HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
MUHİTTİN GÜMÜŞ 2
ERKUT DİNÇ 3
HİDAYET ORUÇOV 4
Yakup Ömeroğlu 5
Ali Akbaş 6
TAHAVİ AHTANOV 7
Samet Azap: Kırgız Edebiyatı’nın önemli isimlerinden birisiniz. Özellikle Manas Destanı’nın öneminin anlaşılması için çok çalıştınız. Öncelikle kendi ağzınızdan hayat hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Prof. Dr. Beksultan Cakiyev: Ben 1936 yılının Ocak ayında, Issık Göl vilayetinin, Ton İlçesi’nin Bökönbayev Köy’ünde doğdum. Orada Maksim Gorki adında ortaokul vardı. Şimdi adı değişti. İşte o okulda 1943 yılında 1. sınıfa gittim, 1953 yılında ise oradan mezun oldum. Mezun olduktan sonra Kırgız Devlet Üniversitesi’nin, şimdiki Balasagun Üniversitesi’nin Filoloji Fakültesi’nde okudum. Oradan 1958 yılında mezun olunca Kırgız Devlet Tıp Enstitüsü’nde Kırgız Dili öğretmeni olarak çalıştım. Toplam 18 sınıfa girip ders verirdim. Ama o zamanlar şimdiki gibi dil sorunu yoktu. Öğrencilerin çoğu Rustu. Öğrenciler 3 gruba ayrılırdı: Kırgız Türkçesini iyi bilenler, anlayan ama konuşmaktan utananlar ve hiç bilmeyenler. O zamanlarda şimdiki gibi hakkımız yenmezdi. Öğrenciler gayret eder ve derslerine iyi çalışırdı. Ben Tıp Enstitüsü’nde çalışırken “Cumhuriyetin En İyi Piyesleri” yarışması için bir piyes yazdım. Bir mahlas ile adımı gizleyerek “Atanın tagdırı” adında bir ad ile yarışmaya katıldım. Sonuçlar bir sene sonra açıklandı ve birinciliği kazandım. Anlaşmalar yapıldı ve o piyes Devlet Opera ve Bale Tiyatrosu’nda oynanmaya başlandı ve halen oynanmaktadır. Bir sene sonra Kazakistan’da oynandı. Almatı’da Musrepov adındaki Gençler Tiyatrosu’nda üç defa sahnelendi. Bundan dört sene önce benim “Cürölüçü Cürök Oorutpay” adlı piyesimi Avezov Tiyatrosu sahneleştirdi, hala sahneleştirilmektedir. Çok iyi piyes diye telefon ediyorlar. Yer yer gezerek bu piyesi sergiliyoruz diyorlardı. Kazakistan’a gittikten bir hafta sonra “Ake Tagdırı” (Kazaklar “Atanın Tagdırı” piyesini böyle adlandırıyorlar) piyesi sahneleştirilecekti, o güne kadar kalın dediler; ama ben bir hafta dayanamam diyerek geri döndüm. Bu piyesim Kazakistan’ın bütün tiyatrolarında, Türkmenistan’da, Özbekistan’da sahneleştirildi sonra beni 2 yıllığına Moskova’daki Sinema Senaryo Yazarlarının Yüksek Kursu’na gönderdiler. Ben oraya istemeyerek gitmiştim, ama gittiğime pişman olmadım, çünkü ben orada dünyaca ünlü, bilgili insanların derslerini aldım. Orada da diploma için bir senaryo yazdım. Herkesten önce yazdım ve senaryomu öven Yunus dergisinde bir makale yazdılar. Ama o senaryoyu Devlet Sinema Komitesi’nin basını ideolojiye aykırı diyerek çıkarmadı. Bir konuşmada “bu bizim Sovyet okuyucularının hoşuna gitmez, burada kötümserlik, trajedi var ve burada ‘yalnızlık’ ön planda.” diyerek suçladılar.
