HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
Osman Çeviksoy 2
SALIM ÇONOĞLU 3
FATİH SULTAN YILMAZ 4
İ. M. Galimcanova 5
Gülzura Cumakunova 6
Kader Pekdemir 7
19’uncu asrın sonunda Kırım toprakları Türk dünyasına büyük bir âlim ve şair hediye etti. 1893 senesi yarımadanın Karasuvbazar şehrinde Bekir Çobanzade dünyaya geldi. Daha sonraki yıllarda o Azerbaycan, Türkiye, Özbekistan ve hatta Macaristan’da dilbilim uzmanı, Türk dilleri âlimi olarak tanınmış olsa da Kırım’dakiler onu kalplerinin en derin köşesinde kaynayan kaygı, keder ve sevinci halkına ana dilinde ulaştıran yetenekli bir şair olarak biliyorlar.
Onun yaratıcılığı gençlik yıllarında başladı diyebiliriz. İlk eserleri 1912 senesi Türkiye’de, Galatasaray Lisesi’nde okuduğu dönemde “Yaş tatar yazıcıları (Genç Tatar Yazarları)” başlıklı derlemede “Anañ qayda (Annen nerede)” ve “Sabancınıñ topraqqa maqtavları (Sabancının toprağa övgüleri)” adlı şiirleri neşredildi. Genç şair eserlerini “Ç.zade Bekir Bavbek” ve “Bekir Bavbek” takma adlarıyla imzalamış.(1)
Çobanzade’nin eserlerinin konusuna dikkat edilirse onu tedirgin eden ve düşündüren pek çok mesele olduğunu görüyoruz. Burada sık sık gençlere hitap, hasretlik, köy halkının vaziyeti, gurbet motiflerine rastlıyoruz. Bu noktada şairimiz her eserinde ona uygun bir edebî tarz kullanarak vatan sevgisi mevzusunu anmadan geçmiyor. Halbuki onun yaratıcılığında zaten Kırım, Kırım Tatar halkı ve anne figürü her zaman önemli bir yer tutmaktadır.
Bir çok şair şiirlerinde vatan ve vatanseverlik konularına yer vermiştir. Eğer şairin yaşadığı dönemde savaş, devrim ve ya başka tarihî-siyasî değişmeler yaşanırsa şair bunların etkisinde kalarak vatandaş olarak kendi pozisyonunu ifade ediyor, bunu önemsiyor. Çobanzade’yi inceleyecek olursak: 1.Dünya Savaşı, Rusya’daki devrimler ile Tatar halkının göçmek zorunda kalması ve ya yenidünya düzeninde yaşamak için çeşitli yollar aranması… Bunların hepsi onun gözü önünde yaşandı. Şair bütün bu olaylara şâhit olurken elbette yaşananlara duyarsız kalamadı. Bu düşünceler onun “Öz özüme (Kendi kendime)” (1917) şiirinde yansıtılmakta:
Gecelermen yuqu almay, Gecelerce uyumuyor,
Kitabıñnı cerge salmay, Kitabını yere bırakmıyor,
Tüşünmesen, qıdırmasañ, Düşünmezsen, aramazsan,
Yurtıñ içün qayğırmasañ Yurdun için dertlenmezsen
Senden yahşı sohta bolmaz, Senden iyi softa olmaz,
Bahtıñ, koñlüñ asıl tolmaz! Bahtın, gönlün asla dolmaz!
Şair yukarıda bahsettiğimiz tarihi olayların bir takım değişiklikleri beraberinde getireceğini anlıyor. Devrimlerden sonra bütün siyasî sistem değişiyor. Bu da demek oluyor ki, bütün eski adetlerden, dinden vazgeçilmesi, asırlar boyunca şekillenen hayat tarzının değiştirilmesi ve Bolşeviklerin getirdiği köksüz-sunî Sovyet yaşamının halka kabul ettirilmesi söz konusu. Şair önce kendi kendisine ve sonra da halkına sesleniyor:
Sen deñişme, muradıñ uçun bolsa! Sen değişme, muradın gerçek ise!
Ömründe er şeyiñ curtçün bolsa… Ömründe her şey yurt için ise…
Barsın, yıllar aylansın bilgeniday! Varsın, yıllar dönsün bildiği gibi,
Barsın, colın şaşırsın cıldız, Küñ, Ay… Varsın yolunu şaşırsın yıldız,güneş,ay
Sen aylanma, dostçığım, Halq colundan! Sen dönme, dostum, halk yolundan!
