Ayaz İshaki Eserlerinde Güncel Sorunlar


 01 Temmuz 2023


Ayaz İshaki edebiyat meydanına 20. yüzyılın tamamlandığı ve Tatar dünyasında, millî edebiyatta önemli değişikliklerin beklendiği bir dönemde geldi ve ilk eserlerinden itibaren millet kaderini gündeme getiren realist (gerçekçi) yazar olarak bilindi. Örneğin, ilk eseri sayılan Tegallĕmde Segadet (Talimde Saadet veya İlim Öğrenmekte Rahat Hayat, 1896-1898) hikâyesine genç İshaki kendi pratik faaliyetlerini ve isteklerini yansıtır. Bu eserin yazıldığı dönemde Hüseyniye medresesine yeni usulle eğitim veren edip, yaptıklarını edebi eserlerinin aracılığıyla da yaymaya ve tanıtmaya çalışır. Millete sahip çıkma isteğini uyandırma niyetiyle yazılan Kelepüşçĕ Kız (Kelepuşçu Kız, 1898-1900) ve Bay Uglı (Zengin Oğlu, 1899-1903) eserlerinde de “Genç kuşak nasıl eğitilmeli” gibi en önemli sorunlardan birisi gündeme getirilmektedir. Bu eserlerde ayrıca ailede verilen eğitimin önemi de vurgulanmakta olup kahramanlar Kamer ile Kerim’in cahil bir ortamda yetişip ailede yeterli eğitim alamama sonucu feci kadere sahip olmaları anlatılmaktadır.

1904 yılında edibin tüm Tatar âlemini sarsan ve Tatar milletinin kaderi, geleceği gibi ciddi sorunları gündeme getiren İki Yöz Yıldan Soñ İnkıyraz (İki Yüzyıldan Sonra İnkıraz) adlı eseri yayınlanır. Bu eser, 20. yüzyıl Tatar edebiyatı, millî fikir gelişimi ve millî bağımsızlık için başlatılan mücadeleyi yayma açısından da büyük önem taşır. Tatar bilim adamı Mansur Hasanov bu hususta “20. yüzyıl başı Tatar yazarlarının çoğu edebiyat meydanına “İnkıraz” arabasında geldiler.”1 diye yazar. Eser, Tatarları asırlarca süregelen müstemlekeci uykudan uyandırma, aktif faaliyete geçirme, siyaset âlemine götürme ve Tatar asillerini millî bağımsızlık için bir araya getirme işinde büyük etken oldu. Ayaz İshaki inkıraza götüren sebeplerin en önemlisi olarak Tatar Türklerinin Rus tahtı esirliğinde olup, millî şuurunu, millî özünü korumak için hiçbir çaba harcamadıklarını göstermekte ve bu olaydan halka maddî destek vermeyen zenginleri, eski görüşlü din adamlarını, imamları sorumlu tutmaktadır. Yazara göre inkıraza götüren ikinci sebep ise eğitim sistemindeki eksikler, eğitim ve kültür anlamında öne çıkan halkların bu sistemde erdikleri kazançları örnek almamak ve genç kuşağa doğru bir eğitim vermemektir. Ayrıca, millete hizmet edecek gençler fakir olmaları nedeniyle güçlerini günlük ihtiyaçlarını karşılamak için, zenginler ise milletin ihtiyacını karşılayabilecek paralarını kendi menfaatlerine ve anlamsız eğlencelere harcamaktadırlar. Sonuçta, Tatar Türkleri hayatı tarafsızlık ve tasasızlık içinde, kendi istikbalini düşünmeden sürdürmektedirler. Ayaz İshaki bu eserinde Tatarların geleceğini koyu ve feci renklerle tasvir ederek, milletini inkıraza yenilmemek için bir araya gelip el ele millî bağımsızlık için mücadele etmeye çağırır. Bunun için her şeyden önce millî eğitim sistemi yeniden kurulmalı ve eski tip okulların yerine çağdaş okullar çoğalmalıdır. En önemlisi, Tatar gençlerinin eğitim konusunda ilerleyen Rus okullarında eğitim görüp çeşitli meslekler edinip kollarını sıvazlayıp okullarda aldıkları bilgileri öz halkına hizmet etmek için kullanması gerekir. Ayaz İshaki’ye göre inkırazı önleme çareleri, başka halkların kazançlarından yararlanarak Tatar milletini maddî yönden daha bir kuvvetli duruma getirmek, ana dili Tatar Türkçesini korumak, edebiyatını, sanatını ve medeniyetini geliştirmektir. Bu açıdan edip millî edebiyata da büyük umutlar bağlamaktadır. Gerçekten de bu eser, Tatar Türklerinin millî şuurunu uyandırıp 1905-1907’li yıllar inkılabı için Tatar milletinde iyi bir zemin oluşturdu. Tatarların büyük şairi Abdullah Tukay Kĕm Ul? (Kim O?) adlı şiirinde İki Yüzyıldan Sonra İnkıraz eseri etkisinde Ayaz İshaki’yi şöyle değerlendirir: “O, milletimizi uyandıran, yükselten adam; O, bizi dilli eden, karanlıktan aydınlığa çıkaran adam; O, inkırazın, yok olmanın ne olduğunu anlatan adam; O, düşmanlarımızın kimler olduğunu açıklayan adam; O, bizim için zorlukları aşan, bizi bir güldüren, bir ağlatan adam” (). Ayaz İshaki tarafından gösterilen inkıraz nedenlerinin çoğu Tatar milleti için bugün de güncelliğini korumakta ve bizleri birçok konuda uyarmaya devam etmektedir.

