HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Gülzura Cumakunova 4
Kardeş Kalemler 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Yıllarca önce yolumuz Kazakistan’a düşmüştü. Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinde yapı işlerinde göreve başlayacaktım. Üniversite inşaatları ihale yoluyla Zafer İnşaata verilmiş, o güne kadar yapılan bazı fakülte inşaatları bu şirket tarafından gerçekleştirilmişti. Yeni kurulan AYTAŞ (Ahmet Yesevi Türk Anonim Şirketi) tarafından Üniversitenin inşaatları gerçekleştirilecekti. Yani bundan sonra Üniversitenin inşaatları kendi kuruluşu olan şirket tarafından yapılacaktı. Bende bu şirketin idarecisi olarak vazifeliydim. Böyle bir vazife için Kazakistan’a gelmiştim.
Güney Kazakistan da tarihi ismi Yesi olan, son yıllarda Türkistan diye anılan şehir benim oraya ulaştığım yıllarda takriben yüz bin civarında bir nüfusa sahipti. Şehrin nüfus yapısı Kazaklardan ve Özbeklerden teşekkül ediyordu. Bunların dışında az bir miktarda Ahıska Türkleri yaşıyordu.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kazakistan ile Türkiye arasında yapılan özel bir anlaşma ile ‘’HOCA AHMET YESEVİ ÜNİVERSİTESİ’’ kurulmuştu.
Üniversitenin Turan oteline 1999 yılının mart ayında ben de benden önce gelenler gibi yerleştim. Otel son derece bakımlı pırıl pırıl bir hâldeydi. Bölge şartlarına göre bundan daha iyisi olamazdı. Kısa zamanda çevreye intibak ettim. Zaten Üniversite camiası içinde birçok tanıdığım kimseler vardı. Bunlardan biriside Yakup Ömeroğlu idi.
Yakup Ömeroğlu kardeşim de Kültür sarayının müdürü idi ve Manas Üniversitesinin her türlü kültür faaliyetlerinden sorumluydu. Önceki yıllarda Zafer inşaat tarafından yapılarak teslim edilen kültür sarayı inşaatı yeni tamamlanmıştı. Kültür Sarayı gerçekten iyi düşünülmüş ve ona göre de çok mükemmel bir şekilde teçhiz ve tefriş edilmişti. Böylesine bir mekâna o günlerde Türkiye’de pek az üniversite sahipti.
Benim Kazakistan’a gelişimden dört yıl önce de Yakup kardeşimle Kırgızistan da ‘’İSSİKGÖL’’de icra edilen Türk Dünyası Gençlik kurultayında da birlikte olmuştuk.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra o coğrafyanın Türk gençleri bir birlik kurmuşlar. Sovyet coğrafyasında kurulan bu gençlik derneği kuruluş yılında Kazakların, Kırgızların, Başkurtların, Altayların, Teleutların, Sakaların ve Azerilerin katılımıyla ilk kurultaylarını yapmışlar. Kurultayda kuruluşun başkanlığına Kazan Tatarlarından İlik Karimov başkanlığa, Talgat Ahmet başkan yardımcılığına, Zülfiye isminde bir kızımızda icra kurulu başkanlığına seçilerek görev almışlar. O günlerde yapılan bu toplantılardan Türkiye de hiç kimsenin haberi bile olmamış.
Tatar gençlerin öncülüğünde sadece Sovyet coğrafyasında yaşayan Türk topluluklarının meydana getirdiği bir kuruluş. Türk Dünyası Gençlik Teşkilatından ikinci yıl haberi olan Türkiye ilk toplantıya gözlemci olarak katılıyor. Daha sonraki yıllarda Kıbrıs dahil olmak üzere birçok Türk toplulukları da bu çatı altında birleşiyorlar. Böylece kuruluşa Türkiye’den de TÜRK OCAKLARI katılmış oluyor.
1995 yılı ağustos ayında Türk dünyası gençlik kurultayı Kırgızistan da yapılırken ben bir yıl önce Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Camiler inşa etmek için Kırgızistan’a gönderilmiştim.
!995 yılında TÜRK DÜNYASI DÖRDÜNCÜ GENÇLİK KURULTAYI Kırgızistan da Issıkgöl de yapıldı. Tabi olarak Türklerin yaşadığı her yerden katılımlar olduğu gibi Türkiye’den de Türk Ocakları gençlik kolları iştirak ediyordu. Hatta Almanya’dan bile kurultaya katılan gençlerimiz vardı.
