HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Kardeş Kalemler 4
Gülzura Cumakunova 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
“Dost Bağında Talan Var
Bizi derde salan var.
O bir Yakup idi kendi halinde.
Yakub’u kaybettik Kenan ilinde”
Kazancı Bedih, Yusuf kıssasına ait ilahiyi ne kadar lirik ve içli söylerdi.
Ondan bu ilahiyi her dinlediğimde gözlerim yaşarırdı.
Şimdi acısı çok taze ve biz fâniler için çok zamansız. Sevgili Mehmet Doğan’ı sindirememişken üstüne gelen kaybının ardından kalbim buruk, gözlerim dolu dolu, derin bir yas içindeyim…
Daha ne kadar oldu ki, işte kısa bir süre önce Yakup, Mehmet Doğan’ın ahvalini sormak için aradığında ona, “Mehmet vücut sınırını çok zorladı. Yakup’cuğum, sen de öyle yapıyorsun, dikkat et, lütfen biraz yavaşla” ikazında bulunmuştum.
Bir hafta gibi kısa bir müddet sonra Konya’dan müşterek arkadaşımız Ömer Bardakçı aradı ve “Yakup Ağabey’i aradım sesi iyi değildi, hasta olabilir düşüncesiyle uzatmayıp kapattım.” dedi.
İçime bir sıkıntı çöktü. 3 Temmuz günü aradım, tekrar cevap alamadım. Bunun üzerine telefonuna “Ahvalin nicedir, meraktayım,” diye mesaj gönderdim. Bir süre sonra aradı. Sesi çok kötü. “Yakup, nasılsın, seni merak ettim,” dedim, “Ağabey akciğer kanseri olmuşum, dördüncü evre…” der demez soluğum kesildi, ne diyeceğimi bilemedim. Kelimeler boğazıma dizildiği için konuşamadım fazla, kapattık. Akabinde yine mesaj yazabildim. “Rabbim ‘Şâfi’ ism-i şerifi ile yardım eylesin. Rabbim seni ailene, milletimize, Türk Dünyasına, kültür coğrafyamıza bağışlasın. Dualarımız seninle. İrade ve direncinle derman bulacaksın inşallah. Seni seviyorum, Allah’a emanet ediyorum.”
Cevabı o yiğit, aslan duruşuna müsemma idi: “Sevgili ağabey, çok teşekkür ediyorum. Rabbime emanetiz. Yer onun. Gök onun. İkisi arasında ne varsa hepsi onun. Şifalar ondan, Dualarınızla şifa buluruz inşallah. Bâki selam ve saygıyla.”
20 Temmuz’da dostumuz Mustafa Ruhi Şirin’in aynı gün bana da gelen ve Mehmet Doğan’ın durumundaki menfi gelişmeye işaretle dua talep eden mesajını belirterek teyit istedi. Doğruladım.
30 Temmuz günü çekine çekine aradım. Cevap alamayınca endişeye kapıldım ve “Sevgili Yakup, gönlümle, ruhumla, dua ve niyazlarımla her daim yanındayım. Senin kadar iradesiyle, azmiyle ve metanetiyle tebarüz etmiş bir insanın Rabbimin yardımı ve keremiyle ve Şâfi ism-i şerifi ile deva bulacağına bütün kalbimle inanıyorum. Allah seni ailene, dostlarına, milletimize, umumen Türk dünyasına bağışlasın. Mühletini ve fırsatını arttırsın. Âmin, âmin ya muin. Aramalarımla rahatsız etmekten ve yormaktan çekindiğimden ötürü bu yolla sana ulaşmak istedim. Ya Hafız… Rabbim hıfzeylesin.” diye yazdım.
Cevabi mesajında:
“Sevgili ağabeyimiz, senin sevgin benim gönlümde farklı. Dün aritmi geçirdim. Konuşacak durumda değildim. Duaların için müteşekkirim. Selamlar.” diye yazdı.
O her hâlükârda kibar, halim selim…
Ben kaygılı, huzursuz ama tevekkülle çok sevdiğim iki dostumun iyileşmesi için içimden, dışımdan dua ederek, sürekli onları düşünüp anarak bekledim, bekledim ağır, bunaltıcı yazın artırdığı boğulma hissiyle.
Ve mukadderat, takdir… İkisini de aynı hafta içinde yitirdik.
Sadece biz, onu yakından tanıyan sevenleri mi?