Ayaz İshaki 1906-1907 yıllarında yazılan Mögallim (Muallim) ve 1908 yılında yazılmaya başlayan Tartışuv (Tartışma) adlı sahne eserlerinde 1905-1907 yıllarında gerçekleşen inkılap etkisinde kalan Tatar gençlerinin düşünce, istek ve faaliyetlerini açıkça gözlerin önüne sermektedir. Bu eserlerin kahramanları halka hizmet etme yolunu seçip halkı bağımsızlığa kavuşturmak için neler yapılabileceğini düşünür ve bu yolda belli bir faaliyete geçerler.

1909 yılında İshaki Türkiye’ye gelir ve İstanbul’da yazdığı Tormış mı Bu? (Hayat mı Bu?) adlı eserini yazmaya başlar. Bu esere temel olarak insanlık tarihinde en önemli sorunlardan sayılan “Bir insanın yaşam amacı ve anlamı” sorunu alınmış olup yazar tarafından belli bir tarihî ve millî temelde izlenir. İshaki bu konuyu da 20. yüzyılın başında Tatar dünyasında millî uyanış ve bağımsızlık hareketinin kuvvetlendiği şartlarda, onlarla bağlantılı olarak anlatır. Yazar, çocukluktan düzenli ve iyi bir eğitim göremeyen kahramanın dünya görüşünün makul olamadığını, hayattan olan beklentilerinin de belirgin olmayıp idealsiz, mesleksiz ve renksiz bir hayat sürdürmeye mecbur olduğunu göstermekte ve bundan ders almaya çağırmaktadır. 1910-1912 yıllarda yazılan Mulla Babay (Mulla Dede) romanında da o dönem medreselerde takip edilen maarif ve eğitim sisteminde görünen durgunluk ve şakirtlerin hayatı anlatır.

Ayaz İshaki’nin bütün eserlerinde bir milletin millet olarak kalması ve ilerlemesi için önemli olan şartlardan bahsedilmekte olup Tatarları asırlarca uyuşturup geride bırakan cahillik, toplum içinde yer alan ahlâksızlık, çok eşlilik, yeni kuşağa millî bilinci geliştiren eğitim verilmemesi gibi olumsuzluklar ciddî bir şekilde eleştirilmektedir (Tĕlençĕ Kız (Dilenci Kız), Öç Hatın Bĕrle Tormış (Üç Kadın ile Hayat) vb.).

