BU DÜNYADAN TÜRK EDEBİYATININ USTA KALEMLERİNDEN EMİNE IŞINSU ABLAMIZ GEÇTİ…


 01 Temmuz 2021


HİKÂYECİ OLMAMDA ÖNEMLİ PAYI VARDIR…

                Ardında yirmiden fazla çok değerli eser bırakarak 5 Mayıs 2021’de (bugün) ebediyete göç eden Emine Işınsu’yu önce TÖRE dergisiyle tanıdım. Yetmişli yılların ikinci yarısıydı. Töre başta olmak üzere ne kadar kültür, sanat, edebiyat dergisi varsa hemen hepsini takip etmeye çalışıyordum. Bir taraftan da yazıyordum. Yılını tam hatırlamıyorum “Niyet” adlı bir hikâyemle Töre’nin açtığı bir hikâye yarışmasına katıldım ve dördüncü oldum. Birinci olmuş kadar sevinmiştim. Çünkü dergide benim hikâyemle ilgili uzunca bir değerlendirmeye yer verilmişti. O değerlendirmede özetle deniyordu ki “Sakın yazmayı bırakma!” Acaba bu değerlendirmeyi derginin editörü Emine Işınsu mu yapmıştı, bilmiyorum. Ben öyle kabul ettim, yazmayı hiç bırakmadım.

                 ESTETİK KÜKREYİŞ…

                Onu ilk kez “Çiçekler Büyür” üzerine Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen bir toplantıda gördüm. Gıyaben tanıyor, yazdıklarını okuyordum da kendisini hiç görmemiştim. Kitap çıkalı çok olmamıştı. İzmir Caddesinde bir kafede toplanmıştık. Galip Ağabey de vardı. Eşi İskender Öksüz’le birlikte geldiler. Birlik yönetiminden birisinin takdimiyle ilk söz Emine Işınsu’ya verildi. Hiç unutmuyorum kısaca kendinden bahsedip romanı kimlerin hayatından hareketle ve nasıl yazdığını anlattı. Yazarken yaşadığını söyledi. “Biraz yazınca İlay oldum, İlay gibi davranmaya başladım.” dedi. Bir ara söz alan İskender Bey eşinin bir romanı yazmaya başlayınca içine girdiği ruh halini, hane halkı olarak ona nasıl destek olduklarını anlattı. O toplantıda inandım ki; yazmak oyun eğlence değildir, vakit geçirmek için başvurulan bir meşgale değildir, ciddi bir iştir. Yazmak yaşamaktır. O toplantıdan sonra Emine Işınsu ablam, İskender Öksüz ağabeyim oldu.

                “Çiçekler Büyür” toplantısından aklımda kalan başka bir ayrıntı da Emine Ablamın, estetik kükreyişidir. Dinleyicilerden çoğu güzel sorular sordu, güzel cevaplar aldı. Biri, peş peşe haddi aşan sorularla konuyu saptırarak edebiyattan uzak vadilere çekmeye çalıştı. O kişiye Emine Abla’nın cevabı netti. Sesini biraz yükselterek, güler yüzlülüğünü kaybetmeden “Ben romancıyım! Roman yazıyorum!” dedi. “Beni abur cubur sorularla tuzağa düşüremezsiniz!” demesini de bekledik demedi. Romanlarını okuyanlar sözü ölçülü kullandığını bilirler. 

                GENÇ GÖNÜLLERE GİRMESİNİ BİLİRDİ…

                Tevfik İleri İmam Hatip Lisesinde, Hasan Ali Anadolu Öğretmen Lisesinde edebiyatına girdiğim sınıfların çoğunda dersi öğrencilere işletirdim. Ben gerektiğinde müdahale eden bir rehber olarak kenara çekilirdim. Öğrenci merkezli işlenen dersler oldukça verimli oluyor. O sınıflardan bilim insanları, radyo programcıları, öğretmenler, üniversite hocaları, televizyon sunucuları, hekimler, avukatlar, hâkimler, kaymakamlar vb. çıktı. Roman konusunu işleyecek üç kız öğrencim, Emine Işınsu ile görüşmek üzere bir hafta sonu evine gittiler. (Bunlar Emine Abla’nın romanlarından bazılarını okumuş çocuklardı.) Doğrusu ben onlardan daha çok meraklanmıştım. Acaba lise öğrencisi üç çocukla ünlü bir yazar arasında nasıl bir görüşme gerçekleşecekti?

