Bugün Şakir Selim’e İhtiyacımız Daha Büyük Şakir Selim’in Doğumunun 80. Yıldönümüne…


 01 Nisan 2022



 

10 Nisan’da Şakir Selim’in doğumunun 80. Yılında, onu her gün hatırlayan, anan muhlisleri olarak, büyük bir şiir bayramı organize etmeyi düşünüp, çoktan hazırlıklarımıza da başlamıştık. Ama 24 Şubat’ta Ukrayna’da başlayan savaş bu hulus niyetimizi baltaladı, yanımızda bombalar patlarken, kadın ve çocuklar öldürülürken, hamile kadınlar “anne oldukları” hayatlarının en önemli gününde soğuk ve pis bodrumlarda yaşarken, etkinliği düzenlemeye hiç kimsenin gönlü yoktur. Zaten, hayatta olsaydı ilk başta Şakir ağabeyin kendisi de buna izin vermezdi. 

Kırım’da milletimizin başına herhangi bir musibet geldiğinde, ben hep fikren Şakir Selim ile konuşur, ona akıl danışır, tavsiyelerini beklerim. Bu düşünceler beni bilhassa 2014’teki olaylardan sonra daha fazla rahatsız etmekte. Acaba Şakir ağabey buna ne der? Bu konuda nasıl bir şiir kaleme alırdı? Bugün Kırım’da maalesef, ne yeni bir şiir haberi var ne de şairlerin sesi duyulmakta. Bugün Kırım’da gerçek şu ki; “hak” kelimesini kullanmaktan en az 15 yıl ceza almak mümkün. Bugün Kırım’da Şakir Selim’e ihtiyacımız çok fazla. Ama şu var ki, böyle zor, çok zor şartlarda bile Şakir ağabey susmazdı, kesinlikle gerçeği anlatmanın bir yolunu bulurdu. Milletin gönlüne teselli veren, ruh veren bir şiir yazar ve karanlık geceden sonra aydın bir sabahın geleceğine inandırıcı satırlar oluştururdu.

Milletimizin sürgün yerlerinde bugünkünden de beter şartlarda Şakir Selim’in Kırım Tatar edebiyatına gelmesi alelhusus bir hadise oldu. Bu konuda rahmetli yazarımız, uzun yıllar “Yıldız” edebiyat dergisinin baş editörlüğünü yapan Ayder Osman “Şairi halk doğurur” makalesinde şöyle yazmıştı: “Şakir Selim Kırım Tatar edebiyatına bir anda çıkıp girdi ve herkesin dikkatini çekti. Altmışlı yılların ortalarıydı. ‘Lenin Bayrağı” gazetesinde (Özbekistan’da Kırım Tatar dilinde yayınlanan tek gazete) görüldüğüne göre, Kırım Tatar milli hareketinin fazla genişlediği zamanlar, gençler-ihtiyarlar, kadınlar-kızlar ve hatta çocuklar bu mücadelenin çekici kuvvetine sarılmıştı. Yazarlarımız, şairlerimiz amelde vatan için ölmeye hazır olsalar da, edebiyatta vatan, vatana dönüş konusunda dikkate değer eserler görülmezdi. 

Bunun birinci sebebi, sansür ve polis teşkilatlarının bütün dikkatinin Kırım Tatar edebiyatı tarafına çevrilmesi olsa da, diğer bir nedeni de gençlerin dil bilgisi konusundaki zayıflığıydı. Kırım Tatar dilinde tahsil görmeden, onun tarihi ve bugününü bilmeden, bu lisanda yazmak pek tabii zordu. Biz gençler, odadan odaya girip doğru kelime ararken, edebiyat bölümünde çalışan şair Enver Selâmet’in heyecanlı sesi işitildi: “Bizde yeni bir şair doğdu arkadaşlar! Hem de nasıl şair! Böyle şiirler yazmak için pişkin bir şair olmalı. Şakir Selim ise genç bir çocukmuş. Onun yanına gitmek, bulmak, konuşmak gerek…” Enver ağabey, Şakir ve onun edebiyata olan yeteneği hakkında daha birçok şeyler söyleyip, Şakir’in şiirlerini ezberden okudu. Sesi gür ve gururluydu. Şairler, Şakir Selim’in yaşadığı Semerkant’ın Cambay ilçesine gidip, onunla görüşmek, tanışmak gerektiğini söylediler. Ama bunu yaşlı şairimiz, ömrünün 8 yılını Stalin’in ceza kamplarında geçirmiş Eşref Şemizade yapabildi. Adı Büyük Sovyet Ansiklopedisinde yer alan, ikinci dünya savaşında önce, Sovyet Yazarlar Birliği’nin ilk üyelerinden ve Kırım Yazarlar Birliğinin katibi olan yazar, şair, eleştirmen, 60 yaşındaki üstat, Taşkent’ten Semerkant’a giderek, şiir alemine ilk adımlarını atan 26 yaşındaki Şakir Selim’in evine gelip, ona kıymetli tavsiyelerini bildirdi, edebiyat yoluna fatihasını verdi. 

