HaftanınÇok Okunanları
FATİH SULTAN YILMAZ 1
KEMAL BOZOK 2
FEYZA TUĞÇE FIRAT 3
HİDAYET ORUÇOV 4
OSMAN BEYHAN GÜMÜŞ 5
Emrah Yılmaz 6
M. FATIH KİRİŞÇİOĞLU 7
(NAZAR İŞANKUL ESERLERİ ÖRNEĞİNDE)
Giriş
Çağdaş Özbek yazarlarından Nazar İşankul, Özbek edebiyatında kendine özgü sesi ve ifade yöntemleriyle tanınmış yetenekli yazarlardan biridir. Yazarın eserlerine olan ilgi gün gittikçe artmakta, hem okurlarının bolluğu, hem de edebiyatçı bilim adamlarının değerlendirmeleri bunu tespit etmektedir. Özellikle, önde gelen Özbek edebiyatçı münekkitlerinden Prof. Umarali Narmatov, Prof. İbrahim Hakkul, Prof. Bahadır Kerimov, Yrd. Doç. Dr. Dilmurad Haldarov, Yrd. Doç. Uzak Corakulov ve tanınmış yazar Hurşid Dostmuhammadlar’ın Nazar İşankul’un eserlerine ait görüşleri ve eleştirileri dikkate değerdir (Normatov 2000; Hakkul 2009; Dostmuhammad 2011; Karimov 2016; Corakulov 2006; Corakulov 2015; Holdorov 2017). Yazar, çeyrek asırlık bir vakit diliminde, yani 20. yüzyılın 80’li yıllarında yetişen Özbek romancılığına özgü tüm özellikleri kendinde barındırmaktadır. Bilindiği gibi, bu dönem Özbek yazarları kendilerinden bir an önceki dönem yazarlarından birçok yönleriyle farklılık taşımaktadırlar. Özellikle, bu onların kendilerinden öncekilere nazaran daha serbest yaklaşımları, olayları imkan kadar ideolojik engelsiz beyan etmeleri ve serbest yorumlamalarında göze çarpmaktadır.
Bu dönem eser sahipleri daha ilk eserleri yayımlandıktan sonra edebiyata dair kendilerinin belirli bir düşünce ve bakış açılarına, kendine has tarza sahip olan yazarlar olarak tarif edilmiştir. Zira, onlar kendi döneminin Sovyet rejimine dayalı kapalı bir sosyal ve siyasal toplum hayatına mensup olmalarına rağmen çeşitli yollarla Dünya edebiyatı ve ondaki yeni teorilerden haberdar olmuşlardı. Özellikle, bu nesil Dünya edebiyatının çeşitli ekollerinin icadından tam olarak tanış olmuşlar, Sovyet ideolojisinin yasakladığı eserleri okuma fırsatını bulmuşlardı. Nitekim, dünya modern edebiyatının öncü yazarları olan ve kendi zamanında çeşitli edebi akım ve tarzların temelini atan J. Joyce, F. Kafka, M. Proust, W. Faulkner gibi yazarların eserlerini okuyarak, onların mahiyetini derin biçimde anlayarak edebiyat hakkında yeni bakış ve görüş açıları oluşmuştu. O yüzden de Nazar İşankul ve onun çağdaşları olan yazarların icadında edebiyatı yenilemeye, onu reförm yapmaya, çeşitli ifade tarzlarını sokmaya, böylece büyük bir hayatî gerçeklerin felsefî mahiyetini açmaya olan güçlü bir çabaya tanık olunur. En önemlisi, bu yazarların icadında edebiyatın esas tasvir objesi olan insanı, onun hislerini yeni yöntemlerle poetik yönden anlama, yeniden açma gibi esas temayile dönüştüğüne tanık olunabilir.
Nazar İşankul Eserlerinin Ana Konusu
Nazar İşankul eserleri incelerken tıpkı onun çağdaşları gibi ilk önce onların edebiyata dair bilim ve düşünceleri, edebi estetik bakış açılarından yola çıkarak bir yaklaşım sergileme yazarın “ben”inde kendini gösteren münekkitlik ile yazarlığı bir noktada toplamak, kıyasla onları kendi eserlerine tetbik ederek bilimsel incelemeler sürdürmek yazarın icadi laboratuarına girmenin esas amillerinden biridir.