Türk dünyası, ömrünü, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” dercesine yaşayan, Türk diline, kültürüne, Türk toplulukları arasındaki içtimai, siyasi, tarihi, ilmi ve beşerî ilişkilerin yoğunlaşmasına, kardeşlik bağlarının güçlenmesine hizmet etmeyi varlığının anlamı ve gayesi olarak algılayan güzide bir neferini kaybetti. Yakup Ömeroğlu bu âlemdeki yolculuğunu tamamlayarak, “Her nefis ölümü tadacaktır,” ilahi gerçeğine “âmenna” diyerek Hakk’a yürüdü. Yıllardır her ay okuyucularını hiç aksatmadan selamlayan Kardeş Kalemler’i, Avrasya Yazarlar Birliği’ni yetim bırakarak.
Yakup’un kültürüne, milletine hizmeti yaşına göre oldukça uzun bir sürece dayanıyordu. Bu serencâmı uzun süre Türk Ocakları Genel Başkanlığı yapan muhterem Nuri Gürgür Bey’in sosyal medya paylaşımından iktibas edeceğim: “Türk dünyasının bağımsızlığa kavuştuğu 90’lı yılların başında Tataristan’da bir grup milliyetçi gencin girişimiyle Türk Dünyası Gençlik Kampı ve Gençlik Günleri adıyla bir toplantı düzenlendi. Türk Ocakları gençlik kolu da bu faaliyete davet edildi. Kazan kentindeki toplantıya Yakup Ömeroğlu’nun da aralarında yer aldığı heyet ile mezkûr faaliyete iştirak etti. Tataristan’dan Talgat Anmetşin 1992’de Türk Dünyası Gençlik Birliği’nin başkanlığına seçildi. Bu faaliyetlerin maddi yükünü Türkiye adına devlet (TİKA) desteğiyle Türk Ocakları yüklendi. 1993’te yapılan ikinci kurultayda Yakup Ömeroğlu yönetim kurulu başkanı, 1995’te Türkmenistan’daki kurultayda TDGK Başkanı oldu, birkaç yıl sonra bu görevi Hasan Ali Karasar’a devretti. Mezuniyetinin ardından Başbakanlıkta müşavir sıfatıyla Türk dünyasıyla ilgili kurulda görev yaptı. 1997’de Kazakistan’daki Ahmet Yesevi Üniversitesinde Tarım ve Ekoloji Merkezi müdürü oldu, üç yıl bu görevi başarıyla yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü. Bir yandan Gazi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak kariyerini sürdürürken diğer yandan TRT ve Ankara Radyosunda Türk dünyasıyla ilgili çok sayıda programlar yaptı. Sosyal ilişkileri çok genişti; Türk dünyasının sanat, edebiyat, kültür ve düşünce alanındaki isimleriyle yakın ilişkisi vardı. Kosova’dan, Makedonya ‘dan Tataristan’a, Kafkasya’dan Türkistan ‘a kadar geniş Türk coğrafyasını bütün özellikleriyle ve sorunlarıyla biliyordu. Bu yüzden yaptığı konuşmalar, programlar Türk dünyasının her yerinden ilgiyle izleniyordu.
Yakup Ömeroğlu’nun yıllar süren arkadaşlığımız boyunca birileriyle kavgalı olduğunu hiç görmedim ve duymadım. Kibar, nazik hem kendisiyle hem de çevresiyle barışık ve dost bir insandı. Sürekli projeler yapar, bunları en kısa yoldan hayata geçirmek için çalışırdı. Türk dünyasının değişik bölgelerinde şairlerin, yazarların katıldığı çok sayıda toplantılar düzenleyerek kültür coğrafyamıza hareket vermeye, insanlarımızı kimlikleriyle ilgili düşündürmeye, birbirlerini tanıyacakları ortam oluşturarak yalnız olmadıklarını göstermeye çalışmıştır.”
*
Dostluğumuzun bidayeti ise 90’lı yılların başına dayanır. TYB çevresinden yakın arkadaşlarım Lütfi Şehsuvaroğlu ve Bayram Bilge Tokel vasıtası ile tanışmıştık. Müheykel bir duruş ve edâya sahip, hürmetkâr, zarif ve münasebetlerinde sıcak ve samimi, dost bakışlı ve bakışlarıyla insanının gönlüne nüfuz eden bir hâli vardı. Çok çabuk kaynaştık ve dost oluverdik. Sıkça arar, hatır sual ederdi. Ben onun bu vefalı alâkasına karşılık vermekte yavaş kaldığım için sürekli mahcubiyet hissiyle malûl olurdum.
1996 yılında TYB olarak Türkçenin 4.Uluslararası Şiir Şöleni için Kıbrıs’tayız. Dönemin TYB Genel Başkanı Lütfi Şehsuvaroğlu, Şölen Tertip Komitesi Başkanı D. Mehmet Doğan, ben de sanat danışmanıyım.
