HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
HİDAYET ORUÇOV 2
ELMİRA ACIKANOAVA 3
Kardeş Kalemler 4
Gülzura Cumakunova 5
Emrah Yılmaz 6
KEMAL BOZOK 7
Doktor Cavad Heyet’in (Cevat Heyet) vefatını bir hafta geç öğrendim. Son derece müteessir oldum. Kendisini Varlıq dergisini çıkardığından beri önce gıyabında, sonra Bakü’de görev yaptığım dönemde vicahen tanıma şerefine nail olmuştum. Ona dair güzel hatıralarım da var. Bence o İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp, Hüseyin Cavid, Şehriyar gibi milletimizin yetiştirdiği ulu adamlardandı. Çığır açan, yol yapan, hedef gösterenlerdendi. Bir yandan da çağımızın Ali Şir Nevai’si idi. O Türk dünyasının “sembol” isimlerinden biriydi. Asrımızın Nevaisi idi! Bu yargıyı bilerek vurguluyorum. Çünkü dilimizin ve milletimizin düşmanları, mesela Rus ve İran devletluları, her fırsatta bu dil ve kültür meselesini öne sürerler ve bunların zayıf olduğundan söz ederek kara propagandaya girişirler. O zaman onlara niçin bu dilin eğitim dili olmasını engelliyorsunuz, neden basın ve yayında bu dilin kullanılmasını senelerce engellediniz, kısıtladınız diye sormak gerekmez mi? Bu düşüncelerle, Bakü’de bulunduğum yıllarda her fırsatta Azerbaycan aydınlarından bu işi yapabileceklerini inandıklarıma Rusça ile Türkçeyi “mukayese” etmelerini önermiştim. (Bunu yapabileceklerden biri televizyon programcısı Rahman Babahanlı idi; rahmetli oldu. Şimdi bunu Profesör Minahanım Tekleli’den beklediğimi bir kez daha tekrarlıyorum. Rus tarihi ve kültüründeki Türk izlerini başarıyla ortaya çıkaran abidevi kitaplar yazan Minahanım bunu layıkıyla yapacaktır kanaatındayım.) Cavad Heyet bunu İranda yapmıştı. Bu noktaya, en sonda tekrar döneceğim. Bu yazıda Cavad Heyet’in benim duygu ve düşünce dünyamdaki izdüşümünden söz etmek niyetindeyim. Cavad Heyet adını ilk ne zaman işitmiştim? Seksenli yılların başıydı. 1982 yılında, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisinin 19. sayısında (s. 214-227) Gulam Hüseyin Beydilli’nin kaleme aldığı “Ustad Şehriyar” yazısını Varlıq dergisinden alıp bizim lehçemize uyarlamıştım. Ardından 1983 yılında ağabeyim Yusuf Gedikli ile birlikte “Çağdaş Azerbaycan Şiir Antolojisi” adıyla bir güldeste yayımlamıştık. Bu kitabı hazırlarken sadece Sovyet Azerbaycanı şairlerini değil, İran Azerbaycanınkileri de buna dahil etmiştik. İranda Türkçe yazanları başka kaynakların yanı sıra Cavad Heyet’in İran Devriminden sonra çıkarmaya başladığı Varlıq dergisinden de takip ediyorduk. Hatta bu sıralarda Doktor Cavad Heyet’e yazdığım bir mektubun hayli yıpranmış bir kopyası evrakım arasında bir yerlerde olacak. Bilmiyorum bu mektup Cavad Beye ulaşmış mıydı? Sağlığında, bu mektubu vesile ederek yazmayı düşündüğüm bir yazı vardı. O fırsatı maalesef kaçırmış oldum. Sonraları ben akademik çalışmalarıma daldım. Ancak 2004 yılında bu sefer 1983 senesinde yayınladığımız ve o zaman bize, Türkiye Milli Kültür Vakfının teşvik ödülünü kazandıran Çağdaş Azerbaycan Şiiri Antolojisi, beni zamanın Kültür ve Turizm Bakanının eliyle Bakü’ye Kültür ve Tanıtma Müşaviri yapacaktı! Bu arada Cavad Heyet’in çalışmalarını ve “Varlıq”ımızı uzaktan da olsa izlemekteydim. Neşredeceği dergiye bu Varlıq adını koyarken Doktor’un çok düşünmüş olduğuna inanıyorum: Varlıq adı, esas itibarıyla bir var olma haykırışı, bir öz-güven, bir iddia ise, bir yanıyla da, Doktor’un 1940’lı yıllarda talebelik hayatı yaşadığı ve muhtemelen yakından takip ettiği Yaşar Nabi Nayır’ın Varlık dergisine bir gönderme ve nazire anlamı taşıyordu. Dergi çıkarmanın ne kadar zor bir iş olduğunu ilk gençliğimden beri bizzat yaşadığım tecrübelerden biliyorum. O sebeple, Cavad Heyet’in 35 yıldır yaşatmayı başardığı bu dergisiyle ortaya koyduğu muazzam mesaiyi ve anlamlı mirası layıkıyla takdir etmek gerektiğini vurgulamak isterim. Ben Bakü’ye gittiğimde Doktor Cavad Heyet artık hayatının büyük bir kısmını burada geçirmeye başlamıştı. Bakü’de sık sık günlük tuttuğumdan, günlüğüme ne zaman girdiğine baktım. Bakü’deki birinci yılımın sonuna doğru 20 Mayıs 2005’de onun için düzenlenen yaş günü törenine Türkiye Büyükelçiliğini temsilen giden bir elçilik müşaviri, kendisine belki de birkaç gün evvel, tamamen tevafuk eseri olarak “Türk Dünyasının bugün yaşayan en büyük adamlarından biri İranlı Doktor Cavad Heyet’tir.” dememi hatırlamış olacak ki, bana birlikte gitmeyi teklif etti. Şimdi günlüğümden ufak tefek değişikliklerle o gün düştüğüm notları paylaşmak istiyorum: 20 Mayıs 2005, Cuma. Bugün Fatih Beyle, Azerbaycan El Yazmaları Enstitüsünde, Cavad Heyet’in 80. yaşı münasebetiyle düzenlenen törene gittik. Büyükelçi davetiyesini Fatih Beye vermiş. İrandan da tanıyormuş kendisini, selamını iletmesini rica etmiş. Toplantı başlamadan Doktor’u görmek üzere törenin yapılacağı yere birlikte gittik, o anda henüz gelmemişti. Ben salona geçip oturdum. Fatih Bey o sırada gidip Büyükelçi Turan Moralı’nın selamını Doktor’a iletmiş ve benim de salonda olduğumu bildirmiş. Jübile çok görkemli oldu. Salon dopdolu idi ve herkes hediye olarak onlarca çiçek, kitap, tablo, halı vs. getirmişti. Cavad Beye ardı ardına albümler, diplomalar takdim edildi. Azerbaycan ilim dünyasının önde gelenleri konuşmalar yapıp kendisini kutladılar. Bunlar arasında Prof. Dr. Bekir Nebiyev uzun bir konuşma yaptı. Tıp Üniversitesi rektörü, ‘Bitki ve Hayvan Araştırmaları Üniversitesi’ rektörü, Azerbaycan Televizyon ve Radyosu müdürü Prof. Dr. Nizami Hudiyev, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Vasim Memmedaliyev, vd. konuştular. Kitaplarını takdim ettiler. Fahri doktora payesi verdiler. Azerbaycan Milli İlimler Akademisinin üyeliğine seçtiler. Sonunda Dr. Cavad Heyet yaptığı konuşmada herkese tek tek teşekkür etti. ‘Türkiye sefirliğinin müsteşarını salonda göremiyorum’, dedi. Fatih Bey törenin sonuna kadar kalamayıp gitmişti. Ben dört beş sıra arkadan ayağa kalkarak “Buradayım”, dedim. Memnun oldu. Dedi ki “Siz bana yerinizi verdiniz, ben bilmedim, buyrun yerinize gelin”. Gittim. dikkatle dinledim. (Başta, birinci sırada muhterem hanımının yanında oturuyordum; bir ara Cavad Bey kürsüden inince yerimi kendisine verip arka sıralara geçmiştim.) Bu olay benim Baküdeki diplomatik vazifem sırasında unutamadığım hadiselerin başında gelir. O gün orada