Toplantıda Türk dünyasının meseleleri tartışılıyor çözüm yolları aranıyordu. O yıl tartışılan konular içinde ekolojik dengenin bozulmasıyla ilgili konuların önceliği vardı. Tabii olarak Aral gölünün kurumakta olması ilk akla gelen ve mutlaka üzerinde konuşulması gereken bir konuydu. Bu sebeple de Türkiye Kurultaya bakanlık seviyesinde katılmıştı. Türkiye Çevre Bakanlığını temsilen, Bakanlık Müsteşarı Mustafa Keten Bey de Issıkgöl’e gelmiş ve toplantıya katılmıştı.
Türkiye’den kurultay için gelen Türk Ocaklı Gençlerimizin içinde Yakup Ömeroğlu da vardı. Konuralp Ercilasun, Tümen Somuncuoğlu’ndan başka birkaç genç daha Yakup’la birlikte Türk Ocaklarını temsilen gelmişlerdi.
1995 yılı ağustos ayında gerçekleşen dünya Türklüğünü temsil eden bu Kurultaya biz de ailece katılmıştık.
Kurultayın toplandığı Issıkgöl’e 20-25 km. mesafede Koçgor kasabasında cami inşaatı ile uğraştığım için benim için bir akşam kurultaydaki gösterilere katılmamız zor olmadı. Zaten yaz tatili olduğu için ailemde yanımdaydı. Kurultayda gündüz yapılan toplantılarda sosyal meseleler müzakere ediliyor. Akşamları ise her ekip kendi bölgeleriyle ilgili çeşitli gösteriler yapıyorlardı. Bizim katıldığımız gece Kırım gençlerinin yaptığı gösteriler vardı. Kırım folkloru, kırım türküleri heyecanlı bir gece geçirmemize sebep olmuştu.
Issıkkgöl’de yapılan toplantının üzerinden çok geçmeden Türk Dünyası bağımlısı iki insan bu seferde Kazakistan’da bir araya gelmiştik. Bu buluşma benim için çok büyük bir mutluluk olmuştu.
1999 yılının mart ayında Üniversitenin Turan Oteline yerleştikten sonra çevreyi tanımaya çalışıyordum. Otelimizde her türlü ihtiyacımız düşünülmüş, çamaşır hanemiz, Anadolu yemeklerinin yapıldığı lokantamız mevcut. Otelde kalanların hemen hemen tamamına yakını Türkiye’den gelen kimselerdi. Otel sakinlerinin çoğu bekar olsa da on beşe yakın ailece kalanlar da vardı.
Otelimizin çay salonunda hemen hemen her akşam Kültür Sarayı Müdürü Yakup Ömeroğlu, Türk Dili hocası Necdet Albay, Prof. Şahin Uçar, Türk Dili öğretmenleri Selçuk Uysal ve Şair Ali Akbaş, Kadirşinas dostumuz Mehmet Kiremit, Doç. Dr. Hasan Çebi, Doç. Dr. Sadettin Yıldız, Doç. Dr. Orhan Söylemez, Doç. Dr. Hanefi Beylerle doyumsuz sohbetlerimiz oluyordu. Bu sohbet toplantılarına Akademisyenlerin dışında Aytaş Şirketinden bendeniz, R. Kadir Oğuz, Mimar Kadir Koçer, diğer kuruluşlardan Metin küçük, İnş. Müh. Aşkın ve bazı Kazak dostlarımızda iştirak ediyorlardı.
Hayatımızın belki de en güzel günlerini kalpleri bir çarpan o dostlarla birlikte geçirdik.
Bunca yıl geçmesine rağmen orada geçen günlerimi özlemle arıyorum
Yakup Bey Kazakistan da Ahmet Yesevi Üniversitesinde Kültür Müdürü olarak çok güzel hizmetlerde bulundu. Son derece verimli çalışmalar yaptı. Sempozyumlar tertipledi. Konferanslar ve moral geceleri organize etti.
