HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
İ. M. Galimcanova 4
Kardeş Kalemler 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Nasıl anlatsam bilmiyorum burayı. Zihnimdeki bütün kelimeler yetersiz kalıyor. Umudun ve çaresizliğin sırt sırta savaştığı bu can pazarını nasıl anlatsam, hangi kelimeleri seçsem bilmiyorum. Depremin hemen sonrasında geldik bölgeye. Yollar susuz kalan toprağın parçalanması gibi ortadan ikiye ayrılmıştı, binalar iskambil kâğıtlarından yapılmış da yanlışlıkla dokunmuşsun gibi etrafa saçılıvermişti. Etrafta koşuşturan insanların hepsi bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Tanımadığımız gözler, tanıdık bakışlara dönüşüyordu. Ailesini toprağa veren koşup bir başkasına yardım ediyordu. Arama kurtarma ekiplerinin bir sözü ile bütün ortam taşa dönüyor, “Sesimi duyan var mı?” sorusuna verilecek bir cevap için herkes nefes almayı unutuyordu. Her meslekten, her yaştan, her yerden insan bu kadar yıkılmışlığın arasında tek yürek olup yaralarını beraber sarmaya çalışıyordu.
Bütün bunların az ötesinde her yaştan çocuk bu manzarayı görüyor, ne yapacaklarını bilmeden bazen ağlayarak bazen sessizce etrafındaki umuda ışık tutmak istercesine gülümsüyordu. Kurduğumuz çadırda bir nebze onları rahatlatmak için oyunlar oynuyor, kuklaları konuşturuyor, bir teli kopmuş gitarla onlara şarkılar söylüyorduk. Çadırın içinde gülen, çocukluklarını yeniden hatırlayan bu minik yürekler eşikten adımlarını atınca çadırın önünde bıraktıkları yüklerini tekrar sırtlıyorlardı.
Geldiğim günden bu yana çadırın içindeki etkinliklerden sorumluydum. Bugün ise dışarıda olacaktım, memleketin dört yanından gönderilen oyuncakları bir gülücük için dağıtmaya başlamıştık. Enkaz çalışmalarının devam ettiği mahalleye gelince tanıdık bir çocuk şarkısı karşıladı bizi. “Şeytan almış götürmüş, satamadan getirmiş.” Çocuklar ele ele tutuşmuş durmadan bu şarkı ile oyun oynuyorlardı. Karşılarında onlara bakan kadınlar ise ağlıyor, gözyaşlarını tozlu yazmalarıyla siliyorlardı. Elimizdeki oyuncakları gören çocukların dikkati şimdi bizdeydi. On, on beş kadar çocuk vardı burada. Hepsi tek tek oyuncaklarını aldı. Çocuklarla biraz daha vakit geçirdikten sonra kadınların yanına gittim. Onlarla konuştum; neler yapabilirdik onlar için sordum. Çadırları, üst başları varmış. Arada yemek de getiriyorlarmış. Gruptakilerin en yaşlısı olduğunu düşündüğüm kadının gözü çocukların üzerinden asla ayrılmıyordu. Onunla sohbet etmek için yanına yaklaştım.
Merhaba, sizin için yapabileceğim bir şey varsa lütfen söyleyin. Elimden gelen ne varsa yapmaya hazırım, dedim. Dedim ama kurduğum cümleye daha ağzımdan çıkarken pişman oldum. Baktı, “Çocukları mutlu ettin ya kızım, yeter.” dedi. Sustuk ikimiz de, çocukların her şeye rağmen gülebiliyor olması hepimizin ışığıydı. “Öğretmen misin?” diye sordu, sohbete başladık böylece. Ailesinin çoğunu kaybetmiş, oğlu ve torunu enkaz çalışmalarına yardım ediyorlarmış, o da anladığı en iyi şeyi yapıyormuş, kimin çocuğu olduğunu bile bilmediği bu çocuklara bakıyormuş, hep beraber göz kulak oluyorlarmış emanetlere. Sohbetin sonunda “Biraz önce ne güzel oynuyorlardı. Anneannem de benimle oynardı bu oyunu. Aldığım nefes batmadı onları izlerken.” dedim. Ağlamaktan kuruyan gözleri aniden doldu. “Ben öğrettim öğretmen kızım onlara. Dün bu oyunu oynarken birinin babasını enkazda sağ çıkardılar. Şimdi ne kadar oynarlarsa o kadar çok kişi geri döner sanıyorlar.” Cevap veremedim. Sustuk ikimiz de. Arkadaşlarım beni çağırdığında aldığım nefes vücuduma ağır geliyordu. Arabaya yöneldiğimizde çocukların sesi bizi, uğurladı: “Şeytan almış götürmüş satamadan getirmiş.”
(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Şubat2023)