Büyük Dağların Türküsü


 01 Şubat 2025


BÜYÜK DAĞLARIN TÜRKÜSÜ  / Yazan: Oğulmaya Semizade SAPAROVA

Şahıs Kadrosu

  1. Bahşı                          : Destan Anlatıcısı
  2. Gök Tanrı                  : Yedi kat yerin ve dokuz kat göğün Tanrısı, Türkün Tanrısı
  3. Umay Ana                  : Gök Tanrı’nın eşi, ýoldaşı.
  4. Ak Kam                     : Dokuz kat gökyüzünün hükümdarı.
  5. Kara Kam                  : Yedi kat yeraltının hükümdarı.
  6. Ak Ana                       : Ak Deniz’in hükümdarı.
  7. Su Kız                         : Ak Ana’nın kızı.
  8. Yerlik Han                 : Gök Tanrı’nın oğlu.
  9. Ayazıt                         : Güzellik Tanrısı.
  10. Tulpar At                   : Kanatlı, uçan at.
  11. Toprak Oğlan : Su Kız’ın aşığı.
  12. Başıbozar                   : Hain, dönek, kötü bir adam.
  13. SümSüm Hatun         : Dedikodu yapan, hain bir kadın.
  14. Deli Yüvrük               : Haberci, ulak.

Sahnenin perdesi açılmadan önce olayları anlatan Bahşı’nın sesi duyulur. 

Bahşı: Olay, uzun uzun yıllar önce, dünyayı sarı öküz kaldırırken, yer altında Kara Kam, gökyüzünde Ak Kam hükümdarlık ederken, dünyanın başlangıcı olan Ak Ana, ak sudan çıkıp insana ruh verip hayatı yarattığı zamanda, kötülük ile iyiliğin, sevgi ile nefretin, doğruluk ile yalancılığın, yaratılış ve dirilişin devrinde geçer. 

 

Perde Açılır 

1. PERDE

Sahnenin yarısı karanlık, yarısı aydınlık… Tef ve zil sesleri karmakarışık bir şekilde işitilmektedir. Karanlık tarafta hiçbir şey görünmüyor. Sadece Kara Kam’ın yoğun ve emir veren sesi işitiliyor. 

Kara Kam: 

Gök katındaki ve yeraltındaki ruhlarıma emrimi ulaştırın! Büyük dağları aşsınlar, kara suları geçsinler, gökyüzünün dokuzuncu katına ulaşsınlar, kara toprağın yedinci katına insinler, Gök Tanrımızın oğlu Yerlik Han’a bir yar bulsunlar. Yüzü aydan aydınlık, saçı karanlık geceden kara olsun! Gök Tanrı’nın gök katındaki sarayına gelsin. Yerlik Han’dan er oğullar doğurabilsin. Bir eli belinde, bie eli ilinde (halkında) olsun!

Tef sesleri arka arkaya vurulur. Emir yeraltında yayılır. Ruhlar sahnede iki tarafa koşuşturup haberi birbirlerine yetiştirirler. Gök Tanrı’nın gelini olmak isteyen yeraltındaki güzeller dünürcü ruhları görüp naz niyaz ederek sahnede iki tarafa doğru sallanıp kendilerini göstermeye çalışırlar. Elbette herkesin Yerlik Han’ın sevgilisi olası gelir. Kara Kam elindeki davul ve tefine vurur, etrafına yeraltındaki ruhlar toplaşır ve sahneden ayrılırlar. Tef sesi yavaş yavaş azalır. Sahnenin aydınlık tarafında baştan ayağa beyaz giyinmiş Ak Kam zil sesine doğru yavaşça yürür. Ardında zil çalanlar ses ederken o sahneye bakıp: 

Ak Kam: Yeryüzü ve dokuz kat gökyüzündeki ruhlara hükmederim. Tarif etmeye sözün yetmediği, dokuz kat göğün ve yedi kat yerin sahibi Gök Tanrı’nın er oğlu Yerlik Han’a bir yar bulsunlar, bulsunlar da benim karşıma getirsinler! Yürüdüğünde yerdeki toprak bozulmasın, oturduğunda kartal, baktığında şahin bakışlı olsun. İçtiği su damağından görünsün, zülüfleri dar ağacına benzesin ki herkesin asılası gelsin. Ay desen ağzı, güneş desen gözü olsun. Gök Tanrı’nın dokuz kat ak sarayının süsü olsun. Doğurduğu oğul olsun! Beşikte bebek sesi dinmesin. Gök Tanrı’ya uyanların nesli ağaç kökü gibi yayılsın gitsin! 

Emri işiten dokuz kat göğün güzelleri, zülüflerini burmaya başladılar. Anneleri kızlarına su içirip damaklarına baktılar, içtikleri su damaklarından görünüyor mu diye. Yerlik Han’a yar olmaya heveslenenler çoğaldı. Ak Kam buyruğunu buyurdu ve ardında zil çalanlarla birlikte sahneden yavaş yavaş uzaklaştı. 

