HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Kardeş Kalemler 4
Gülzura Cumakunova 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
BİR TÜRKÜDÜR AŞK
Mahir NAKİP
İstanbul’un küçük bir konser salonunda konservatuvar öğrencilerinden oluşan halk müziği amatör sanatçıları birer birer sahne alıp farklı yörelerin türkülerini söylüyorlardı. Genç bir kız öğrenci de önce Kerkük Divanı’nı arkasından bir cinaslı hoyratı havalandırdı.
“Yar dayansın
Sineme yar dayansın
Men düştüm aşk oduna
Tutuşsun yar da yansın”
Programını “Rahmeyle mene yarı elimden ecel aldı.” türküsüyle sonlandırdı. Konser bitince sahnenin perdesini aralayarak kulise geçen Tahir Hoca öğrencisini buldu, heyecanla
“Kutlarım kızım. Yakıştı, kökü Kerkük’e dayanan bir Türkmen kızına. Özellikle okuduğun hoyratta hemen hemen hiç hata yapmadın. İlahiyi de mistik yapısına uygun ve güzel bir şekilde icra ettin. Yedi zamanlı Kerkük türkülerinin ritmini tutmak, Türkiye’de büyümüş biri için kolay değildir.” diyerek tebrik etti. Hacer şaşırdı.
“İlahi mi? Rahmeyle Mene’nin bir türkü olduğunu biliyordum hocam.”
“Hikâyesi uzundur kızım. Başka bir zaman gel sana anlatırım. Şimdi ayaküstü olmaz.” deyip uzaklaştı hocası. Hacer konser sonrası arkadaşlarının yaşamakta olduğu coşkulu sevince katılsa da bir merak içini kemirmeye başlamıştı. Okuduğu türkü müydü, ilahi mi?
Ertesi sabah hocasının yanına giderken konserde okuduğu türkünün sözlerini mısra mısra tekrar aklından geçirdi. Türkü, apaçık bir aşk türküsüydü işte. Mahşere kalmış bir vuslatı anlatıyordu, ilahi olması mümkün değildi. Evet, türküde bir ölüm hadisesi dillendiriliyordu, bir firak acısı vardı türkünün her kelimesinde. Sözlerin hepsi hüzün ve keder kokuyordu fakat ne formu ilahi formuna ne de sözleri ilahi sözlerine benziyordu.
Tahir Hoca’sı onu karşılarken, Hacer’in niçin bu kadar erken geldiğini anlamıştı. “Okuduğun türküye ilahi demem kafana takıldı, değil mi?” Hacer içeri girerken inanmakta zorlandığını belli eden bir sesle “Evet hocam. Bir olay türküsü olabilir diye düşündüm ama ilahiye aklım yatmadı doğrusu.” dedi. “Haklısın tabii. Bil ki bu aşk önce dillene dillene türküleşmiş, sonra da zaman içinde ilahi aşkın bir parçası hâline gelmiştir. Otur da anlatayım yaşanmış bu aşk hikâyesini.” Hacer merakla bekliyordu hocasının anlatacaklarını.
“Osmanlının Kerkük’ü henüz terk etmediği yıllarda, kazancılar çarşısında çırak olarak çalışan bir delikanlı varmış. Büyük Tekke’nin de sadık bir dervişi ve bendirzeni olan bu delikanlı, bir müşterinin kızına ilk görüşte âşık olmuş. Kızı istemeye oğlanın ailesi gitmiş, vermemişler. Bir süre sonra kazancı ustaları gitmiş yine vermemişler. Deli divaneye dönen genç sürekli aşk mânileri ve hoyratları söyleyen bir mecnuna dönmüş. Delikanlının bu kıza olan aşkı yavaş yavaş dillerde dolaşmaya başlamış. Vurgun yemiş gibi ağır aksak işine gidip gelmesine herkes üzülürmüş. En sonunda çarşı esnafı olaya el atmış ve kızın babasını ikna etmişler. Üç gün üç gece davul zurna çalarak düğünlerini yapmışlar. Kız mutlu, delikanlı daha da mutlu olmuş. Kısa bir süre sonra gelin hamile kalınca mutlulukları ikiye katlanmış.”
“Mutlu sonla biten bir aşkmış bu hocam ama türkü hüzünlü.”
“Hikâye sonlanmadı ki kızım, devamı var.” Hacer meraktan kıpır kıpır “Sonra ne olmuş hocam?” dedi.
“Kerküklülerin adetleri gereği cuma günleri sabahtan ev hamamları yakılır; erkekler tek tek yıkanır, cuma namazına giderlermiş. Ev işlerini bitirip çamaşırları yıkadıktan sonra yıkanma sırası kadınlara gelirmiş. Yine bir cuma günü kocasını namaza gönderip işlerini bitiren hamile gelin hamamın külhanına nefti dökerken gaz sıkışmasından külhan patlamış ve çiçeği burnunda gelin orada yanarak can vermiş. Kara gözlü, kara kaşlı, gümrah saçlı, tombul yanaklı, terütaze tenli sevgilisini toprağa emanet eden damat, uzun bir süre ne işe gitmiş ne tekkeye. Eve kapanıp derdiyle hemhal olmuş.”
Hacer, “Türkünün böyle acı bir hikâyesi olduğunu anlamıştım.” dedi sesi titrerken. “Fakat ilahi demiştiniz türküye?”
“Kazancılar Çarşısı ve Büyük Tekke de bu hüzünden nasibini almış. Mateme bürünen tekkede uzun bir süre zikir çekilir ama ilahi okunmaz olmuş. Ta ki delikanlının şeyhi onu evinde ziyaret edip yeniden tekkeye davet edene kadar. Âşık kıramamış bu ulu kişinin arzusunu. Zikir çekilen bir cuma gecesi varmış Büyük Tekke’ye. Çok sevinen şeyhi uzun bir teselli hasbihâlinden sonra eline bendiri tutuşturup ‘haydi bakalım derviş içinden ne gelirse onu söyle.’ demiş. Derviş,
‘Rahmeyle mene yarı elimden ecel aldı
Cananım ile vuslatımız mahşere kaldı
Yarın firkati yaktı meni dertlere saldı
Cananım ile vuslatımız mahşere kaldı’ diye başlayıp senin okuduğun bu türküyü okuyunca şeyhi dervişlere dönmüş, ‘Canlar: Bugünden geri her cuma gecesi zikirden önce bu türkü tekkemizde hepimiz tarafından okunacaktır.’ demiş. O gün bugündür Kerkük’teki Büyük Tekke’de bu ilahi okunur.”
Hikâyeyi Tahir Hoca’sından dinlerken Hacer’in göz pınarlarına iki damla yaş sıkışıp kalmıştı.
“Hacer kızım iyi misin, etkilendin galiba?”
“Hem de çok hocam. Annem bu türküyü her hafta okur evde. Nasıl olmuş da bu hikâyeyi duymamış?”
“Normaldir kızım. Çok eski bir olaydır bu.”
“Kerkük’ün tanınmış Kazancı ailesine mensup olduğu hâlde annemin bu hikâyeyi bilmemesine üzüldüm.”
“Ne malum! Belki de biliyordur ama anlatmak istememiştir.”
(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Ocak 2023)