HaftanınÇok Okunanları
Ayşe Solmaz 1
ERKUT DİNÇ 2
ZEHRA TAŞDEMİR 3
KEMAL BOZOK 4
Emrah Yılmaz 5
ANAR 6
FEYZA TUĞÇE FIRAT 7
Caparali Osmankulov, 11 Mayıs 1958 yılında Kırgızistan’ın Kara Kulca bölgesindeki Sarı Kamış köyünde doğmuştur. 1981 yılında Oş Milli Pedagoji Enstitüsü Filoloji Fakültesini başarıyla bitirmiştir. İş hayatına 1981-1983 yıllarında Kara Kulca bölgesindeki Karl Marks Ortaokulunda Rus Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak başlamıştır. 1983-1985 yıllarında Sovyet Ordusuna yedek subay olarak hizmet ettikten sonra 1985-1991 yıllarında, “Telman”, “Sarı Kamış” Ortaokullarında öğretmen olarak çalışmıştır. 1991-1992 yıllarında “Dastan” isimli siyasi-reklam dergisini açarak, onun ilk redaktörü olmuştur. 1993-1995 yıllarında “Muras” dergisinin baş redaktör vekili olarak, 1995-2005 yıllarında “Kırgız Tuusu” gazetesinde çalışıp, milli “Erkintoo” gazetesinin baş redaktör vekili olarak hizmetlerde bulunmuştur. Kendi kurduğu “Halk Dünyası” isimli edebi derginin de baş redaktörüdür.
1993 yılında Kün Kızarıp Batkanda “Güneş Doğup Battığında” isimli kitabı çıkmış, 2000 yılında Kırgız Cumhuriyetinin yönetimi altındaki Caştar “Gençler” ödülünü almıştır. 1993 yılında Kırgızistan Yazarlar Birliğinin üyesi olmuştur. 2001 yılı “Kırgız Cumhuriyetinin Halk Eğitimi Başarısı” ödülünü, 2004 yılında Cumhuriyet’in “Togolok Moldo İsmindeki Edebi Başarı” ödülünü almıştır.
Çalışmamızda büyük Kırgız yazar Caparali Osmonkulov’un Kun Kızarıp Batkanda “Güneş Doğup Battığında” eseri içindeki Uçuk hikâyesinin Türkiye Türkçesine aktarımını ve yazarının tanıtımını yapmaya çalıştık.
Yayınlanmış Kitapları:
Kun Kızarıp Batkanda “Güneş Doğup Battığında”, Tyan-Şan Yayınevi, 1993. (158 sayfa).
Ömürdün Köz İrmemderi “Hayatın Göz Yummaları”, Biyiktik Yayınevi, 2000. (192 sayfa).
Tögö Ber Camgır “Yağsın Yağmur! Çoçuklar İçin Kitap. Biyiktik Yayınevi, 2004. (44 sayfa)
Köktömdö Kelgen Kubanıç “Baharda Gelen Sevinç” 2005. (72 sayfa).
Ömür Col “Hayat Yolu”, Kutber Yayınevi, 2008. (160 Sayfa).
Ya İ Moy Drug Colntse “Ben ve Arkadaşım Sun”, 2009.
Podkova Na Sçaste “Şans İçin At Nalı”, 2009.
Doşçul Bala (Cañı) “Doştçul Çocuk (Yeni)” : Çocuklar İçin Hikâyeler, 2009. (176 sayfa).
Manas: Çocuklar için hikâye kitabı, Büyük Dağlar Yayınevi, 2016. (192 sayfa).
Semetey: Çocuklar için hikâye kitabı, Büyük Dağlar Yayınevi, 2016. (128 sayfa).
Dobrıy Palaç “İyi Cellat” : Masal ve Hikayeler, 2013. (154 sayfa).
Toolor Çakırıgı “Dağlara Çağırma: Roman, 2013. (344 sayfa).
Kurmanbek: Küçük Hikâye, 2016.
Er Töştük: Küçük Hikâye, 2016.