Sahne yavaş yavaş kararırken ortası birden aydınlandı. Bahşı sahnenin ortasında, elinde sazı ile devam eder: 

Bahşı:

Kainatın sahibi Gök Tanrı’nın oğlu Yerlik Han da kendisine aranan eş haberini işitti. Sevincinden dudakları birbirine değmedi. Gözleri de gece parıldayan yıldızlar gibi parıldadı. Bir gözü gökyüzüne baksa diğeri yeryüzüne baktı. ‘Nereden haber gelir ki?'' diyerek ensesinden gürünüp duran  bıyıklarını burarak beklemeye başladı. Bırakın bekleye dursun Yerlik Han. 

Haberi Yerlik Han’ın ‘Sen dur, ben öleyim.’ diyen, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen değerli dostları SümSüm Hatun ve Başıbozar’dan alalım. Bu ikisi de yeraltındaki haberleri gök katına götürüp Ak Kam’ın dediğini Kara Kam’a kötülediler. Ellerinden gelse gök katını yeraltına sokacaklardı. Gökyüzü ve yeryüzünü birbirine düşürüp kainata kendileri hükmedeceklerdi. Başıbozar önceden yaptığı kötülüklerden dolayı yedi kat yerin altına yollanmıştı. Yerlik Han’ın aman dilemesinden sonra bu karardan vazgeçilmişti. Huylu huyundan vazgeçmez. Kötü; yüzünden, gözünden, ağzından şer akan biriydi. Kötü kötüyü, su alçağı bulur. Dönüp dolaşıp Yerlik Han’ın eline su döken, arkasını toparlayan, ‘Otur!’ dese oturacak, ‘Kalk!’ dese kalkacak, yedi kat yeraltındaki yılanın kıpırtısından haber verecek, Yerlik’in babası Gök Tanrı’yı kötüleyen, anası Umay Ana’yı suçlayan, Yerlik Han’a düşman eden, arabozucu SümSüm hatun ile cinleri susturup oturmuşlardı. Başıbozar’ın gözüne, gözü çapaklı SümSüm Hatun güzeller güzeli Ayazıt’tan da güzel görünürdü. Sözleri bir birini bulunca ikisi de sırlaşa konuşa sabaha kadar yatmaz ve sabahı aydınlatırlardı. Yerlik’e gelin haberini işitince ikisi de ayakları kor basan tavuğa döndüler. Gelin gelirse Yerlik Han elden gider, diye düşünerek korkuya kapıldılar. 

SümSüm Hatun: 

Gözün aydın Yerlik Han! Sana gelin gelecekmiş. Seni bizim elimizden alan gelecekmiş. Muhabbetimizi bozan gelecekmiş. Zülfünün buklelerine senı asıp koyacakmış. Avcuna alıp ıcınde saklayacakmış.  Bizi yalnız koyarsan bu felakettir bize. 

Başıbozar:

Yerlik Han kutlu olsun! Kurt gelip koyunumuza saldıracakmış. Kartal gelip avımızı çalacakmış. Şahin olup gözümüzü çıkaracakmış. Aman! Büyük büyük dağlar aşıp SümSüm Hatun ile beni kara toprağa koyacakmış. Senin ağzın olacak, diline damağına ulaşacakmış. Konuşmaya korkup titresen vay halimize! 

Yerlik Han: 

Kesin gürültüyü! Henüz gelen giden yok. Ne kartal var ne şahin; ne kurt var, ne koyun. Gelsin de görelim. Canımdan ayırmadığım dostlarıma ‘Heyt!’ dediğinde ona ‘Heyt, heyt!’ demez miyim? Cehennem ateşinde ciğerini ayrı, etlerini ayrı şişe takmaz mıyım? Geldiği yeri yel bozmadan, kara yele bindirip babasının evine yollamaz mıyım? O kimmiş ki beni can dostlarımdan ayıracak? O kimmiş ki beni elinde avucunda oynatacak? Gök Tanrı oğlu Yerlik Han derler bana. Korkumdan gök titrer. 

Bahşı: Yerlik Han esti gürledi, sinirden bıyıkları dik dik oldu. Nefesi birbirine yetmedi, omzundan soludu. Boş bir testiye giren rüzgar gibi vuvvv, vuvvv diye ses çıkardı. Ortada gelin yok. Ak Kam ile Kara Kam’ın söylediği gibi kusursuz kız bulmak, dokuz kat gök katına ulaştırmak kolay iş değil. Ruhlar beklemede, Yerlik’in dostları endişede, Yerlik ise umut etmekte dursun. Haberi kimden al, Ak Deniz’in Ak Anasından al. 