Nazar İşankul “Menden “Men”geçe” (“Benden “Ben”e kadar”) nam eserinde kendisinin edebiyat hakkındaki görüşleri ve bilimsel edinmelerini tam olarak göstermiştir. Adı geçen kitap mukaddimesi (Giriş) hariç, yine üç ana kısımdan oluşan, birinci ve ikinci kısımlarında edebi ve estetik bakış açıları toplanmış, üçüncü kısımda ise Dünya ve Özbek edebiyatının büyük temsilcileri icadına dair çizgileri bir araaya getirilmiştir. Eserin başlangıç “Ben’i ararken...” nam kısmında icatçının şahsı, edebiyat ve onun kendine has özelliklerine dair gözlemleri yer bulmuştur. Bu tür gözlemlere dayanarak edibin bedii estetik disiplinlerini şu tarzda belirlemek mümkündür:
1. Yazarın diğer icatçı şahıs hakkındaki düşünceleri
2. Bedii edebiyat ve onun ana görevleri hakkındaki bilimleri.
3. Bedii icat, icat süreçleri, icadi akım ve tarzlar doğrultusundaki tasarımları.
Şunu da vurgulamak gerekir ki, yazar “icatçı nasıl olmalı” sorusu üzerine dururken onun herkes için has olan biolojik şahıstan ayırdeden yönlerine dikkat eder. Meseleye bu tarz yaklaşım icatçı şahsında diğerlerinden farklı olan, ayırdedici vasıflarının bulunduğuna ima etmektedir. Demek, yazara göre, işte bu tür ayrıcalık her icat sahibinin kendine haslığını belirleyen ana özelliklerden biridir. Bu meselede her icatçı şahsının “ben”i önemli bir değer kazanmakta olup, sadece kendi “ben”ine sahip olan yazarda gerçek bir bediiyet örneklerini yaratma imkanı bulunur. “Ben” fakat kalbin değil, o kendini tanıtan dünyanın esasçısı ve manevi hakimi de sayılır” (İşankul 2014: 7).
Nazar İşankul, icat ve icatçılık hakkında da kendine özgü görüşlere sahip bir yazardır. Yazara göre, icat yaradıcılık demektir. İcadın bulunmadığı yerde Yaradan da, yaradıcılık da bulunmayacaktır. İcada ilahi hadise olarak bakan yazar, onu mevcutluk felsefesiyle bağlayarak yorumlamaya çalışır. İcat, mevcutluğun idrak etmek için bir araçtır. Bu anlamda icat her zorbalığı inkar eden bir sosyal olaydır. Zorbalık ve cahillik icat ve icatkarlığınana düşmanıdır. Onlar ezeli tezada, zıdlığa sahip hadiselerdir. Yazar, icada isyan olarak yaklaşır. Şu anlamda bir isyan ki, insan sınırsız alem içinde kendini, kendi benliğini anlama, benliğini bulma yolundaki bir isyandır.
Nazar İşankul, icat üzerine kendi düşüncelerini belirtirken F. Nitze, S. Freud gibi bilginlerin görüşlerinden yola çıkarak icadı insan ruhunu tenezzülden kurtarmayı çabalayan bir araç olarak görür (İşankul 2014: 7). Yazar bu süreçte insanlığın yenilgiye mahkum olduğunu vurgulamakla birlikte icattaki sosyallık, yani kurtarıcı bir ruhun bulunduğunu itiraf eder. O, kendi görüşlerini felsefi bir tarzda ifade ederek “herhangi bir kudrete sahip insanın da sonuçta yenik düşecektir” diye ezeli bir yekuni sonuç verir. Yüzyıllar zarfında ne gibi cihagirler de “ben galibim” diye “vur ha vur” yapmış olmasına rağmen akabinde yenilgiye mahkum olduğunu İskender hakkındaki efsaneye dayanarak ispat eder. Sadece icat insanı yenilgiden kurtaran mucizevi bir güç olarak nitelendirilir. Bunun tam bir benzeri olan görüşü ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy da kendi eseri “İkrar-name” ileri sürmüştür (Namazov 2010).