Kıbrıs’ta bayrak indirme hadisesine karşı bir tavır için TYB 4. Şölenin burada yapılmasına karar vermişti. O yıllarda Türk Dünyası devletleri Kıbrıs’ı tanımamış olmalarından ötürü yazar kuruluşları davetimizi şairlerine duyurmaktan imtina ettiler. Beni bu ülkelerdeki şairleri birebir davet etmek ve transferlerini sessizce gerçekleştirmem için görevlendirdiler.
Çok maceralı bir yol sürecinden sonra mezkûr ülkelerden çok sayıda şairin katılımını sağlamıştık.
Kıbrıs’ta ön hazırlık ve resmi temaslar için Ali Akbaş dostumla ben önden gittik. Şölen sıkıntısız bir şekilde başladı. Kıbrıs’ta Lütfi Şehsuvaroğlu Yakup Ömeroğlu’nu daha önce çeşitli ülkelerde bu tarz faaliyetlerle ilgili tecrübeleri gerekçesiyle tertip heyetine dahil etti. Yakup’un katılımıyla organizasyonun akışı daha düzenli ve renkli bir mahiyet kazandı. Bu vesile ile Yakup’u daha yakından tanıma imkânı elde ettik.
Yakup bu faaliyetin ardından TYB ile daha sıkı münasebetler içinde oldu. Necmettin Türinay’ın başkan olduğu dönemde yönetim kurulu üyesi seçildi. Necmettin Türinay kısa bir süre sora istifa edince Mehmet Doğan ile durumu değerlendirdik. Başkanlık için yönetim kurulu üyelerinden Ali Ural’ın heyet üyelerini ikna etmesiyle Yakup Deliömeroğlu’nun başkanlığı üzerinde ittifak etmeleri sağlandı.
O’nun TYB başkanlığı döneminde 5. Şiir Şöleninin Yakup’un aşinası olduğu Kazan şehrinde yapılması düşünüldü, Kazan’ın 1000. Yılı Kutlamaları sebebiyle. Yine mutad olduğu üzere ben temas ve tespitler için önden gönderildim. Ancak Tatar makamlarının müsbet görüşlerine rağmen, Moskova ve Kazan’daki diplomatlarımızın menfi tutumları sebebiyle mezkûr faaliyet için Kırım seçildi ve şölen mutantan bir şekilde icra edildi. Yakup ile bu yakın mesailerimiz dostluğumuzu daha da pekiştirdi.
*
2006 yılında ise sevgili Yakup Ömeroğlu ve arkadaşları Avrasya Yazarlar Birliği’ni kurdu.
Benden logo tasarımları rica etti. Dernek logosu başta olmak üzere beş ayrı logo çalıştım.
Mezkûr logoları çeşitli faaliyet alanlarında kullandı. Birlik bünyesinde Kardeş Kalemler Dergisi’ni çıkardı. Kardeş Kalemler on yedi yıldır aylık olarak yayınını sürdürdü. Çıkardığı hakemli dergi ile de dergi faaliyetini taçlandırdı.
Bengü Yayınları ile Türk Dünyası kültür ve edebiyatından kısa sürede çok sayıda (500’ün üzerinde) eserin Türkiye Türkçesiyle yayınını sağladı.
Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongreleri düzenledi. Kaşgarlı Mahmut Hikâye yarışması ve Balkan Ülkelerinde Yazarlık Atölyeleri tertip etti.
2015 yılında Eskişehir Valisi Sayın Güngör Azim Tuna’nın başkanlığında bir heyetle Kazakistan seyahati dolayısıyla onun Türk Dünyası marufiyetini daha yakından görme imkânına kavuşmuştuk.
*
Yakup ne yazık ki vefa etmeyen ömrü müddeti ve mesaileriyle Türkçenin hudutlarında bir arı gibi sessizce hizmet etti ve tanındı. AYB’nin wassaptaki sayfasına kültür coğrafyamızın her tarafından gelen taziye mesajları onun bu marufiyetinin son teyidi hükmündedir.
Bu dünyanın şerefli seslerinden biri olarak bizim çevremizde yaşadı. Sessizliğin sesi ile konuştu. Bütün varlığı ile tecessüm etmiş cesur bir yürekti. Bu dev adam sakin, iddiasız, diğerkâm, mütehammil, kendine yeten, kendinden bahsetmeyen bir kemalâtla yaşadı. Çevresindeki insanları her daim üstün gördü.
Cüssesi ile müsemma yüreği onun inanç âleminin mabedi halinde hayatının ve istikametinin zemini oldu. Cihanşümul bir mesuliyet hissiyle tek başına bir ordu vasfında duruş sergiledi. Mücadelesini bu istikamette tebarüz ettirdi.
Onun o asil ruhu varlığını öte dünyada, ebedi yurdunda kurma yürekliliği, basireti ve gayretiyle cevelan ediyordu. Dünya macerasını tescil ve tespit niyeti de bu yönelişin başka bir veçhesiydi.