Ayaz İshaki, Tatar Türklerinin millî bağımsızlığını düşünerek tarihte yaşanan olaylardan ve tarihî şahıslardan da ustaca faydalanır. Örneğin, İstanbul’da kısa bir süre kalmasına rağmen ortaya koyduğu birçok eser içinde önemli yere sahip olan Zöleyha (Züleyha) adlı sahne eserinde yazar, Tatar halkının tarihinde önemli yer alan 16. yüzyılda Korkunç İvan tarafından Kazan Tatarlarını zorla Hıristiyanlaştırma gibi korkunç olayı kaleme alır. Eserde Züleyha adında bir Tatar kadınını kocasından ve üç çocuğundan ayırıp Rus milletinden, Hristiyan dininde olan başka bir erkekle evlendirip zorla Hıristiyan dinine geçirmeye çalışırlar. Fakat en zor şartlarda bile Züleyha kendi dinine, imanına sadık kalmayı başarır.2 Eserde, hayatını sürgünde geçirirken bile ibadetini bırakmayan Züleyha’nın döktüğü gözyaşının her damlasına Allah tarafından yetmiş bin meleğin bin yıllık ibadetinin yazıldığı söylenir. Böylece Züleyha, Millet Anası olarak gösterilir ve millî ruhun, ahlâkın temelini oluşturan imanın koruyucusu ve ailenin direği olarak anlatılır.3 Yazar, Züleyha’nın kaderi örneğinde Tatar halkının yaşadığı feci olayı anlatarak “Züleyha gibi mert ve sağlam ruhlu Millet Anaları varken, bu milletin geleceğinde de umut vardır ve onu asla yok edemezler” demek istiyor. Ayaz İshaki’nin Züleyha adlı dram eseri şüphesiz, Tatar Türklerinin Rusların eline düştükleri günden bu yana üç yüzyıldan fazla zaman içinde dinini ve millî yüzünü koruma yolunda Rus siyasetine karşı gösterdiği eşsiz mücadelesinden tarihî bir manzara olarak değerlendirilebilir.

20. yüzyıl Tatar edebiyatında önde gelen diğer sorunların biri de Tatar kızlarının, Tatar kadınlarının hayat şartları ve eğitim düzeniydi. Ünlü şair Segıyt Remiyev’in Tañ Vakıtı (Tan Vakti) adlı eserinde yer alan Doğ yeniden/Marifetli anneden! gibi dizeler, bu sorunun o zaman için gözde sorunlardan olduğunu açıkça anlatmaktadır. Yazar ve şairlerin düşüncesin göre, bir milletin ilerlemesi için bu milletten olan kızların bilinçli, güzel eğitilmiş ve erkeklerle aynı haklara sahip olmaları şarttır. Ancak bilinçli ve bilgili bir anne milletine ileri görüşlü hayırlı çocuklar yetiştirebilir. Bu yüzden 20. yüzyıl başında Tatar edebiyatında millet kaderi her şeyden önce kadınların kaderi sorunu aracılığıyla çözümlenmeye çalışıldı.

Ayaz İshaki’nin eserlerinde kızlar ve kadınlar ileri görüşlü, becerikli, mert ve hatta bazı durumlarda erkeklerden daha aktif daha cesur olarak tasvir edilir (İkĕ Gaşıyk (İki Âşık), Mögallime (Muallime), Ostazbike (Ustazbike), Zöleyha (Züleyha) vb.). Aslında bu konu, 20. yüzyıl Tatar edebiyatında yeni bir konu değildi. Asırlarca merhametsiz bir şekilde ezilmiş olsalar da şahsi özgürlükleri için can atan Tatar kızları 19. yüzyıl Tatar yazar ve şairlerinin de dikkatini çekmişti. Fark şu ki 19. yüzyılda kızların zor, feci kaderi cahillik ve fakirlikle anlatıldıysa, artık 20. yüzyıl yazarları zor durumda, hayatın dibinde kalan kızları bozuk ahlâka sahip olan toplumun kurbanları olarak göstermeye ve kızların kaderini millet kaderine bağlayarak izlemeye çalıştılar. Örneğin, Ayaz İshaki’nin Kelepuşçu Kız adlı eserinde Kamer, toplumda yer alan ahlaksızlığın kurbanı olup feci bir şekilde hayatını yitiren Tatar kızı olarak gösteriliyorsa, Dilenci Kız romanında ise kendisini fuhuş hanede bulan Saadet, sonuçta hayatın hazırladığı bütün zorluklara göğüs gerip onları aşarak insanlık sıfatlarını da kaybetmeyip hayatını düzene sokar ve güzel bir eğitim alarak milletine hizmet etmeye başlar. Böylece uzun yıllar ıstırap çeken dilenci kız, Mansur gibi millet aydınları sayesinde mutluluğa erer ve bu mutluluğu her şeyden önce milletine, halkına yararlı olmakta görür. Bu eserinde yazar, bir insanın yaptığı amelleri, günahları için sorumlu olduğunu ve bunlar için mutlaka bir gün ceza çekeceği hususunda da mesaj verir. Bu cezanın eserde vicdan azabı olarak anlatılması da büyük önem taşır.