Sahnede bembeyaz dalgalar iki tarafa çarpıp duruyor, Ak Deniz’in dingin havası kederli sazlık misali… Bembeyaz dalgaların üstündeki deniz kuşları, beyaz martılar ciyak ciyak ötüşüyorlar. Ay ışığı dalgalara düşüp güzel renkler oluşturuyor. Sarı ayın ışığı dalgalar ile birlikte dans eder gibi… Dalgaların üstünde Ak Deniz’in Ak Anası usul usul türkü söylüyor: 

 

Ak Ana’nın Türküsü:

Rüzgardan, güneşten koruduğum Su, 

Ak sütümü verdiğim Su, 

Ak Deniz’in ak köpüğünü,

Ay yüzüne çaldığım Su.

Aydan temiz, sudan duru, 

Ak Deniz’in ak balığı, 

Ak Ana’nın göz nuru, 

Kucağıma saldığım Su.

Su Kızım, güzel kızım. 

Dalgalar Ak Ana’nın türküsüyle iki yana vurup durur. Dalgaların arasında ay desen ağzı, güneş desen gözü, alnı Kaf Dağı’nın karından beyaz, kirpikleri çekip atılmaya hazır duran ok gibi, beli bir karış, saçının örgüsü iki kısım, bedeni Ak Deniz’in ak mermerinden yapılmış gibi duran kız sahneye gelir. 

Bahşı kızı görünce elindeki sazı bir yana, kendini bir yana atıp yere düşer. Bahşı biraz zaman sonra kendine geldiğinde mermer gibi bedeni olan Su Kız ile anası Ak Ana’nın ağzına su damlattıklarını görür. Bahşı düştüğü yerden kalkıp eline sazını alır ve kızı tarif etmeye başlar:

Bahşı:

Görmedim, görmem de senin gibi ey güzel.

Doğmaz, doğmadı da senden öncesi, 

Saz, söz, dil… Üçü de seni tarife aciz,

Saçın, gözün, kaşının duruşu gazel…

Su Kız, Bahşı’ya bakıp gülümsedi. Bahşı yine kendinden geçti. Bahşı daha önce bu kadar güzel birini nereden görsün?

Su Kız: 

Kendimi bildim bileli, Ak Deniz’in dalgalarının üstüne binip kara kayanın kucağına düştüğümden beri, ilk gördüğüme, Toprak Oğlan’a aşık oldum. Toprak Oğlan beni görmezse aşkından kurur, ben onu görmezsem göz yaşım sele vurur dünyayı. Biz birbirimiz için yaratılmışız. İkimiz buluşsak kainat kainata katılır. Yerlerde elvan elvan güller açılır. Sırrımı Ak Ana’ya söylemesem de yüreğim sızdırır. Başkalara‘Yar olmam!’ derim. ‘Toprak’ı bana, beni Toprak’a verin!’ derim. 

Su Kız utanarak, naz ile sahneden ayrılır. O anda bembeyaz dalgaları ikiye ayırıp biri gelir. Bahşı yerinden kalkar, sonra yine sahnenin ortasına geçer. 

Bahşı:

Gelişinden belli, yürüyüşünden belli, bu Deli Yüvrük. Sende dokuz gökten, yedi kat yerden haberler olmalı, ayak basmandan belli, Deli Yüvrük. Sende Kara Kam ve Ak Kam’dan haberler var Yüvrük. Dalgaları iki yana, ayağını yere basıp kollarını kamçı gibi birbirine vurmandan belli Yüvrük. Ak Ana’ya ''kara haber'' getirdiğini söyleme Deli Yüvrük, söyleme! Hayır, olmadı, olmadı… 

Deli Yüvrük koşarak geldi ve söyledi: 

Deli Yüvrük: 

Ak Deniz’in Ak Anası kapını aç, eşiği nı serp. Gök Tanrı ve Umay Ana’nın dileği ulaştı sana. Altın ile getirecek, gümüş ile çıkaracaklar, Su Kız’ın alnına Yerlik Han yazacaklar. Dokuz kat gökyüzündeki Ak saraya götürüp yerleştirecekler, saçına ak un serpiştirecekler.  Saz çalıp, at koşturup altı ay düğün yapacaklar. 

Ak Ana: 

Gelsinler, kapımız açık, başımız örtük eşiğimız serpik. Kız çadırda, bohçası kolunda. Razı ise Gök Tanrı’nın su getireni, Umay Ana’nın yer süpüreni olsun. Amma bu zamana kadar gökten inen yağmurlardan, denizden esen yellerden Yerlik Han hakkında iyi bir haber gelmedi. Şer gördüğünde gözü açılırmış. Tanrı tanımaz, atasını ziyaret etmez, anasını ağlatanın biri diyorlar. Oynaşı, iki dizini kırıp oturmayan SümSüm Hatun; sırdaşı, babasının kovduğu anasının ittiği Başıbozar’mış. Gök Tanrıma gök gözümü çıkarıp veririm. Su Kız yoluna kurban olsun. Amma ele avuca sığmaz Yerlik Han kızımı ya sacayağı eder ya kazan.Saçını süpürge ,kolunu dayak eder. Ateşte yanan, külde sönen Yüvrük, koşturup geldin yanıma, odlar saldın canıma, Yüvrük. Gök Tanrıma, Umay Anama haber ver. Can desin, canımı vereyim. Ak Deniz’in su perilerini kurban edeyim. Oğlumu ganimet, kızımı esir olarak vereyim. Amma ‘Yerlik Han’a eş olarak kız ver!’ demesinler Deli Yüvrük. Git, haber ver, haberlerini de getir. 