Uçuk hikâyesinin Türkiye Türkçesine aktarımı:
UÇUK
Saçı ağarmış, güzel yüzü buruşmuş zayıf ve yaşlı kadın. Dokuzuncu kattan şehre içini karartarak bakıp yıllarını geçirdi. Şehir hayatı batsın! Evvelki gelişin de, gökdelen gibi evleri, insan kalabalığını görüp hayret etmişti. Yollardaki bir ileri bir geri giden troleybüslere, otobüslere küçük-büyük tüm arabalara hayret edercesine bakardı. İlk günlerde şehir bu yaşlı kadını cezbetti. Köyden şehre, oğlu ile gelini kendisini getirdiğinde: “Ana içtiğimiz sütün hakkını verelim, sana hizmet edelim, hürmet gösterelim!’’ diyerek iyi niyetlerini göstermişlerdi. Ancak her şey bundan sonra başladı.
Oğlu ile gelini işe gittiğinde ıssız evde yalnız kalıyordu. Dışarı çıkmak onun için eziyetti, çıksa da herkes ona yabancıydı. Herkes kendi yaşamında, dokuz katlı apartmana biri girip, biri çıkardı. Sabahtan akşama kadar gürültü bitmezdi. “Sen kimsin?’’ diye bile soran yoktu. Yaşlı kadın biri ile konuşmak istiyordu, ama kiminle? Yapacak bir şey yoktu! Beraber yürüdüğü, güldüğü arkadaşlarını, köyünü hatırlayıp canı sıkılırdı. Rusça iki kelime bilse ne? Burada hep yaşlı Rus kadınlar yaşar. Onlar da sabahtan akşama kadar evin önünde toplaşıp kendi aralarında konuşurlar. Rus yaşlı kadınların konuşmalarını anlamasa da dinleyip, söz etmeden dururdu. Bazen onlar ona konuşması için söz verseler de, konuyu pek anlamadan başını sallayıp utanırdı. Yaşlı kadınlar, geceye kadar birçok konuyu konuşup evlerine dağılırdı. Onlarla beraber o da kendisi için çok ıssız bir yer olan soğuk eve doğru yürür. Acele etmeden yavaş yavaş merdivenlerden yukarı çıkar. Nefes nefese kalır. Dizleri titreyip yere düşecekken merdivenin demirlerine tutunup derin derin nefes alır. Canına tak edip, yanından geçenleri umursamadan iç çeker. Lanet olsun şu yaşlılığa, dişsiz ağzı, sarkık titrek dudakları ile derin bir ah çeker.
Dairenin anahtarını cebine bakıp yoklar ve bulamaz, bulsa da anahtar deliğine sokamaz bir süre uğraşır. Siyah deri kaplı kapıyı itip içeri girer. Yaşlı kadın, ışığı yakmadan, hayatından memnuniyetsiz bir şekilde başköşede bulunan kilim serili divanına keyifsizce iki büklüm olarak oturur ve iç çekerek başlayan ağlaması içi sızlatır.
Saat tik tak ilerler. Yaşlı kadın hıçkırarak ağlayıp kederlenir. Saatte durmaz, yaşlı kadında durmaz. Odadaki tik tak saat sesi ve yaşlı kadının ağlaması… Sadece iki ses çıkar. Bi çare haline destek olan birisi yok, beli ağrır. Yaşlı kadının zayıf kolu ve ayakları soğuktan buz gibi olur, bacakları titrer. Zorlanarak yataktan kalkıp ışığı yakar. Mutfağa doğru gider, acı çekerek bedeni harap olup tüm vücudu ağrırken, mutfağa ulaşmak onun için bir eziyettir. Masanın üstünden bir kibrit bulup zorlanarak ocağı yakar. Sabahtan kalan yemeği ısıtıp yer. Üstüne sıcak sıcak çay yudumlar. Kuru bir dilim ekmeği çayda ıslatıp yumuşatarak yer. Renkli televizyon, teyp, her türlü halı ve kilimler, altın yaldızlı tabaklar, vazolarla doluydu bu ev ancak bir tane kesme şeker, yumuşak taze ekmek, sevgi, sıcaklık yoktu. Gelini ile oğlu dışarıdan karınlarını doyurup gelirler, yemekte yapmazlar. Uyumaya giderler. Zavallının sıcak çorba içesi gelir, karnı acıksa da gelinine “yapıver’’ demekten utanırdı. Bunu gelini ve oğlunun düşünmesini beklerdi. Bunları sırayla düşünerek gözünün önünden geçirir. Ağrısı sızısı var diye sıcak söz beklerdi. Karnım açıktı yiyip, içeceğim derse oğlu ile gelini ağzında çıkan uçuk oluverirler. Hele bu dünyada yaşlı kadına ilgi alaka gösteren, geçmişe duyulan özlemi gideren kalmadı. Oğlunun yolunu hevesle bekler. Gelini ile yaşlı kadınlarla oturduğu gibi oturup konuşmak ister.
