Bozkurt


 01 Aralık 2020



Yükseklerde güneş alabildiğine parlıyordu. Bozkurt ve aksamakta olan açık gri renkli dişi kurt koşuyor; burnunu yere iyice eğmiş dişi kurt bir öne geçiyor, tekrar yol arkadaşının yanına dönüyor, bozkurt ise ara ara duruyor, ön ayaklarını kaldırıp seslere kulak salıyor, kokluyor, sonra tekrar ileriye atılıyordu.

Dağ sırtının ilk yokuşunda dişi kurt durdu, kulaklarını dikip sessizliği dinlemeye başladı. Bozkurt ise bu arada öne geçip yere bütün vücuduyla eğildi. Ses çıkarmadan, dikenli yüksek otların arasında sürünerek tepeye tırmandı. Karşı yamaçta büyük bir koyun sürüsü gördü. Ve birden, kendisine atalarından miras kalmış, nesilden nesile geçen kurtluk duygusu yüreğinin ta derinliklerinde coşkuyla kabardı. Bozkurdun gözleri mavi mavi parlıyordu. 

Tam bu sırada sanki otlar arasından hışırtılar duyuldu kulağına. Sanki uzaklardan o şeytanî, ateş püskürten kara sopanın gözleri onu hedef alıyordu. Bozkurt aniden geriye döndü ve başındaki kalpağı kulaklarına kadar çekmiş, kendisine bakmakta olan adamı gördü. Adam ve kurt, hiç kımıldamadan, gözlerini birbirinden ayırmadan bakıştı. Koyunların sahibi gülümsüyor gibiydi. Gülümsüyor muydu yoksa? Ya da kurdun cesaretini mi ölçüyordu? Bozkurt korkusuzca ayaklandı, hırladı ve kesik kuyruğunu sallayarak tepede dönmeye başladı. Koyunlar telaş içinde sahiplerine doğru kaçıştılar. Bozkurt gaile içinde kaçışan koyunları görünce tıpkı düşmanlarını yıldırmış kahramanlar gibi daha bir cesaretlendi. İlk atasından miras kalan bu içgüdü onun kanındaydı; korkakça kaçan avını takip ettiren, rüzgârda kesik kuyruğunu muzafferâne sallayan, avın kokusu iyice yaklaştığında keskin dişleriyle sıcak avını teslim alan o içgüdü. Ve bu içgüdü avını parçalıyor, oradan oraya savuruyor, ardından yeni avına hücum etmeye hazırlıyordu onu. Bu eğlence ne kadar da keyifli, ne kadar da şahaneydi. Bozkurt tekrar baktı bu adama. Adam önceki gibi hiç istifini bozmadan, büyük gözleri ve dudaklarında alaylı bir tebessümle izledi onu. 

Bozkurt iyice coşmuştu. Birkaç sıçrayıştan sonra kendini koyunların arasında buldu; artık kendini tutamıyor, gözlerini kapatıp keskin dişleriyle önüne çıkan bir şeyi kapıyor ve bir şeyler yanı başında yere yığılıyordu. Bir hamle daha ve bir av daha soluksuz yere yığıldı. Genellikle böyle zamanlarda çobanın canhıraş bağırışları duyulur, ardından o şeytani, ateş püskürten kara sopa gürlerdi. Ancak şimdi ortalık sakindi, hatta sürekli sürünün peşinden koşan o alçağın havlamaları bile duyulmuyordu. Peki şu büyük gözlü adam sürünün sahibi miydi, yoksa insan kılığına sokulmuş bir korkuluk mu? Olduğu şekilde duruyor ve aynı şekilde büyük gözleriyle gülümsüyordu. 

Bozkurdun karnı guruldamış ve aç olduğunu henüz hissetmişti. Tek bir diş hareketiyle yanında yatmakta olan koyunun karnını yardı. Kana bulanmış böbrekleri ve hâlâ atmakta olan sıcak kalbi dişledi. Açlığını bastırır bastırmaz dudaklarını diliyle yaladı ve yukarıya doğru baktı. Açık gri renkli yol arkadaşı, tepeden inip inmemekte kararsız görünüyordu. Bozkurt sıcak et yemeye koyuldu. 

Dişi kurt kuyruğunu sallıyor, kâh boğazlanmış koyuna, kâh hareketsiz duran o insana bakıyordu. Öne doğru kararsız birkaç adım attı. Korkusunu yenemeyip tekrar geriye sıçradı. Bozkurt karnını doyurmuş olmanın verdiği memnuniyetle hırladı ve parçalanmış koyun gövdesinden bir parça alıp uzaklaştı. Sevinçle yanına gelen dişi kurda verdi eti. Dişi kurt bu ziyafeti bir hamlede midesine indirdi. 

Bozkurt yeniden silahla hedef alındığı hissine kapıldı. Arkasına döndüğünde o büyük gözlü korkuluğu gördü, ancak bu sefer bu korkuluk telaş içindeki koyunları toplamaya çalışıyordu. Köpek ise korkunç misafirlerinin kokusunu zar zor almış, sahibinin attığı tekmelere, başına vurduğu sopalara aldırmadan alelacele sürünün derinliklerine saklanmış ve kendinde kurtlara havlayacak cesareti bulamamıştı. 

“Ah zavallım! Gök sana güç vermediği için sen insanın verdikleriyle doyuruyorsun karnını. Acınacak haldesin.” diye geçirdi içinden bozkurt kulaklarını dikip. 

Karnı doyunca bozkurda rehavet bastı. Köpeğe acıyan gözlerle uzun uzun bakıp oradan uzaklaştı. Gri renkli dişi kurt onun yanında başarılı av için minnettarlığını ifade edercesine gidiyordu. 

Birkaç gün sonra, kurtlar yeni bir akına doğru yol aldılar. 