Sahnede çalan tef ve zil sesine usulca bir rüzgâr sesi karışıyordu. Sahne yavaş yavaş aydınlandı. Sahnede ak tahtın üstünde Gök Tanrı ve Umay Ana oturuyordu, karşılarında ise Deli Yüvrük vardı. Yüvrük’ün dudağı dudağına, nefesi nefesine yetmiyordu. 

Deli Yüvrük: 

‘Başım kurban, canım feda!’ dedi. ‘Can dese can vereyim, kızımı kapısında hizmetçi edeyim, amma kızın Yerlik Han’a yar olsun demesinler bana. Yerlik Han’a yar olacağına Ak Deniz’de boğulsun!’ dedi. Haber yolladı, haberini getirdim. Başka suçum yoktur. Ak Deniz’in Ak Anası, Yerlik Han’ın iyi haberlerinden çok kötü haberlerini işitmiş. Yel mi söylemiş, güneş mi bilmiyoruz, ama söylenmiş. Yüvrük adını koşturarak aldım Tanrılarım. Haber verin götüreyim. Elimden başka bir şey gelmez. Yapabileceğimi yapayım. Emredin!

Bahşı: Gök Tanrı ile Umay Ana birbirlerine bakıp durdular. Deli Yüvrük’e ne cevap vereceklerini bilemediler. Oğullarının kötülüğünü, insanlardan önceden de işitmiş olsalar da Ak Ana’dan istedikleri olur diye düşünmüşlerdi. Mavi gözlü, ay yüzlü, gül dudaklı, elma yanaklı Su Kızı baş köşelerinde oturturlardı. 

Yerlik Han’ın zamanla ele güne hayırlı olmak için doğru yola gelmesiyle alakalı ümitleri vardı. Gök Tanrı bir müddet sustu. Sonra ‘Vay be, demek kız verilmeyecek bir evlat yetiştirmişiz!’ dedi. 

Umay Ana: 

‘Söylemeyeyim!’ diyorum, ‘Sinirlenmeyeyim!’ diyorum ama olmuyor. Başka kız mı yok! Sarı çizmelim sağ ise, sarı elbiselinin kendisi gelir kapıma. Oğlum için kızlar kendileri gelin olmak için gelir. Su Kız anasından görmüş, babasından öğüt almıştır, dedim. Dokuz kat gök üstüne gök koyar, dedim. Oğlum da görür görmez sever, dedim. Ak Ana kızını oğlumdan başkasına mı verecekmiş? Tulpar Atını süsleyip kızını bindirecektim. Ak bulutlardan döşek, yıldızlardan yorgan yapacaktım ona. Biz istedik, istemeye devam edersek başka kapı buluruz. Sen gir Deli Yüvrük. Ak Deniz’in anası kızını yanında tutsun. Ben de oğluma Sudan güzel, akıllı bir kız bulmazsam yedi kat yerin dibine gireyim.

Gök Tanrı: 

Dur şimdi! Ak Ana bilip bilmeden bir haber yollamaz. O, ‘Bana kalsa kızımı size hizmetçi olarak yollarım.’ dedi, duymadın mı? O, bizim oğlana güvenmiyor. Başkasının demesine gerek yok. Yerlik Han’ın insanların gözünden düştüğünü bilirim. Oğlum doğru olsaydı Ak Ana’nın kendisi kapımızı çalardı. Haydi, Deli Yüvrük git, haberi ilet. İsteğimiz yerine gelmese de Ak Ana’ya söyle, ne zaman gelirse başköşede yeri hazır. O yüz çevirmezse bizden çeviren yok. Su Kızı kime verirse altından tahtı olsun, bahtı ak olsun. Söyle Yüvrük…

Sahne yavaş yavaş kararırken dalga ve deniz kuşlarının sesi ile kapanır.

 

2. PERDE

Sahnede yine dalga ve deniz kuşlarının sesi… Denizin kenarında başı ak kalpaklı, saçları kalpaktan fırlamış, nur yüzlü, uzun boylu Toprak oğlan ile saçları dizlerine kadar gelen, mavi elbiseli, güzeller güzeli Su Kız el ele tutuşup sohbet ediyorlar. 