Böylece saat yaklaşık dokuz olur. Yaşlı kadının bedeninde kan dolaşır. Gayret eder. Üstünü başını düzeltip, başörtüsünü bağlayıp kapıya ümitle bakar. Dışarıdan sesler duyulur, kapı açılır. Önce gelini içeri girer, ardından oğlu girer. Gelini ayakkabısını çıkarırken kaşlarını çatıp mülayim kaynanasını görmemezlikten gelerek koridorun kapısını çarpar. Umudunu yitirir, gözünün nuru söner. Kaygılanıp öz oğlunun kapısında kendini yalnız hisseder. Onlarla candan sohbet edip, dertleşmeyi gönülden ister. Kendisinin kısa ömründeki, hüzünlü hayatından haber vermek ister. Mutfakta kap kacak sesi duyulur. Oğlu civciv çıkarmış tavuk misali kanat çırparak gelinine bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Güçsüz oğlunun elleri masaya inip kalkıyordu. Çaresiz annenin yüreği konuşulanları hisseder. Koşarak gelininin ayağına kapanıp yalvararak gelinini istemediği bir şeye ikna etmek ister. Tutulan beliyle doğrulup yeni yürüyen çocuk misali mutfağa doğru adım atar. Bunu önceden fark eden gelin mutfağın kapısını çarparak kapatır. Yüreği ezilen kaynana çaresiz banyoya doğru yönelir. Çeşmeyi açıp, su akıtır. Oğluna darılır. Dökük dişleri titrer. Gözlerinden yaş süzülür. Oğlu banyonun kapısını tıklatır.
- Anne kapıyı açar mısın, konuşalım. Açar mısın konuşalım anacığım… İstersen her şeyi anlatayım, açar mısın…?
Maalesef bu isteğine karşı kapıyı açmaz. Banyoda oturup, kendi mutsuz ömründe birçok tecrübe yaşayan yaşlı kadın sonraki misafirlik günlerini düşünür. Ağlayan bebeğin sesini duymak, onu beşiğe koyup sarıp ninni söylemek ister. “Oğlum evlatsız mı kalacak ?’’ diye korkar. Doğacak olan torununu gözünün önüne getirir. “Nasıl büyüyecekmiş?’’ diye daha adı sanı olmayan torununun geleceğini hayal eder. Ondan sonra torunuyla ikisi birlikte köye doğru yola çıkarlar. Köyün yaşlı kadınları toplanıp kendilerini hoşgörü ile karşılar. Sırayla gelip, öpüp kucaklayıp görüşürler. Güzel yaşlı kadını, yakışıklı huysuz ihtiyarda karşılamaya gelir.
- Nasılsın hanım? Oğlun ve gelinin iyiler mi? Nasıl sağ salim yaşıyorlar mı? Şehirli oldunuz kaldınız. Ne zaman gelip yaşayacaksınız, baba ocağında? - diye sorar, her zaman olduğu gibi gülümseyerek.
- Allah’a şükür! Oğlum ve gelinimin işleri biterse geleceğiz. O zaman da bizden bıkarsın, ihtiyar! – diyerek cevap verir. Halkın hepsi gülüşür.
