HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
Osman Çeviksoy 3
HUDAYBERDİ HALLI 4
UFUK TUZMAN 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Tatar edebiyatı klasiği meşhur siyasetçi ve toplum önderi Ayaz İshaki (1878-1954), oldukça zor ve karmaşık bir ömür geçirir. Türk Tatar millî bağımsızlık hareketinin önderlerinden biri olarak o, 1917’de gerçekleşen inkılapların merkezinde yer alır. Bolşeviklerin zulmünden kaçıp Rusya’nın Moskova, Kazan, Samara, Ufa, Petropavlovsk gibi şehirlerinde yaşamak zorunda kalır. 11 Kasım 1918’de Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sona erip geçici anlaşma ilan edildikten sonra 28 Haziran 1919’da Fransa’nın Versay şehrinde Barış Antlaşmasının imzalanmasına karar verilir. Bu olayların dışında kalmamak için Ayaz İshaki ve arkadaşları, Türk Tatarlarının millî medenî özerkliği yürütme organı olan Millî idare vekilleri sıfatıyla Barış meclisine katılınmasının doğru olduğunu düşünürler. Millî idare tarafından birkaç vekil seçilir ama çoğu yurt dışına çıkmaktan vazgeçer. Ayaz İshaki, yakın arkadaşı Ömer Teregulov’la birlikte 1919’un başlarında Avrupa’ya çıkmak için vize alma umuduyla Harbin üzerinden Japonya’ya doğru yol alır. Aradan dört ay geçmesine rağmen vize alamaz, pek çok zorlukların üstesinden gelerek Fuat Tuktarov’la beraber Çek ordusunun peşinden Avrupa’ya yönelir. Ayaz İshaki bu gidişinden sonra vatanına geri dönmez.
Ayaz İshaki’nin hayatı ve eserleri üzerine günümüzde ciddi çalışmalar yürütülmüş olsa da ömrünün yarısından fazlasını yabancı topraklarda yaşamaya mecbur olan şahsın geriye bıraktığı mirası hâlâ ortaya çıkmaya devam etmektedir.
Tataristan Cumhuriyeti İlimler Akademisi bünyesindeki A. İbrahimov adındaki Dil, Edebiyat ve Sanat Enstitüsünün Yazılı Miras Merkezinde son yıllarda Ayaz İshaki Vakfı oluşturuldu. Bu vakıfta (135’nci fon) Türkiye’den gelen, daha doğrusu Ayaz Tahir Türkistan İdil-Ural Vakfı Başkanı Tülay Duran tarafından teslim edilen A. İshaki’ye ait nadir resmî belgeler, yazmalar, makaleler, mektuplar ve günlükler saklanmaktadır. Bu günlüklerde Ayaz İshaki’nin 1919’un Nisan ayından 10 Kasım 1953’e kadarki muhacirlikteki hayatı yansıma bulur.
Toplam 41 defterden oluşan günlüklerden ilk defterin akıbeti maalesef bilinmemektedir. Bu defterin hangi zaman aralığını ve hangi olayları içine aldığı da sır olarak kalmaktadır. İkinci günlük-defter 26 Nisan 1919 tarihiyle başlar ve Ayaz İshaki’nin Japonya’da geçirdiği zamanları anlatır.
Ayaz İshaki her nereye giderse burada gördüklerini ülkesiyle, vatanıyla karşılaştırır. Yabancı ülkenin insanları, onların hayat tarzları ve örf adetleri, hepsi de yazarın dikkatini çeker. Tokyo’daki müzeler, sergiler, onların zenginliği; sergideki resimler, tablolar, ressamların ustalığı, genel olarak Japon halkının sanata ilgisi, sanatın ne derecede olduğu ayrıntılı bir şekilde onun yazılarına yansır. Eğitim kurumlarıyla tanıştıktan sonra buradaki eğitim hayatının durumunu ayrıntılı bir şekilde anlatır. Japonya’ya seyahati sırasında Ayaz İshaki bazı devlet adamları ve bilim adamlarıyla da tanışır. Mesela, Japonya’nın eski başbakanı, aynı zamanda Vasade Üniversitesinin kurucusu Kont Okuma Sigenobu ve Türkolog Koodji Okubo ile bir araya gelir.