Açlık onlara rahat vermiyor, yiyecek bir şeyler bulabilmek için gitmeye çekinecekleri yerlere bile gitmeye zorluyordu. Seferden önce bozkurt başını göğe dikip ulumuş, dişi kurt bu seferki cengin bir emir gibi olduğunu ve omuz omuza olmaları gerektiğini anlamıştı. 

Bozkurdun heybetli adımları yuvalarından kuşları uçurtmuş, hatta tepelerin doruklarında gururla dolaşan dağ keçisi bile, onun avlandığı yerden oldukça uzakta olmasına rağmen, keskin duyularıyla tehlikeyi fark etmiş ve telaşa düşmüştü. 

İşte yine o günkü koyun sürüsü. Bozkurt bu sefer hiç düşünmeden duraksamadan daldı sürüye ve önüne çıkan ilk koyunu yere yığdı. O korkuluk ise tıpkı önceki gibi sakin sakin elindeki korkunç kara sopayla kurtlara bakıyordu. Bozkurt yol arkadaşıyla birlikte koyun gövdesini bir kenara çekip işini bitirdi. Ardından rahat rahat ziyafet yerini terk ettiler. Büyük gözlü korkuluk ise tebessüm dolu bakışlarıyla uğurladı onları. 

***

Aradan günler geçti. Dişi kurdun karnı iyice sarkmaya, memeleri kabarmaya başladı. Hareketleri ağırlaşmış, eskisi gibi koşamaz olmuştu. Son günlerde ise nerdeyse hiç çıkmıyordu ininden. Ve güzel bir günde dört sevimli kurt yavruladı. 

Artık, bozkurt sadece kendisi ve yol arkadaşı için değil, bu dört sevimli yavru için de yiyecek bulmak zorundaydı. Neredeyse bütün zamanını yiyecek bir şeyler aramakla geçiyor, iz sürüyor, oradan oraya koşuyordu. Bir gece kader ona çalıların arasında geceleyen bir sülün hediye etti. Halk arasında boşuna dememişler “Kurdu ayakları besler.” diye. Aradıktan, avın peşine düştükten sonra mutlaka yiyecek bir şeyler bulunuyordu. 

Ancak yetersiz beslenme ve sürekli yiyecek arayışı içindeki bozkurdun avurtları içine çökmüş, bozkurt her şeye sinirlenir, öfkelenir olmuştu. 

İnin yakınlarında bir yerde küçük bir koyun sürüsü otluyordu. Kuzular, sürüden ayrılıp başka bir yöne gidiyor, puflayarak etraflarına bakınıyor, bozkurdun iştahını kabartıyorlardı. Bozkurt gözlerini kapamış, yere iyice pusarak avına gizlice sokulmak istemişti. Ancak şimdi av için uygun bir zaman değildi. Çünkü çoban kurtların yakınlarda bir yerlerde olduğunu tahmin edecek, ardından izleri takip ederek er ya da geç ini bulacaktı. Bu yüzden bozkurt gece hareket etmeyi daha uygun buldu. 

Bir gece, gökyüzünün doğuda kül rengi almaya başladığı vakitlerde bozkurt sırtında bir koyun gövdesiyle inine doğru aceleyle yol aldı. Onu takip eden yoktu, ancak ileride bir yerlerden sanki dipsiz bir uçurumun derinliklerinden geliyormuşçasına dişi kurdun boğuk uluma sesleri duyuluyordu. Uluma sesleri gittikçe yaklaşıyor, sanki dişi kurt ona doğru yaklaşıyordu. 

Hüzünlü uluma sesleri bir azalıyor, bir kuvvetleniyordu. Bozkurt kötü bir şeyin olduğunu hissedip yorgunluğuna aldırmadan atıldı ileriye. 

Bir çukurluğa geldiği sırada dişi kurtla karşılaştı. Dişi kurt bütün vücuduyla kıvranıyor, sürünmeye çalışıyordu. Ancak gücünün sonuna gelmişti. Bozkurt sürekli hırıldar halde koyun gövdesini yere bıraktı ve yol arkadaşının yanına sokulup onu koklamaya başladı. Dişi kurt acıdan kıvranıyor, inliyordu. Ve birden bütün vücudu ağırlaştı, hâlsizleşti, titredi. Kan kaybediyordu. Bozkurdun dehşetli ulumalarında artık ağlamaklı sesler vardı. Yol arkadaşının kan akan böğrünü yalayınca o şeytani kara sopanın duman kokusunu aldı. Birden başını kaldırıp acı acı uludu, daha fazla orada kalamayıp ileriye atıldı. Tekrar durdu kulaklarını dikip. Geriye dönüp yol arkadaşını çağırdı. Fakat dişi kurdun onu takip edecek hâli kalmamıştı; bozkurt çaresiz yol arkadaşının yanına sokuldu. 

Rüzgâr bozkurdu iyice çileden çıkartan tuhaf sesler getiriyordu. Başını kaldırdı, dinledi. Boz yelesi diken diken olmuştu. Göğsünden hırıltılı sesler yükseldi ve inine doğru hızla yola koyuldu. 

İnine yaklaştığında rüzgar ona insan ve barut kokusu getirdi. Ürkmüş kurt yavrularının bağrışmaları duyuldu. Yavrular; ki onlar daha yeni yeni yürümeye, koşmaya, oynamaya başlamışlardı. Ne hâldelerdi acaba? Korku ve yavrularının hâli onu iyice endişelendirmiş, öfkelendirmişti. Her türlü tehlikeyi göze alıp çalıların arasından ine iyice sokuldu. 

Elinde o şeytani kara sopasıyla ayakta duran iki ayaklı şeytan tebessüm ederek ona bakıyordu. Ayaklarının dibinde ağzı bağlanmış, içinde bir şeylerin kıpırdadığı bir çuval vardı. 