- Sen nasılsın? Belinde ağrı var mı? Sağlığın sıhhatin yerinde mi? -diye sorar ihtiyar. Bir zamanlar yakın dostlardı.
Yaşlı kadınlar gittikten sonra.
- Çok şükür iyiyim. Torunum var canım sıkılmaz. Yaşlı kadının yüreği yumuşayıp gülümser, neyse ki sır vermez.
- Nerde olsa da yetişirsin, ihtiyar. Eski dostuna, biraz senden sohbet edelim dedi eski zamanlardaki yakın dostuna. Yaşlı adamın dili tutuluyordu.
- Ee nerden, hatun. Şimdi sana bu halimle yetişemem galiba… “Şehir gören keçiden umudu kes’’ denir. Korkarım senden, korkarım. Şehirli oldun değil mi?
- Ee şimdi benden korkuyor musun? deyip öfkelendi, yaşlı kadın. Yürüsem karşımdan, yatsam bacadan çıkardın zavallı. Şimdi sanki… diyerek kalktı, tepkisini göstererek. İhtiyara bakıp ne söyleyeceğini bilemedi.
Sustum kadın, sustum. Sana yetişmek zor… Böyle bir ayağım çukurdayken. Biliyorum, genç yaşında beyinin savaştan kara haberini alıp, dul kaldın. Evladını el üstünde tutup bin bir zorlukla büyüttün. Allah’a bin kere şükür! Senin dediğinde doğrudur. Sen nereye gittiysen bende peşinden geldim, peşinde avare oldum. Şu kadere de şükür diyelim, bazen de olsa buluşabiliyoruz, dedi ihtiyar kamçısı ile çizmesinin kenarına vurarak. Yavaşça bıyığını kıvırdı. İkisi de düşünceye daldı. Sonra sohbete yaşlı kadın devam etti.
- Allah senden bin kere razı olsun. Zor zamanımda destek oldun. Ağlasam avuttun, gönlümü hoş tuttun!
- Aman bırak, niye evlenmedin o vakit… Çok kızlar dolaştı etrafında.
- Senin gibi güzel bulamadım! Her ne kadar konuşsam sevsem de, bana yüz vermedin. Bütün çabalarım boşa gitti diye öylece kaldım. Şimdi de geç değil. Hissediyorsan…
İhtiyar gülümseyip, güzelleşen yaşlı kadına baktı. Yaşlı kadında ihtiyarla birlikte gülümsedi. “Acaba niçin torunumun hal hatırını sorup, tebrik etmiyor. Köye beraber gelmedik mi? Yanımda yok, nereye gitti? Oy neredesin? Görünmüyor ya da onlar benim oğlum ve gelinimin çocuk sahibi olmak istemediğini, geciktirdiklerini biliyor mu? Garip niçin oğlun, soyun devam etsin diye söylemiyorlar. Hayali bir kenara bırakıyım. Haydi çıkayım.’’ İçindekileri söyler yaşlı kadın. Yorulmadan kaçıncı dalgınlığında.
Bir gün oğlu ile gelini evlerine misafir çağırdı. Evin içi gürültüyle doldu, misafirleri sevemedi. Gelini kuş gibi çalışıp yemek yiyip, çer-çöp taşıdı, yaşlı kadının soyu evlerinde çoğalınca çıkıp dışarda yatardı. Gelenler hoşnut konuklara benzemiyor. Onların hepsinin eli yüzü yağlanmış gibiydi. Yapmacık nezaket için süslü kaşıklar, çatallar, kadehler düşman gözüne gibi tak tuk çarpıştırdıkça, bulaşıklar çoğalmaya başladı, dönüp sessizce yattı. “Çağırdın mı gel, geldin mi ye, iç!” diye düşünce oluştu, gelen misafirlerde. Misafirler diğer şarapları açıp karınlarını şişirip, toplanarak hesap makinesi ile kâğıt oynuyorlardı. Evde bir yanda zayıflamış fakat kalbi büyük insanlıkla, muhabbetle, toklukla dolu olan, dirençli yaşlı kadın alkol içenleri haram diye kınadı. Böylece misafirleri bekleyip yalnız oturmaya razı oldu, anne. Gelini, sevinci gönlüne sığmayan misafirperverlik âdetini yaparak odaya girip çıkardı, hızlıca koşarak gelinini gözleyip kırmızı yastığı koydu. Kaynananın niyetini bilemedi, telaşlandı.