Ben sonra Kırgız Sinema Stüdyosu’nda çalıştım. “Bakaydın cayıtı” (Bakay olayı), “Karaş-karaş olayı” gibi birçok büyük filmin redaktorlüğünü yaptım. Sonra yönetim tarafından Sinemanın, Tiyatronun Baş Redaktörlüğü’ne getirildim. Beyşenalieva adındaki Sanat Enstitüsü’nde okutmanlıktan başlayarak profesörlüğe yükseldim. Önceleri Sanat Enstitüsü’nün ve konservatuvarın hocaları doçentliklerini savunmak için başka ülkelerin yüksek öğretim kurumlarına giderdi. Ben de doçentliğimi savunmak için Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gittim. Benim gittiğim zamanlarda orada Karabağ’da savaş oluyordu. Ben oradaki öğrencilere ders anlattım bir de hocalar ile sohbet masası düzenledim. Benim gittiğim bölümde 3 tane doçent varmış. 3-4 gün geçtikten sonra o doçentler, siz bizden daha bilgiliymişsiniz eğer burada çalışsaydınız çoktan profesör bile olurdunuz dediler. Sonra, ben de bizim tarafta benden daha akıllı ve yetenekli kişiler var, işte biz böyle güçlü halkız diyerek övündüm.
Daha sonra 1984 yıldan itibaren o enstitüde çalışmaya başladım. Kırgızistan bağımsızlığını ilan edip devletin başına Askar Akaev gelince ben Kültür Bakanı olarak seçildim. Sonra Manas Destanı’nın 1000 yıllık kutlaması için bir tören düzenlenecekti. O düzenlenecek olan kutlama proğramı için beni başkan olarak seçtiler. İlk önce ben kabul etmedim; çünkü Manas’ın 1000. yılını gerçekleştirmek için başlamış olan işler 1,5- 2 sene önce başlamıştı ve ben artık bu iş için başkana gereği yok diye düşündüm. Ama önce oraya gidip bir bakayım, sonra bu görevi kabul edeyim dedim. Oraya gittiğimde, o projenin yöneticileri 1000 tane boz üy kurmayı, 1000 tane de at kesmeyi düşünüyorlarmış. Sonra ben onlara dedim ki, 1000 tane boz üy kursan da, onu gelen misafirler saymaz bile, bir de 1000 tane at kesmenin hiçbir yararı yok dedim. Biz gelen misafirlere Manas’ı, Kırgız halkını tanıtmalıyız dedim ve o görevi kabul ettim. Sonra Manas hakkındaki tiyatro oyununu sahneleştirme yeri konusunda da birkaç anlaşmazlık oldu. Ben Fransa’ya bir toplantı için gidip geldiğimde, o tiyatroyu Baytik’te düzenlemeyi planlamışlar ve düzenleme kurulunun yöneticisi Cumagulov’u da ikna etmişler. Sonra ben geldim ve dedim ki, gelen misafirler mutlaka Manas’ın türbesini görmek isterler; eğer o türbeyi buraya getirebilirseniz tiyatroyu da burada sahneleştirebilirsiniz dedim. Sonra Cumagulov da Talas’ta yapmayı kabul etti. Böylece Manas’ın 1000 yıllık programı gerçekleşti. Bu töreni TRT çok iyi çekti, bizimkiler iyi çekemediler. Bu tören bittikten sonra bizim yöneticiler Manas Destanı’na olan ilgilerini kestiler, hatta kurduğumuz “Manas Direksiyası”nı da dağıttılar. Dünya Halklarının Destanları Topluluğu’nu kurmuştuk ve buna 16 ülke üyeydi. O, 16 ülkenin üyeleri de bu törene geldiler. Türkiye’den Fikret Türkmen geldi. Bu akademisyen daha sonra da beni 3 defa Türkiye’ye konferanslara çağırdı; ama ben bazı sebeplerden dolayı üçüne de gidemedim. Sonra o kişiyle ilişkimiz kesildi.