Yazar icat ve icat sürerliğini nitelendirirken kültür ve kültürsüzlük sorunları üzerine derince durur. Özellikle “Kompyuter Evladı (“Bilgisayar Nesli”) – yüksek teknolojik gelişmeler insanı yaradıcılık zevkinden yoksun bırakarak tüketiciye dönüştürmekte olduğunu ve bu durumun onların kalbini iç kültürden arı bırakmakta olduğunu bir çok gözetlemeler aracılığıyla açıklamaya çalışır.
Nazar İşanklul’un estetik görüşlerinin yine bir noktası, beşeri bir öneme sahip olan kültür ve kültürsüzlük, iç kültür sorunları üzerine dururken kültür düşüncesini insanın dünya bakış açısı, manevi alemi ile bağlı hadise sıfatıyla yorumlayarak onu anlamadaki iki çeşit görüşün mevcut olduğunu tek bir canlı örnekle temele oturtmaya çaba harcar. Eserde sunulduğu gibi her durakta beş on dakika durarak yolcu almaya çalışan sürücüye yüzlenen yaşlı birisinin “Bunca yolcuyu bu tarzda zor duruma düşürmek kültürsüzlük” dediği itiraza sürücünün kaba bir yanıt vermesi, onlar arasındaki sürtüşme, sürücünün yaşlı bir insanı “sen”leyerek saygısızlık yapması, otobüs salonundaki yolcuların ise bu olaylara ilgisizlik yapmaları gibi olayları gözetlerken yazar şöyle bir sonuca varır: “İnsan nasıl olursa kültür de öyle. İnsan nasıl yaşam tarzını sürdürüyorsa onun kültür seviyesi de öyledir. Onun dili, davranımı onun içindeki kültürünün bir görünüşüdür” (İşankul 2014: 29).
Nazar İşankul, şu tarzda kültür ve kültürsüzlük düşüncesinin sınırlarını belirler. İnsanperverlik, insanilik iç kültürün temel özellikleri olduğunu açıklamaya çalışır. yazar, konuya oldukça derin yaklaşarak kültür düşüncesini maneviyet ile, kitap ve kitap okurluluğuyla bağlayarak yorumlar. O, kitabı insan kültürü ve maneviyetini şekillentiren temel amillerden bilir. Ona göre: “Fakat kitap lezzetinde farklı bir özellik vardır. Kurtuluşa, azatlığa götüren ve aksine genelde hiç bir şey vermeyen kitaplar bulunur. Kitap okumak da bir sanattır. İyi ve kötü, geröek ve yalan kitaplar vardır. Okuma sanatının en ilk şartı da nasıl bir kitabı okumayı bilmektir. Kitap iyiliğe, güzelliğe ne gibi bir hızmet sunarsa, kötülüğe de o kadar hizmet eder (İşankul 2014: 47).
Yazar, kendi görüşlerini J. Cortazar’ın bir öyküsüyle temellendirmeye çalışır. Bazı kitap okurlarının manevi yoksulluğu bazen aksi etkiye de sebep olabileceğini vurgular. O, böylece pek çok edebi ve estetik düşünceyle bağlantılı konular üzerine kendi görüşlerini beyan ederek onları edebiyat ile, edebyatın ana görevi ile bağlayarak şu gibi önemli bir sonuca varır. Yazara göre, edebiyatın ana görevi “...dolaysız olarak da, dolaylı olarak da insanı “eğitir” (İşankul 2014: 56). Bu konuda yazar okunmakta olan bedii eserin kitap okurunun seviyesi, dünyaya bakış açısı, olaylara ve insanlara olan ilgisini göz önünde bulundurmaktadır. Ona göre, edebiyatı yetenekli insanlar yaratır, yeniler, deşiştirir. Gerçek edebiyat her zaman insanı, onun kişiliğini, derdini keşfeder. O yüzden de onun merkezinde daima baş harflarla yazılan İNSAN’ı bulunur.