Doğru qara, iç ürkme sağ-soluñdan! Doğru bak, hiç ürkme sağ-solundan!
Halqqa bayram, şeñlikler bolğan eken, Halka bayram, şenlikler yapılmış,
Yat ellerge oñğanlıq tolğan eken, Yad ellere bahtiyarlık dolmuş,
Sen unutma muqaddes kederleriñ! Sen unutma mukaddes kederlerini!
Cılap ösken o viran öz cerlerin… Ağlayıp büyüdüğün o viran yerlerini
Kördiñ, er kes denişken hatır içün, Gördün, herkes değişmiş hatır için,
Sınğanday bir cıllı çadır içün. Kırılmış gibi bir sıcak çadır için.
“Sen deñişme!.. (Sen değişme), 1918”
Kırım Tatarlarının dünya görüşünde “vatan sevgisi” duygusunu ayrı bir fenomen olarak kaydetmek mümkün. Tarihimiz yüzünü öyle çevirmiş ki şairler vatan sevgisini hasret, kaygı ve gurbet örgüsünde ifade etmişler. Kırım Tatarlarının vatan sevgisinde acı, ağrı ve keder, kavuşma hayali ile heyecanlı bir bekleyiş var. Bu motifleri Macaristan’da bulunduğu dönemde yazdığı şiirlerinde görebiliyoruz. Meselâ İstanbul ve Budapeşte’de yaşadığı zamanları şiirinde şöyle anlatıyor:
Siz de meni oylaysızmı? Siz de beni düşünüyor musunuz?
Canıq cırlar cırlaysızmı? Yanık türküler söylüyor musunuz?
Gizli, gizli cılaysızmı? Gizli, gizli ağlıyor musunuz?
Köklerge tap yetken tavlar. Ta göklere erişen dağlar.
Cılağan, zikr etken tavlar. Ağlayan, zikreden dağlar.
“Uzaq tavlar (Uzak dağlar), 1918”
Çobanzade bu şiirinde edebî sözlerin gücüyle Kırım’ı tasvir ediyor. Uzakta kalan vatanındaki dağları aklında kaldığı kadarıyla yansıtıyor, millî bir muhit yaratıyor, dağların yanında su kaynağı var: “Kene senden caş atlılar keçemi? Kana-kana çoqrağından içemi? (Gene senden genç atlılar geçiyor mu? Kana kana kaynağından içiyor mu?)” diye sesleniyor. Dağlar figürü yüksek, sert, güç veren, koruyucu bir görüntüdür. Yazar “köklerge tap yetken tavlar (ta göklere erişen dağlar)”, “atalarım ep bavrıñda kömüldi (atalarım hep bağrına gömüldü)”, “o künlerde senden medet umuldı (o günlerde senden medet umuldu)”, “sen yükseksin, tanrı bere başta saña (sen yükseksin, tanrı verir başta sana)” şeklindeki cümlelerle tasvir ediyor. Ama bütün bunlarla birlikte onları merhametli ve kaygılı gösteriyor: “Cañıq cırlar cırlaysızmı? Gizli, gizli cılaysızmı? (Yanık türküler söylüyor musunuz? Gizli, gizli ağlıyor musunuz?)diye soruyor. “Cılağan, zikr etken tavlar (Ağlayan, zikreden dağlar)”, “Er şeyden büyük tavlar, ciğeri küçük tavlar (Her şeyden büyük dağlar, ciğeri küçük dağlar)”, “Yat elge tüştim, senden ayrıldım. / Ne qarandım, ne budandım, sarıldım, / Ne sevildim, ne sıypandım, sayıldım (Yad el düştüm, senden ayrıldım. / Ne bakıldım, ne budandım, sarıldım, / Ne sevildim, ne okşandım, sayıldım)” diyerek özlediğini ve hasret çektiğini dile getiriyor.
