HaftanınÇok Okunanları
FEYZA TUĞÇE FIRAT 1
SEYFETTİN ALTAYLI 2
Uğur Altundaş 3
KEMAL BOZOK 4
Emrah Yılmaz 5
HUDAYBERDİ HALLI 6
Gülzura Cumakunova 7
Bu yazıya bir dizi yaşanmışlığın denemesi veya özeti ya da AYB de büyümek diyebilirim…
Altmış yaşına girdim ama ne kadar yaşadım diye düşünürüm çoğu zaman. Altmış sayı olarak çok görünse de ömür olarak az gelir bana. Zira insan bilinenden daha büyük. Gerçekleşmesini istediğimiz hayaller, ulaşmak istediğimiz amaçlar, büyümeyen çocuk yanımız, her an değişmeye açık duygularımız bu süreye sığmıyor. Kimi zaman ömrü ve ölümü unutarak hoyratça yaşadığımız hayatın farkında olmadan bir yerlerinden tutunuyoruz. Sonra da hayatın içinden rast gele geçip gidiyoruz.
Tatbikî amacım zihin laboratuvarında evrensel ölçekli insan analizi yapmak değil. Kişisel meraklarımdan ve çabalarımdan elde ettiğim kazanımlara uzanan bir meseleye yol almaktır. Bazen akıl karışıklığına muhatap oluyorum. Konu AYB ve edebiyat olunca anlatamadığım bir coşku, telaş, bir türlü gönlümce ifade edemediğim duygular, bulamadığım kelimeler, aklımda koşuşan cümleler sarıyor benliğimi.
Bir hikâyeyi kurgulamak, yazıyı tasarlamak kolay iş değil bence. Kimseye hesap vermek gibi bir zorunluluğu olmayan edebiyatın, edebi, terbiyesi, kültürü ve varış noktası insan olunca saygılı, terbiyeli ve dürüst olma mecburiyetini zaten yüklenir. Bunlar içindir hesap vermez deyişim. Nerede başladı, kim başlattı, neolitik dönemde mi yoksa maverada mı yazıldı ilk satır diye aklımdan deli sorular geçer çoğu zaman. Bu cümleyi sarf ederken yazının bulunuşundan bahsetmiyorum tabi ki. Cevabına da bakmam hiç, ne de olsa deli sorular. İnsan bu ya sorgulanmaya, sorgulamaya müsaittir kanımca. Aklıma yine deli bir soru geldi. Edebiyat duyguyu anlatır, peki duygu yaratır mı? Ben yaratır diyorum. On yıl önce bir kesişmeyle kendimde buldum bu cevabı.
On yıl öncenin bir sonbahar cumartesinde ışıklı bir kapıdan girdim içeri. Her ne kadar edebiyatçı bir ailenin ferdi olsam da edebiyatın lezzetini bilsem de bu kapıdan içeri girdiğimde başka bir güzellik, başka bir fark etmişlik, başka bir tılsım ve aynada yansıyan kendini görmelik çıktı karşıma.
O kapıdan içeri girdiğimde bildiğim çoğu güzellik ya da güzellik sandığım birçok şey ortadan kalktı. Her halde edebiyat kendi büyüsünü farkettirmek, anlamak ve anlatmakla gösteriyor. Plastik sanatlarda 19. Yüzyılın ikinci yarısında Rönesans’ a ait tüm güzellikler ortadan kalkıyor ve sanatta güzellik yerine estetik aranıyor. Edebiyatta da buna benzer yahut farklı fikirler olsa da edebiyat bana göre zamansızdır ve canlıdır. Onun için edebiyat insan kadar eski, insan kadar güzel, insan kadar estetik, insan kadar çeşitli, insan kadar duyguludur. Yine bana göre edebiyat insanın gölgesidir. Bu gölgeyi kâğıda aktaranlar da edebiyatı yazanlardır. İnsanı, yaşamı anlatabilen yazar da bütün dünya ve bütün zamanların insanıdır. Aytmatov sevgiyi, aşkı herkes için ve bütün zamanlara anlatmadı mı? Ali Akbaş Göy Göl şiirinde mısralarının gücüyle bizi oralara götürmedi mi? Şeref Taşlıova şiirlerinde bir baştan bir başa seslenmedi mi? Osman Çeviksoy hikayeleriyle bize yol olmadı mı? Hüseyin Özbay fikir dünyasını açmadı mı? Bu örnekler uzar gider. Özetle edebiyat aklın, gönülün, marifetin okunup yazıldığı yerdir.
İşte tam burada o içeri girdiğim kapıdan bahsetmek istiyorum. Milli kütüphanenin Avrasya Yazarlar Birliği atölyelerine tahsis ettiği salona ilk gittiğimde önce bir güzel kayboldum. Sora sora ders salonunu bulduğumda çok heyecanlıydım. Ne diyeceğimi, nasıl konuşacağımı bilmemenin telaşıyla bocalarken, sıcacık bir tanışmayla heyecanımı yenmiştim. Oval masa etrafına tanımadığım, tanıdıkça mutlu ve şanslı olduğumu düşündüğüm değerli edebiyat dostları vardı.