Ayaz İshaki’nin Muallime adlı eserinde ise halka hizmet etme yolunu seçen muallimler Abdullah ve Fatma, Sibirya’daki bir şehre giderek oradaki Türkleri eğitirler ve bu alanda büyük başarılara ulaşırlar. Fakat onların bu hizmeti verirken aile mutluluğundan vazgeçmeleri artık farklı bir sorun olarak ortaya çıkar.

Kötü kadere boyun eğmek zorunda kalabilecek kızlara doğru yolu gösteren, onları eğitmeyi amaç eden ulu canlı, şefkatli kadın kahramana Ayaz İshaki’nin Ostazbike (Ustazbike) adlı eserinde de rastlanır. Tatar Türkleri en eski dönemlerden itibaren eğitim ve bilgi yolunu takip eden aydın bir millet olarak tanınır. İslam dinini en erken dönemde ve Türk boyları arasında ilk olarak kabul eden, o zamanlar İdil boyu Bulgar Türkleri olarak tanılan Tatar Türlerinin her köyünde, her kasabasında mutlaka cami karşında medreseler de olup bu medreselerde erkek çocuklara molla (imam) ders vermiştir. Kız çocuklarının eğitimini ise mollanın eşi ustazbike üstlenmiştir. Ayaz İshaki işte bu eserinde öyle bir fedakâr can olan Sagıyde ustazbikeden söz eder. Millete erkek çocuklarını eğiterek yararlı olan on iki yıllık kocası Vahit hazret ile çok güzel geçinseler de onlar evlât sahibi olamamışlardır. Bu da Sagıyde Ustazbike’ye göre kocasının soysuz, cami mihrabının sahipsiz, kendilerinin de arkalarından dua okuyan kimsesiz kalmaları anlamına gelir. Ustazbike bir ailenin çocuksuz, vârissiz kalmasını çok büyük bir eksiklik olarak algılar ve sonuçta gönlünü peygamberler örneğiyle avutarak, kendisi görücü olup kocasına ikinci eş alır. Böylece, evi çocukların sesiyle neşelenir, eşinin soyu da devam etmiş olup Sagıyde Ustazbike huzur bulur. Ayaz İshaki “Vahid karısının bu kahramanlığı karşında Padişah gibi azametine sığınmak için, çabucak karşına gelip gönlünden onun önünde diz çöktü” diye yazar.4 Ayaz İshaki Sagıyde karakterinde Tatar kadınlarına özgü sabırlı, kararlı olma, en zor durumda bile kendinden fazla yakınını düşünme, bir kez seçtiğin ideallere hayatınca sadık kalma ve bu ideallere fedakârca hizmet etme gibi en güzel sıfatları bir araya getirmiştir.

Ayaz İshaki Tatar kadınlarını özgür, kendi hayatlarına sahip çıkacak kadar bilinçli, güzel eğitilmiş asil kadınlar olarak görmek istemiş ve kadınların erkekler ile aynı haklara sahip olmamasını, inkıraza götüren sebeplerin biri olarak göstermiştir. Yazarın idealindeki kadın, kocasına sadık bir eş, çocuklarına şefkatli bir anne olmakla birlikte sadece bugününü düşünmeyip fikrini ve aklını daha geniş ufuklara açarak milletinin yarınını da güden, hayatın hazırladığı zorluklara yenik düşmeyen sağlam ruha ve irade gücüne sahip olan bir kadındır. Zaten Ayaz İshaki’nin Ustazbike, Muallime, Dilenci kız gibi eserlerinin merkezinde halkın menfaatlerine hizmet etme hayaliyle tutuşan bu tip kadın kahramanları görmek mümkündür. Yazara göre, kadınlara saygı göstermeyen, onları şahıs olarak tanımayan, onların bilincini ve iç dünyasını geliştirmek için iyi şartlar hazırlayamayan bir milletin istikbali umutsuzdur. İshaki bu hususta şöyle yazar: “Her milletin yarısı kadınlar, her milletin ruhunu koruyan kadınlar, her milletin dilini, telaffuzunu, şivesini koruyan kadınlar, yarın anne olacak kızları ve baba olacak erkekleri koruyan da kadınlardır…”

