir karara gelmişolduğundan dolayı buna lüzum yoktu.

Nikolayev masanın çekmecesinden kağıt ve kalem alarak beş satırdan oluşan şöyle bir mektup yazdı:

“Beni bilen, dost sanan iş arkadaşlarım, el- veda! Benim izlediğim yol seraba dönüştü. Benim inandığım gayeler boş, amaca ermek için gidilen bu yolların kan dökme yollarına dönüşmesine artık tahammül edemiyorum. Gönlümde hatta kendimden de gizlediğim sırrı açmaya mecburum. Ben yağmalamakta, mahvetmekte olduğumuz yurt fedakarlarının metin iradesine şaşırdım. İslam nuru – siyah olmakta olan ruhumu aydınlattı, Müslüman- lığı kabul ettim! Şimdi elhamdülillah Müslü- manım! Nikolayev koltuğa dalgın bir halde çöktü, biraz tereddütettikten sonra tabanca- sını kılıfından çıkartıp, okluktaki okları sayıp, tekrar yerineyerleştirdi de silahısağ çenesine dayadı. Metalinsoğukluğunu hissetmekle bir- likte tetiği bastı...

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 157. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 157. Sayı