                Pazartesi okula büyük bir memnuniyetle dönen çocuklar anlata anlata bitiremediler. Üç yetişkin ve saygın insanı karşılıyor gibi karşılamış. Önceden haber verdikleri için hafif yiyeceklerin bulunduğu bir masa hazırlamış. Çay demlemiş. Birlikte hem çay keyfi yapmışlar hem konuşmuşlar. Sordukları her sorunun cevabını almışlar. “Resmen bize hizmet etti hocam!” dediler. Kendilerini hiç de yabancı bir evdeymiş gibi hissetmemişler. Ayrılırlarken üçüne de birer kitap imzalayıp hediye etmiş. Üçünün de gönlüne bir daha çıkmamak üzere girmeyi başarmış…

                YAZARKEN YAŞIYORSAN OKURKEN DE YAŞANIYOR…

                İlk olarak  “Küçük Dünya”sını okumuştum. Bir bölümden o kadar çok etkilenmiştim ki aradan yarım yüzyıla yakın zaman geçmesine rağmen unutmadım. Kapalı çarşıda bir dükkân, tezgâhın gerisinde kendi halinde bir pir-i fani, dünyaya karşı ilgisiz, içinin derinliklerinde kaybolmuş gitmiş, tamamen başka bir âlemde…  Birden başını kaldırıyor, roman kahramanı genç hanıma bakıyor sertçe. ”Kaderini zorlama kızım!” diye ikaz ediyor. Bu söz, büyük gel-gitler yaşayan genç hanım için harika bir belirleyici oluyor. Okuyucu tarafından da unutulmuyor.              

                HEP TEŞVİK EDERDİ…

                Biz onu nasıl “Abla” olarak görüyorsak o da biz kardeş olarak görüyordu. Bir gün Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir toplantı sonrası dağılmak üzere kalktığımızda “Çocuk!” dedi bu yaz tatilde senin romanını okuduk. Ahmet Bican Beylere verdik, onlar da okudu.” Hangisi diye sormadım. “Başıma Dağlar Düştü” Kültür Bakanlığı Yayınlarından yeni çıkmıştı. Hikâye kitaplarımdan sonra ilk romanımdı. Az sayfalı, küçücük bir roman. Bir kabahat işlemişim gibi mahcup oldum. İskender Ağabey de yanındaydı. Yüzlerine bakamadım. “Anadolu’da devam ede giden toprak davasını işlemişsin.” dedi. “Akıcı, güzel yazmışsın! Okuyucuyu sürükleyip götürüyor.” Rahatladım. Başımı kaldırdım. “Ancak bir yeri kafama takıldı. Kurşun isabet etmediği halde o küçük çocuk niçin ölüyor?” “Yazdım ya abla! Ödü patlamış!” diye kekeledim. Zor durumdaydım. Adeta benim yerime cevap vererek beni o zor durumdan İskender Ağabey kurtardı. “Ailesi gözü önünde kurşunlanınca çocuk çok korkmuş, kalp krizi geçirmiş, ölmüş.” Emine Ablam yüzünden eksik olmayan gülümseyişiyle “Yazmaya devam çocuk!” dedi, ayrıldılar.

                Sevgili Emine Işınsu’muz, ablamız, ustamız, genç nesillerin gözünü ve gönlünü açan eserler yazdı. Annesi Halide Nusret Zorlutuna annemiz gibi o da bu vatanı, insanımızı çok sevdi, dostlar edindi, gönüller kazandı. Yeryüzünde kıyamete kadar silinmeyecek kalıcı, güzel izler bırakarak gitti. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad mekânı cennet olsun.

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 175. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 175. Sayı