HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
HİDAYET ORUÇOV 2
HUDAYBERDİ HALLI 3
Osman Çeviksoy 4
KEMAL BOZOK 5
İdris Özler 6
UFUK TUZMAN 7
•Sayın Sabir Bey, sizin hayatınızda siyaset, felsefe ve edebiyat el ele geliyor. Bunların arasından size daha yakın olanı hangisidir?
– Ben ruhen matematiği seviyorum. Matematik tüm bilimlerin anasıdır, insan zekâsının da en yakın arkadaşıdır. Bununla beraber siyasete ve edebiyata da çocukluktan beri hep ilgi duymuşumdur. Bu sevgi öyle bir etki yarattı ki, 1982-ci yılda ortaokulun sekizinci sınıfında okurken rahmetli anneannem Zinyet ve annem Mensure hanımlardan dinlediğim folklor örneklerini toplayıp Azerbaycan Devlet Televizyonuna gönderdim ve onları “Ozan” edebiyat folklor programında seslendirdiler. O zamanlar bu, büyük bir heyecan yaratan iş sayılırdı. Basın mensubu olmak istesem de eski Sovyet döneminde gazeteci ve televizyoncu olmanın kendine göre zorlukları vardı. Böylece, o dönemde AZİ adlı Üniversiteyi kazanıp Azerbaycan Petrol Akademisi’nden mezun oldum. Yüksek tahsilimin esas bölümü matematiğe bağlı olduğu için üniversiteyi severek okudum.
Askerliğimi yaptığım dönemde Ermenilerin Azerbaycan’a asılsız toprak iddiası başladı ve bu beni çok üzdü. Kafamda birçok soru vardı. Onlardan en önemlisi de “Acaba güzelliğiyle insanın kalbini okşayan Karabağ’ı nasıl koruyabiliriz?” Bu soru zihnimde, cevabını ancak gerçek tarih ve siyaset biliminden alabileceğim binlerce soru daha yarattı. O zamanlar, gerçek tarihe dair ne esaslı kitap ne de makale bulabilirdik. Böylece, bütün varlığımla siyaset ve tarih bilimine sarıldım. Belki de bir mühendis olarak hayata devam etseydim daha kolay olurdu. Fakat Karabağ aşkı ve vatanımın üstüne üşüşen kara bulutların dağılması adına mühendislikten vazgeçtim. Ben edebiyatçıyım. Siyaset bilimine ve tarihe dair bütün araştırma ve yazdıklarımı toplumun ihtiyacını karşılamak için yazıyorum. Romanlarım ise özünde Azerbaycan gerçeklerini, devlet ideolojisini, Türk birliğine bağlı önemli düşünceleri barındırır. Benim için devlet her şeyden önce gelir. Vatan sevgisi güçlü olursa devlete yapılan hizmet de faydalı olur. Devlet güçlü olduğunda ise vatandaşlar da kendi kişiliğine önem verir ve onurlu olur, tıpkı romanda yarattığım kahramanlar gibi.
Bilimsel eserlerle ilgilenenlerin kitlesi az oluyor. Romanları okuyan kitle ise daha geniştir. Bu düşünceye dayanarak ben her dönemde büyük güce sahip olan edebiyatın askeri olmayı seçtim.
• Nisgil romanını yazmak için en büyük etken ne oldu? Eseri yazmaya karar verdiğinizde ne gibi duygu ve düşüncelerden hareket ederek elinize kalem aldınız?