“Oy suvuq şu ğurbet ( Amma da soğuk şu gurbet)” şiirinde şair fikirlerini daha keskin, daha etkili ifade etmek için karmakarışık bir tarz kullanıyor. Karşılaştırılan esas anlamlar “ğurbet (gurbet)” ve “curt (yurt)”. Gurbet soğuk, “…Ateşsiz, nursız, turmuşı bizlerge köñülsiz, cırsız (…Ateşsiz, nursuz, hayatı bize gönülsüz,türküsüz)”, yabancı yerlerde “bülbülü cırlasa (bülbülü şakısa)” beğenmiyor, aksine “muñlarım arta (kederim artıyor)” diyor, gurbetteki kızlar “(…columda külümsiy Qaray qızları…/közlerde oñğanlıq, süygü izleri… - …yolumda gülümsüyor Karaim kızları…/gözlerde saadet, sevgi izleri…)”; yani gamsız, dertsiz, sıradan bir hayat sürüyormuş gibi gösteriyor ve kendi halkının kızları, kardeşleri (“…oşatma olarnı bahıtsız Esmağa…”, “…tatar qızları, küñ körip oñmağan tañ cıldızları…” / “…benzetme onları bahtsız Esma’ya…”, “…Tatar kızları, gün görüp bahtiyar olmayan tan yıldızları”) tam tersine bahtsız, cahil ve ona göre horlanıyor. En sonunda ise “Ya curtnı qoruy da süremiz ömür… / Ya “Curt!” dep cana da bolamız kömür… (Ya yurdu korur da süreriz ömür… / Ya “Yurt!” diye yanar da oluruz kömür…)” diyerek iki satırı anlam olarak birbirine tamamen zıt bir şekilde yazıyor.
Burada ayrıca “cır (yır: Kırım Tatar halk şarkılarına verilen isim)”, “cırlamaq (yırlamak) sözleri üzerinde durmak gerekli. Yır motifine ustanın bazı başka eserlerinde de rastlıyoruz. Zannımca şair yır sözü ile ana dilinde özel, kutsal, ruhuna yakın gelen kaygılı, heyecanlı diğer taraftan da sevinçli, hoş duygularını ifade etmeyi uygun görüyor. Gurbeti “gönülsüz, yırsız”, “Cırların bolmasa, manen bolmasa… (Yırların olmasa, manilerin olmasa…)”, “…Öz tuvğan tilimde cırlap ölermen… (Ana dilimde türkü söyleyip ölürüm…)” (Tuvğan Til), “Canıq cırlar cırlaysızmı? (Yanık türküler söylüyor musun?)” (Uzak Dağlar), “Çalınsın cüregimni caqqan cırlar (Çalınsın yüreğimi yakan türküler)” (Kızıl Şarap, eski şarap İçeyim) gibi satırlar ile anlatıyor. Burada şair “Yaz aqşamı, üy aldında (Yaz akşamı, evin yanında)” şiirinde okuyucunun gözü önünde büyük bir sevgi ve hasretle aile sıcaklığını hissettiren sakin, hoş bir manzara yaratıyor. İçinde “cırlamaq” yerine “yırlamaq” sözünü kullanıyor:
Birazdan soñ duvulday tilsiz qaval,
Göñlüm tola, tamırım yana, qaynay…
Ayaqlarım özleri yürip kete,
Közlerimde er bir şiy yırlay, oynay…
(Az sonra dilsiz kaval inliyor,
Gönlüm doluyor, damarım yanıyor, kaynıyor…
Ayaklarım kendi kendine yürüyüp gidiyor,
Gözlerimde her bir şey türkü söylüyor, oynuyor…)
Bu satırlarda kahramanın şen duyguları, gönül coşkusu aksettiriliyor. Aynı anlamda aşağıdaki satırları da kaydetmek mümkün:
….Qalbi quvanç tolğanda, …Kalbi kıvanç dolduğunda,
Ah tabılsam, yırlasam… Ah bulunsam, türkü söylesem…
Bekir Çobanzade bir çok şiirinde anne figürünü yaratıyor, annesini anıyor, ona olan ince duygularını gösteriyor. “Anam” dediği şiirinde annesi fakir, “garip” bir kadın olarak gösteriliyor, yavrusundan uzak kalan, dertli bir anne (“Qol kötere, yalvara, közyaş töke / Elini kaldırıyor, yalvarıyor, gözyaşı döküyor”). Yazar eserin devamında annesinin onu nasıl özenle büyüttüğünü, uykusuz geçirdiği gecelerini anlatıp anne kalbini “zarif bir bina” ile kıyaslıyor, ondan af diliyor. Anne figürü “yurt” figürüyle iyice örülüp birbirini tamamladığı şeklinde ifade ediliyor. Bu tarz figürler büyük sevgi ile vatanın doğası, dağları, bulutları, akşamı, annesinin zikredişi, daha sonra da evlât için tasalanmak şeklinde canlandırılıyor.