Toprak Oğlan: 

Su’yum, hayatım, ömrüm… Seni Tanrıların en kötüsü Yerlik Han’a istediler, diye işittim. Öldüm, öldüm dirildim. Bu haber doğru mu? Seni istediler mi? Beni Su’suz mu koyacaklar? Lalem, gülüm haydi söyle! Bu habere yalan desene. 

Su Kız: Haber doğru Toprak’ım. Seni Su’suz koymak istediler. Ama Ak Anam vermedi beni onlara. ‘Yerlik için kız doğurmadım.’ dedi. ‘Kızımı deniz sularında boğarım ama ona vermem.’ dedi. 

Hem ben sensiz yapamam ki? İkimiz de yemin etmedik mi? Ben sana can veririm, sen de yeryüzünü gül bahçesine çevirirsin. Ben ömrümün sonuna kadar seni bilirim. Bırak, kim ne bilirse bilsin. Su, Toprak’sız bir dakika bile nefes alamaz. Ak Ana’ma da söyleyeceğim ama söylemesem de ana yüreğidir, bilir. Elbette biliyordur. O şimdi benim halimi dalgalara verip kara kayanın kucağına atmıştır. 

Toprak Oğlan: 

Ah benim ince belli, kara gözlü Su perim. 

Su Kız: 

Ah benim canımın mekanı, kudretli Toprak’ım. 

Bahşı:

Su Kız ile Toprak Oğlan göz göze, el ele, ten tene burada dursunlar. Haberi Yerlik Han’dan alalım. 

Sağ tarafında Başıbozar, sol tarafından SümSüm Hatun, biri ayağını ovalar, biri elini. Belli ki Ak Ana’nın haberi ona yetişmiş. Yüzü bembeyaz, gözleri yuvalarından çıkacak gibi. Bir kulağına SümSüm Hatun, diğer kulağına Başıbozar bir şeyler fısıldar. Onlar fısıldadıkça Yerlik Han sinirlendikçe sinirlenir. Of çekip ağzından ateş salar. Elinde olsa Ak Deniz’i kurutacak, Ak Ana’yı Su’suz koyacak. Yaptığına ‘Yapma!’ denilmedik, Söylediğine ‘Söyleme!’ denilmedik Deli Yerlik, sinirli bir şekilde bağırıyor. SümSüm’ü bir tarafa, Başıbozar’ı bir tarafa atıp sinirle yerinden kalkıyor. Görelim şimdi neler olacak? 

Yerlik Han: 

SümSüm Hatun, Başıbozar, siz gidin, kırk yalanı yalana katın, Ayazat’ın iki kızını da bana alıp gelin. Hile ile kandırın, söz ile kandırın, büyü yapın, iki kız da eşim olsun. Ak Ana da görsün, dokuz kat göğün ve yedi kat yerin en güzel kızlarını ben nasıl alırmışım! Su Kız’ı vermediğine pişman olsun, ağlasın. Görsünler ben kimmişim. 

Anam ağlar, güler de Ayazat’ı razı eder. İki Tanrı el ele verir razı eder. Siz kızları razı edin, onları bana getirin. Birine ayağımı, birine elimi ovalatmazsam, Yerlik Han adımı eşeğin sırtına bağlarım. Su Kız gelip kapımda köle olmaya razı olur ama ben izin verirsem. 

SümSüm Hatun: 

Su Kız, Toprak Oğlan ile bir can, bir tenmiş. 

Başıbozar:

Toprak Oğlan, Su Kız ile bir yürek, bir gönülmüş.

Yerlik Han: 

Bırakın, olsunlar! Toprak’ı Su’dan ayırıp yeryüzünü kurutmazsam, canı candan, yüreği gönülden ayırmazsam Gök Tanrı ve Umay Ana’nın Yerlik Han diye oğlu olmasın! Onların hayatlarını birbirine zehir ederim. 

Bahşı sahnenin ortasında elinde sazı ile iki tarafa korkarak bakar bir şekilde söyler. Tanrıların gazabını bildiği için dili tutulur, söyleyeceklerini zorlukla söyler. 

Bahşı:

Yerlik söyledi mi yapar, dedi mi olur. Şimdi Ak Deniz’i kurutur. Toprak’ı Su’suz bırakır, canı tenden ayırır. Yapar, yapacağını bilirim.

SümSüm Hatun ile Başıbozar bellerine kuşak bağladılar, kollarını sıvadılar, Tulpar Ata binip gittiler. Görelim bakalım Ayazıt’ın kızlarını kandırıp alabilecekler mi? İki kız birden Yerlik’e yar olacak mı? Ölmezsek görürüz. Şimdi haberi Tulpar’dan alalım.

