BİR KİTABIN YAZILIŞ HİKAYESİ


 01 Mayıs 2021


Hayatta karşılaştığımız pek çok şey gibi kitapların da kendilerine mahsus hikayeleri var. Yakınlarda yayınlanan Usulî Divanı (İstanbul, 2020, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı) adlı çalışmamın kendine mahsus serencamını sizlerle paylaşmak, hem sevincimi hem de ikinci kez ele almak ihtiyacını duyduğum bu kitabın otuz yıllık süreçte benim penceremden görünen macerasını dile getirmek istedim. 

Kader bize zaman zaman anlamlı işaret fişekleri gönderiyor kanımca, ya da nasibimize düşen şeyleri. Usulî’yi bir çoklu yapının içinden seçtim. Bilmiyorum, belki o beni seçti. 

Fakülte’den 1975 yılında mezun olduktan sonra doktora yapmaya karar verince Hocam Haluk İpekten Bey’le yapılan değerlendirmelerden sonra Künhü’l-Ahbarüzerinde çalışmama karar verilmişti. Şevkle başladığım çalışmalar sırasında hoşuma giden hikâyeler ve şiirlerle karşılaştım. Ama biri beni çarptı adeta, adını ilk kez duyduğum Usulî adlı bir şairin,

Vücûd-ı Mutlakun bahri ne mevci kim eder peydâ

Ene’l-Hak sırrını söyler eğer mahfî eğer peydâ

beyti. Söz konusu eserde yer alan üç yüze yakın şair ve binlerce beyit içinde bu mısralar, söyleyiş güzelliği, duygunun fikir planına yükseltilerek ifade edilişi, içinde taşıdığı mazmun, melâmetî neşe ve lirik vasfıyla beni adeta büyülemişti. Bu ilgi, şiirin tamamını, o da Usulî Divanı’nı temin etmemi sağladı. Ama erbabının iyi bildiği gibi divan edebiyatında bazen öne çıkmış birkaç beyit yanında şiirin geri kalan kısmı aynı oranda başarılı değildir. Sözünü ettiğim gazel, eskilerin serâpâ güzel dediği cinsten baştan sona mükemmel bir örnekti. Aynı şekilde bazen bir gazeliyle çok iyi çıkış yakalamış bir şair, öbür şiirlerinde vasat bir görüntü sergileyebilir. Bunun edebiyat tarihinde pek çok örneği vardır. Oysa Divan’ı tetkik etmeye başlayınca başka pek çok güzel şiir örnekleriyle karşılaştım. 

Usulî  ile birlikte Vardar Yenicesi diye bir yer keşfedildi. Ardından buranın 16. yüzyılda en çok şair yetiştiren yerlerden biri olduğu, kendine özgü havası olan özel bir şehir konumu fark edildi. Bunu sağlayan unsurun Akıncı beyi Evrenosoğullarının yönetim merkezi, yani başkenti olduğu ortaya çıktı. Biraz daha ileri gidince karşıma efsanevi Kızıldeli Sultan ve ardından Abdullah ilahî çıktı. Bunlarla şehrin nasıl muhteşem bir insan yetiştirme merkezi olduğu da. 

Böylece Usulî Divanı 1987 yılında az çok şekillendi. Daha sonra Akçağ Yayınevi’nin “Zirvedeki Şiir Ustaları” ana başlığı ile yayımladığı divanlar arasında yer aldı. Ama bu dizinin özelliği akademik bir neşir değil, mümkün olduğu kadar yeni nesillere de ulaşacak popüler bir yayın olmasıydı. 

Araştırmacılar bilir, yaptığımız akademik çalışmalar bir ilk göz ağrısı gibi hep bizim radarımızda olur. Bu anlamda ben de Usulî ile ilgilenmeye devam ettim. Zamanla yeni nüshalar ortaya çıkmaya başladı ve onların hepsini ya not ettim ya da yazma örneklerini temin etmeye çalıştım. Tabii bu arada şehir çalışmaları ve alan araştırmaları da epeyce gelişmişti. Buna bizim kişisel dağarcığımızı ve bakış açımızı zenginleştirme gayretlerini de ekleyince Usulî’yi ve eserlerini yeniden ele almak bir zorunluluk oldu. İlk ele alışımızda nüsha sayısı yedi idi. Şimdi bilinen yazma sayısı yirmi.