- Konukların memnun kaldı mı, saygı gösterdin mi?
Gelin kaynanasının sözüne kulak vermedi. Dönüp yaşlı kadının karşısında kapıyı açıp ittirerek çıktığı odasına soktu. Kaynanasına görgüsüzce davrandı. Onların hepsi de ahmak, gelini yaşlı kadının sözünü kıskanıp kestiğinde yaşlı kadın için dünya yıkılmıştı.
- Nereye cadı, rahatça oturun! Yoksa bizi utandıracaksınız. Aptal yaşlı kadınmış derler. Onların hepsi modern kişiler. Anladın mı?
Anne böyle ufak-tefek sözleri duysan da işitme, sinirlenme. Böyle hayatların tahammül edilemeyen kötü yanı da var. Böyle bir hayata bir hayvan bile olsa dayanamazdı fakat kaynana gelinine sabretti. Güzel günde üzülüp durdu, dert çekip sarardı.
Beklemesinden, çabasından sonuç çıkmadı. Kırkın kıyındaki kara gözüyle, umursamadı annesini, ilgilenmedi, sağlığını sormadı. Yüzü terleyip karşısında oturarak çay koyup vermedi. Her kazandığını ev eşyalarına ve karısına harcadı.
Biri gelse, biri gider iş gezisine. Yaptığı işlerin sonucu yok. Evin de yağı yok, yağı bitirdi derlermiş. Bazen gündüzü-geceyi abaküsle hesaplayıp sayıyor. Anlamıyordu onları.
Köyünden tomruk gibi, iki yanağı kızarmış karnı dolu gelen yaşlı kadın kurudu. Kızıl yüzü bozarıp etinden yağ çıktı. Zaman geçtikçe her fikri düşündü, zavallı. Bir sefer gelini yoktu oğlu ile konuşacaktı. Vurur mu diye dikkatle hayli hazırlandı düşüncesini tarttı.
Oğlum “doğduğun yerin toprağı altın” denir, köyümüze gidelim, dedi. Babandan kalan ev var. Bacasından tekrar duman tüter. Zorlansak da, yardım edecek insanlar bulunur. İyi olursan, köyünde yardımları görürsün. Allah nasip ederse aile olup gideriz dedi, kökünden çekersin.
-Nasıl anne! Daireyi zorla aldık. Onu bırakıp nereye gideyim. Kasabanın her tarafı toz toprak. Ben şimdi o tarafa alışamam. Sonra gelininizde gitmez. Bu sözleri ikinci kez söylediniz. Gelininin duyarsa kederlenir.
- Sen onu kendin birkaç yönüyle düşündün mü? dedi biçare anne.
- Siz kimin hakkında konuşuyorsunuz? Neyi düşüneceğim ki, dünya kadar şeyim var, kara gözlü annemin gönlünde yer yaptı, deyip kendini kötü hissetti.
- Aa, yazık! Sen daha çocuk düşüncelerinden çıkamamışsın? Sana inanamıyorum. Eskiden destek veren şu kısık gözlü ihtiyar da yok yanımda. Ben bittim! Annesi hor görülüp eskisi gibi hüngür-hüngür ağladı, yüzsüz erkek çocuğunun karşısında.
Bugünde her zamanki gibi yüzüstü uzanıp, iki büklüm şeklinde kıpırdadı. Misafirler çoktan gitti. Mutfakta kara gözleri ile homurdanıyordu. Önünden nemli yere geçip, oflaması taşı çatlatır, salya çıkmayan kuruyan ağzından dünden beri midesine bir şey girmiyordu açlık da canını acıttı. Midesi guruldayıp, duyamıyordu yattı, Allah’ın kulu. Fakat şimdi gelini ile çocuğu değil, Allah yemek sunsa bile lokma almazdı, bir yudum suyu bile istemiyordu. Kuruyan ağzı salyalanıp, açlıktan bitkin düşüp ölesi geldi. Yaşaran gözleri önüne çekildi. Eskiden beri görüşürüz. Önünden gurbete çıkıp üzüldü. Sakalını sıvazlayıp, hasretle gülümsüyor.