“Dünya Halklarının Destanları Topluluğunun temsilcisi olarak UNESCO’da 3 sene çalıştım. Oraya birçok proje verdim. ‘Sözlü ürünlerin şaheserini yayımlama’ dalında ‘Manasçılık’, ‘Destançılık’, ‘Ozanlık’ mesleğiyle ilgili 3 sene çalışmalar yaptım. O çalışmaların sonucunda 2013 yılında UNESCO, “Kırgızların ‘Manasçılık’, ‘Destancılık’, ‘Ozanlık’ geleneğini, ‘Bütün insanoğlunun sözlü ürünlerinin şaheseri” olarak Fransa’da ilan etti. Bundan dolayı Kırgızistan’da UNESCO’nun desteğiyle Oş’ta, Calalabad’da, Karakol’da v.s. Manasçıların eğitim alması için 8 tane eğitim kurumu kuruldu. O eğitim kurumlarından çıkan öğrenciler şuan ünlü Manasçı oldular. Mesela manasçı ve şarkıcı Döölötbek, Samat ve şarkıcı kızımız Kunduz Taştanaliyeva da bu eğitim evlerinde yetişti. Ama bu eğitim kurumları, UNESCO tarafından sadece 2008 yılına kadar destek aldı, sonra bütün harçları bizim yönetim karşılayacaktı. Ama şu an devletin durumu kötü olduğu için o eğitim kurumunun harçlarını karşılayamıyorlar.
S.A.: Destanların korunması için ne gibi önlemler alındı ve size göre dünyanın anlaşılamayan, bilinmeyen, böyle önemi kavran(a)mayan başka destanı var mı?
B.U.: Biz şu an bazı ekonomik sıkıntılardan dolayı hedeflerimizi gerçekleştiremiyoruz. Yakut halkının ‘Olonho’ adlı destanı var ve bu destanı koruma kurumunun yöneticisi Aleksandr Cirkov’dur. O, 1999 yılında bize geldiğinde kendi ülkesinin milletvekili idi ve 2003 yılında bizim Manas UNESCO tarafından şaheser olunca, ‘Olonho’ destanının da koruyucuları bizden yardım istediler ve birbirimizle fikir alışverişinde bulunduk. 2005 yılında onların ‘Olonho’ destanı dünya şaheseri oldu. 2015 yılında onlar ‘Olonho’nun 10. Yılını kutlayacaklar. Bu sene bizde de “Manas Destanı’nın dünya şaheseri” olmasının 10. Yılını kutlayacağız.
S.A.: Bir röportajınızda, “herkes Manas Destanı’nı biliyor; ama onun felsefi derinliğini ve Kırgız halkı için önemini tamamen anlamıyorlar” demişsiniz, bu sözünüzü açıklayabilir misiniz?
B.U.: Burada bir yanlışlık var, ben aksine Manas Destanı’nın derinliğini bilen Kırgız az, çünkü onun derinliği çok büyük, işte destanın derinliğini bilmediği için onun felsefesini, fikrini, trajik derinliğini bilmiyorlar, demiştim.
Mesela benim yazdığım Manas’ın önemine dikkat çeken Manas, Kırgızların Baatırdık Eposu (Manas Kırgızların Kahramanlık Destanı) adlı kitapta Manas Destanı’nın ünlü manasçı Sagımbay’ın ağzından yazdıklarının yarısından azı yer alıyor, eğer hepsini yayınlasaydım buna daha 5 cilt eklenirdi. O zaman bunu bir insan okuyamaz okusa da anlayamazdı. Çünkü dağınık ve tekrarlanmış olurdu. Bir diğer kitabım ise Sayakbay Karalaev’in sözleri ile yazılmıştır. Bunun da yüzde 25’i yayınlanmıştır; eğer Sayakbay’ın da söylediklerinin hepsi kitap olarak çıksaydı okuyamazdınız, çünkü orada çok büyük bir derinlik var ve bunların hepsini okumak ve anlamak için çok zaman lazım.
S.A.: Manas Destanı’nın Türkçe çevirisini okuduğumda uzun ve bir o kadar etkileyici bir destanla karşılaştık. Siz bu çeviriyi nasıl buluyorsunuz?
B.U: O sizin okuduklarınız Radloff’un derlediği Manas Destanı’nın Türkiye Türkçesi’ne çevirilmiş hali. Radloff, Manas Destanı’nı ilk derleyip kağıda aktaran kişi. Almanca’ya da çevirdi. Sonar diğer milletlere Manas Destanı’nı tanıtmış olan insan da Radloff’tur. Bunun için biz ona teşekkür etmeliyiz. Ama onun yazdığı ‘Manas’ı söyleyen Manasçı iyi Manasçı değildi. Destanın eksik olan yerleri var.