10 Nisan 1942’de Kırım’ın Akşeyh ilçesindeki Büyü As köyünde (şu anda böyle bir köy yoktur. Kırım Tatarların sürgünü sonrasında yok ettiler) dünyaya gelip, 2 yaşındayken bütün millet ile sürgün edilen, çocukluğu, gençlik çağı Özbekistan’ın Semerkant şehrinde geçen Şakir Selim, adaletsizliğin, dilsizliğin, yetimliğin tadını çok erken yaşlarda öğrendi. İçindeki büyük derdi ve aynı zamanda milletine, yurduna olan büyük sevgisi satırlarında görüldü. Şakir Selim’in ilk şiirlerinden biri “Akbardak” (Kardelen) şiiriydi. Çok sembolik bir şiirdir. Yani şair öz milletini kardelene benzetip, haksızlığın, zulmün altından delip çıkacağına, vatanına döneceğine karşı ümit beslemiştir. Şairin kendisi de vatanından 2 yaşında ayrılıp, 1989’da 48 yaşındayken geri dönebilmiştir. 

O yıllarda Kırım’a dönen Kırım Tatarlarının durumları belli; ev yok, iş yok, yaşamaya elverişsiz sartlar. ‘Yok’ların adı var hesabı yoktu o zaman. Yurduna kavuşan Şakir Selim’in kalemi daha keskin, daha güçlü oldu. Hem de Şakir Selim kendisiyle beraber sürgünde olan Kırım Tatar edebiyatının bir kısmını da beraberinde getirdi. Kırım’da yazar ve şairleri bir araya toplayıp, 1992 yılında Kırım Tatar Yazarlar Birliği’ni kurdu ve başkanlığına oturdu. Şakir ağabey hem yazdı, hem de ana vatanda kendi elleriyle kendi evini yaptı.

1990’ları Şakir Selim’in sanatının en çiçeklendiği devir olarak nitelemek mümkün. Onun şiirleri vatan toprağında yaşayan yurttaşlarına gayret ve irade gücü verdi.

Hiçbir davam yoktur dünya malına, 
Menim tek davam – tek vatan davası

Diye yazdı şair, “benim tek davam – vatan davası” şiirinde ve konuyu artık gençlere hitaben “vatan nedir?” soruma cevap veremeyen gençlerimize” yönelik şiirinde şöyle devam ediyor:

Vatan, sonu görülmeyen halkımızın sabrı,
Vatan, baba, dedelerin Kırım’daki kabri,
Vatan, güzde yapraklarda kuruyan al renkli kandır
Vatan, senin genç kalbinde uyuklayan isyandır.

Şakir Selim konu aramadı. Süslü mevzu peşinde koşmadı. Bazı şairler gibi beğendiği şeyler hakkında yazıp, uygun olmayan, sıkıntıya düşürecek konuların kenarından geçmedi. Onun kalemi her şeyi gördü, her şeye seslendi. Şakir Selim, “bu konu önemli, bunun ise ehemmiyeti yok” demedi. Mesela, Kırım’da elli yıldan sonra milli tiyatro perdesinin açılmasını övdüğü bir zamanda, yetimler yurdundaki çocuklar hakkında, milletin, dinin birliğini bozmaya çalışan unsurları karalar ve komünizmi kuramayıp kadınizm kurmak gerektiğini belirten nükteli bir ifade kullanır.

Şakir Selim’i tek Kırım içindeki olaylar değil, yurt dışındaki problemler de çok rahatsız etti. Zaten Kırım Tatar edebiyatını Türk dünyasına Şakir Selim tanıttı desek, mübalağa olmaz. 1996 yılının tam da şu Nisan ayında Ankara’da “kutlu doğum haftası’nda” düzenlenen “vatan ve millet sevgisi imandandır” şiir yarışmasında, onun “düşünce” şiiri galip gelip, birincilik ödülüne layık görüldü. Yine 1996 yılının sonunda Türk dünyası şiir aleminin 4. Uluslararası şiir festivalinde Şakir Selim üç ödülden biri olan “Arif Nihat Asya Ödülü” ile onurlandırıldı. 