Bozkurt mıhlanmış gibi durdu; kulakları dimdik, dili dışarıda, gözleri çakmak çakmaktı. Bozkurt bu haliyle arslana bile saldırabilir, bir fili yere yığabilirdi. 

İri gözlü adam hiç kımıldamamış, sadece elindeki kara sopayı ateşe hazır hâle getirip onu vurmak için en uygun anı beklemeye koyulmuştu. Bozkurt ise hırlayarak adamın etrafında dolaşıyor, saldırmak için bir fırsat arıyordu. Adam bozkurdun her hareketini dikkatle takip ediyordu. İri gözlerinde en ufak bir korku ifadesi görünmüyordu. 

Bozkurt üçüncü dönüşünden sonra başka bir yöne doğru uzaklaştı. Adam “İşte, gidiyorsun.” diye geçirdi içinden ve silahı yere bırakıp aceleyle çuvala yaklaştı. 

Analarının karnı, ardından yaşadıkları in bile kendilerine dar gelen yavrular karanlık çuvalın içinde boğulacak hâle geliyorlar, çuvaldan kurtulabilmek için çırpınıyorlar, keskin bir sesle bağrışıyorlardı. Bu sesleri duyan bozkurt uzaktan çuvalın bulunduğu yere göz saldı. Adam kurda alaylı alaylı bakıyor, “Gel buraya, yavrularını burada bırakmayacaksın ya.” diye söyleniyordu. 

Bozkurt çevik bir hareketle geriye döndü ve bütün gücüyle adama doğru koştu. Adam alelacele el yordamıyla tüfeğin horozunu kaldırmaya çalışırken bozkurt tüfeğin dipçiğini ısırıp çekmeye başladı. Kuyruğu kendinden emin olduğu zamanlardaki gibi hafifçe dikilmiş hâlde sallanıyordu. Öfkeyle hırlıyor ve tüfeği adamın elinden çekip almaya niyetleniyordu. Adam biraz sersemlemişti. Emniyeti açık tüfek çekişme esnasında ateş alabilir, kendisini vurabilirdi. Tüfeği dikkatle tutarak yavaş yavaş geri çekilen kurda ayak uydurdu. Sonunda bozkurt tüfeği adamın elinden çekip aldı, tam ona saldırmaya hazırlanırken korkunç bir gürültü koptu. Bozkurt yay gibi gerilmiş bütün vücuduyla havaya sıçradı. Yaralı değildi. 

Ellerini iki yana açmış, kahkaha atan adam kurda doğru yöneldi. 

“Haydi gel yanıma gelebilirsen. Bakalım gerçekten o kadar cesur musun?”

Kara sopanın aniden gürlemesiyle ürkmüş bozkurdun kulakları dimdikti. Adamın hareketlerini takip ederek biraz şaşkın birkaç adım geriye çekildi. 

“Gelsene buraya, göster cesaretini, kurnazlığını; uyuz bir köpek değil, kurt olduğunu. Haydi gel. Koyunlarımın hesabını vereceksin!”

Adamın alaylı gülüşlerinden iyice öfkelenen bozkurt geriye çekilip başını biraz eğdi ve adama doğru hırsla yürüdü. 

Adamın elinde keskin bıçaklar parlıyordu. 

“Haydi, al beni. Gel buraya, göster cesaretini.” dedi adam gözlerini ondan ayırmadan. Bozkurt üç dört insan adımı mesafesinden adamın göğsünü nişan alarak sıçradı üstüne. Ancak adam bu saldırıdan çevik bir hareketle korudu kendini ve bıçağını salladı havada. Bozkurt havada geri çekilerek akla hayale sığmayacak bir hareketle kendisini bıçaktan kurtarmış, hedefine tırnaklarıyla da olsa ulaşmış, adamın gömleğini yırtmıştı. “Haydi, atla bir daha.” diye bağırdı adam. Bozkurt yeniden bütün gücü ve öfkesiyle saldırdı. Adam yine kendisini kurtarmayı başarmıştı. Adam kurttan kaçmıyor aksine bir şeyler homurdanarak ona saldırıyordu. Ve bu bozkurdu yok etme gayretinin sadece başlangıcıydı. 

İki varlık; kurt ve insan, yaşamak ve kendi neslini devam ettirebilmek için çarpışıyordu. İkisi de birbirlerine en ufak bir müsamaha göstermiyor, daha güçlü olmanın mücadelesini veriyordu. Birinin üstü başı rakibinin nerdeyse boğazına geçecek pençeleriyle yırtılmış, diğeri ise en ufak bir bıçak darbesi almamıştı. İkisi de kan içindeydi ve dövüşü bırakmaya hiç niyetleri yoktu. 

Sonunda ikisi de durdu. 

Bozkurt keskin dişlerini göstererek öfkeli öfkeli hırlıyordu. Gözleri çakmak çakmaktı. Adam ise gözlerini kurttan ayırmaksızın “Haydi, bir daha dene.” diyordu sürekli. 

Bozkurt yavaş yavaş kararından dönmüş, adamın kendisini takip etmeyeceğinden emin bir hâlde derin derin nefes alıyor, rakibinin her hareketini takip ederek oturuyordu. Adam da çuvalın yanına oturdu. 

“Ne işim var benim bu vahşi itle.” diye söylendi. Çuvalı alıp gitmeye hazırlandı. Kurt ayaklandı ve tehdit dolu hırlamalarla adamın yolunu kesti. Adam başka bir tarafa yöneliyor bozkurt tehditkâr hırlamalarıyla tekrar adamın önüne geçiyor, fazla yaklaşmadan saldırmak için uygun bir an bekliyordu. Adam çuvalı yere bırakıp kinle baktı ona. Kolay kolay onun elinden kurtulamayacağını anlayınca oturdu yere. “Ne oldu it soyu, demek benimle baş edeceksin ha! Haydi o zaman saldır! Haydi!” diye söylendi. Bozkurt ise hırlıyor, gözünü ondan ayırmıyordu. 