Nazar İşankul görüşlerinin yine bir önemli tarafı Batı ve Doğu felsefesi ve onun edebiyattaki yeri üzerindeki görüşlerinde kendi ifadesini bulur. Edip fikrince Batı ve Doğu felsefesi, onun edebiyattaki ifadesi biribirinden farklılık taşıyorsa da, ancak hayat hakkındaki gözlemleri, mahiyeti tektir. Bunu Dante, Nevai, Shakespeare icadını karşılaştırma yoluyla temellendirmeye çaba harcar. Edebiyat akabinde bengü, sonsuz, baki aşk hakkında söz ettiğini ve bu konuda Batı ve Doğu felsefesinin sonuç görüşleri aynı olduğunu Shakespeare’nin “Romeo ve Juletta” ve Ali Şir Nevayi’nin “Leyli ve Mecnun” eseri üzerine kısa gözlemleri ile esaslamaya çalışır. Demek, yukarıdaki kısa gözlemlerden belli olduğu gibi, bedii eserin ana sorunu insan, onun kederi ve kısmeti meselesidir. Gerçekten de edibin eserlerine şu tarzda yaklaşırsak, onların tümünde insan kısmeti, onun dert ve dünyası ana konu olduğuna tanık oluruz.
Nazar İşankul kendi icadını “Uruş Adamları” (Savaş Adamları) adlı gerçekçi ifadeye sahip olan eserle başlamıştı (İşankul 2008). Bu eserin adı, gerçi savaş ile ilişkilendirilmiş olsa da, aslında eserde savaş manzaraları bulunmamaktadır. Eserin mahiyetinde savaş esareti – insan kederi, onun kalbine vurulan manevi yara nedeniyle faciaya denk gelen kısmetlerin kederi dile getirilir. Eserin merkezinde savaş adamı Narmat Palvan, halası Biydi, eşi Anzirat ve onun meşukesi Mirzakul bulunur. Narmat Palvan savaştan yaralanarak dönerken köyde onu ağır bir kısmet beklemekte olduğunun farkında değildi. Eşinin ihaneti belli olduktan sonra yüz gösteren manevi inkiraz eserin ok damarını oluşturur.
Yazarın estetik bakış açılarında vurgulandığı gibi, fiziksel mahkumlük, isyandan manevi inkiraz sebebiyle yüz gösteren facia daha ağırdır. Narmat Palvan kalbinde geçen inkirazlar akabinde tümünü faciaya götürür. Bu yüzden öykü edebi camiayı ilgisiz bırakmadı ve Özbek edebiyatında yeni bir yazarın ortaya çıktığı itiraf edilmeye başladı.
Nazar İşankul, kendisinin yukarıda vurgulanan Batı ve Doğu felsefesi onun edebiyattaki ifade farkı olsa da, hayat üzerine gözlemleri mahiyeten aynı olduğu hakkındaki estetik disiplinlerinden yola çıkarak daha sonra kaleme aldığı eserlerinde ifade tarzını değiştirme kararını alır. Böylece, ilkin “Maymun Yeteklegen Adam” (“Maymun Refaketindeki Adam”), daha sonra “Kara Kitap”, “Tün Pencereleri” (“Gece Parmaklıkları”) gibi öyküleri dünya yüzünü gördü. Edibin kendi itirafına göre, “Kara Kitap” öyküsü Albert Kamus’un görüşleri temelinde yazılmıştır. Başka bir yerde de yazar eserlerine Frantz Kafka eserlerindeki motifler onun için “bulaşıcı” bir etki yaptığını itiraf etmektedir.
Bundan sonra yazar kendisinin yukarıda vurguladığı Batı ve Doğu felsefesi, onun edebiyattaki ifadesinde fark bulunuyorsa da, hayat hakkındaki gözlemleri mahiyeten aynı olduğu hakkında şöyle der: “Bana bu öyküyü yazmamda dürtkü olan etkiler, sebepler epeydir. En başta Sart’ın “Söz” öyküsü gelir. “Söz”de yazar kendisini şefkatsızca eliştirir. Öyküdeki “Hayatı keşfetmek için yaşamamak lazım” anlamındaki yazarın sonuç cümleleri, benim “Kara Kitap”ımda kahramanının “...hayatımın anlamsız olduğunun farkına vardım” şeklinde itirafı ekzistensializm (hayatı karamsar düşünme), esasen Kamus’un açıkladığı insan hakkındaki görüşlerin etkisiyle husula gelmiştir” (İşankul 2008: 68-69).
Görüldüğü gibi, yazarın ifade yöntemindeki yenilenmeler boşuna ortaya çıkmamıştır. Belki de burada Batı modern edebiyatı temsilcilerinin etkisi kendini hissettirmektedir.