–Şahtahtı köyünün muhteşem havası! Doğup büyüdüğüm bölgenin jeopolitik konumu. Çok sayıda tarihî şahsiyetlerin vatanı olan Şahtahtı köyü, birçok tarihî ve siyasî hadiselerin canlı şahididir. Aras nehri kıyısında, yamaçta yer almaktadır. Bu sebepten de bütün bölgede olduğu gibi bizim taraflarda da Sovyet istihbaratı güçlü ve amansız çalışırdı. Ayrıca, Aras boyu devlet sınırını muhafıza eden askeri birlikler Sovyet KGB’sine (istihbarat) itaat ederdi. O zamanlar İran’a bakmak, Türkiye’yi düşünmek bile yasak ve tehlikeliydi. Bütün bunlara rağmen Osmanlı, Atatürk, Kazım Karabekir Paşa, Halil Paşa hakkında ninemden ve annemden çok şeyler duydum. Fakat onlara bu hususta sorular verdiğimde çok telaşlanırlardı. Ninem bu konularda daha bilgili olsa da fazla anlatmak istemezdi. Korkuyordu demek istemiyorum çünkü içinde korku olsa zaten bu gibi gizli konuları anlatmazdı. Çok çekinirdi. Tabii ki bu sohbetler ortaya çıkarca ailemiz çok kötü şekilde cezalandırılabilirdi.
• Bana göre Nisgil, bütün Türk dünyası için önemli bir eserdir. “Nisgil” Arapçadan geçen bir sözdür. “Gam, keder, hüzün, hasret” anlamlarını verse de tam olarak çevrilmiyor. Ayrıca, bugüne kadar Türk İslam âleminde Nisgil adlı bir insana da rastlanılmamıştır. Bütün bunlara rağmen siz kabiliyetli büyük yazar maharetiyle doğdukları günden itibaren birbirinden ayrı düşen iki kız kardeşin her ikisinin ismini Nisgil koymuş ve her iki çocuğa bu adın verilmesini inandırıcı bir tavırla sağlamışsınız. Romanın adı neden Nisgil oldu? Bu sözcüğe bir yazar olarak ne gibi anlamlar yüklediniz?
–Yazar için esas mesele eserin süjesi (konu) ve adıdır. Hatta şöyle bir deyim vardır; Eserin başlığı, yani adı onun yarısıdır. İster roman olsun, isterse de hikâye onun esas gücü mevzu ve edebî kurgusundadır. Güzel bir süje ve isim bulmak, yazara Allah’ın bir lütfudur. Bu her yazara nasip olmaz.
Tabii ki de Nisgil adını romana bilinçli olarak verdim ve bunu esaslı duruma getirdim. Bu konuda Allah’ıma çok şükrediyorum.
• Kitabın ismi ve içeriği arasında nasıl bir bağ vardır?
–Nisgil romanı özünde genellikle Türk İslam âleminin ağır siyasî sorunlarını barındırır. Nisgil ismi dışında başka bir isim zaten bu esere yakışmazdı. Azerbaycan’ın ünlü şairi Məmməd Aslan bana hep derdi ki, “senin kitaplarının adı kendi içinde bir kitaptır”.
• Tarihi olaylara eserde yer verirken en çok neye dikkat ettiniz?
–Günümüzde Türk halklarının millî kimlik meselesi en önemli meselelerdendir. İki yüz yıldan fazla zaman diliminde alfabesi, gerçek millî adı, tarihi sahteleştirilen Türk halklarının birliği ve bütünlüğüne hizmet eder benim romanlarım.
•Tarihten Azerbaycan topraklarının 20. yy. başında ikiye bölündüğünde Aras Nehrinin bir sınır olarak kullanıldığını biliyoruz. Eserde de bu nehir olayların içinde önemli yer alır. Peki, sizin için Aras Nehri ne gibi anlamlar taşıyor?
– Aras Nehri sözün gerçek anlamıyla nisgildir. Belki de yüz binlerce soydaşımız Aras’ın yarattığı ayrılık derdi ile yana-yana dünyadan nisgilli göçtü. Ruhları şad olsun! Fakat şu da bir gerçektir ki, Aras’ı bütün bir halkın ayrılık faciasına dönüştürerek tükenmez millî acılar koydular ortaya.
• Romanda anlatılan olayların aile büyüklerinizin yaşadıkları ve anlattıkları ile bir ilgisi var mı? Belki, çocukluk hatıralarınız? Yani romanda gerçeklik payı ne kadar?