Tam bu sırada bir atlı göründü patikada. Bozkurt başını kaldırıp atlıya göz saldı, ardından rakibine gözünün ucuyla baktı. Bütün kasları iyice gerilmiş hâlde istemeye istemeye kalktı yerinden. Onlara on - yirmi metre kala at korkuyla kişnedi ve dibaya çıktı. Bu arada atlının başındaki kalpak yere düştü. Atlı çuvalın başında hareketsiz ve bitkin oturan adama keskin bir sesle “Hey, kimsin sen? Ne oturuyorsun burada, korkutuyorsun insanı. Allah belanı versin! Sağır mısın yoksa?!” diye bağırdı. 

Bozkurt kısık kısık hırlayarak dilini dışarı çıkardı. Kin dolu bakışlarla fazla uzakta olmayan bir tepeciğe gidip oturdu. Keskin gözleriyle insanları takip ediyordu. 

Adamlar bir şeyler konuşup çuvalın ağzını açtılar, kurt yavrularına baktılar. Atlı tekrar atına binip çuvalı eline aldı. Ancak at, kurt kokusu almış, korkuyla kişnemiş, dizginlerine boğun eğmeden ileriye atılmıştı. Yerdeki ise çuvalı sırtına alıp atlının ardından aceleyle yola koyuldu. 

Bozkurt kulaklarını dikmiş, köye giden adamları kâh durarak, kâh yol alarak hüzünlü hüzünlü takip etti. 

“Bütün ataların dirilip gelse, yine bırakmam yavrularını!” diye bağırdı adam. 

“İstersen vuralım onu.” dedi atlı. 

Yayan adam olumsuz ifadeyle salladı başını. 

“Kurtlar intikamcı olurlar.”

“İntikamcı mı?” diye sordu adam çuvalı sallayıp. İçindekilerin korku dolu bağrışmalarından zevk aldı. “Bir denesin bakalım. Onun avlumda artıklarımla beslenen köpeklerden bir farkının olmadığını kanıtlayacağım!”

Bozkurt ise hüzünlü hüzünlü uluyordu. 

***

Adam sırtında çuvalıyla avluya girince köpek yılışarak ona doğru koştu, sahibinden gelen tuhaf bir koku alıp duraksadı, afalladı. Gelen sahibiydi, fakat bu tuhaf koku da neyin nesiydi? Köpek başka bir tarafa gidip acıklı acıklı havlamaya başladı. Adam köpeğin neden telaşlandığını anlayıp gülümsedi. Çuvalın ağzını açmasıyla kurt yavruları göründüler. Köpek can havliyle kendini evin arka tarafına zor attı. “Gel buraya, kurt köpeği!” diye çağırdı sahibi onu. “Kurt köpeği” yavrulara bir bakış atıp hareketsiz kaldı yerinde. Sahibi köpeğin yanına gitti, onu sesi soluğu kesilmiş, sırtüstü yatar hâlde buldu. Köpek kuyruğunu sallıyor, adeta sahibinin ona karşı merhamete gelmesini diliyordu. 

“Ah kahpe soyu.” dedi sahibi kısık bir sesle. Kuyruğundan tutup kurt yavrularının yanına taşıdı onu. “Bak şunlara bak. Bunlar senin akrabaların. İyi hadi neyse, kork bunlardan. Tabii ki bunlarla kıyaslanamazsın bile. Ama bunlar küçücük kurt yavruları sadece, bunların neyinden korkuyorsun. Oyna bunlarla. Allah belanı versin senin!”

İki kurt yavrusu çuvaldan çıkmıştı. Köpek korkuyla havladı ve sahibinin elinden sıyrılıp kaçtı. Diğer iki yavru ise çuvalın içinde havasızlıktan boğulmuştu. 

“Hey, artıkçı!” diye çağırdı köpeği adam. “Artıklarımla besleniyorsun, soysuz!”

Köpek sahibinin kendisine “Kurt köpeği” demesine alışkın olduğu için pek oralı olmadı. Sahip bu sefer öfkeli ona doğru yürüdü ve zavallı köpek sırtüstü yatıp af diledi. 

“Korkak seni.” dedi adam alaylı alaylı. Ardından arkasında sakladığı kurt yavrusunu köpeğin önüne bırakıp “Al, kokla şunu, alış. Ölmüş bu. Sana hiçbir kötülük yapamaz.”

Köpek yılan sokmuş gibi sıçradı. Havlayarak kaçıyor, arada bir durup arkasına dönerek bakıyordu. 

“Kancık seni!” diye bağırdı adam gözleriyle köpeği takip ederek. 

“Ne yapacaksın bunları?” diye sordu yavrulara acıyan gönlünden gelen bir ses. “Onları köpeğe dönüştüreceğim.” diye karşılık verdi başka, soğuk bir ses. “Kurt hiçbir zaman köpek olamaz ama.” diye karşılık verdi gönül sesi. Soğuk ses bir kahkaha patlatıp “Burada yaşayacaklar, masamın artıklarıyla beslenecekler, annelerinin sütüyle verdiği kurtluk duygusunu kaybedecekler. Böylece köpeğe dönüşecekler.” dedi. 

“Size avlu köpeği adını veriyorum. Bundan sonra benim evimi koruyacaksınız.” dedi adam içindeki soğuk sesin verdiği karardan memnun hâlde. İçi yiyecek dolu leğeni kurt yavrularının önüne koydu. “Alın, yiyin şunları yaşamak istiyorsanız! Ha, ha, ha.”

Kurtlar leğenden uzaklaşınca adam “Ne? Yüz mü çeviriyorsunuz ? Kuzuyla mı ağırlayacağım sizi? Siz sadece benim verdiklerimi yiyeceksiniz. Emrediyorum size, emrediyorum.” Kurt yavrularını tutup başlarını leğenin içine soktu. 