- Geliniz, deyip çağırdı. “Gençliğinde sıkıntı versin, yaşlılığında serveti versin” dedi. Kararını gören gelip takdir etti. Gözyaşlarını boşuna akıttı. Bir dakikada düşüncelerini değiştirdi. Zamanımızı bir ömür sürelim, beraber bir ömür ne iyi olurdu. Hani geliyor musun?
Yaşlı kadın bin defa kabul eder, sonra sözünden cayar sürekli. Bu sefer çağırmadı. Kısık gözlü ihtiyarla hayalinde yaşadığını gördü. Güzel göründü. Yok yok, çok iyi bir yaşamı olacak gibiydi. Düşündü, Allah’ın kulunda fikir uçuğu kopmadı. Aklının durduğunda uçuğuyla oynardı. Uçuk demek ki öyle bir bütünün dört parçası, bir bütün göründüğünde kıymetinin bilinmediği, değer verilmediği saygı gösterilmediği için ihtiyarın dokuz ay taşıdığı ciğeriyle bir gördüğü ağzında uçuk oldu.
Yatıp düşünürken tan ağarıp öğlen oldu. Diş dünyayı içi dışı telaşla karışıp küçük kuşların ötüşmesi, gürültü yapan arabaların sesi kulağını bıktırdı. Bir gecede eskisindende kötü olup, yaşlanıyor ana kaplumbağa gibi yavaşça, dikkatle bakıp yataktan başını çıkardı. Kaplumbağa yemliğini çevirip yatağının başına çıkardı. Rutubetli yere geçip uzanınca içi kabarıp, pis koku çıktı. Yemek yemeyeli bir gün oldu. Yemek borusundan yemek girmeyince, midesi yanmaya başladı. “Çay kaynatıp veren biri olsa, karabiberde karıştırıp toz şekeri koysa içip terlesem ah nerede! Şu bana yapışan kötülüğün hepsi ter ile çıkıp gider mi? Öylece misafir olarak adlandı, kendinden olan çocuğu hor görüp yürüdüğünü çok görüp dinlensem. O kurnazlığınla takdir alan soluğumdu! Yabancı yurtta ayıplanma, falancanın annesi misafirlikte ölüm ile boğuşuyor diye”.
Anne kendi kendine konuşarak yattı, çabucak daldı. Sağ tarafına dönüp sol kalçasını devirip uykuya daldı. Buz gibi bacaklarını ovalıyor, elini uzatıp bilerek anahtarı koyup açmadan yattı. Sonunda evin toplu anahtarları çatırdayıp, kapı açıldı. Eve ayaklarının ucunda yürüyerek giren iki kişi oldu.
“Yook! Yaşadığım günlerde, içeceğim su varmış. Onlar gelmişti diye düşündü, yüzü sevinç dolan yaşlı kadın. Çaya çağırırlar mı diye düşündü. Ancak bir haber gelmedi. Düşlerinde gelişiyor galiba. Belki yemek yapacaklar kap kacak isterler, diye burnunu büzüştürdü. Hiçbir koku yok, burnu koku almadı. Burnumu kaşıyım dedi, dermanı yoktu. Biri geriye dönüp takırdadı, buna o dikkat edip kapıyı açtı. Yaşlı kadın yalandan uykuya daldı. Gelini mi oğlu mu kısa süre birisi ses çıkarmadan bakıp gitti. Ona iki tane baş bakarak, fısıldayıp gitti. “Uyuyor” ya da “öldü mü” diye ancak duyamadı yaşlı kadın, konuşma kim hakkında anlayamadı. Bunlar niye bugün nezaketli davranıyor. Aa bir ihtimal benim uykumu dağıtmayalım demişlerdir. Acınacak durumum düzelmeye başladı galiba! Kurban olayım size, eskisi gibi çat diye girin ne olacak ki. Kötü durumda mıyım ne korkutmayalım diyecek kadar. Ömrümde ilk defa çocuklarım bana acıyorlar. Arzu, acınan insanın sonu olsa da iyilikle yürürüm”.