İlk eserlerinde insanın mutluluğunu aile hayatına bağlı olarak izleyen yazar, sonraki yıllarda yazılan eserlerinde de bu konuyu işlemeye devam eder. Fakat artık başka bir açıdan, başka bir amacı öne sürerek. Daha 20. yüzyıl başında Ayaz İshaki Tatar Türklerinin Rus milleti içinde eritilme ihtimalini düşünmüş ve gelecek kuşakları uyarmaya çalışmıştı. Onun Ul Elĕ Öylenmegen İdĕ (O Henüz Evlenmemişti) hikâyesi, Tatar edebiyatında bu sorunu yansıtan ilk eser oldu. Yazar bu hikâyesinde bir Tatar gencin Rus milletinden olan bir bayan ile hayatını birleştirdiğinde ne gibi sonuçlara katlanmak zorunda kaldığını en iyi şekilde anlatır. Aslında O Henüz Evlenmemişti hikâyesi 1916 yılında, Tatarların Tatar ruhlu olup hayatlarını doya doya Tatar olarak yaşadıkları bir zamanda yazılmıştır. Genç ve sağlıklı Tatar genci Şemseddin öz milletinden, İslam dininden olan bir kız ile evlenip milletine ve dinine hayırlı olacak, İstanbul’da eğitim alacak evlatlar yetiştirme hayali peşindedir. Gerçekte ise o henüz evlenmemiş olsa da artık hayatını güzel, nazik fakat başka milletten, başka dinden olan Rus kadın Anna ile harcamakta ve evlilik dışı doğan kızları da babalarından gizli de olsa artık kiliseye götürülüp vaftiz edilip Hıristiyan dini kanunlarına göre yetiştirilmektedir. Aslında bu eser boş yere yazılmamıştır. 20. yüzyıl başında birçok asil Tatar genci okumayan, eğitim görmeyen Tatar kızlarını kendilerine yakıştıramayıp Rus, Polonyalı ve Yahudi kızları ile aile kurmaya başlar.5 Milletin geleceği için endişelenen Ayaz İshaki, korkunç sonuçlara getirebilecek bu durumdan çıkış yolunu Tatar kızlarına da erkek çocuklarıyla beraber eğitim vermekte görmektedir. Aynı zamanda yazar O Henüz Evlenmemişti hikâyesi örneğinde 20. yüzyıl başında Tatar milletinden olan birinin yeniliğe, ilime açık olmasının onun millî duygularına, kendisini Müslüman olarak tanımasına ve millî kimliğiyle yaşamaya devam etmesine bir engel olmadığını da göstermekte. Fakat Tatar milletinden olan bir insanın başka bir millî muhitte millî özünden ve hayat tarzından uzaklaşması ve Şemseddin gibi gerçek hayatta aile, çocuk yetiştirme gibi bir millet için büyük önem taşıyan sorunlarda tarafsız, kaygısız kalması Ayaz İshaki düşüncesine göre, milletin istikbalini kökten kurutabilir. Gerçekten de, sonuçların ne kadar ciddî olduğunu Tatar Türklerinin Sovyet döneminde yaşadığı hayatı açıkça gösterdi; Ruslar ile oluşan karışık nikâhlarda Ruslar değil, Tatarlar yenik düştü. Annesi veya babası Rus milletinden olan ve Rus dilinde, Rus kültürü kanunlarına göre yetiştirilen çocukların çoğu ne yazık ki öz Tatar milletinden, millî kimliğinden uzaklaştı. Bu olay bir nevi bugün de devam etmekte ve böyle giderse, gelecekte Tatar milletini inkıraza götüren sorunların önde geleni olabilir.