Yazar kendi eserleri mahiyeti hakkında düşüncelerini beyan ederken
kahramanların kendi benliğini aramakta olduğunu, kendi kendine bakarak evrim yaşamakta olan insanlar olduğunu vurgular. Onlar kendi iç geçinimleri aracılığıyla hayatta olduklarını hissederler. Kendilerini şefkatsızca sorguya çeken ve böylece faciaları temenni eden insanlardır. Nazar İşankul, bu tür kahramanlar hakkında söz açarken “onlara dışarıdan bakarak sosyal yönden faaliyetsizlikte suçlamak mümkün, ancak, onlar sosyal hayatta faal insanlardan kendilerinin kim olduklarını anlamış olmalarıyla üstündürler”, diye yazmaktadır. Yazar, kahramanları hatta aşk maceraları da kendi kendilerini anlamaları için birer araç sayar. Kahraman kendi kalbinin dibinde bulunarak kendini anlamaya çaba harcaması onun faaliyetsiz olduğuna delalat etmez. “Kara Kitap” öyküsünün kahramanı kendisini anlamayı başaran ve hayat gerçekleri hakkında belirli bir karara sahip olmuştur.
Nazar İşankul, “Kara Kitap” eserinin kahramanını kendisini anlama sürecindeki yanılmasını, yani neyi güzellik olarak algıladıysa cahillik, neyi iyilik olarak düşündüyse kötülüğün temsilcisi olarak kendini gösterdiğini anlamış olduğuuna vurgu yapar. Ancak, bu süreci değiştirmeye gücü yetmez. Sadece kendisinin inandığı ülküye güvensizliği şekillendirebilir. Bu onun tek elinden gelen isyanı olduğunu vurgular. Eğer dikkat edilirse, yazarın kendi öyküsünde yansıttığı hadiseler yakın geçmişimiz, Sovyetler zamanında bu rejimin gayesine, mefküresine inanarak bu gaye yolunda hizmet ederek ömür boyu kalbinde koruduğu inancın seraba dönüştüğünü gören insan faciasının yorumunu görebiliriz. Derken şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: meğer durum böyleyken gerçekçi bir yöntemde yazılan “Savaş Adamları” ile bu eser arasında anlamca nasıl fark bulunmaktadır? Mahiyeten “Savaş Adamları” eseri kahramanının da inandığı güvenimden ayrılan ve bu yönden faciaya mahkum olan insanlar temsili değil mi? Onun isyanı da işte bu güvensizliğe yönlendirilmiş değil midir?
Elbette, Nazar İşankul’un “Benden “Bana” kadar” eserinde beyan edilen görüş ve düşüncelerin her birine ayrıca durarak belirli bir sonuç (hulasa) çıkarılabilir. Ancak, bu da uçsuz bucaksız diğer sorunların gündeme gelmesine temel oluşturacaktır. O yüzden yazarın edebi estetik görüşlerindeki en önemli tarafları ele alarak onların edip eserlerinde gövdelentirilme yöntemleri, onların karşılıklı uyum sağlamaları, eserlerinin mahiyetine ne gibi sindirildiğini incelemek gayet meraklıdır.
Nazar İşankul’un icadındaki ifade yönteminde yenilenmenin, realizmden modernizme geçmenin yazar icadında ne gibi başarılar sağladığı, bütün bunlar onun eserlerindeki konsepsyonu ve estetik ideali de yenilendi mi veya aksi gibi meseleleri ortaya çıkartmıştır. Bu tür sorulara biz yazarın birçok öykülerini incelemekle yanıt vermeye çalışacağız. Yazar öykülerindeki ifade yöntemini şartlı olarak realistik ve realistik olmayan yöntemle yazılan eserlere ayırmamızı mümkün kılmaktadır. İlkin, şunu vurgulmak gerekir ki, bu tür yaklaşmamız nispi olup, yazarın estetik disiplinlerine göre tüm eserlerinin mahiyetinde büyük bir gerçek gizlenmiştir. Bu hayati gerçekler Özbek halkının yüzyıllar boyu oluşan, zengin manevi mirasından, en evvel halk ağızlı icadı mühteşem kaynaklarından su almış, diğer taraftan da dünya edebiyatının son dönem kazançlarından etkilenmiş olup, küresel ve beşeri gayelerle sulandığında görmemiz mümkün.