Tulpar At: 

Başıbozar ile SümSüm hatun çok ağırlar. Günahları da kendilerinden ağır. Ayazıt’a gitmeden, kızları kandırmadan, beni de bu günaha ortak etmeden önce ben ya Gök Tanrı’ya ya da Ayazıt’a haber vereyim. Bunların kötü niyetlerini bilsinler. Sonra demesinler ‘Tulpar bizi getirdi, amacımıza ulaştırdı, o da bizim gibi suçlu.’ diye. Gök Tanrı ve Umay Ana bana uzak. En iyisi Ayazıt’a söyleyeyim. 

Bağ bahçeli, türlü meyveli, güllerin kokusunun dört tarafa yayıldığı sarayın ortasında güzeller güzeli Ayazıt. Ayazıt’ın sol tarafında aya, sağ tarafında ise güneşe benzeyen kızları oturuyordu. Gülüp eğlenerek sohbet ediyorlardı. O sırada kanat çırpıp gelen Tulpar’ın kişnemesi işitildi. Onlar da yerlerinden kalkıp Tulpar’ın yanına gittiler. 

Ayazıt:

Adımların baş göz üstüne, toynağına kurban olayım Tulpar’ım. Uzak uzak diyarlardan tanrı selamı getirdin mi Tulpar’ım? Seni görmediğimden bu yana dokuz yüz gece ve gündüz geçti. Bizim diyarımıza neden uğradın? Yolunu mu kaybettin yoksa? 

Tulpar At:

Güzeller güzeli Ayazıt, bu kez çok ağır yük yüklenip geldim, uçmaya halim kalmadı. Tanrıların selamını da getirmedim, onlardan izinsiz geldim. Dört ayağımı da bir pabuca sokup gelmemi Yerlik Han zorladı. Yerlik Han’ın kötü niyetini Gök Tanrı’ya da Umay Ana’ya da ulaştıramadım. Yerlik’in dostları üstüme binip sırtımı yara ettiler. Onları getirdim buraya. Bir çeşme başında sırtımdan indirip ‘Siz burada yiyip için, ben birazdan dönerim.’ deyip buraya geldim. 

SümSüm hatun ile Başıbozar, iki kızını kırk yalana yalan katıp kandırarak Yerlik Han’a yar edecekler. Yerlik Han, Su Kız’ı alamadığına sinirlenip güzeller güzeli kızlarınızı  alıp kendine yar edecekmiş.

Ayazıt:

İkisini de mi? Aldatacak mı? Kendine mi alacak? 

Tulpar At: 

Evet. Onların işi gücü hile ve kötülük zaten. Oğlu babaya, babayı oğula düşman edendir onlar. Bedenimde kamçılanmadık yer kalmadı. Yerlik Han’ın söylediklerini yapmak için uçmam yetmezmiş gibi sırtımı da yara yaptılar vura vura. 

Ayazıt:

Gelsinler de görelim. Onların yapacakları önlerinden gelir. 

Tulpar At: 

O zaman ben gidip onları getireyim. 

Tulpar At ön ayaklarını havaya kaldırdığı an gözden kayboldu. Çok geçmeden sırtında o iki kötü niyetliyle geri döndü. 

Başıbozar ile SümSüm Hatun gülmeleri gelmese de güle eğlene konuşarak Ayazıt’ın karşısında geldiler. Gözleri ise Ayazıt’ın iki kızındaydı. Bu ikisinin kötü niyetini bilen Ayazıt onlara doğru yöneldi. 

Ayazıt:

Hoş geldiniz, sefa getirdiniz, adı cihana yayılmış Yerlik Han’ın dostları. Bize bir işiniz mi düştü de buraya geldiniz? 

SümSüm Hatun: 

Güzellerin sultanı, biz de sizin adınızı namınızı işittik de ‘Bir gidelim, gül yüzünüzü görelim.’ dedik.

Başıbozar:

Üç gün misafir etseniz, biz de Yerlik Han’a sizin misafirperverliğinizi, güzelliğinizi anlatsak, gelmişken de güneş yüzlü kızlarınızı görsek.

Ayazıt:

Gök Tanrı’dan misafirperverliği gördük, ekmeğini yedik. Onun oğlu Yerlik’in dostlarını da elbette misafir ederiz ama kızlarla görüşmek bizim diyarımızda ayıptır. 

SümSüm Hatun: 

Doğru söylersin Ayazıt, erkeklerle kızlarını görüştürürsen el gün ne der? Başıbozar otursun, ben görüşürüm. Kızların boyu posu, güzelliği senin güzelliğinden pay almıştır, derler. Bir göreyim, doğru mu? 

Ayazıt:

Olur, ama önce bir nefeslenin, dinlenin. Uzak yoldan geldiniz, yüce yüce dağları aşıp geldiniz. 

Başıbozar:

Yok, yok. Tulpar At sağ olsun, göz açıp kapayıncaya kadar Ak Deniz’den, Kara Deniz’den geçirdi bizi, dağların zirvesini yalayıp geçtik. Size gelmeden önce de Dam Dam Çeşmesi’nden yedik, içtik, eğlendik. En iyisi, izin verin de SümSüm Hatun kızlarla görüşsün, konuşsun. Ben de size yedi kat yerin altında ne var, dokuz kat göğün üstünde ne var anlatayım. 