Ayaz İshaki’nin hayatını ve eserlerini daha ayrıntılı bir şekilde incelemek doğrultusunda günümüz Tataristan Cumhuriyeti İlimler Akademisinin A. İbrahimov adındaki Dil, Edebiyat ve Sanat Enstitüsünün Metinbilim Bölümü çalışanları, sanatçının günlüklerini basıma hazırlama sürecini başlattı. Hatıra defterlerinin ilki yayına hazırlandı. Bu defter, yazarın doğumunun 145. yıl dönümüne okuruna ulaşır diye düşünüyoruz. Orada 26 Nisan 1919’dan yani Ayaz İshaki’nin Japonya’nın başkenti Tokyo ile ilgili hatıralarından başlayıp 10 Mart 1920’de Fransa’nın Paris şehrine ulaşıncaya kadarki olaylar yer alacaktır.
Aşağıda günlüklerden birkaç parça takdim edilmiştir.
26 Nisan 1919
Bugün sabah erkenden müzelerde gezmeye, sanat sergisini ziyaret etmeye gideceğiz. Büyük salonda dört beş yüz adet tablo asılmış. Daha çok tabiat manzaraları; ikinci sırada kuşlar, hayvanlar; üçüncü sırada insan resimleri… En başarılı çizilen tablolar şüphesiz kuşların resimleri ve diğer hayvanların resimleridir. Japon ressamları onları fevkalade bir aşkla çizmiş, bütün incelikleriyle kâğıda resmetmişlerdir.
Padişahlık kütüphanesine giriyoruz. Kütüphane fazla büyük değil. Petersburg Kütüphanesine nazaran daha küçük ama fena da sayılmaz. İçerisinde özel beş yüz bin civarında cilt kitap varmış. Eski Çince, Korece kitaplar da oldukça fazlaymış. Eski Türkçe kitaplar ya da Arapça-Farsça eserler yok mu diye soruyoruz. Ancak bir tane Muallimi Sani denen kitaba rastlıyoruz.
28 Nisan 1919
Biz bugün sabah erkenden okulları gezmeye başlıyoruz. Bizi ilk olarak ilkokul, ortaokul gibi derecelere ayrılan özel bir okula gönderiyorlar. Okul Tokyo’nun biraz uzağında, büyük bir bahçe içinde, binalar ayrı ayrı yerleşmiş. Birçok ev ayrı ayrı duruyor. Okul binalarının çoğu ahşaptan, hepsi de çok geniş ve büyük yapılmış. Sınıflar ferah, yüksek tavanlı ve aydınlık, pencereler geniş ve büyük, sınıfların ve okulun içi tertemiz… Zil çalıyor, okulun içine giriyoruz. Sınıf sandalyeleri her çocuk içi ayrı yapılmış. Çocuklar hâlâ oyun halinde: biri konuşuyor, biri gülüyor, biri zıplıyor… Öğretmenler müdahale etmiyor, hiçbir şey söylemiyorlar.
Bu sınıfın anaokulundan farkı yok, okuma çok az, çocuklar çok küçük, yedi sekiz yaşlarında, henüz hiçbiri kitap okumayı bilmiyor. İkinci sınıfa geçiyoruz, buradakiler zorlanarak okumayı çözmeye çalışıyorlar. Üçüncü sınıftaki çocuklar ise tamamıyla okumaya başlamışlar.
5 Mayıs 1919
Bugün erkenden biz, uzun yıllar Japonya’nın başbakanlığını yapmış ve bu kış ayında istifa edip koltuğunu Hara’ya bırakan Markiz Okuma’yı ziyarete gidiyoruz. Bizi Markiz’in yanındaki memurlar, kendi üniversitesindeki profesörler (özel üniversitesi de var) karşılıyor. İçeriye geçtiğimizde iki koltuğundan destek verip Markiz Okuma’yı getiriyorlar. Markiz: “Ben çoktandır Tatar milletinin vekillerini görmeye hasrettim, sizin geldiğinizi duyunca da görmek istedim. Çok mutluyum.” dedi. Biz de kardeşçe, böyle büyük insanların olmasından, halk için bu kadar hizmet eden birini görmekten mutluluk duyduğumuzu beyan ediyoruz. Bundan sonra bizim sıcak konuşmamız başlıyor. Markiz bizim ziyaretimizin nedeninden haberdar olsa bile bizden de duymak istiyor. Açıkça beyan ediyoruz, o da büyük bir dikkatle dinliyor. Bundan sonra kendi fikrini söylüyor: “Türk kavimleri dünya tarihinde çok büyük rol oynamışlar. İstanbul, Moskova onların elindeymiş. Türk kavmi harika bir kavim, cesur kavim; sözü doğru, kendisi hakikati sever. Nedense son yıllarda işleri ters gitti. Siz kendi hanlıklarınızı kaybettiniz. Türkistan bağımsızlığını kaybetti. Osmanlı Türkleri zor zamanlar geçiriyorlar. Bunun sebebi sizce nedir?” dedi. Ben: “Biz Türk milletleri Avrupa’ya doğru hareket ederken fazla içeriye girmişiz. Kendi memleketimizden, ansızın Türkistan’ımızdan ve kardeşlerimiz Moğollar ve sizden uzaklaşmışız. Bunun için biz orada düşmana nazaran zayıflamışız. Biz, bir taraftan Avrupa’yı yenen bir millet olarak tanınırken diğer taraftan Avrupa’ya başka bir din getiren, İslâm inancını yayan kavim olarak tanınmışız. Bu nedenle kendimize bütün Hristiyan dünyasını düşman edinmişiz. Dört beş yüzyıl boyunca bize karşı Haçlı Seferleri devam etmiş, bunların hiçbirinde yenilmesek de soyumuz azalmış, neslimiz azalmış. Bundan sonra biz Ruslara karşı, Osmanlı Türkleri ise Avrupa’ya karşı mağlup olmuşuz.”