“Onlar daha yavru, belki sütle beslemek gerekir” dedi gönül sesi. “Hayır!” diye karşılık verdi o soğuk ses. “Sadece verdiklerimi yiyecekler. Alışsınlar buna bugünden itibaren.” Yavruları bağlayıp önlerine koydu leğeni. “Ya yersiniz, ya da geberirsiniz!”

Evin yeni misafirleri en çok köpeğe tatsızlık getirmişti. Köpek önceden avlunun mutlak hakimiyken şimdi orda kalmakta veya kafası nereye eserse oraya gitmekte kararsızdı. Köpeğin davranışlarındaki en gülünç yan ise, avluyu sahibinin ne için getirdiğini anlayamadığı yeni konuklardan koruyormuşçasına gece gündüz avlu kapısının dış tarafında oturup onlara arada bir havlıyor olmasıydı. 

Köpek bazen avlu kapısından birbirleriyle oynayan kurt yavrularına özenerek bakıyor, onların ilgisini çekmeye çalışıyor, bir iki adım yaklaşmak istese de buna cesaret edemiyordu. Köpek kulübesine bağlanmış iki bozkurt yavrusu köpeği korkutuyordu. Kulübenin önünde içi yiyecek dolu leğene özlemle bakıyor, ağzının suyu akıyordu. 

Sahibi onu tamamen unutmuş, kulübeye ise bu iğrenç kokan yavruları yerleştirmişti. Köpeği kıskançlık duyguları sardı. Köpek sahibinin dikkatini çekebilmek için sızlanarak dört dönüyor, hatta birkaç kez yavrulara havlama cesareti bile gösteriyordu. Sahibi köpeğin bu davranışlarına gülümsemekle yetindi. Sahibinin bu tebessümünden cesaret alan köpek, sahibinin orda olduğu zamanlar, kurt yavrularının da kendisine boyun eğdirmeye niyetlerinin olmadığını anladığından, onlara doğru bir iki adım daha attı ve bu sefer daha yüksek bir sesle havladı. Yavrulardan biri, köpeği babası zannedip zincirin uzandığı kadar ona doğru yürüdü. Köpek birden telaşa düştü, kulaklarını dikip geriye kaçtı. Yavru, başını kaldırıp köpeğin bu hareketine bir anlam veremeyip olduğu yerde kaldı, durdu. 

Adam, evden sıcak sulu un getirip köpeğin gözleri önünde, sanki ona inat, daha önce ağzına layık kemikler yediği leğene döktü. “Hey avlu köpekleri gelin yanıma bakayım” diye çağırdı yavruları kibarca. Bu avlu köpekleri de kimdi? Sahibi böyle kibar kibar kimi çağırıyordu? Adam eline leğeni alıp yavrulara yaklaştı, sanki elleriyle besleyecekti onları. Köpek elinde olmadan, hüzünlü hüzünlü çenilemeye başladı. Yavruların kendi kulübesine yerleşmesi yetmiyormuş gibi onun leğenini de kendi malları yapmışlardı. Adam köpeğe alaylı alaylı bakarak gülümsüyordu. Köpek yerinde kımıldamaya başladı, üç günlük açlığını hatırlayıp kelle koltukta leğene doğru yürüdü. Leğenin başına gelince heyecanla başını uzattı ve yemeği hummalı hummalı midesine indirmeye başladı. Arada bir yavruları korku dolu bakışlarla gözden geçiriyordu. Ne de olsa insanoğlu gariptir ya! Kurt yavrularından birini alıp leğene doğru iteledi. Köpek, sahibinden böylesi tuhaf bir davranış beklemediğinden birden bütün korkusunu unuttu ve yavruya havladı. Adam tasvipkâr bir eda ile köpeğe “Ekmeğini yiyecekler senin, daha önceden böyle yapsaydın ya!” dedi. 

Ertesi sabah adam aygırını parçalanmış halde buldu, donakaldı. Korku ve endişe içindeydi. O gün karşılaştığı, sözüne pek ehemmiyet vermediği adamın “Kurtlar intikamcı olurlar.” sözünü hatırladı. Kendine gelip sakin sakin atının derisini yüzdü, eti komşulara dağıttı. Yakın arkadaşlarını toplayıp civardaki şüpheli yerleri arayıp taradılar. O gün kurtla karşılaştığı ine kadar gittiler ama herhangi bir iz bulamadan geri döndüler köye. 

“Bir daha görünmez!” dedi ekipten biri. Komşusunu sakinleştirmek istiyordu. 

“Hayır, hayır” dedi başkası “Kurt bununla kalmaz, yine gelir. Ya kendisi ölecek ya da alacak intikamını, göreceksiniz.”

Adam bütün gece dolu tüfeğiyle oturdu pencerenin önünde. Artık tan atıyordu, ortalıkta kurt yoktu. “Yeniden buraya gelmeye cesaret edebilecek mi?” diye düşündü ve uyumaya gayret etti. 

Öğle vakti, oğlunun “Baba, baba yaylada gri renkli bir köpek bizim ineklerden birini parçalamış” sesiyle uyandı. Yarı giyinik hâlde elinde tüfeğiyle dışarı fırladı. 

“Göstereceğim sana, yaptıklarının hesabını vereceksin!” diye söylenerek yol aldı adam yaylaya doğru. Gün batana kadar o köşe senin bu köşe benim dolaşarak kurdu aradı. Eli boş yorgun argın evine döndü. 

“Dur sen. Kanlı göz yaşlarıyla ağlayacaksın.” diye homurdandı durdu. 

Öfkeli adam kulübedeki kurt yavrularından birini aldı, arka ayaklarından astı ve kamçılamaya başladı. Yavrunun çığlıklarıyla kurdun yerinde duramayacağını ve oraya geleceğini düşünüyordu. Ancak kurt yavrusu kamçı darbelerine aldırmıyor, bir inilti sesi dahi çıkarmıyordu. Adam iyice öfkelendi, yavruyu indirip kulübenin içine fırlattı. 