Ayaz İshaki millî düşüncelerini yayma ve geliştirme işini 1918 yılında Rusya’da gerçekleşen devrimler sonrası Sovyet siyaseti kabul etmeyince yurt dışına çekip gittiği yıllarda da Uzak Doğu, Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de aktif bir şekilde devam eder. 1923 yılında yazdığı Köz (Güz) adlı eserinde edip, pahası biçilemez bir sonuca varır: Bir milletin yarını olan çocukların millî ruhlu olup yetişmeleri için onların millî muhitte yaşamaları şart. Eğer O Henüz Evlenmemişti adlı eserinde Tatarların Rus milleti içinde eritilmesi onların Rus milletinden olan biri ile evlenmesi sonucu olarak gösteriliyorsa, Güz adlı eserinde Ruslaşma nedeni birçok Tatar Türkünün artık kendi millî özünden uzaklaşarak kendilerinde Rusların hayat tarzı ve kültürüne karşı koyacak irade gücü bulamamasıyla anlatılmaktadır. Eserin ana fikri, iki Tatar kadının kaderi üzerinden verilir. Gülsüm adlı kadın, Rus muhitinde yetiştiğinden dolayı kendisini “İsa Peygamberin doğum gününü bayram etmeden Kurban bayramını kutlayan “garip bir Rus” olarak kabul eder. Onun hayatı da millî muhitten uzaklaşma sonucu olarak anlamsız ve mutsuz yaşanmaktadır. Gülsüm’ün sadece bugünü değil, yarını ve çocuklarının istikbali de karanlık ve umutsuzluk içinde. Nefise adında diğer Tatar bayan ise kendisini Tatar milletinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettiği ve öz milletine, öz dinine sadık kaldığı, çocuklarını da bu değerler içinde yetiştirdiği için hayatta kendi yerini bulan mutlu bir kadındır. Yazarın Güz adlı uzun hikâyesinde yer alan devrim öncesi Tatar mirzaları arasında yaygın olan Ruslaşma olayı hususunda olan düşünceler, Tatar Türkleri için Sovyet döneminden bugüne kadar güncelliğini kaybetmiyor. Fark sadece şu ki 20. yüzyıl başında kendi milletine soğuk bakarak millî kazançlarından vazgeçen ve her attığı adımında Rus kültürüne ayak uyduran tabaka asil mirzalar olsa, Sovyet döneminde artık bu gibi toplumda cariyen eden “hastalık”, halkın tüm tabakalarına yayılmış durumdaydı.6 Sovyetler yıkılınca millî kimliğinin bilincine varan Tatar Türkleri bu durumun Ruslarla karışık nikâh yapmaktan daha tehlikeli bir durum olduğunun farkına vardı gibi artık.

1922 yılında yazılan Öyge Taba (Eve Doğru) adlı eserinde ise Ayaz İshaki Rus çarına hizmette bulunmaya yemin eden Tatar subay Mirhaydar Timergaliyev’in kaderi ve dünya görüşü örneğinde Rusya’da İç Savaş sırasında ve onun etkisinde ortaya çıkan değişikliklerden söz eder. Yazar gerçekçi bir üslupla Rusların kendi milletinden olmayanlara –özellikle de Müslümanlara- eziyet etmelerini anlatmakla beraber, bütün Türk boylarına bir araya gelip bir millet olarak yaşamaları için çağrıda bulunur. Ancak bir araya gelmeleri Türkleri bir millet olarak yaşatacak ve güçlendirecektir. Eserin kahramanı Mirhaydar Timergaliyev bu düşünceyi hayata geçirmek için ömrünü feda eden milletsever kahramanlardan biri olarak anlatılır.