9 Mayıs 1919
Bugün Tokyo’nun tahta çıkışının 50. yıl kutlaması. Şehir coşkuyla bayramı kutluyor. Mikado kendi sarayından çıkıp bir tapınağa gidecek. Öğrenciler sokaklarda bayrakla yürüyecek. Samuraylar kendilerinin eski geleneklerine göre resmî bir oyun düzenleyecekler.
22 Ekim 1919
Singapur… Sokak pazarı… Müslüman pazarı... Bir yerde sarıklar, tespihler satılıyor. Bir yerde tekstil ürünleri satıyorlar. Bir köşede meyve satıyorlar. İşte yine kitap dükkânı, tekrar içeri girdim. Tekrar selam verdim. Burada güler bir yüzle karşılıyorlar. Hâlbuki Arapça fazla konuşulmasa da sandalyede oturan bir Arap çok güzel konuşuyor. O sırada Hintli bir Müslüman içeri giriyor. O, Arapçayı çok güzel konuşuyor. Oturuyoruz, konuşmaya başlıyoruz. Birkaç laftan sonra siyasete geçiyoruz. Rusya’da Müslümanlar çok mu? Türkiye’nin durumuna nasıl bakıyorlar? Kısa sürede toplanıp sohbete dalıyoruz.
24 Ocak 1920
Geçen sene bugün Barış seferi diye yola koyulmuştum. Bir sene geçti. Hâlâ yoldayım. Ne zaman ulaşacağız, orasını Allah bilir…
6 Şubat 1920
Bize Fransa’ya gitmek için vize vermişler. Demek ki iyi niyetle yola çıktığımız yere gitmek için izin on üçüncü ayda alındı. İşlerin ne kadar zor yürüdüğü buradan anlaşılır. Artık bize buradaki konsolosluğa gelecek kâğıdı beklemek kaldı. Muhtemelen o da bir iki güne gelir. Düşündüğümüz gibi giderse 20 Şubat’ta Paris’te oluruz inşallah. Belki ben kendi doğum günümü yani kırk ikinci yaş günümü Paris’te karşılarım. Artık işler yolunda gidip millî vazifemizi gerçekleştirebilseydik. Allaha ısmarladık.
19 Şubat 1920
… Bugün Çeklerin parlamentolarına gittim. Bu, Çekoslovak Cumhuriyetinin ilk millet meclisi ama halkın seçimiyle toplanmamış. Belki farklı partilerden vekil göndermek usulüyle kurulmuştur. Bu millet meclisi mevcut kavgalı haliyle çok kötü his bırakıyor. Çek halkında parlamentolarına olan itaat ve saygıyı azaltıyor. Bugüne kadar görmüş olduğum dört milletin dört parlamentosundan bu parlamento en anlamsızı, parlamentoya hiç benzemeyeniydi. Bizim Millet Meclisindeki işler, oradaki düzen bunlara bakıldığında yüz kat daha iyiydi.
10 Mart 1920
Artık biz Paris sokaklarındayız. Paris sokaklarının ilk izlenimiyle bizim çekmiş olduğumuz sıkıntılar arasında hiçbir bağ yoktu. Sokak, sıradan bir sokak, sanki İstanbul sokaklarından bir sokak… Ona göre yeni de değil, güzel de değil. Bu şehre gelmeyi neden cennete girmek kadar zor olduğunu değerlendirmişler. Bugün bize oda da yok. Yarın olacak. Bugün ahşaptan yapılmış kiler odası gibi soğuk, nemli bir odada konaklayacağız. Buraya da on iki frank ödüyoruz. Paris, ilk gün pek sıcak karşılamadı. Hava biraz soğuk, biraz kirli…