Bir süre sonra leğene yiyecek bir şeyler bıraktı. Köpek salyaları akarak yumuldu leğene. Bu sırada adam kurt yavrusunu alıp köpeğin önüne bıraktı ve “Isır onu!” diye bağırdı. “Senin ekmeğini yiyor, ısır onu, acıma, haydi ısır!”

Köpeğinin ürkekliğine sinirlenen adam yavruyu alıp leğenin içine fırlattı. Birden yemek yediği kabın içinde yavruyu gören köpek bir anlık bir cesaretle savunmasız yavruyu ısırdı. 

“Aferin, aferin. Isır onu, ısır.” diye destekledi köpeğini. 

Köpek sahibinin desteğiyle daha bir hırsla saldırdı rakibine, oradan oraya savurarak her yerini ısırdı, boğmaya çalıştı. Ancak yavru adamın umutlarının aksine canı yanmasına rağmen hiç sesini çıkarmadı. 

“Ah, kurt soyu.” diye geçirdi içinden, yavrunun sebatına şaşırmış hâlde. Ve yavruyu aldı köpeğin elinden. Fakat yavru bu sefer kendine gelemedi, küçük bedeni soğuyuverdi. 

Adam kurt yavrularını eve getirmeden önce, duyduğu her sese havlayarak ev sahiplerini uyutmayan köpeğin bu sahte havlamaları da kesilmişti. Hava kararır kararmaz kuytu bir köşeye veya koyunların arasına gidip saklanıyordu. 

Bugün ise, güneş battıktan sonra köpek tamamen kaybolmuştu ortalıktan. “Kurt yakınlarda bir yerlerde olsa gerek. Gelsin bakalım, biz onunla hesaplaşmasını biliriz.” diye düşündü adam. 

Bütün gece elinde tüfeğiyle dolaşıp durdu avlunun içinde. Gün ağarırken girdi evine, yorgundu. Tam elbiselerini çıkarırken avludan garip sesler duyuldu. Hemen koştu avluya. Koyunlarını saydı hepsi de tamdı. Sadece gece gömmediği ve henüz birkaç dakika önce eve girerken gördüğü yavrunun cesedi yoktu yerinde. “Nereye kayboldu?” diye sordu kendi kendine. Bütün avluyu aradı taradı, yoktu yavrunun cesedi. “Götürdün demek yavrunu, sen gelirsin yine nasıl olsa. Elimde bir yavrun daha var, geleceksin.” diye söylendi. 

***

Bozkurt, gurup vakti rüzgâra doğru göğsünü kabartmış halde, düşmanının yaşadığı köye doğru yol almıştı. Yol üzerinde sağ taraftan bir hayvan kokusu almış ancak çok geçmeden o koku kaybolmuştu. Bozkurdun kokusunu alıp ortalıktan kaybolan bir tavşan olsa gerekti kokunun sahibi. Sol tarafta ise ne bir koku ne de bir canlı belirtisi vardı. 

Bozkurt, arkasında köyün olduğu tepeye kadar pusarak gelmiş artık yakından tanıdığı o evi seyre dalmıştı. Avlu kapısının önünde enikler oynuyor, adamın pis artıklarıyla beslenen o alçak ise eniklerin arkasından koşarak onlara uyuyordu. Avluda bir şey daha kımıldıyordu. Bozkurt kulaklarını dikip göz saldı, kendi yavrusuydu gördüğü. Bir an atılıp yavrusunu o pis yerden kurtarmak istedi, ancak kendini koruma duygusu onu yerinde tuttu. 

Adam canlı kalan tek yavruya artık daha farklı davranıyordu. Şişeyle süt içiriyor, ince doğranmış et parçaları veriyor, köpeğin yavrunun önündekileri almaması için dikkatli davranıyordu. Kurt yavrusu kendine gelmiş, avlunun içinde eniklerle beraber koşuyor, hatta bazı bazı köpeğe saldırmaya niyetleniyordu. Böyle anlarda köpek hemen gözünün ucuyla sahibini gözden geçiriyor, duruma göre boyun eğiyor veya uzaklaşıyordu oradan. Yavru kurt fark edilecek derecede neşelenmiş, biraz da irileşmişti. 

Bir gün eve iki atlı geldi. Köpek bir kurşun gibi ileriye atılarak gelenlere havlamaya başladı. O kadar şiddetli havlıyordu ki görenler, atın üzerindekileri sıçrayıp yere düşürecek, sonra da parçalayacak zannederdi. Köpek bir yandan havlarken bir yandan eve doğru bakıyor, cesaretini ve sahibine olan sadıklığını göstermeye çalışıyordu adeta. “Geri çekil.” diye bağırdı adam köpeğine. Ancak köpek havlamayı kesmiyor, atların önüne geçiyor, adamlara saldırmaya niyetleniyordu. Köpeğin bu davranışı adamın misafirlerini eve davet etmesine kadar devam etti. Misafirler eve girmelerine rağmen köpek hâlâ havlıyordu. Bu havlamalar misafirlere de ev sahibine de bıkkınlık verince adam avluya çıkıp bir sopa indirdi köpeğe. Köpek kesti sesini. 

Gece yarısı evin penceresinde ışık söndü. 

Adam misafirlerini yatırdıktan sonra, o kahrolası şeytanın geldiği gecede olduğu gibi köpeğin çıt çıkarmıyor olmasından endişelenip avluya çıktı. Avluyu dolaştı, sessizliği dinledi, köpeği o gece olduğu gibi ortalarda görünmüyordu. “Belki de vurduğum için darılıp gitmiştir bir yerlere.” diye düşündü. Fakat birden köpeğin ona darılmasının imkânsız olduğunu hatırladı. Endişelendi. Ağılda koyunlar her zamanki gibi sakindi, ortalıkta kurdun geldiğine dair herhangi bir iz de yoktu. Adam köpek kulübesine yanaştı, kulaklarını dikmiş biraz endişeli buldu yavruyu. “Yakınlarda bir yerlerde, yavrusu onun varlığını hissediyor.” diye düşündü. Birkaç dakika durdu yavrunun yanında, tekrar sessizliği dinledi ve evine gitti. 