Demek, yazarın bedii eser ifadesindeki yeni yaklaşımları icat sürecine bilinçli olarak yaklaşıldığını göstermektedir. Yazarın ifade yöntemini, eğer sözü yerinde olursa, mahir ustanın burgu ile ağaç parçasını, yanı tahtayı burgulamakta olan durumuna benzetmek mümkündür. Dışarıdan bakarken burgu kendi istikametinde düzgün bir biçimde dönmekte gibi bir görünüm bırakır, bu hareketin neticesi dışarıdan bakınca anlaşılmamaktadır, ancak aynı durumda o ağaç parçasının bağrını oyarak içeriye hareket etmektedir. Buna burgu ağaç parçasını delip geçtikten sonra elde edilen netice sıfatıyla bakılmalıdır.
Aynı şu spiralsiman (sarmalsı) tasvir – anlatım Nazar İşankul’un eserlerindeki sadece ifade yöntemini değil, belki de eser içeriğini de poetik terkipler, unsurlar, obraz (görüntü) ve deteylerin kendine özgülüğünü temenni etmeye hizmet eder. Böyle bir burgusiman tasvir, dışarıdan bakışta aynılık, şunu da vurgulamak gerekir ki, okuyucunun “gözünü kamaştırıp” eserin okunuşu ve anlaşılmasını belirli bir derecede ağırlaştırmaktadır. Ancak, böyle bir ifade yöntemi yazara olayı büyük hayati gerçekleri ifadelemede çeşitli poetik endişelenmelerden, remiz ve timsallerden yararlanma imkanını sağlamaktadır. Nitekim, Özbek munekkitlerinden biri olan Uzak Corakulov’un vurguladığı gibi, bu tür yöntemler Nazar İşankul’a kendi eserlerini metoforik bir temel esasında inşa etmesine imkan sağlamıştır (Corakulov 2015: 219). Bu yönden yazarın “Bahaüddin’in İti (Köpeği)”, “Evolüsyon” (Evrim), “Şarpa” (Hayalet) gibi öyküleri ayrı bir karakter taşımaktadır.
“Evolüsyon” adlı öyküsünde yazarın eser kahramanını (adsız) bir yöntemle tasvir eder ki, o sürekli zulümlerden kaçarak yaşamaya mahkûmdur. Peki, onu sürekli olarak takip/zulüm ederek özünü, cismini, isteklerini ve hatta biolojik varlığını inkar edip, hayvana dönüştüren takipçiler, zalimler ve ganimler kimdir? Niçin eser “Evolüsyon” (Evrim) olarak adlandırılmıştır? Bilindiği gibi, “Evolüsyon – Latince evolution “güçlendirmek; kesintisiz, tedrici gelişim, değişim; doğa ve toplumda kesintisiz bir biçimde süreklilik arzden ve sıfat değişimine götüren miktar değişmesidir”. Bugünlerde doğabilimcilerinin fikrince, “Herhangi bir yaratık evolüsyon – evrimin sonucu”dur. Bugünkü dünyanın manzarası evrimin genel bir olay olduğunu tasdik eder.
Demek, öykünün ana konsepsiyonu da kahramanın miktar değişiminden sıfat (kalite) değişimine geçiş sürecini tasvirlemekten ibarettir. İşte bu tür sıfat değişimine geçiş süreci öyküde nasıl bir biçimde yansıtıldığı, sıfat değişimine geçiş icabi (iyimser) bir hadise mi veya tenezzül müdür?
Yazarın öyküde anlattığı zaman ve mekan sınırsız değil, o geniş bir vakit dilimi aralığındaki belirli bir dönemin modelini seçmiştir ve bu model aracılığıyla geniş bir zaman ve mekana has olan sonuç – hulasayi yerleştirmiştir. Yazarın seçtiği model bizim kanaatımızca, yakın bir geçmiş – Sovyet dönemidir. Şehirin merkezini ele geren ve tüm şehiri kendisinin pis kokusuyla zehirlemekte olan “Mahluk” (yaratık) ise onun timsalıdır. Buna yazar kimsenin farkında olmadığı deteyler aracılığıyla ima eder. Dehşetli Mahluk’un kabarmış bir biçimde şişmiş göbeğinin kızıl (kırmızı) bir kumaşla örtülmesi, ganim – düşmanların dalgalanmakta olan dikilmiş bayraklarındaki tuğ kısmının iki parmak arasında kaba bir biçimde dürtüp çıkan baş parmağa benzetilmesi, tüm şehirin insanı gözetleyen, tacizci şiarlarla gömülmesi gibi deteyler böyle bir sonuca varmaya temel oluşturur.