– Nisgil romanımı okuduğum, işittiğim, gördüğüm, düşündüğüm bütün siyasî ve hayati hadiseleri genelleştirerek yazdım. Ben de yaşıtlarım gibi Sovyet ilminin ve eğitiminin tesiri altında yetiştim. Fakat ailede, büyüklerden duyduklarımızla Sovyet tarihinden okuduklarımız arasında büyük çelişkiler vardı. Örneğin Azerbaycan, Türk şehir adlarının isim verildiği nadir memleketlerdendir. Tahran, Tebriz, Semerkant, Alemdar gibi insan adları bunu en güzel şekilde kanıtlar. Benimle tahminen yaşıt olan dayımın oğlunun adı da Tahran’dır. Evde İran’ın Tebriz radyosunu dinlerdik. Bir gün Ankara’dan teşrif etmiş bir resmî şahsiyetin paylaştığı görüşten bahsettiler. O zamanlar sekizinci ya da dokuzuncu sınıfta okuyordum. Rahmetli nineme şöyle bir soru verdim; “Niye Ankara’nın adını isim olarak kullanmıyorlar?” O da “Büyüyünce sen de Ankara olursun işte” cevabını verdi ve endişe içinde etrafı gözden geçirip şehadet parmağını dudaklarına yapıştırarak “Sus” işareti gösterdi.
Sovyetlerde yaşayan yüz binlerce insan gibi bizim ailemiz de Stalin’in amansız repressiyalarının acısını yaşadığından dolayı evde aile içinde ninemin çocuklarla siyasî konuları konuşması yasaklanmıştı. Bu yüzden o, bu dediklerinin duyulmasını istemedi. Rüzgâr öyle döndü ki, Azerbaycan bağımsız oldu, dünya değişti, Türkiye ile yeniden birlik olduk, Türk dünyası kaynaştı ve bana da Ankara’yı görmek, hatta devlet görevlisi olarak AZERTAC’ın Türkiye büro başkanı olarak beş yıla yakın bir süre Türkiye’nin başkentinde yaşamak ve çalışmak nasip oldu.
Ankara’da yaşamak ve çalışmak hayatımın, kaderimin asıl mucizesidir. Bütün bu anlattıklarım Nisgil romanına bağlı olmasa da benim millî düşüncemde ebedî yer kazanan bir meseledir. Bu gibi örnekleri çok verebilirim. Örneğin, yasak olduğu bir devirde köyümüzde bir ailenin üç erkek çocuğuna Mustafa, Kemal ve Paşa isimleri verildi. Bu konuyla ilgili hatta bir şiir yazdım.
• Doğduğunuz Şahtahtı köyünün tarihçesinden bahseder misiniz? Bir de romanda köyünüzle ilgili bilgi geçiyor, bunlar gerçek mi?
–Eleştirmen Vagif Ejderoğlu, Nisgil romanımla ilgili yazdığı makalesinde şöyle anlatır: “Şahtahtı’nın Aras’ın yamacına, Şeril düzünün rüzgârın en şiddetli vuran yerine, kadim abidelerin, bu cümleden hilal şeklinde olan mezarlıkların olduğu uçsuz bucaksız traverten yataklarının üzerine inşa edildiği anlatılır.” Şahtahtı’nın kuruluşuna dair yazdığım edebî tasvir tam olarak tercüme edilemedi. Bunu anlayışla kabul ediyorum. Çünkü hiçbir çevirmen yazarın tasvirini orijinalde olduğu gibi kavrayamaz. “Rus Diki”, “Gavur Kalesi”, “Yürüyen Kervansaray”, “İğdeli Pir”, “Taş Hamam”, “Şah Bağı”, “Kaftarlık”, “Ağbulak”, “Cin Deresi” gibi yer adları Şahtahtı köyü kurulu olan arazide mevcut olup o adların her birinin ortaya çıkışı kendi kendine bir hikâye mevzusudur.
•Eserde Rus Dikinden bahsediliyor. Bu yer tamamen uydurma değilse, hikâyesi nedir? Eğer gerçek bir yer ise ona yüklediğiniz özel anlam var mı?