Bozkurt usulca girdi avluya. Koyunlar ağıllarında ürküp oraya buraya hareketlendiler. Büyük delikli o şeytanî kara sopa da görünmüyordu henüz. Bozkurt koyunlara aldırış etmeden yavrusunun kokusunun geldiği tarafa yöneldi. Kurt yavrusu için özel yapılmış köpek kulübesinin içindeki tahta perdenin kapısı açıktı. Bozkurt sevincinden oraya buraya sıçrayan yavrusuna doğru yavaşça ilerlerken birden aşağıya bir yerlere yuvarlandı, düştü. Bir yandan hırlıyor, bir yandan ayaklarını kaldırmış yukarıya tırmanmaya çalışıyordu. Burnuna yavrusunun ve koyunların kokusu geliyordu. Öfkeyle sıçradı yukarıya doğru, ancak bir yerlere tutunamayıp tekrar olduğu yere düştü. Kaldırdığı toz ve koyunların ter kokularından rahatsız olup aksırdı. Bir daha sıçradı, yine başaramadı. İnsanın eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğundan sürekli sıçrıyor, ancak her sıçrayış başarısızlıkla sonuçlanıyordu. 

Bir ara, sanki bir insan gürültülü sesler çıkararak oraya buraya koştu. Bozkurt çukurun içinde gizlenmeye çalıştı. Çukurun başında bozkurdun iyi tanıdığı o iri gözlü adam belirmişti. Bozkurt öfkeyle hırlıyor, bir fırsat bulsa kendisine felaket getiren bu insanı paramparça etmek istiyordu. Adam eğilip çukura baktı, kömür gibi parlayan bir çift gözden başka bir şey göremedi. 

Bu esnada bir yerlerden havlayarak geldi köpek. Sahibinin bacakları arasından çukura bakıyor, kurdu parçalayacakmışçasına havlıyordu. İfrit olan bozkurt yukarıda atıldı, ürkek köpek birden geriye kaçtı. Fakat kurdun çukurdan çıkmasının zor olduğunu anladığından kendine gelip çukurun başında korkusuzca havladı durdu. 

“Dur bakalım sen orda.” dedi adam ve eve doğru gitti. Köpek adam gidince sesini kesip hemen peşine düştü sahibinin. 

Sabah olmuştu. Adam hayvanlarını avludan dışarı çıkardı. Köpek uzaklardan bir yerlerden havlıyordu. Bozkurt bütün gece çırpınmış, düştüğü tuzaktan kurtulmaya çalışmıştı. Ancak bütün çabaları boşa çıkınca bir kenara çekilip beklemeye koyuldu. Bir süre sonra köpeğin havlamaları daha yakından duyulmaya başladı. İnsan sesleri yükseldi, ardından gölgeler göründü çukurda. Bozkurt hiç kıpırdamadan duruyordu. 

“Geberdi mi yoksa?”

“Güya bize aldırış etmiyor.”

“Kahrolası.”

Yukarıdan atılan bir kesek parçası başına indi. Bozkurt hırladı, çukurun içinde oraya buraya dolandı, savaşa hazırdı. Köpeğin havlamaları onu iyice çileden çıkarıyor, eğer ona yaklaşırlarsa hepsini de parçalamaya hazırlanıyordu. 

Adam birden bacaklarının arasında çukura doğru havlayan köpeğin başını dizleriyle sıktı. 

“Kancık seni. O geleceği zaman ortadan kayboluyordun. Tuzağa ben düşürdüm onu. Şimdi korkusuzca havlıyorsun. Madem bu kadar cesurdun daha önce neden yapmadın böyle.” dedi köpeğine ve birden köpeği tutup çukura itti. “Hadi bakalım göster cesaretini!”

Köpek ne olduğunu anlamadan kendini bozkurdun karşısında buldu. 

Adamın arkadaşları bu ani hareketle donakaldı, sonra çukurdaki olası kanlı savaşı görebilmek amacıyla iyice yaklaşıp seyre koyuldular. Köpek bozkurdun tam karşısında dondu kaldı, başını eğip yere oturdu. Bütün tüyleri diken dikendi, gözlerini kapadı. Bozkurt köpeğe bakmamaya çalışıyor, hırlıyordu sadece. 

“Köpeği parça parça edecek şimdi.”

“Haydi ne duruyorsun?”

Bozkurt hırlamayı kesip köpeğe aldırış bile etmeden oturdu. Köpek derinden gelen bir sesle hırlıyor, kuyruğunu hafif hafif sallayarak ona yanaşmaya çalışıyordu. 

“Baksana seninki nasıl da yaranmaya çalışıyor kurda.”

“Ne yapsın zavallı.”

Köpek yeni hâline alışmış durumda bozkurdun önünde hafiften kuyruğunu sallıyor, bir yandan da yukarıdakilere kaçamak bakışlar atıyordu. 

Yukarıdakilerin biri bir kesek parçası daha fırlattı bozkurda. Köpek birden irkildi ve yukarıya doğru öfkeyle havladı. 

“Köpek artık sahibine havlıyor. Baksana şuna.”

“Garibim yaşamak istiyor da ondan.”

İnsanlar bir süre bozkurda kesek parçaları fırlattılar, eğlendiler. Bozkurt hiç istifini bozmadan oturuyor, köpek ise fırlatılan her kesek parçasına havlıyor, adeta yeni efendisini korumaya çalışıyordu. Bazen de havlamakla yetinmeyip yukarıya sıçrıyordu. 