bulunarak hem bu ulu adamı hayal kırıklığına uğratmamış, hem de devletimi Cavad Heyet ile birlikte bütün Azerbaycan ricali, uleması, sanat ve kültür adamları nezdinde zor duruma düşürmemiştim. Cavad Heyet’in konuşmasında şu serzenişi de dikkatimi çekmiş, defterime kaydetmişim: “Akademi üyeliği için için geç kaldılar, balık suda avlandığında tazedir” dedi ve ilave etti: “Bundan gurur duydum”. Konuşurken dili Türkiye Türkçesi tonuna daha yakındı, hem kelimeler, hem de fiil çekimleri ve telaffuzları yönünden. ‘Başkan’ diye hitap etti mesela, toplantıyı ‘aparan’a. ‘Bana’ dedi, vs. vs. İran elçisi, kültür ataşesi ve yardımcısı orada idi. Gövde gösterisi yaptılar. Koca bir tablo getirdiler, Arap yazısı ile dua imiş. Bir sertifika takdim ettiler ve başka şeyler. Kendisi de İranlı bir Türk olan, sayın İran büyükelçisi Afşar Süleymani, “Biz bir milletiz, bizim adamlarımız sizin, sizinkiler bizim” dedi; yani bizim hep kullandığımız Haydar Aliyev’e atfedilen “Bir millet iki devletiz” lafını o da kullandı. Üstüne basa basa... Oysa konuşanlar Cavad Heyet’in Türkiye, Azerbaycan ve İran ve hatta bütün Türk Dünyası için mühim, değerli, aziz bir insan olduğunu belirtmiş; onun Türklüğüne, Türkçülüğüne vurgu yapmışlardı...
*
Cavad Heyet’e dair günlüğümdeki ikinci not, 24 Ekim 2005 tarihine aittir. O gün Azerbaycan Yazarlar Birliğinin Natevan Kulübün de yapılacak Hüseyin Cavid’in 123. doğum gününe gittik. Anma merasimi, Turan Cavid Kadınlar Merkezince düzenleniyordu. Başta değerli şair Kemale Nesrin ve Sevgi Hanım vardı. Abbas Abdulla, Fikret Sadıq, Oqtay Rıza, Selim Babullaoğlu, Turane Hanım, Sulhiyye Şirinova, Nurengiz Gün, Amelya Hanım, Tahire Memmedli, Nahcivanlı hanımlarla konuştuk. Cevat Heyet de konuşmacılar arasında idi, elini sıktım. Azerbaycan Yazarlar Birliğinde ilk defa böyle bir toplantı yapılıyormuş. Demek ki Cavid’i bugüne kadar bu “kutsal ocak”a sokmamışlardı. Demek ki Sovyetlerin koyduğu yasak ve verdiği ceza halen devam ediyordu! Tahire Memmedli insaflı, derli toplu, güzel bir konuşma yaptı. Cevat Heyet de keza. Her zamanki mülayim ve yapıcı uslubuyla. Cavid’e bir mütefekkir şair olarak büyük değer verdiği anlaşılıyordu.
*
Doktorla ilgili üçüncü notu, günlüğüme 18 Ekim 2006, Çarşamba günü düşmüşüm. O günün akşamı, Azerbaycanın büyük filozofu Prof. Dr. Selahaddin Halilov (Xelilov)a iftara davetliydik. Önce hocanın Haydar Aliyev Sarayı karşısındaki yeni açtığı Felsefe Araştırmaları Merkezine gittik. Gündüz İsmayılof, Mehmet Rıhtım, Bünyamin Özgür, Ebülfez Süleymanov, Kafkas Üniversitesi öğrencileri, galiba Abdülkadir adlı bir mimar ile birlikte “Big Ben Lokantası”na doğru yürüdük. Biraz sonra Filozof Halilov’a çok değer veren Doktor Cavad Heyet de geldi. Ben onun solunda oturuyordum. Bir ara bana “Türkiye, Avrupa Birliğine, niye bu kadar girmeye can atıyor ve kendisini küçük düşürüyor. Siz İslamın bayraktarısınız, şimdi Batının kuyruğu olmaya çalışıyorsunuz. Vallahi İslamın bayraktarı olmak Avrupanın kuyruğu olmaktan bin kere daha iyidir.” dedi. Bu sözü başkaları politik bir yük ile söylemiş olabilirler fakat Doktorun samimi görüşünü dile getirdiğine şüphe yoktu.