Aynı konuyu otuz yıl sonra yeniden ele alınca benim için şaşırtıcı sonuçlar da ortaya çıktı. Bir kere Usulî’nin hayatına, özellikle de yetiştiği ortama yeniden ayrıntılı olarak eğildim. Bu çaba sonucunda Osmanlı taşrasının da kendine göre çok iyi tahkim edilmiş bir manzara gösterdiği ortaya çıktı. İlk bakışta bir askerî garnizon gibi görünen Vardar Yenicesi, aynı zamanda çok önemli bir eğitim, bilim, kültür ve sanat merkezi özelliği gösteriyordu. Bu yolla bir uygarlığın nasıl bir bileşik kaplar gibi kendini dizayn ettiğini görme fırsatı buldum. Aynı şekilde bir taşra şehrinin bu düzenleme sonrasında insan yetiştirme konusunda da nasıl başarılı bir merkeze dönüştüğüne ve akıncılığın nasıl da kendine gerekli derviş meşrep kadroyu inşa ettiğine tanıklık etmek heyecan vericiydi. Bir kez daha anladım ki mekân çok iyi bir öğretmendir.

Akademik hayatımın erken yıllarından beri bilimsel çalışmanın keyfilik kaldırmadığına yürekten inanmış ve işlerimi prensipler üzerinden yürütmeye çalışmışımdır. Alanımızın pek çok çalışması metin neşrine dayalı olmasına rağmen bu konuda asgari bir standarttan mahrum oluşumuza çare bulmak adına edisyon kritik meselesini önemsemiş ve bunu hayatımın erken yıllarından itibaren bir ders konusu hâline de getirmiştim. Hem kendi çalışmalarımda hem de benimle lisansüstü eğitim yapan arkadaşlarıma bu konuda titizlik göstermelerinde ısrarcı olmuştum. Usulî Divanı da benzer bir çabanın ürünü olarak hazırlanmasına rağmen neşri başka bir amaca matuf olduğu için eski konumunda o şekliyle yayınlanmadı. Şimdi nüsha sayıları neredeyse üç kat artınca bu açıdan da yeni bir değerlendirmeye tabi tutuldu. Tecrübelerim şunu göstermiştir ki edisyon kritikle ilgili öğrenilmesi gereken birtakım temel bilgiler elbette her alan araştırıcısına gereklidir. Fakat unutmamak gerekir ki her yazma kendine göre özellikler taşıyan tekil bir örnektir. Dolayısıyla bu iş için standart bir çalışmadan çok her eserin özel konumu göz önünde tutularak değerlendirme yapılmalıdır. İstinsah edilen nüshalara bakıldığında Usulî Divanı’nın şairin ölümünü takip eden yıllarda çokça gündemde olduğu anlaşılmaktadır. Yani sözü edilen şiirler tarikat çevrelerinde okunup hafızada kolay kalabilecek örnekler olduğundan bir kısmı sözlü kültürden yazıya geçmiş bu durum da eldeki yazmaların farklı içeriklerde ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Usulî Divanı’nın elde mevcut müellif nüshası olmayınca bu farklı örneklerden hareketle bir şecere üzerinden yürünmesi de kolay görünmemektedir. Bu yüzden hangi nüshaların seçileceği ve değerlendirileceği konusunda farklı bir yol tercih edilmiştir. Mecmualardaki Usulî mahlaslı şiirler de titizlikle değerlendirildikten sonra metne dâhil edilip edilmemesi konusunda tercihte bulunulmuştur.

Bilindiği gibi XVI. yüzyılda artık divan edebiyatı kuruluş safhasını tamamlamış ve âşık edebiyatından farklı bir teknik ve estetik geliştirmişti. Fakat bu iki zümrenin   dışında kalan, aynı zamanda da iki zümreye dâhil edilecek bir başka sınıf tarih boyunca hep var olagelmiştir; özellikle tasavvuf edebiyatını temsil edenlerin önemli bir bölümü bu ara kategoride değerlendirilebilir. Bu grubu meydana getirenler, kendilerini tebliğe memur saydıkları ve bunu ifadeye yarayan formu vasıta telakki ettikleri için kullandıkları dil daima geniş kitleleri ön planda tutan bir sadelik içinde idi. Ama bunların içinde de zaman zaman belli bir öğrenim seviyesinden gelen, divan edebiyatının estetik zevkine bağlı isimler ortaya çıktı.

İşte Usulî, bu nitelikteki mutasavvıf şairlerden biridir. Ama onun farkı sadece dil ve üslupta görülmez, aruzu ve heceyi birlikte kullanışı ile de özel konumunu tebarüz ettirir.