“Bu sefer sahibin öldürecek seni galiba.” dedi adamlardan biri. 

“Neden öldürecekmiş. Ne de olsa bir köpek bu. Ve üstelik bir kurtla aynı çukura düşmüş zavallı bir köpek.” diyerek karşı çıktı başkası. 

Adam eve gidip bir halat getirdi. Halatın ucunu ilmik hâline getirdi ve çukura saldı. İlmiği bozkurdun başına geçirmeye çalışıyordu. Bozkurt bunu fark edip başını iyice eğdi yere. Köpek ise aşağı sarkıtılan halata sıçrıyor, dişleriyle onu koparmaya çalışıyordu. 

“Ah yalaka seni.” dedi yukarıdakilerden biri. Gülüştüler. 

Sonunda ilmik köpeğin kendi boynuna takıldı. Adam öfkeyle çekti halatı yukarıya. Köpek tam boğulmak üzereyken halatı çıkardılar boynundan. Köpek mızıklıyor, adeta ağlıyordu. 

“Döv şunu iyice.”

“İşte şu sopayla döv.”

“Boşverin sonuçta bu bir köpek. Öyle yapmak zorundaydı. Yoksa kurt onu parçalardı.”

Köpeği bırakır bırakmaz, kayboldu evin arka taraflarında. Çok geçmeden yine belirdi köpek, birinin bacakları arasına girip aşağıda hareketsiz duran kurda tekrar öfkeli öfkeli havlamaya başladı. 

“İşte görüyorsunuz. Böylesine sadık bir köpeği nasıl öldürebilirim.” dedi adam, berikiler gülüştü. 

“Kancık seni.”

***

Yukarıdaki iki ayaklı vahşilerden kurtulmak neredeyse imkânsızdı artık. 

Uzun uğraşlardan sonra ilmiği bozkurdun boynuna geçirmeyi başardılar. Üç kişi onu yukarıya çekti, hemen üzerine çullanıp ağzına bir kütük parçası yerleştirdiler. Bu kütük parçasına bağlı ipi boynuna bağladılar. Ardından bacaklarını birbirine sıkı sıkı bağlayıp birkaç gün önce parçaladığı aygırın durduğu yere taşıdılar. 

Köpek kurda yanaşmadan uzaktan havlamayı tercih etmişti. 

“Kurdu ehlileştiremezsin. Vursak şunu daha iyi olurdu.” dedi biri. 

“Hayır. İşte şurdaki kancık gibi af dileteceğim ona. Şu itten bir farkının olmadığını kanıtlayacağım.” dedi adam. 

“Bakalım.”

“Canlı canlı derisini yüzeceğim onun. Evet hem de canlı canlı!”

Üç kişi çullandı bozkurdun üstüne. Yere yatırdılar, ayaklarını bağladıkları ipleri kazıklara geçirip yere çaktılar. Adam özenle kesti kuyruğunu bozkurdun ve yavaş yavaş deriyi soymaya başladı. Elleri birden kana bulandı. Bozkurt sesini çıkarmak şöyle dursun, gözlerini bile kırpmadı, sanki o işkence ona değil başkasına yapılıyordu. Adam daha bir hırsla asıldı deriye. 

“Şuna bak! Sesini bile çıkarmıyor. Neden acaba? Bu acıya nasıl dayanıyor. Şimdi bunun yerine bir köpek olsaydı feryadı figânı basmıştı çoktan.” dedi adam. Adam bozkurdun gözlerinde bir yaş damlası görebilmek umuduyla olanca gücüyle soyuyordu deriyi. Bozkurt ise mağrurluğundan ödün vermiyor, her zamanki gururlu görünüşünü değiştirmiyordu. Artık iyice açığa çıkan iç organları çalışıyor, adeta onun hâlâ canlı olduğunu simgeliyordu. 

“Ah kahrolası!” diye bağırdı biri. Çizmesini çıkarıp bozkurdun yüzüne vurdu. 

Ev sahibine yardım etmeye gelen diğer iki adam yapacakları yardımı yeni hatırlamış gibi birden işe koyuldular. Deriyi neredeyse soymuşlar sadece burun kısmı kalmıştı. Adam bozkurdun göz yaşını görememenin verdiği öfkeyle bütün gücüyle çekti deriyi. Bozkurt yine en ufak bir inilti sesi çıkarmamış, gururunu yitirmemişti. 

“Tövbe estağfurullah! Bütün kurtlar böyle mi?” dedi adam şaşkın şaşkın. 

“Yelesine bakın, yelesine.”

“Çöz şunu bakalım. Bırakalım gitsin o kadar güçlüyse.”

Ayaklarındaki bağı çözdüklerinde bozkurt biraz ayaklanır gibi oldu. Kendini toparlayıp şaşkınlıkla baktı vücuduna. Titreyerek bir iki adım attı. 

“Eee, n’oldu? Kim daha güçlüymüş bakalım? Sen mi, yoksa ben mi?”

Bozkurdun bacakları titriyor, ayakta kalabilmek için direniyordu. Birden düştü yere hemen kalktı. Gür yelesi, kısa kuyruğu, boz derisi yoktu artık. Sadece uğradığı işkencenin korkunç görüntüsü vardı üzerinde. Ancak buna rağmen, tıpkı eskiden olduğu gibi, yüreğindeki gururlu kurt duygusu terk etmemişti onu. Kirpiksiz kalan çakmak gözleri aynı şekilde ürkütücüydü. 

Çıplak kalan bozkurt kendisini izleyen adamların arasında çırpınarak bir daire çizdi. Birden bütün bedeni titredi ve küt diye düştü yere. Tekrar kalkmaya niyetlendi, kalkamadı. Kana bulanmış iç organları durdu. Bozkurt bir inilti sesi dahi çıkarmadan oracıkta ruhunu teslim etti.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 168. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 168. Sayı