Eserde kahramanın miktari değişimden sıfat değişimine geçiş süreci takip, zulüm ve baskılar, kovalamalar ve kaçışlar fonunda sunulmuştur. Yazar öykü kahramanının bu isteğini iki epizodta (bölümde) yansıtmıştır ve her ikisinde de intikam alma duygusundan insani çehre üstün çıkmıştır. Eser kahramanı öykü anlatımında kendisini takip edenlerden – gözetleyenlerden kaçarak akabinde kendi renki, yapımı, şekil ve şemayülünü de değiştirmeyi başarır. Yanı gittikçe miktari değişimden sıfat değişimine, yanı kendi benliğinden yabancılaşarak hayvani bir görünüme (ayaklarından tuynaklar büyüyen, tenini tüy kaplamış bir kabileye) dönüşmeye başlar. Fakat takipten tamamen kaçıp kurtulamaz, aksine kuzuya dönüşen kahraman aynen bu tür ganimlerin elinde esir olur. Ancak, o azarsız kuzu timsalına dönüşmüştü artık. Ganimler timsalındaki ajanların kuzuyu yakaladıktan sonra konuşmalarından belli oldukça, kuzu nadir derisi için helak olmaya mahkumdür. Eser şu tarzda son bulmaktadır: “Kuzu onların kendi aralarındaki sohbeti anlamış gibi bir tarzda gözlerini yummaya çalıştı; ara sıra o gözlerini açar, ancak hiç bir tehlike olmadığının farkına varınca yine kahrolasının parmağını açgözlülükle sormakta idi” (İşankul 2011: 59).
Yazar, Mahluk timsalında kötü, zalim güçleri somutlaştırmıştır. Mahluk, kendisinin şiarları ve pis kokusuyla tüm şehri sarmayı başarır. Aslında kahramanı takip edenler de sadece onun hizmetçileri değillerdir. Belki de, aynı şu şiar ve kokularında da kendini gösterir. Şiar ve pis koku bizce bu gaye – ülküdür. Zalim saltanatın zorbalığa, boyun eğdirmeye, mahkum etmeye yönlendirilmiş gayesidir. O kahrmanı her adımda takip eder, hatta kimsesiz hücrede de kendisinin pis kokusuyla sokağa kaçıp çıkmaya mecbur eder. Öyküde karakterli bir epizod – görüntü bulunmaktadır. O da onun önceki bahtiyar ve şukühlü hayatından alıkonulan hadise, yani nişanlısının nehire kendisini atarak boğulması aracılığıyla faciaya mahkum bırakılmasında kendi ifadesini bulur. Zalimler ellerine geçirdikleri nişanlısını ganimler sezai ederek, yani utanç verici bir şekilde sokaklarda süründürürlerken onun nezdinde tüm şehir ateş içinde kalmış gibi bir his bırakır. Burada yasal olarak bir soru ortaya çıkar: öyküde bir iki defa göze çarpan nişanlısı kimdir, o kimin veya neyin timsalıdır, niçin ganimler ondan bu kadar korkarak cesedi gömdükten sonra da kabiri mühkem bir şekilde betonla örttüler. Niçin eser kahramanı nişanlısından ayrıldıktan sonra insani yüzünü kaybederek hayvanlaşmaya başlamıştır? Kahramanın açgözlülüğü ne gibi bir anlamı ifade etmektedir? Niçin o çöpler arasındaki pis kokuları toplayarak yemeye, kirlenmiş suları içmeye mahkum bırakılmıştır? Elbette, bu gibi ard arda gelen sorulara öyküyü okumakta olan okur yanıtlamaya mahkum bulunmaktadır?