Ben Sagımbay, Sayakbay vb. manasçıları birleştirdim (elindeki kitaptan bahsediyor) ve bu kitap şimdi ilk okullarda, yüksek okullarda ders kitabı olarak okutuluyor. Ben sana bu kitabı vereyim, burasını okursan anlarsın. “Kardeşim Samet Azap, seni Manas atamızın ruhu korusun, desteklesin sana başarılar dilerim.” Kırgız İlim Akademisi tarafından çıkarılan karar ile bu kitap, ilkokullarda ve yüksek okullarda Manas Destanı’nı anlama dersinde ders kitabı olarak kullanılmaya başlandı. Bu kitap ise UNESCO’nun ekonomik desteğiyle çıktı (başka bir kitabı göstererek). Bu kitap da Almazbek Atambayev’in kararıyla 10.000 adet basıldı. Sonra bu kitabı okullara, oraya buraya dağıtmışlar, ama 5000 tanesini aristokratlara, kitap okumayanlara vermişler. Ben bunu öğrenince tekrar Atambayev’e mektup gönderdim. Atambayev de 15.000 tane daha çıkaralım diye Muras Yayın Evi’ne emir verdi. Bu kitap daha ilginç ve anlamlı olsun diye böyle kısa yazdım.
S.A.: Siz 1985 yılında ‘Apendinin Coruktarınan 502 Tamaşa’ adında bir kitap yayımlamış ve o kitapta Nasrettin Hoca’dan da bahsetmişsiniz. Ünlü batı düşünürü Osho Farkındalık adlı eserinde Nasrettin Hoca’nın fıkralarından örnekler vererek onun felsefi bir düşünür olduğunu söyler. Nasrettin Hoca üzerine çalışmış birisi olarak siz buna katılıyor musunuz?
B.U.: Sizdeki Nasrettin Hoca bizdeki Apendi. Onun yaşadığı olaylar çoğunlukla fıkra türünde; ama hayatın anlamı üzerine felsefi düşünceleri içeriyor. Moskova’da ‘Nauka’ adlı yayınevinden çıkan 23 Nasreddin Hoca adlı kitap var. Ben onu ‘Akadem Kniga’ adlı kitap mağazasından buldum ve kitabı okumaya başladım. O kitapta bütün Türk halkların Nasrettin Hocaları varmış. Mesela; Özbeklerin, Kazakların, hatta Hintlilerin bile varmış. Ama Kırgızlarınki yokmuş. Sonra ben kızdım, Moskova’dakilere değil, bizim akademidekilere kızdım, çünkü bizimkiler göndermediği için bizim Apendi çıkmadı. O kitaptaki fıkraların çoğu güldürmüyor bile, çünkü işte kuru dil ile duyduklarını yazmışlar. Sonra ben oradaki fıkraların Kırgızlara ait olanlarını daha gülünç olarak edebi bir dil ile çevirdim ve bunu Mektep Yayınevindekiler çok beğendi ve çok sayıda baskıyla kitap olarak yayımladılar. Çok kısa sürede kitap herkes tarafından satın alındı.
Ben size Apendi’nin fıkralarından birini anlatayım: “Günlerden bir gün Apendi (hoca) yabancı bir ülkeye gitmiş, orada gezerken bir mezarlık görmüş ve onun üzerinde ‘Burada ünlü, bahadır ve yüce Padişah Sultan İbn Rahim yatıyor, o 3 yıl yaşadıktan sonra vefat etti.’ şeklinde yazı duruyormuş. Sonra Apendi oranın bekçisine gidip, bu nasıl olur da 3 sene yaşayıp ünlü, bahadır ve yüce padişah olmuş diye sormuş. O zaman bekçi; “bu padişah 20 yaşında tahta geçti, 70 yaşında tahtan indi, o hayatının 20 yılını uyumak için, 7 yılını da okumak için harcamış ve yararlı işleri yapmak için sadece 3 yılını harcamış ve o ölmeden önce kendisi böyle yazmamızı emretti.” diye cevap vermiş. Bu cevabı duyan Apendi; “o zaman ben ölürsem beni de buraya gömün ve yanıma, ‘bu zavallı daha doğmadan vefat etti’ diye yazın.” demiş. Sanırım Osho’nun bahsettiği felsefi derinlik burada var.