Ayazıt:

Ak Kam ile Kara Kam’dan uzun zamandır haber yok. Onlardan ne haber? 

Başıbozar:

Onlardan biri göğü korur, diğeri ise yerin altını. İkisi de Yerlik Han’a yar olacak kızı gözlerler. Ak Ana’nın ak kızı Su’yu alacaklardı. Ak Deniz’in hükümdarı kendini çok yukarılarda gördü, vermedi kızı. Yerlik Han’ın gazabına aday oldu. 

Ayazıt, Başıbozar’ın yüzüne gülümseyerek bir baktı, bela Başıbozar’ın gözünü karattı. Şaşı, gözü çapaklı SümSüm Hatun da o an aklından çıktı. Hayalinde koynundaki Ayazıt peri ile yatıyordu, gönlünü ona döküyordu. Başıbozar usulca konuşmaya başladı.

Başıbozar:

‘Bende gönlü olmasa gülmez, cilveli cilveli bakıp canımı almazdı, bile bile saçlarının örgüsünü düzlerimin üstüne koymazdı. İşte, baksana yine gülüp baktı bana. Of! Gerçekten âşık bu peri bana. 

Ayazıt, Başıbozar’ın elini tutup bıraktı, ona meyve suyu uzattı. Başıbozar’ın canı bedeninden ayrıldı. Şimdiye kadar onun eline böyle nazik bir el değmemişti. SümSüm Hatun’un ağaç gibi sert, damarlı elinden başka el görmemişti. Yine içinden konuşmaya, hayallere dalmaya başladı. 

Başıbozar:

İşte, yine elini değdirdi, gerçekten gönlü var bende. Of, of! Ne yapsam ki? Ayazıt, Ayazıt’ım, seninle bir an yaşasam da yeter bu bana. Sonra Yerlik Han gelip cezamı versin isterse. Belki de Ayazıt kızlarını Yerlik Han’a verdikten sonra kendi de bana varır. Bir taşta iki kuş vururuz. Ayazıt perinin kocası, Gök Tanrı’nın dünürü, Yerlik Han’ın da kayınbabası olurum. Olur, olur, Başıbozar Han olurum. Belki tanrı da olurum, belli olmaz ya. 

Hayalindeki şeyler gözünün önünde dönüp duran Başıbozar birden konuşmaya başladı. 

Başıbozar:

Ayazıt’ım, aydan temiz güzelim. Yerlik’e kızları versen de ikimiz bu cennet mekanda kalıversek olur mu? Belki sizin diyarın insanları beni sever, tanrı sayarlar. 

Ayazıt:

Hımm, sayarlar, sayarlar.

Başıbozar:

Kızların ikisini de ver Yerlik’e. İkimiz zevk ü sefa sürelim. Bırak, kızlar da kendi bahtlarını yaşasın. Yerlik onların birine elini, birine ayağını ovalatıp Ak Ana’ya nispet yapacak. Bırak, yapsın. Bize ne? Önemli olan bizim birlikte olmamız. 

Ayazıt:

SümSüm ne olacak? 

Başıbozar:

Bırak onu, onun adını anma şimdi. Yüzünü gördüğümde göğsüm sırtıma yapışıyor. Başı dağın tepesi gibi, ağzı yanan ocak gibi, gözüne kuş pislemiş gibi sürekli çapaklı. Bıraksana, şu gözü çapaklının adını anma. 

Ayazıt:

Peki, öyleyse benim iki kızımı Yerlik’in elini ayağını ovalatmak için mi almaya geldiniz? 

Başıbozar:

Evet, perim. Aslında ilk önce sizi aldatacaktık ama senin de gönlün bende olunca ‘Her şeyi söyleyeyim.’ dedim. Bundan böyle birbirimizi aldatmak olmaz. Hem tanrı olunca burada kalmam gerekir. Bu yerleri tanrısız koymak bana yakışmaz. 

Ayazıt:

Doğru, doğru. Sen içindekileri söyleyiver. Yapacaklarını, yapmayacaklarını söylemesen ben nereden bileyim senin arzularını. Mutlaka arzularına ulaşırsın, söyleyiver. 

Sahneden Bahşı görünür. 

Bahşı:

Ayazıt Başıbozar’a sürekli göz kırptı, naz etti. Saçlarıyla oynayıp bıraktı. Başıbozar’ın aklını başından aldı. Başıbozar kendini tanrı tahtında hayal etti. Yerlik ile SümSüm ile yapacakları her şeyi anlattı. Ayazıt’a içini döktü. Ayazıt en sonunda ellerini var gücüyle çırptı. 