Çok az da olsa, bazı konularda Sovyetler Birliğinden veya ondan ayrılan topluluklardan alacağımız bazı faaliyetler olduğu bir gerçek, Mesela Sanat hareketleri ile Spor faaliyetlerini kast ediyorum. Bu konularda bizden çok ilerde olduklarını kabul etmemiz lazım. Gerek sanat faaliyetlerinde gerekse sportif faaliyetlerde Sovyetler Birliği tarafından çok büyük teşvikler yapılmış. Mesela Fransa da yapılan son olimpiyatlarda Türkiye bir altın madalya bile alamazken Özbekistan’ın yedi sekiz altın madalya ile dünya sıralamasında yedinci sırada olması anlatmak istediğimizin açık ifadesi değil mi? Tabi Sovyetlerin yaptığı bu teşviklerin altında başka hesaplarda var. Yani siz dombra çalın, şarkı söyleyin, votka için ve bu işlerle uğraşın başka meselelere karışmayın demişler. Sovyet coğrafyasında Votkanın su kadar ucuz olmasını sebebi belli olmuyor mu?
Mesela gerek Azerbaycan’da gerekse Kırgızistan da veya Kazakistan da musiki aleti kullanan çok kimse vardır. Özellikle Azerbaycan da beş kişiden birisi ya şairdir ya da üst seviyede musiki ile alakalıdır.
Halbuki bu iki konuda hem sanatta hem de sporda biz onlardan çok gerilerdeyiz.
Yakup Bey anlatıyor. Bir bayram günü yaklaşıyor bir etkinlik yapılacak. Konuyla ilgili Rektörlükte ilgileniyor. Rektör Yardımcısı Cömert beyin başkanlığında toplantı yapılıyor. Cömert Bey Türkiye’den gelen çocuklarımız bu moral gecesi için bir program hazırlasınlar, Kazak talebelerimizin ayrı bir program hazırlasınlar diyor. Bu mevzuda hazırlıklar yapılırken üç yüzün üzerinde olan Türkiyeli çocuklarda bir tane saz çalan çıkmıyor.
Yakup Bey diyor ki Cömert Bey hayretler içinde kalmış ‘’Yahu bir tanede yok mu?’’ diyormuş.
Evet! Bir tane bile yok.
Buradan bugüne kadar gelip geçen bütün Milli Eğitim bakanlarına seslenmek istiyorum. Çocuklarımız Ortaokula başlayınca musiki dersleri de almaya başladılar. Musiki Öğretmenlerimiz her talebeyi mandolin almaya teşvik ettiler. Eğer bize ait olmayan mandolin yerine bize ait olan saz alınması teşvik edilseydi bugün üç beş evin birinde saz çalan bir çocuğumuz mutlaka olurdu.
Söz buraya gelmişken Rahmetli Nevzat Kösoğlu’nun bir sözünü aktarmak istiyorum. Rahmetli bir gün dedi ki kültürümüzün her kolu tahribata uğradı. Ama en büyük tahribatı musikimiz gördü, derdi.
Konuyu bu kadar uzatmamızın sebebi: Bir tane bile saz çalan bir insanımızın çıkmaması Yakup’umuzu herhalde bir hayli rencide etmiş olmalı ki hemen bir saz temin ederek saz çalmaya başladı. Kısa sürede
öğrendi ve bu açığımızı kapatmaya çalıştı. Eğer bir gün moral gecesi yapılacak olursa Saz çalan insanımız yok denmeyecekti.
Milli onuru korumak için gayret göstermek Yakup Bey gibi babayiğitlerin harcı.
Yakup Bey Ahmet Yesevi üniversitesinden ayrıldıktan sonra Ankara’ya döndü.
2000 yılının mart ayında bende Üniversiteden ayrılmıştım. Benden birkaç ay sonra da Yakup Bey ayrılmış ve Ankara’ya dönmüştü.
Tabii olarak dostluğumuz, ahbaplığımız Ankara’da da devam ediyordu.
Nihayet günlerden bir gün, aynı yolun yolcusu bir gurup fedakâr arkadaşla Yakup Bey’in başkanlığında Avrasya Yazarlar Birliği kuruldu.
Yakup Bey ve arkadaşları için yeni bir mücadele dönemi başlamıştı.