Yüzüne kızarıklık çöküp, küçücük bükülüp kaldı. Gözlerindeki kıvılcım belli oldu, düşünüyordu. Çocuğu ile gelinini ciğerine sıkıştırıp, onlar hakkında kötü düşünüp bana öteki gibi acımıyorlardı. Gözüm kör olup nereye gideyim hissedemiyordu. Düşünceye dalan yaşlı kadın dayanarak zar zor ayakta durdu. Bacaklarını kaldırıp, sıtma gibi titrerdi. Adım atacağı zaman bacağı salladığında yüzükoyun düştü, hafıza kaybına uğradı.
Yaşlı kadın hafızası geldiğinde nerede olduğunu anlayınca aklı başından uçtu. “Ne için ben evde değil miyim?” Ne için ben cehennem de değil, hışırdayıp kuruyan bembeyaz yumuşak çarşaflı yatağa mı yatayım mı? İlaç kokuyor mu? Yaşlı kadının kirpiğine takılan ancak acıtıp yuvarlaklaşan beyaz çapakları oğluyla gelinini gördü.
- İyi misin teyzeciğim? Kendini nasıl hissediyorsun? – dedi, doktor kız nabzını yokladı.
- Tu-zuk dedi anne mırıldandı.
- Şimdi size en iyi oğlunuz ile geliniz gelir. Yanınız da otursunlar. Ama sizler de çok tutmayın tamam mı? Teyzeciğim, dinlenmen gerek dedi doktor kız kibarca dışarıya çıkıp gelir. Odada sakinlik hüküm sürdü. Gelini öldürecekmiş gibi bakıyordu. Ne yapayım çocuğum ya.
- Nasıl anne ağrınız kaldı mı? dedi erkek sesi.
- …?
- Anne, anne deyip durdu. Ne annen rahatsız mı? Diri öldüğünde eve giren hırsızları fark edemiyor. Kıymetli olan yalnız benim altın bileziklerim, mercan gerdanlığım! Türkmen halısı daha hangisi söyleyeyim mi? AA Japon radyosu…? Hayatının sonuna kadar annen kalkamasın. Sor ve gör belki hırsızlar ile beraber olmasın. Sor! Eğer buradan çıkarsa huzur evine teslim et. Yaşayamıyorum onunla, gelin yüksek sesle seslendi.
- Sessiz ol, annem darılır dedi, erkek.
Gelinin sözüne taş ağlardı!
Duyarsa, duysun! Diri ölmüş gibi olan ölü dirilmiş gibi görür!
Hastalığı ağırlaşmaya başlıyor. Ötekilere kötü bir şey söylemeyin dedi, söyleyemedi. Kendine gelip hareketlendiğinde, dudakları birlikte kıpırdadı. Hatırladığını inkâr etti.
- Yoldaş doktor, yoldaş doktor! diye koşarak çıktı, kara gözlü.
İyice on günden fazla tedavi olup epeyce dinlendi. Eskiden olan belindeki şiddetli ağrıları geçti, memnunca yatağında yattı. Yıkanıp, taranıp yemek yedi. İştahı açıldı, yemek yiyesi geliyordu. Erkenden doktorun kontrolüne gitti, yaşlı kadın.
- Merhaba, büyük anne! İyice dinlendiniz mi? Nasıl görünüyorsunuz bugün nasıl oldunuz, dedi doktor kız. Dönüp göğsüne dokunarak, doktor kız nabzını dinledi. Göğsünü, sırtını dinleyip, ağzına bakıp, dizlerini elleriyle okşayıp yaşlı kadının bacağına dikkatlice baktı. İlaçlarını verdi bir şeyler fısıldayıp, yaşlı kadını da dinleyip ilaçları yazdırdı.