Aynı yıl Şakir ağabey, bence en güçlü şiirlerinden birini yazdı. Şunu kaydetmek gerekir ki, Sovyetler Birliği’nde Türk şairi Nazım Hikmet’i bilmeyenler çok azdı. Onun “Kerem Gibi” şiirindeki “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” sözlerini hepimiz sanki bir şiar gibi ezberden bilir, kendimiz için hayati bir prensip olarak kabul ederdik. Şakir Selim bunu daha fazla hissederdi. Bunun için de 1996 yılında Türkiye’de bulunduğunda kalemdaşları arasında Nazım Hikmet’ten bahsettiğinde etrafındakilerin “hiç bilemiyoruz” demesi onu şaşırttı. Şakir Selim bu hislerini, kederini “Affet Türkiye” satırlarında dile getirdi. 

“Eyvallah! Ey sen büyük memleketim, Türkiye!
Ben de senin bir evladın, günahkâr bir Türk’üm…
Hepimize Nazım olup istedi o hürriyet
Affet onu, ey milletim, işte sana bu türküm.
Hasretin kovalayan rüzgarları baş ucunda estiler,
Haramzadeler aldattılar, yollarını kestiler.
Ben de nice yıldır esirim haramların elinde
O şair de benim kalbim, yüreğimde, evimde…”

Ne kadar sevinirdi Şakir ağabey, bugün Türkiye’nin Nazım Hikmet gibi evladını affettiğini, onun adının artık yasak olmadığını, hatta heykellerinin dikildiğini görse!

Şakir Selim, kabiliyetli bir kaleme sahibi olmasının yanında güçlü bir tercümandı. O, dünyaca dünlü piyesleri Rus, Türk, Başkurt, İngiliz dillerinden Kırım Tatarcaya çevirip, onların milli tiyatrosunda sahneleştirilmesini sağladı. Bunların arasında William Sheakespeare, Prosper Merime’nin Karmen’i, Aleksandr Puşkin’in Mozart ve Salieri’si, Avksentiy Tsagareli’nin Hırsızlangan Gelin’i, Mostay Karim’in Ay Tutulması Gecesi, Hatice Şendil’in Yedi Kocalı Hürmüz’ü, Jan Moliere’in Cimri’si ve diğerleri var.

Kırım’a aşkını ‘Kırım Sonetleri’nde ifade eden Leh şairi Adam Mitskeviç’in sonetleri, Ukrayna klasikleri olan Taras Şevçenko, V. Sosüra, S. Rudanskiynin eserlerini de ilk defa Kırım Tatarcaya çeviren Şakir Selim’dir. 

Şakir Selim keskin bir kalemle, temellere dayandıran, delillerle analiz eden bir eleştirmendi. Çünkü eleştirisiz edebiyatın gelişmesinin mümkün olmadığını, çok iyi anlamıştı. Bu yüzden Şakir Selim evvela kendisini eleştirir, kendi kendini nezaret eder ve daima okurdu. İlk olarak klasikleri okurdu. Onun Rusça, Özbekçe ve Ukraynacadaki mükemmel bilgisi işine yaradı. Bir iki şiir yazıp da kendisini “şair” diye tanıtanlara hitaben Şakir ağabey şöyle yazdı:       

“Şiir, tanrının kurduğu saraydır,
Bu saraya pencereden girilmez.
Erin işi kökten öze bakmaktır,
Ruh vermezse, yazdıkları görülmez.
Şiir, evliyalar yurdudur.
Onda hakim Mevlanalar, Emreler;
Yazdıkların belki tez unutulur,
Şiir yazmadan evvel insan ol! Derler”

Ömrünün son yıllarında Şakir Selim ağır hastalıktan çok çekti. Vefatından 3 yıl önce Taras Şevçenko’nun ‘Vasiyet’ini taklit ederek kendi ‘Vasiyet’ini yazdı.

“Şaka ettim dostlarım, bana heykel koymayınız,
Kabir taşımın üstüne “şair” sözü oymayınız…
Bin yılda bir doğurur şairleri yaradan,
Ben beyitler yazdım işte, kalmayayım diye sıradan.”

Tabii ki, Şakir Selim “sıradan” bir şair değil, yaradanın Kırım Tatar edebiyatına büyük ve unutulmaz hediyesiydi.

 

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 184. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 184. Sayı