S.A.: Siz daha çok tiyatro türünde eser vermişsiniz, eserleriniz üzerine konuşursak tiyatroyu nasıl görüyorsunuz ve size göre iyi bir tiyatro eseri nasıl olmalıdır?
B.U: Ben daha üniversitedeyken piyes yazdım, “Atanın tagdırı” adında. Sizin dilinizde “Babanın kaderi” olur. Bu piyesim ilkokul programlarında da var. Bu eserim üzerine birçok çalışma yapıldı. Bundan başka “Min kıyal” adlı piyesim var, bu piyesi Toktogul’un 100. yaşında yazdım ve bu piyesle ödüller aldım. Piyesin başında Toktogul’un zaman ile diyalogu (karşılıklı konuşması), Alımkan’a olan aşkı, Sibirya’ya sürgün olması ve oradan döndükten sonra zamanla yine bir defa karşılaşıp konuşmaları anlatılır. Piyesin sonunda Toktogul “Min kıyal” ezgisini söylüyor ve zamanın bu senin yeni ezgin mi sorusuna “evet” demesiyle bitiyor.
Bir sonraki eserim “Altın ayak” (Altın kap), 4 hikâyeden oluşan bir piyestir. Bu piyeste vermek istediğim ana fikir; “insan, halk, yer, vatan birdir. İnsan kendi vatanından ayrılırsa yaşayamaz.” Vatan sevgisini ve vatanın kutsallığını yansıtan bir piyestir.
Bu piyes burada 2 defa sahnelendi, Türkmenler tarafından da sahnelendi.
Saadak Kaktı: Bu felsefi düşünce ile yazılmış, dünyada nasıl yaşamak gerektiği meselesi işlenmiş. Aç gözlü kardeşlerden kötü düşünceli olan, ahlaki bakımdan iyi olan öz kardeşlerini öldürür. Savaşta küçük kardeşi kopuz çalınca, askerler savaşmayı durdururlar ve buna kızan iki ağabeyi kopuz çalan kardeşini öldürür. Ama sonra pişman olurlar ve aniden kardeşinin çaldığı ezgi duyulur ve kardeşi güneşe doğru yürüyüp gider.
Coluguşuu: Aşk hakkında yazılan bir piyes. Âşık olan kişi mutlu olur; ama eğer o aşkına sahip çıkamazsa o kaygıya ve trajediye dönüşür. Piyes kendi aşkını sahip çıkamayan ve kendini içkiye veren bir delikanlının yıllar sonra âşık olduğu kızla bir balıkçıda puslu bir günde buluşmasını anlatır. Bu piyes Ala Too dergisinde çıktığında Toyaygırlı bir çocuk, benim bir arkadaşıma; “bu Beksultan benim hayatımı nereden biliyor, ben bu eseri okuduktan sonra içki içmeyi bıraktım, çünkü burada tam benim hayatım anlatılmış” demiş. O arkadaşım beni o kişiyle tanıştıracaktı; ama maalesef kendisi vefat etti.
Küttürgön Caz Da Gelir: Savaş zamanında eşi savaşta vefat eden bir gelin içki içmeye başlar ve onun çocuğu annesine bakmak için okulunu bırakır. İşte böyle kederli hayatı anlatan bir piyestir.
Cürölüçü Cürök Oorutpay: Anne ve babasını yaşlılar evine bırakanların paraya olan düşkünlüklerini ve aç gözlülüklerini anlatır. Bu eseri yaklaşık 20 sene önce yazdım. O zamanlarda yaşlılar evinde bir tane Kırgız ihtiyar yoktu. Onun için bizde böyle bir olay yok diye tiyatroda sahnelemediler. Sonra Kırgız ihtiyarların da yaşlılar evine bırakılmaya başlanmasıyla bu piyesi sahneleştirdiler.
Bundan başka makale, çeşitli konuda yazılar, piyes ve nesir türünde yazılar kaleme alıyorum. Çeviri de yapıyorum. Alman yazar Bertold Brecht’in, “Ölörman ene cana anın baldarı” eserini çevirdim.
S.A.: Bize değerli vaktinizi ayırdığınız için size çok teşekkür ederim!
B.C.: Ben Size teşekkür ederim ilginiz için.