- Ben senden bir şey rica etsem, olur mu? Kızım, ötekiler gelse yanıma sokma? diyerek fısıldadı, yaşlı kadın.
- Tabi ki anneciğim! Gözlerinden yaş döküldü doktor kızın o nezaketiyle kendini toparladı.
Doktor kız çıktıktan sonra yaşlı kadın dimdik durup, hayale daldı. Yatağına tekrar gidip yattı, sıkıldı. Gözü karardı, gözü kapandı. Bütün dünyaya hayal meyal sahip oluyor, kendi karanlığın dibinde kalıp, imanı uçan sonsuza sıkıştırır gibiydi. Bu kaderi kötü olan yaşlı kadın, hiçbir şeyi anlamadı. Yüreği kırılıp, uçtu… Ecelin toprağı şu mu? Böylece gitti mi? Telaşla dirseklerine dayandı. Ancak naif annenin yatağı sağlam taştan ağır hissedildi. Bu ne rüya mı? Gerçek mi yoksa gerçekten son günüm geldi mi? Anlayamadı. Çabuk çabuk kalkıp hareketlendi. Yan sürüp dikkatle sarıp koydu. Gözüne doktor kız göründü. Zavallı bebek söylenip gitti. Sürekli ecelini bekleyip, can azabı çektiğinde bu dünya da temiz mi yaşadım, kötü mü yaşadım diye şeytan terazisinin kılın ucunda durduğundan doktor kız hayli yardımcı oldu.
- Anneciğim, gücünüz yerinde mi? Bunlar sizin için kıpkızıl şirin elmaları aldım, dedi. Dolabına kızıl elmaları koydu. Doktor kız önemli şeyi söylercesine samimice gülümsedi.
- Büyük anne, sevinçle Müjde!
Olsun kızım, dedi yaşlı kadın
- Dans edeceksiniz, söyleyince…
Teyzeciğim buruşuk elleriyle tutunuyordu, yürüyüşün öncesinde:
- Kabul ediyor musun, razı mısın anne! Söyleyeyim mi sizi aşağıda bekleyen birisi var.
- Ee, eyvah, nasıl biriymiş? Kaygılandı yaşlı kadın.
- Çok güzel biri! Oo, süet kumaşlı kaftan giymiş, uzun boylu, yuvarlak burun, sakalı, bıyığı bembeyaz akıllı anlayışlı, altın gibi ihtiyar.
- Gelmiş, zavallı! Hatun kendi kendine dudaklarını şapırdattı.
Büyük anne uzağa yolculuğa hazırlandı. Saçını örüp, doktor kız ile sıcak hasta odasında vedalaştılar. Çok zamandır açılmayan gönlü, şimdi layıkıyla açıldı. Sıcak muameleye doydu. Kendi isteğiyle gidiyordu. Hastanedekiler el sallayarak uğurladılar. İhtiyar, yaşlı kadın gittikten sonra oğlu yalnız geldi.
- Alıp gitti dediler hastanedekiler.
- Kim? Nutku tutuldu çocuğun.
- Bir ihtiyar…
- Gerçekten mi?
- Bir ihtiyar dediniz.
- Aa biliyorsunuz zannediyordum.
Çocuğu, küçük çocuktan atası gibi endişeli görüp, iyi olup kendine geldikten sonra öğrendiğinde kısık gözlü ihtiyardan annesini kıskanarak yola düşüp çaresiz düşünceye daldı. Fakat bu gerçek mi ya da düş mü? Hakikat nefesinin sonunu mu?
Yaşlı kadına bunların hepsi anlamsızdı…
Kaynaklar:
Kun Kızarıp Batkanda “Güneş Doğup Battığında”, Tyan-Şan yayınevi, 1993. (158 sayfa). Uçuk Hikayesi 13-22. sayfalar.
http://netref.ru/osmonkulov-j-a-2008-bardik-ukuktar-korgolgon.html
http://kzref.org/ala-too-kojnunda.html
http://www.literatura.kg/persons/?aid=97
http://www.lib.krsu.edu.kg/uploads/files/updates/2018-12-31_upd.htm