Bu çalışmada gözetilen temel hedef,  Osmanlı taşra kentinde yetişmiş bir şairin Divan’ının edisyon-kritikli baskısını ortaya koymaktır. Bunun yanında şairin yetiştiği kültürel atmosferin hayatı, eseri ve kişiliğine nasıl yansıdığı da ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Usulî’nin Hadis Derleme ve TercümesiMi‘raciyye ve Şehr-engiz’i çoğu kez Divan’ı içinde birlikte bulunurlar. Biz, başka araştırmacılar tarafından yayımlanmış olan Hadis Derleme ve Tercümesi hariç diğer eserlerini bu çalışma içinde topluca verdik. Fakat Usûlî yazmalarının çoğunda yer alan sıralamada bir değişiklik yaparak Divan’ı meydana getiren kaside, musammat, gazel ve kıt‘aları, yani asıl Divan’ı oluşturan bölümleri başta, Mi‘raciyye ve Şehr-engiz’i sonda değerlendirdik. Önceki neşirde yedi nüsha üzerinden yapılan çalışma, bu defa mevcut yirmi nüshanın on sekizinin incelenmesi ile gerçekleştirildi. Bu yayında sözü edilen nüshalara ek olarak pek çok mecmua taranmış ve bunların bir kısmının içinde Usûlî’nin şiirlerinin yer aldığı görülmüştür. Bunlardan uygun görülenler de bu yayına alındı. Böylece yeni yayında kaside sayısı değişmezken, musammat sayısı on bire, gazel sayısı yüz elli ikiye, kıt‘a sayısı altıya yükselmiştir. Bunlara Şehr-engiz de eklenince Divan’da mevcut şiir sayısı yüz yetmiş altıya çıktı. Buna karşılık yine farklı kaynaklarda Usulî adına kayıtlı olmakla birlikte bütünüyle onun kaleminden çıktığı düşünülmeyen bazı şiirler de “Ekler” kısmına alındı. 

Yukarıda çerçevesi çizildiği şekilde Usulî Divanı ilk ele alınışından yaklaşık otuz yıl sonra yeniden dikkatle gözden geçirilip yayınlandı. Benim gayretim yanında Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı hem şekli özelliklere hem de baskı kalitesine büyük özen göstererek Divan’ı değerlendirdi. Artık teknik imkanlar nerede olursak olalım bu tür eserlere kolay ulaşım imkanı sağlıyor. Kurum bu baskının e-kitap versiyonunu da sitesinde yayınlıyor. Yani ulaşmak isteyenler için erişim çok kolay.

Çalışma sırasında pek çok meslektaşımdan yardım gördüm. Bu vesile ile onlara ve eserin neşrini üstlenen Türkiye Yazma Eserler Kurumuna teşekkür ederim.

Bu kadar güzellik bir araya gelince bana da hem kendi hem de bilim dünyası adına mutlu olmak, sonra da bunu ilgilileriyle paylaşmak düşüyor. O yüzden Azeri dostlarımızın bu gibi durumlar için sıklıkla ifade ettikleri çok şadam ki… söylemi tam da benim ahvalime uygun. 

Bu uzun anlatımdan sonra tadımlık bir iki Usulî şiirine yer vermesek doğrusu eksiklik olur. İşte örnekler:

Koşma

I

Yeñiceden esen seḥer yilleri

Baña Sulṭān Muṣṭafādan ḫaber vir

Unutdı mı ġurbetteki ḳulları

Baña Sulṭān Muṣṭafādan ḫaber vir

II

Tīz ol yürüdügüñ rāhı severseñ

Meded eyle gel Allāhı severseñ

Bir _Alīlik eyle şāhı severseñ

Baña Sulṭān Muṣṭafādan ḫaber vir

 

IV24

Yaralu cāna merhem urılur mı

Uṣūlīnüñ ḥālinden ṣorılur mı

Ḳarşusında dīvānlar ḳurılur mu

Baña Sulṭān Muṣṭafādan ḫaber vir

 

Gazel

 

 Āvāreler felek-zedeler bî-nevālaruz

Ālemde bir maḥabbet esīri gedālaruz

 

 Abdāl-ı pā-bürehne mücerred ḳalenderüz

Ḳaḥbe cihāna baḳmayıcı pārsālaruz

 

 Aldanmaduḳ bu memleketüñ tāc u taḫtına

Bu taḫt içinde biz de aceb pādişālaruz

 

Her bir nefesde Ḥaḳḳ ileyüz Ḥaḳḳa uyaruz

Ey ḫāce ṣanma tābi’-i nefs ü hevālaruz

 

 Fażl ile gerçi gün gibi meşhūr-ı ālemüz

Yirde durur yine yüzümüz ḫāk-i pālaruz

 

Bīgāne olsa cümle cihān bize ġam degül

Şükr-i Ḫudā ki derdün ile āşinālaruz

 

 Şīrāne ġār-ı vaḥdete gel sākin olalum

Bu rūbeh-i fenāyı niçe bir yuvalaruz

 

Ser-rişte-i murād ele girmez direz direz

Ten-cāmesini ġam maḳāsıyla paralaruz

 

Ḥablü’l-metīn-i Ḥaḳḳı bulup naḥnu aḳrebi

Duyduḳ Uṣūlī ṣanma Ḫudādan cüdālaruz

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 173. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 173. Sayı