– Bu hadise Zengezur koridoruna (bu koridorda demir yolu 1941. yılda kuruldu) bağlıdır. Çar Rusya’sı bölgeye askerî anlamda hâkim olduktan sonra, yani 20. yüzyılın başında Nahçıvan’a demir yolu çekilince su sorununu çözmek için Aras nehrinden boru su hattı yapıldı ve Şahtahtı’daki yüksek bir tepeye pompa istasyonu kuruldu. İşte o zamandan beri köy merkezinde bulunan bu tepeye “Rus Diki” derlerdi. Sovet döneminde bu dikin tepesinde kütüphane vardı. Orada çalışan Sadaket Hanım bizim aile dostu olan bir ailenin kızı olduğu için kütüphanenin kapıları bana ardına kadar açıktı. Azerbaycan bağımsız olduktan sonra kütüphanenin yerine cami diktiler. Dikkat ederseniz, romanda Rus dikinden Aras nehri ve Güney Azerbaycan toprakları apaçık görünür ve aynı zamanda Uzak Sahillerde eserinden de bahsedilir. Yani Sovyet devletinin acımasızlığına bakar mısınız, ikiye bölünmüş bir halka gözünün önündeki yakın sahile bakmak yasaklanır ancak Uzak Sahillerde adlı bir kitabın yazılması ve bu eserin beyaz perdeye uyarlanması mümkündür. Bilindiği üzere, Uzak Sahillerde eserinin faşizme karşı kahramanca savaşan yiğit karakteri Azerbaycanlıdır. Diğer taraftan Rus dikindeki kütüphane de kendi başına bir simgedir ve okuyucuya bilim, zekâ ve kahramanlık aşılar. Ancak ne kadar acı bir durum değil mi; Köyün en yüksek tepesinde içerisinde on binlerce kitap olan bir kütüphane var ve sen onların hiçbirinde gerçek tarihine, devletinin geçmişine, diline, dinine ait en ufak bir bilgi bulamıyorsun.
•Nisgil Şuşalı ve Nisgil Tebrizi sadece iki kardeş mi yoksa onlarda gizli kalan diğer anlamlar da var mı?
– Araz üstündeki Azerbaycan’ı ikiye bölen dikenli tellerin söküldüğü bir dönemde Nisgil Şuşalı ile Nisgil Tebrizli gibi kız kardeşlerin birbirleri ile iletişime geçmesi önemli bir edebiyat hadisesidir. Şuşa’nın işgalden kurtarılması ile Tebriz’in özgürlüğü arasında ebediyet köprüsü kuruldu. Malum olduğu üzere 44 günlük vatan savaşı, özellikle Şuşa’nın işgalden kurtulması Tebriz’de bir bayram havasında karşılandı. Ben de bunun ebedi formülünü seneler önce yazabilmişim.
•Siz kendinizi romandaki hangi kahramanla özdeşleştirebilirdiniz?
–Nisgil romanında yer alan hiçbir kahraman ve onların yaptığı kahramanlıklar bir köyün hayatıyla sınırlandırılamaz. Nisgil romanı, her şeyden önce Türk-İslam âlemi olmak üzere barışsever bir dünya için düşünülmüştür. 20. yüzyılın başlarında Erivan şehri siyasî merkez olarak Ermeni Taşnaklar tarafından taciz edildiğinde Nahçıvan’ın da başının üstünde kara bulutlar dolaşırdı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Nahçıvan Türk kapısıdır” sözleriyle Nahçıvan’ın kurtuluşunun temelini attı. Kazım Karabekir Paşa, Behbud ağa Şahtahtinski ve diğer kahramanlar bu savaşta sonuna kadar azim göstererek Nahçıvan’ın kurtuluşunu sağladılar.
Geçen yüz yılın sonunda Nahçıvan yeniden işgal tehlikesi ile yüz yüze geldiğinde millî önderimiz Haydar Aliyev bu görevi layıkıyla yerine getirdi. Başkan İlham Aliyev millî liderimizin faaliyetinin Nahçıvan dönemini anlatırken şöyle demiştir: “Onun gelişi Nahçıvan’ı büyük belalardan kurtardı. Nahçıvanlılar Haydar Aliyev’i korudular, Haydar Aliyev ise Nahçıvan’ı korudu”. Bu, saydığım tarihî şahsiyetler ve dâhiler arasındaki farkı göstermektedir. Dâhiler ebediyete dek halkın kalbinde yaşar. Çünkü onlar halkın, ülkenin ve devletin kurtarıcısı olurlar. Nisgil romanı bütün bu meseleleri gerçeklere dayanan adaletle canlı bir şekilde okuyucuya sunar.