Ayaz İshaki birçok eserinde Tatar Türklerinin Ruslar tarafından işgal edildikleri günden 20. yüzyılın birinci çeyreğine kadar bu halkla kaynaşıp yaşamaktan elde ettiği hem iyi hem kötü sonuçları başka hiçbir yazarın başaramadığı kadar gerçekçi, öngören ve uyarıcı bir kalemle yazmayı başarmış ve Tatarları bu feci olaylardan ders almaya çağırmıştır. Ayaz İshaki gurbette Tatar milletini yaşatma ve güçlendirme amacına hizmet eden çeşitli faaliyetler yaparken halkın şanlı geçmişine de büyük özen gösterdi. Çünkü onun için Tatarların bugünü ve yarını geçmişten ayrı asla izlenilemezdi. Bu açıdan 1944-1947’li yıllarda İstanbul’da yazılan Olug Möhemmet (Ulu Muhammed) adlı sahne eserinin kahramanları, Türkleri bir araya getiren ve düşmanlara karşı koyabilen kuvvetli bir devleti nasıl ve ne gibi temelde kurabileceklerini düşünürler. Kazan Hanlığına temel atan Muhammed Han zeki, âdil ve gelecekte cariyen edecek vakaları gönül gözüyle görebilen ileri görüşlü bir yönetici olarak gösterilir. Bu dram eserinde yazar İdil boyu Bulgar devleti, Altın Orda ve Kazan Hanlığı gibi dünya tarihinde yer edinen Türk devletlerine önem ve değer vererek, Tatar Türklerinin bir zamanlar devletli ve şanlı tarihe sahip olduklarını vurgular7 ve böylece Tatarların millî bilincini uyandırma amacına hizmet eder. Tatarların tarih sahnesinde zor kadere sahip olmalarının nedenini de Ayaz İshaki milletinin dağınık vaziyette, dünyaya serpilip yaşamalarında görür ve bütün Türklerin nihayet bir araya gelmelerinin mutlak bir şart olduğunun altını çizer.

Ayaz İshaki, yazdığı bütün eserlerinde yarattığı kahramanların örneğinde Tatar milletinin kazandığını, yenik düştüğünü, çaresizliğini ve umutlarını dile getirerek bütün ömrünü Tatar milletini yükseltme düşüncesine adadı. Onun eserlerinde gündeme getirilen sorunlar Tatar Türkleri için bugün de güncelliğini kaybetmedi. Yeter ki bütün bu sorunları görüp milletin onlarla mücadele etmeye isteği olsun.

Kaynakça

Hasanov, Mansur. (2000). “Tatar Renessansınıñ Böyĕk Kaharmanı.”, Gayaz İshaqıy hem Tatar Dönyası. Kazan: Rannur Neşriyatı.

İshaki, Ayaz. (2009). Hikâyeler (Seçmeler). Çev. Çulpan ZARİPOVA ÇETİN-Hayati YILMAZ. Muğla: Muğla Üniversitesi Yayınları.

Musin, Flün. (1998). Gayaz İshakıy (Tormışı Hem Eşçenlĕgĕ). Kazan: Tatarstan Kitap Neşriyatı.

Kamalieva, Alsu. (2009). Romantik Milliyetçi Ayaz İshaki. Ankara: Grafiker.

Yarullina, Ramile. (2002). “Tatarnıñ Millî Kaharmanı”, Gayaz İshakıy. Saylanma Eserler. Kazan: Hetĕr.

1 Hasanov, Mansur.(2000). “Tatar Renessansınıñ Böyĕk Kaharmanı.” Gayaz İshaqıy hem Tatar Dönyası. Kazan: Rannur Neşriyatı, s. 9.

2 Kamalieva, Alsu. (2009). Romantik Milliyetçi Ayaz İshaki. Ankara: Grafiker, s. 116.

3 Musin, Flün. (1998). Gayaz İshakıy (Tormışı Hem Eşçenlĕgĕ). Kazan: Tatarstan Kitap Neşriyatı, s. 74.

4 Ayaz İshaki. Hikâyeler (Seçmeler). (2009). Çev. Çulpan ZARİPOVA ÇETİN-Hayati YILMAZ. Muğla: Muğla Üniversitesi Yayınları.

5 Musin, Flün. (1998). Gayaz İshakıy (Tormışı Hem Eşçenlĕgĕ). Kazan: Tatarstan Kitap Neşriyatı, s. 98.

6 Musin, Flün. (1998). Gayaz İshakıy (Tormışı Hem Eşçenlĕgĕ). Kazan: Tatarstan Kitap Neşriyatı, s. 155.

7 Yarullina, Ramile. (2002). “Tatarnıñ Millî Kaharmanı.”, Gayaz İshakıy. Saylanma Eserler. Kazan: Hetĕr, s. 18.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 199. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 199. Sayı