Edebiyat hayatımda etkili olan değerli hocalarım Osman Çeviksoy, Ali Akbaş, Hüseyin Özbay, Ataman Kalebozan’ dı. Birçok konuda yön veren, yeni ufuklar açan, okumanın yazmanın ne demek olduğunu edebiyatın edebiyle insan olmanın değeriyle bizleri nakış işler gibi ince, naif, zarif bir edayla işlediler. Hep minnettar oldum, kendileri bunu bilmeseler de onların izlerin takip ettim hep. Büyük güç olan kalemi bugün kullanabiliyorsam kendilerinin emeğini unutmam mümkün değil.
Avrasya Yazarlar Birliği denince yüreğim titrer, yüzümde gül gibi bir gülümseme açar. Sevginin sıcaklığını, güvenin sınırsızlığını, edebin sonsuzluğunu düşünürüm. Kocaman bir aile gelir aklıma. Söyleyecek çok söz geçiyor fikir dünyamdan, yukarıda da dediğim gibi telaşlanıyorum, gönlüm taşıyor. Ne büyük sevgidir bu.
Kıymetli başkanım, değeri hocam Yakup Ömeroğlu’na kıyısız deli dalgalar kadar teşekkür ediyorum. Türk dünyasına verdiğiniz emek, gösterdiğiniz çaba, kurduğunuz köprüler bir zamanlar hayalini bile kuramadığımızın gerçekleşen ispatıdır. Babaannemin kulaklarımdan gitmeyen, dağların ardına bakıp “Oralarda yarım kaldı, atam, ecdadım kaldı.” diyerek bayatıyla ağlayışını silen mendilidir. Her daim var olun, yüce olun.
İçimde yara olan, unutulmaya yüz tutmuş hikayelerimi AYB sayesinde kitaba döktüm, çok güzel dönüşler aldım. “Bunlar yaşandı ve biz unuttuk.” diyenlerle tanıştım. Ve bütün bunları AYB nin çatısı altında hocalarımın desteğiyle meydana koydum. Böylece bir nebze olsun atalarıma borcumu ödemiş oldum. Onların çektiklerini unutmamış oldum.
Bu güzel yuvada bireysel üsluplar geliştirdik, kelimeleri hatırladık, cümleler icat ettik, yazılanlar üstüne söz söyler hale geldik. Detayları, anlamları, anlatılanları daha derin anlar olduk. Artık sadece yazılanları okuyan değil, yazdıkları da okunanlar olduk.
İmgeleri, saklı olanları anladık. İlk bakışta görünenin yanında görünmeyeni de fark eder olduk. Bunun yanında biz de satırlarda, görünmeyen satırlar yazmayı öğrendik. Kullandığımız kelimeler gelişti, çoğaldı, derinleşti. Söz dağarcığımız büyüdü. Anlamı zenginleştirmek için bir metne birden fazla ifade oluşturduk. Hatta içeriğe karar verir olduk. Dünya kurduk. Hayatlara ışık tuttuk. Güncel diyalogların edebiyat içinde edeple geçmesine sebep olduk. Dili kullanmanın önemini, yazmanın ayrıcalığını anladık. Ve yine sırf bunların sayesinde kendimizi boş söylemlerden, köksüz fikirlerden uzaklaştırarak bilmenin ne demek olduğunu bildik. Hikayeler kurgularken farkında olmadan hayat tasarımları yaptık. Ayrıntıları görerek tasvirler yaptık. Her hikayemizde fikrin farklı mecraları arasında gezinirken aklın neler yapabileceğine şahit olduk.
Sadece bunlar değil ki, nice gönlü dolu insanların gönlünü yazıya döküşüne tanıklık etik. Raflarda adlarımızı “Yazar” kimliği ile gördük. Ki bu çok önemli, çok özel bir şeydir.
Bütün bunları Avrasya Yazarlar Birliği çatısı altında sıcacık çaylarımızı yudumlayarak öğrendik. Çay derken biraz geriye giderek “Çay kokulu.” günler de demek istiyorum. Ankara’ nın çılgın ayazında nasıl da lezzetli olurdu. Hele de kar yağınca şiir gibi olurdu her sözümüz. Ah ne çok özlüyorum o günleri, orada tanıdığım güzel insanları ve Hocalarımı. Dağınık notlarımı anlamlı cümlelere dönüştürme çabalarımı, dönüştürdüklerimi beğenmemeği, hocalarımdan yeni bir söz öğrenmeyi, konu bulmayı ne çok özlüyorum. Galiba ben yeniden AYB de büyümek istiyorum.
Evet, bence edebiyat duygu yaratıyor.