*
Bu görüşmelerimizin birinde Doktor Cavad Heyet’ten işittiğim şu anekdotu anlatmak isterim. İstanbuldaki tıp tahsilinden sonra ihtisas için Fransaya giden Cavad Heyet’e, Hocası kim olduğunu sormuş. Cavad Heyet, İranlı bir Türk olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Fransız olan hoca, “Türküm deme, biz Türkleri sevmeyiz, İranlıyım de.” diye Doktor’u öğütlemiş.
*
Doktor Cavad Heyet’in ana dil ve onun önemi üzerine çok düşündüğü, İran gibi Pehlevi hanedanının işbaşına gelmesinden sonra çok bilinçli ve kararlı bir şekilde Türkçeyi eğitim ve basın yayından kaldırmaya çalışan bir ülkede her fırsatta Türkçenin bu “engel”i aşması için elinden geleni yaptığını teslim etmek hakbilirlik olacaktır. Doktor’un Türkçenin bir bilim dili olarak zenginleşmesi için bazı yabancı terimlere kendi Türkçesinden karşılıklar bulduğunu ve kullandığını da biliyorum. Cavad Heyet, uluslararası kurultay ve kongrelerde de bu hususa dikkat etmiştir. 2004 yılının Eylül ayında Ankarada yapılan Türk Dili Kurultayında da “Ana Dili ve Onun Ehemmiyeti” hakkında bir tebliğ sunmuştur. Heyet politikacılarla, diplomatlarla da her zaman ve her fırsatta yakın olmaya çalıştı. Bu çok şuurlu bir hesabın sonucu idi, zannederim. Çünkü, hayat tecrübesi ona onların eliyle birçok şeyin yapılacağını öğretmiş olmalıydı. İranlı, Azerbaycanlı seçkinlerin yanı sıra Süleyman Demirel ile dostluğu, İran’da görev yapan Türk diplomatlarla ilişkisi, Türk edebiyatı ve kültürü için hizmet eden herkes onun merak ve dostluk dairesi içindeydi. Son olarak sözümü şöyle bağlamak isterim. İran gibi iliklerine kadar aynı zamanda Türk olan bir ülkede, Türklüğünü ilk “itiraf edenlerden” biri o idi. O Türkler ki İranı bir devlet olarak tarihten bugüne kadar getirmiş ve ona en büyük direk olmuşlardı; buna rağmen Pehlevi rejiminden beri İranlı bir Türk için bunu söylemek çok çetin bir şeydi. Elbette Ali Tebrizi, Bulud Karaçorlu Sehend, Şehriyar, Hemid Nitqi, Hebib Sahir, Mehemmed Ali Ferzane, Yahya Şeyda, Samed Behrengi, Aydın Tebrizi, Abbas Bariz, Saplaq, daha birçoklarının bu yolda adı anılabilir. Fakat, emsalsiz Şehriyar’ı ayırırsak, Cavad Heyet’in ayrıca bir “okul” olduğunu, “Varlıq Okulu”nu kurduğunu belirtmek gerekir. Cavad Heyet, Varlıq dergisiyle, Ali Şir Nevai’nin bıraktığı yerden yeni bir Mukayesetüllügateyn (İki Dilin Karşılaştırılması) i yazarak milletini uyandırmağa ve geleceğe hazırlamaya, bağırmadan, çağırmadan, gürültü koparmadan büyük bir incelikle, nezaketle, sabırla çalıştı. İran’daki Türklerin kendilik şuurunun temellerini atmaya çalıştı. İranı takip edenler bunda muvaffak olduğunu kabul edeceklerdir. Şimdi Doktor Cavad Heyet’in bıraktığı yerden, büyük bir mesuliyetle onun “dava”sını omuzlamak lazım. Bu görev, Doktor’un bir ömür boyu hem bir cerrah olarak, hem bir kültür işçisi olarak muttasıl hizmet ettiği hemşerilerinin üzerine düşüyor.