Bazı eserlerinde ise yalnız bir çizgiyle belirleniyor ama bunu öyle bir ustalıkla yapıyor ki… Sanki, şiirin bütününü annesine ithaf etmiş gibi hissediliyor:
Oylayman anamnıñ, o bol közyaşların,
Curtumnıñ uzaqta kömülgen caşların.
(Düşünüyorum annemin o bol gözyaşlarını, Yurdumun uzakta gömülen gençlerini / “Amma da soğuk şu gurbet” 1918, Budapeşte)
Bu satırlarda şair annesine olan hasretini söyleyerek, o aziz vatanına, kendi halkına olan duygularını ifade ediyor. Keder, hasret, yabancı topraklarda hissettiği öksüzlük duygusu… Bunların hepsi anıldığı satırlardan önce gelen beyitte dile getiriliyor:
Tavların qarayman, Çatırğa oşay, Dağlara bakıyorum, Çatır’a benziyor,
Közlerim yaşara, qalbim cumşay… Gözlerim yaşarıyor, kalbim yumuşuyor
“Amma da soğuk şu gurbet!”
Şair uzaktan “dağları” görünce, yurdundaki dağlarla kıyaslıyor ve etkileniyor. Onlar yazara Kırım’daki Çatır Dağ’ı hatırlatıyor. Görüyoruz ki, onun aklında, kalbinde, hayalinde hep doğduğu yerler var. Bulunduğu yerde ne görürse onun içinde yurdunu hatırlatan işaretler bulmaya çalışıyor. Aşağıdaki beyitte ise yağmur sanki canlanıyor ve “öpüyor”, “okşuyor”, “seviyor”:
Tüşkende cavunı şuvuldap, quyıp,
Öpkende közümni sıypalap, süyip.
(Yağdığında yağmuru şarıldayıp, bardaktan boşanırcasına, / Öptüğünde gözümü okşayıp, sevip. “Amma da soğuk şu gurbet” 1918, Budapeşte)
1920 senesi yazılmış “Çöyün col işçileri (Demiryolu işçileri)” şiiri ayrıca dikkatimizi çekti. İşçiler demir dövüp demir yolu yapıyorlar (“…keçsin, diymiz, colçı raat, könlü bol!” / …geçsin, diyoruz. Yolcu rahat, gönlü bol!). Bu yoldan bilgi “yürüyecek”, “nur gelecek” diye seviniyor şair, bizim yurdumuzda da böyle yollar yapmak gerekli diyor. Burada yazar yol mevzusunu geniş anlamda alıyor. Yani bilgi, tahsil ve netice olarak yeni hayata kavuşmak için bir vasıta gibi kullanıyor. Parlak bir geleceğe kavuşmak için tahsil yolundan gitmek gerekli. Onun için kendisi de yabancı memleketlerde demir gibi sert, köklü bilginin peşinden gidip: “kelecekke aman bir col işçiliymen (geleceğe tam bir yol işçiliğiyle)” diyor. Yol figürü şairin yaşadığı dönemde popüler bir figür olmalı. Siyaset, devlet sisteminin değiştiği zamanlarda herkes gelecek için kendine göre yeni bir yol arıyor. Çobanzade için yeni yol sadece bilgi yolu, cahillikten kurtuluş yolu insanlığı geniş anlamda “vatanla” kavuşturabilecektir.
Biraz geç bir dönemde yol figürünü kendi eserlerinde Cengiz Dağcı, “Onlar da İnsandı” romanında kullanıyor. Eserde başkahraman birkaç defa kurulan yeni yol hakkında düşüncelere dalıp, yeni ve hiç bilmediğim yoldan ne gelecek, kimler geçecek, halkıma ne getirecek ya da nerelere alıp gidecek gibi sorulara cevaplar arıyor. Dağcı’nın eserlerindeki “yol”un halkımızın başına büyük facialar yağdırdığı da malumdur.
Bekir Çobanzade, Kırım Tatar Edebiyatı’nın “kara asır” denilen devrinden sonra gelen güçlü şairlerinden biridir. Yüz yıl boyunca gelişen edebiyatımız ve şiirimizin olmadığı bir dönemde şair tatlı dili, edebî yaratıcılığı, lirik figürleri, üstün yeteneğiyle bu suskunluğu bozuyor. Eserlerinde yurduna, halkına olan sevgisini en yüksek seviyede seslendiren bir halk ozanı oluyor.
Eğer romanda tasvir ettiği “yol” facialarla dolu olmasa, Bekir Çobanzade’nin “yol”undan geçen nurlar yalnız Kırım Tatar halkını değil, bütün Türk dünyasını aydınlatırdı.