İşini her zaman ismi önünde tutan, çalışkanlığı adeta bir inanç, bir din gibi yaşayan bu adam yaptığı hiçbir işi menfaate tahvil etmedi. İlim ve araştırma keyfiyeti ile tatmin oldu. Diğerkâmlığın kutsal meşalelerini yaktı.
Bu yazı kendi izine ve tekdüze, alelâde hadiselerin mahbesine düşmeden hayatı büyük ideallerin, fedakârlık ve feragatlerin yaşama alanı olarak idrak eden bir irade adamının hasbelkader yakınında bulunmuş bir arkadaşının hafıza odacıklarından hüzünle bölük-pörçük topladığı insicamsız tespitler olarak değerlendirilmelidir.
Yakup kardeşim mütevazı görünümünün arkasında sahip olduğu şahsî özellikleri ve nitelikleriyle bunları başararak bu âlemdeki yolculuğunu tamama erdirdi. Menzili mübarek, sa’yi makbul, makamı âli, mekânı inşallah cennet olsun.
Söze başladığımız tarzda bitirelim: Urfa sıra gecelerinde icrâ edilen türkülerin repertuarında değişmez şekilde yer alan ve yine Kazancı Bedih’ten dinlediğim bir türkünün sözleri ile:
Mevlam birçok dert vermiş,
Beraber derman vermiş.
Bu tükenmez derdime,
Neden ilâç vermemiş.
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley.
Dediler dünya fâni,
aldatır vermez yâri.
Bu tükenmez derdimi
tabibler de bilmedi.
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley.
Dediler inanmadım,
Ben rüya sanmış idim.
Gelen geçene sordum,
Ondan avare oldum.
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley,
Diley diley diley ley.
*
Yazımı AYB taziye sayfasından iktibas edeceğim, gazeteci arkadaşımız Fehmi Çalmuk’a ait çok güzel bir yazıyla taçlandırmak istiyorum:
“Kenan ilinde Yusuf’u ararken Yakup’u kaybettik. Biz mi yalnızca yoksa toplum mu? Ümmetten bir kavmi ayırırsan ümmet halsiz kalır. Eğer Türk’ü ayırırsan ümmet başsız kalır. Ümmetin mukavemet gücü olan büyük Türk milletinin tarihsel şuuru, cihanşümul mefkûresi yüzyıllardır dünyada adaletin ayakta kalmasına tahkimat yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.
Biz Kenan ilinde Yusuf’u arıyorduk. Yusuf’u gözyaşlarıyla anan, onun hasretinden gözlerinden kan akan Yusuf’un atıldığı kuyu kadar derin olan Yakup’u hiç aramadık. Belki aklımıza bile gelmedi. Şimdi tarihin kader çizgisinde sendeleyen, sendelediği gibi azim ve kararlılığını Anadolu topraklarına ve İslam ümmetine aktarmada akıl tutulması yaşayan Müslüman bir milletin, sloganlaştırılmayla birlikte kısırlaştırılıp dayatılan bir İslam anlayışı ile karşı karşıyayız.
Bir yandan içim yanıyor; Yakup’umu en verimli çağında Rabbine uğurlamanın mukadderatına teslim oluyorum. Acısı bir yana, beni kahreden, vurdumduymaz, kadir bilmez, takdir etmez, her şeyi, “İtibarda tasarruf olmaz,” diye erteleyen, öteleyen bir anlayıştan hareketle şöhret düşkünü, sosyal medya budalası olmuş, dinden, dindardan, dini hatırlatan kişi ve kurumlardan uzak duran, ileri görüşlü entel tipi cahillerin tavrı oldu.
Fevkaladenin fevkinde canım sıkkın, öyle böyle değil.
Son 10 günde ömrümün 40 yılına sığdırılmış iki değerimi, abimi kaybettim. Diyor ya şair: “Tükendi nakdî ömrüm.” Gerçekten tükendi nakdî ömrüm. Rabbim onların dünya sürgününü tamamlayıp ahiret yolculuğunu başlattı. Biz şehadet ettik, razı geldiğimizi belirttik. Rabbim takdir eyle.
Evet, evet, yanlış anlamadınız, iki önemli isim: Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı Mehmet Doğan ve Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı Yakup Ömeroğlu, nam-ı diğer “Deli Ömeroğlu.” Biri Mehmet, biri Yakup… Kalemlerini şarjöre sürülen kurşun gibi Allah, vatan ve millet yolunda bir istikamet için kullanan, harfleri kelimelere, kelimeleri cümlelere, cümleleri paragraflara, paragrafları sayfalara, sayfaları kitaplara ve ansiklopedilere sığdıran kalem dervişleri, kalem alperenleri.