HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
Fethi Gedikli 2
Kardeş Kalemler 3
MEHMET ALİ KALKAN 4
HİDAYET ORUÇOV 5
ELMİRA ACIKANOAVA 6
Çulpan Zaripova Çetin, SAVAŞ ÖNVER 7
BİRİKİNTİ
Hamza Alphan KARATAŞ
“Yer yarıldı. Evler yıkılmaya, ağaçlar devrilmeye başladı. Taze çiçekler, taze umutlar, hayaller, plânlar, toprak oldu. Topraktan gökyüzüne doğru kızgın sular fışkırdı. Gök çatladı. Gök çatlağından siyah bulutlar, mavi ışıklar, kulak zarını törpüleyen korkunç uğultular boşaldı. Bir anda bütün renkler, yalnız renkler değil bütün ölçüler, yargılar, fikirler, birbirine karıştı. Ortalık karardı birden. Karanlığı korku doldurdu. Soğuk ve karanlık korkuyla dolan bir yürek titremeye başladı. Bir beyin, bir beden titremeye başladı. Bir adam aklını oynatacak gibi oldu…
Sınırdayım.
Soğuk, renksiz, korkunç bir karanlığın ortasında hareketsiz, iradesiz, şuursuz bekledim.”
Bekledikçe gözlerim ona takıldı. Karanlık, onun bana dik dik bakıp göz bebeklerimin alev almasıyla birlikte yarıldı. Kanımın delice aktığını hissediyordum. Yeter artık diyordum. Sabah mı gece mi olduğunu anlamamaya, kahvaltı diye bir dilim kuru ekmek yemeye, duvarın benzim gibi kirliliğini görmeye, odanın ruhum gibi soğukluğunu hissetmeye, yağmur yağdığında tavandan damlayan şıpırtıyı duymaya ve de o akıntının oluşturduğu yerdeki birikintiye yani sana, yeter! Artık hepiniz bir son bulun.
Sana dedim, sana. Su birikintisine her baktığımda gördüğüm bu surata! Bulmuştum. Hepsinden, hepinizden kurtulacağım ama özellikle de senden. Sana katlanamıyordum. Sen, ben olamazdın. Ben bu bitmiş, yorulmuş adam olamazdım. Ben gözleri gülen bir bebek, salıncakta göğe yükselirken göğe kucak açan bir çocuk, bir oğul, güvenilir bir dost, saygılı bir insandım, ama her şeyden önce bendim. Kendimdim. İstemiyorum seni. Bakma gözlerimin içine, bakma! Sen öyle sert baktıkça ben daha da sert bakacağım. Seni o çamur içinde boğacağım. Harcanan gururum gibi ellerimin arasından pisliğini akıtma. Madem boğamıyorum madem benden güçlüsün, sana bakıyorum ama hissedemiyorum o zaman gözlerimi kapatırım. Bir duvardan diğerine çarpa çarpa yürürüm. Ayağımla birikintiye tekme atar, toplumun iftiralarıyla lekelediği gibi seninle kendimi lekelerim.
Üşüyorum. Günlerim sadece sana bakmakla geçiyor. Buraya geldiğimde yatağımın şiltesi gibi bembeyazdım. Çaldılar benden. Gülümsememi, gençlik heyecanımı, hayallerimi, olmayan çocuklarımı, mesleğimi… En kötüsü beni benden çaldılar. Ne! Sen ben misin? Hadi oradan! Sen ancak kirden kararmış bu şiltesin.
“Hey! Al bakalım. Bu sefer sana taze ekmek getirdim. O bir halta yaramayan kafanı çamurlu sudan kaldır da al şunu. Yoksa aç kalırsın.”.
Yemek. Evet. Yemek ve gardiyanın dünyanın en iyi ses sanatçısını kıskandıran o güzel sesi. O güzel temiz bembeyaz ten. Yeni yıkanmış gömleğin kokusu, pantolonun tek çizgi ütüsü. Üniformanın kolundaki sarı renk burguların canlılığı.
“Konuş benimle gardiyan. Ne olur? Onca yıl aşkına… Onca yıldır tek başıma burada çürümeme… Yıllardır geçip giden onlarca gardiyan adına…”
“Çekil git başımdan be, pislik!”
O temiz koku ve canlı renklerin ardından bakışındaki iğrenmenin çirkinliği mi beni böyle yakan? Yoksa gözlerinin içindeki o iğrenmenin dibinde kendimi mi görmem? Yeter! Yeter! Yeter! Hep senin yüzünden. Ben pislik değilim. Ama sen o çamurlar içindeki, artık işin bitti. İşin bitti. Bitti.
“Seni de müdür mü yolladı? Bu koku ne böyle? Yapmış mı?”
“Evet. Bu kokuyu tek gardiyan çıkartamaz dedi. Çok bile dayandı. Koskoca onca yıl.”
“Hücresini temizlerken kim çekecek o kadar zamanın pis nefes kokusunu.”
“Hatırlatma. Senin oğlan üniversiteye gitti mi?”
“Evet. Geçen hafta uğurladık. Senin kızın nişanı ne zaman…”
(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Aralık 2022)