Hedef Büyüktü. Hedef Turandı
Yakup bey, Kazakistan’da iken Yaz tatilinde Türkiye’ye gelmiş Havva Hanım’la evlenerek Üniversiteye dönmüştü. Sevimli kızı Özge, Ahmet Yesevi üniversitesinde birlikte olduğumuz günlerde dünyaya gelmişti. Türkiye’ye üç kişi olarak dönen aile Türkiye’ye döndükten sonra Oğlu Osman’ın da doğumu ile dört kişi olmuşlardı, ama şimdi Avrasya yazarlar Birliğinin doğumu ile artık Yakup Bey’in üç çocuğu vardı.
Evin bu üçüncü çocuğu öncekilere benzemiyordu. Yakup Bey’in değerli eşi iki çocuğuyla birlikte bu üçüncü çocuğun adeta emrine girmişler gibiydi. Yakup Bey’in çalışmaları artık aile boyu idi.
Senenin yarısı yurt içi veya yurt dışı seyahatlerde geçiyordu. Ocağında aş vardı ama baş yoktu. Çocuklar babalarını arada bir görebiliyorlardı. Havva hanım akşam yemeklerini çoğu zaman Yakup Beysiz veya onu beklemekle geçiriyordu.
Turana giden yol uzun ve çetindi. Bu yolda Yakup Bey’in gecesi yoktu, gündüzü yoktu.
Avrasya Yazarlar Birliği kurulduğu günden bu tarafa yayınlanan Kardeş Kalemler Dergisi on sekiz yıldır kesintisiz neşriyatına devam ediyor. Tatar bir yazarın bir yazısından bir Kırgız Türkü bu dergi ile haberdar oluyor. Bir Kıbrıs Türkünün yazdığı hikâye Kardeş Kalemler sayesinde Taşkent’te veya Semerkant’ta okunabiliyordu.
Kardeş Kalemler Dergisi Türk coğrafyasında, doğudan batıya, gönülden gönüle ağlar örüyordu. Bu irtibatları güçlendirmek için Yakup Bey gece gündüz koşturuyor. Bir gün Kırgızistan’a gidiyor, Cengiz Aytmatov’u anma toplantısına katılıyor. Seyahatten dönüyor Kazan da yapılan bir başka toplantıya katılmak üzere yeni bir yolculuğa başlıyordu.
Yirmi yıldır bir ülkeden bir başka ülkeye seyahatler devam ediyor, bir gün, of deme yok, şikâyet yok.
Dergi çıkıyor, seyahatler peş peşe devam ediyor. Bu arada üç yüz elliden fazla kitap yayınlanıyor.
Birlikte birde faal olan Yazarlık atölyesi kuruluyor. Yıllardır geleceğin Türk dünyasına hizmet edecek gençler yetiştiriliyor.
Gerek yurt içi ve gerekse yurt dışı seyahatlerle ilgili veya dergi, kitap yayıncılığı ve yazarlık atölyeleri ile ilgili çalışmalar hakkında mesai arkadaşları Osman Çeviksoy, Ali Akbaş veya Ataman Hanım mutlaka daha teferruatlı bilgiler vereceklerdir. Çünkü bu çalışmaları hep birlikte yürüttüler. Bu düşünceyle bu mevzularda işi ehline bırakmak için daha fazla şeyler söylemek istemiyorum.
Her fani için söylenmesi ve ona göre de ibret alınması gereken birkaç nokta ile konumuza son vermek istiyorum.
Cenabı Hak her insana bir ömür verir. Bu ömür bir tarla gibidir. Bu tarlayı iyi değerlendirmek gerekir. Onun için Dünya ahiretin tarlasıdır denilmiştir.
Yakup kardeşimiz bu tarlayı en iyi şekilde değerlendirerek ahirete intikal etti. O kendi tarlasını bir gününü boş geçirmeden ekti biçti. Çok büyük izler bırakarak gitti.
Makamı cennet olsun.
Ölüm hayatın bir gerçeği, sık sıkta yaşıyor, her an karşılaşıyoruz ama yine de bu ayrılık acı bir sürpriz oldu.
Kederli ailesine yakın dostlarına Cenabı Haktan sabırlar diliyorum.
Yakup Bey’in üçüncü çocuğunun, inanmış dava ehli dostları sayesinde yetim kalmayacağına inanıyorum.
Cenabı Hak onu Efendimize komşu eylesin inşallah.
Seni hiç unutmayacağız Aziz Kardeşim.
30 Agustos 2024