Ayazıt:

Bu art niyetliyi işittiniz. Şimdi bu ikisinin alnına kara çalıp Gök Tanrı’nın huzuruna çıkarın. Bu ikisine de, oğlu Yerlik Han’a da Gök Tanrı’nın kendisi ceza versin. Sen şahitsin Tulpar’ım. 

Başıbozar:

Ayazıt’ım, perim, bu da ne demek? Hani sen beni severdin, bensiz yanıp tutuşurdun? Göz ettin, kaş ettin. Hani ben tanrı olacaktım, hepsi yalan mıydı? 

Ayazıt:

Arabozandan, kansızdan, yuva yıkandan, elin namusuna göz dikenden tanrı olur mu? Göz ettim, kaş ettim ama hepsi senin niyetini ortaya çıkarmak içindi. Benim diyarıma ne niyetle geldiğini bilmek içindi hepsi. Kızlarımı hile ile alıp Yerlik’e köle edecektiniz. Rızamız var mı yok mu sormadan zorla kaçıracaktınız. Olsun. Kötülüğünüz başınızı yesin sizin, niyetiniz size yar olsun. Ölürüm de senin gibi Başıbozar’a yar olmam. Bağlayın ellerini arkasından! 

SümSüm Hatun: 

Ayazıtcığım, insanların arasını bozan bu haini yollayın Gök Tanrı’nın huzuruna ama benim ne günahım var? Bu günahkârın ateşinde beni de yakma!

Tulpar At: 

Senin günahın bundan da çok. Onun elini bağladılarsa senin hem elini hem de ayağını bağlamalı. Bağlamalı, ağzını da bağlamalı. 

Sahnede sesler bağrışmalar duyuluyor. Herkes ellerine aldığını SümSüm ve Başıbozar’a vuruyor. Bir yerlerden at kişnemesi işitiliyor. Tulpar At, sırtında Gök Tanrı ve Umay Ana’yı almış geliyor. Ayazıt ve kızları diz çöküyor, o sırada Tulpar’ın yukarıdan kişnemesi işitiliyor. Ak Ana, Su Kız, Toprak Oğlan geliyorlar. Ak Kam zilini, Kara Kam tefini çalarak giriyor sahneye. Ortadaki SümSüm Hatun ile Başıbozar korkularından diğer tarafa geçmek istiyorlar. 

Tef sesi güçleniyor. Yerlik Han bir yerden çıkıveriyor. İnsanlar iki yana açılıyorlar, korkularından kaçıyorlar. Yerlik güçlü sesi ile bağırıyor. 

Yerlik Han: 

Dostlarımı kim bu hale getirdi? Kimin haddine onlara sövüp dövmek? Haydi, bırakın onları, ellerini çözün hemen. 

Sahnenin ortası aydınlanır. Yavaşça saz çalınır. Ortada gözü yaşlı Umay Ana görünür. 

Umay Ana: 

Oğul, oğul Han oğul! Ak sütümü verip göğsümde sevip büyütmedim mi seni? 

Oğul, oğul can oğul! Bir kolumu yastık, öbür kolumu yorgan etmedim mi sana? Sen niye insanlara böyle zulmeder oldun? İki kız kardeşi bir yorganda yatırıp ne yapacaktın sen? Sende hiç utanma yok mu? Yediğin, içtiğin zehir miydi? Zehirli sözden başka söz çıkmaz mı ağzından? Su Kız seni sevmediği için Toprak’ı Su’suz koydun. Toprak kurudu, yağmur yağmaz oldu. Toprağına, suyuna hainlik eden insanı evlatlıktan reddederim. Gözüm seni görmez olsun! Kulağım senin hakkındakileri işitmez olsun! 

Bahşı:

Dokuz kat gökyüzündeki, yedi kat yeraltındaki ins ve cinlere, ruhlara, Türk’ün otuz yedi tanrısına, Gök Tanrı’dan ferman var. 

Vatana, millete, toprağa, suya, denize, namusa hainlik eden SümSüm Hatun’a, Başıbozar’a ve Gök Tanrı’nın oğlu Yerlik Han’a yedi kat yerin altında yaşamak zorunluluğu getirilmiştir. Bu emir Gök Tanrı’nın soyu tükeninceye, yer ve gök birbiriyle buluşuncaya kadar geçerli olacaktır. Haine aramızda yer yoktur. Hainin yeri yedi kat yerin altıdır.

Kara Kam tefini çaldı, Ak Kam zilini. Kara Kam, hainleri önüne katıp yola düştü. 

Sahnede Toprak Oğlan ile Su Kız el ele göz göze, ten tene durdular. Ayazıt ile kızları yine mutlulukla gülüştüler. Umay Ana ile Gök Tanrı uzaklara doğru bakıp durdular. Tulpar At ise dört ayağı üzerinde hazır bir şekilde onları uzaklara götürmeyi bekliyordu. 

Perde kapanır.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 218. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 218. Sayı