• Nisgil romanı içerik olarak hem siyasî hem tarihî bilgi yüklüdür. Romanın türünü siyasî-tarihî roman olarak belirlersek ne kadar doğru olur? Romanınız için sizin belirlediğiniz bir tür var mıdır?
– Zengezur koridoru mukaddes Karabağ harp zaferinden sonra küresel kamuoyunda en çok müzakere olunan meseleler arasında yer alır. Malum olduğu üzere, eski Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra işgalci Ermenistan Nahçıvan’ı ablukaya aldı ve 1991 tarihinden itibaren trenlerin hareketi durduruldu. Romanda Nisgil Bakü’den Şerur’a gelen son vagonun en son koltuğuna bilet alarak Nahçıvan’a dönüyor ve bu sefer dönüşünde ailesinin ve kendi hayatına dair birçok sırrı açığa çıkar. Nisgil’in her bölümünde onlarca bu gibi alt katmanlar mevcuttur. Örneğin, Kabil Zengezur koridoru ile hareket eden trenin penceresinden Nisgil’in saç tokasını Aras nehrine atar. Daha sonra Tebriz’den kaçıp Nahçıvan’a geçerken yükünü bağladığı ipin düğümünü, yıllardır ılgın ağacına takılı kalan o tokayla açar.
• Nisgil romanının Türkiye’de yayınlanma tarihçesini anlatır mısınız?
– Yakup Ömeroğlu! Sorunuzu tekrar etseniz de bir daha diğerim ki Yakup Ömeroğlu! Onun başkanlığında Avrasya Yazarlar Birliği ve Bengü yayınevi Türk dünyası için büyük çabalarla çok önemli çalışmalara imza atıyor. Nisgil romanı da çevrilip yayınlanması için Yakup Ömeroğlu’nun çabalayıp başardığı o değerli çalışmalardan bir tanesidir. Belki size de ilginç ve şaşırtıcı gelebilir ancak Nisgil romanı Azerbaycan Türkçesinde hâlâ yayınlanmamıştır. Sponsor bekliyor.
•Yazar olarak romanı okurken okuyucunun esere hangi bakış açısıyla yaklaşmasını istersiniz?
– Vatan sevgisi! Tabii ki aileye olan sevgi de bambaşka bir sevgidir! Vatanına layık bir vatandaş olmak. İnsan severlik! Eser Nahçıvan’ın kurtuluşunu sağlayan ulu ruhlara ithaf edilir.
•Nisgil’den daha kuvvetli eser yazabilir misiniz?
–Bunu bir tek Allah bilir! Her yazar için yazdığı eser, evladı gibi aziz ve özdür. Muzaffer Ali Baş Komutan İlham Aliyev’in yönetiminde kahraman Azerbaycan ordusu cesaret isteyen Karabağ zaferi ile sadece Azerbaycan’a değil, bütün Türk dünyasına gurur saltanatı bahşetti. Allah bütün şehitlerimizin ruhunu şad etsin inşallah! Gazilerimize acil şifalar dileriz. Karabağ harp zaferini konu alan Duman Çekilende adlı siyasî-tarihî romanım Türkiye ve Azerbaycan Türkçelerinde baskıya hazırdır. Türkistan’dan Avrupa’nın eteklerine kadar tarih kazanan harp yürüyüşlerimizin kahramanlığı ne anlam taşıyorsa Şuşa’nın fethi de bizim için aynı anlama gelmektedir. O da kahramanlık tantanasıdır. Bu yüzden Duman Çekilende adlı romanımda genel Türk millî kahramanlık konusunu işledim. Eserin değerini de artık kıymetli okuyucular belirler.