Aslında, nişanlı görüntüsü kahramanın kalbini işiklandıran aşk, güzellik timsalıdır. Ondan ayrı düşen kalp virane gibidir, zülmet içinde kalmıştır. Kahraman için güzel görünen hayat kendi anlam ve mahiyetini kaybederek onu benliğinden yabancılaştırıp mankurtlaştırmıştır. Böylece, öyküyü çok katmanlı anlam ve mazmuna sahip olan eser sıfatıyla nitelendirmek mümkün olmaktadır. Bir noktasıyla o Sovyet dönemi facialarını açan eser gibi bir his bırakır. “Şehirin geçmişine neler ait olsa hepsini yakmaktaydılar, viraneye çevirmekteydiler, bozmaktaydılar, yerine kendilerinin beğendikleri tarzda uygun bir biçimde yeniden inşa etmekteydiler” (İşankul 2011: 41).
Diğer bir noktası ile tasavvufi gaye – aşksız gönülde hayvanî sıfatların galip gelmesinin tasdiki sıfatıyla da yorumlamak mümkündür. Bunlar hariç, çaresizlik, gariplik, muminlik psikolojisini oluşturan amiller timsalinde de yorumlanabilir. Vurgulamak gerek, bu tür çok katmanlılık bazen yazara zorluk getirdiğine de tanık oluruz... Eserin kompozisyonu herhangi bütün bir sisteme sahip değilmiş gibi bazı olayların anlatımında ard ardalık eksikmiş gibi belirli bir izlenim verir. Eserde bu özellikle mekan ve zaman uygunluğunun biribirine uyum sağlamasının belirgin olmamasında da kendini belli eder.
SONUÇ
Modetn Özbek edebiytının önde gelen temsilcilerinden biri olanNazar İşankul, bağımsızlık öncesi Sovyetler Birliği muhtevasında olan bir dönemde yetişmiştir. Bu dönemde Özbek edebiyatında Komunist ilkeler ağırlık kazanmış, Post Sovyet döneminde ise Özbek edebiyatında da yeni bir çağ başlamıştır. Her iki dönem Özbek edebiyatının temsilcilerinden biri olan Nazar İşankul, daha Soyvetler döneminde diğer birçok yazarlardan farklı olarak okurları Dünya ediplerinin yeni yöntemleri, yeni yaklaşımlarıyla tanıştırmaya çalışmıştır. Batı Dünyası’nın modernist yaklaşımlarıyla tanışan genç Özbek yazarlarından biri olarak o bu edebi akımı Özbek okurlarına da iletmeyi hedeflemiş ve hedefine ulamıştır. Ancak, Batı edebiyatından etkilenmekle birlikte Nazar İşankul sadece modernist edebi yöntemi benimsemekle kalmamış, Özbek edebiyatına kendine özgü bir yeni tarz kazandırmayı başarmıştır. Onun eserlerinde Özbek milli folklörü ayrıca bir yer tutmaya başlamış, Komunist rejimin baskısına rağmen tarihi süjelerle kendi döneminin çirkin sayfalarını eliştirmeye çalışmış, bu yolda serbest bir yaklaşım sergilemiştir.
Kısacası, Nazar İşankul intelektüel dünyası oldukça zengin, dünyaya bakış açısı belirli bir şekil almış, kendisinin edebi ve estetik disiplinlerine sahip yazar olmasıyla birlikte aynı özellikleri kendi icadında tam olarak göstere edebilme özelliğine sahip yetenek sahiplerinden biridir.
KAYNAKÇA
Corakulov, Uzak (2006). Sınırsız Cilve. Taşkent.
Corakulov, Uzak (2015). Nazarî Poetika Meseleleri. Taşkent.
Haldarov, Dilmurad (2017). İcat Mahiyeti – Uslup Hasiyeti. Taşkent.
Hakkul, İbrahim. (2009). İcat İklimi. Taşkent.
İşankul, Nazar (2014). Ben’den “Bana” kadar”. Taşkent.
İşankul, Nazar. (2011). Şeftalı Gülü. Taşkent.
İşankul, Nazar (2004). Maymun Refaketindeki Adam. Taşkent,
İşankul, Nazar (2008). Nane Kokusu. Taşkent.
Karimov, Bahadır (2016). Ruhiyet Alfabesi. Taşkent.
Namazov, А. (2010). Lev Tolstoy hakkında hakikatlar. Taşkent.