HaftanınÇok Okunanları
ERKUT DİNÇ 1
HUDAYBERDİ HALLI 2
HİDAYET ORUÇOV 3
FEYZA TUĞÇE FIRAT 4
Emrah Yılmaz 5
ELMİRA ACIKANOAVA 6
Gülzura Cumakunova 7
İstanbul gibi büyük ve tarihî bir şehre ilk defa gitmek unutulmaz, hem de ömür boyu unutulmazlar arasına giriyor. Aslında ben İstanbul’a memleket diyorum.
Bu diyarla ilk defa tanışmam oraya gitmezden yıllar yıllar öncesine, ilk gençlik çağları ma dayanıyor. Çeşitli tarih ve coğrafya kitaplarıyla birlikte Nazım Hikmet, Orhan Veli Kanık gibi şairlerin şiirleriyle orayı tanımıştım. Bu sebeple her tarihî anıtın, mabetlerin önünde saygıyla baş eğerek adeta uygarlığın ansiklopedisi olan İstanbul’u sanki adlarını andığım o şairlerle birlikte dolaşıyordum. Orhan Veli’nin atladığı köprüyü, bu şairlerin gördükleri, tasvir ettikleri sokakları, mahalleleri ve ağaçları arıyordum.
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında…”
Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Başkanı Turan Yazgan Hoca beni davet ettiğinde “Nerelere gitmek, nereleri görmek isterdiniz?” şeklindeki sorusuna cevap olarak Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı’nın adlarını vermiştim. Ancak “Ceviz Ağacı”nın adını anmamıştım, çünkü Turan Bey o vakitler Nazım’ı sevmezdi. Nazım Hikmet’in “komünist” fikirler taşımasını, Türki ye’yi terk ederek önce Doğu Avrupa’nın sos yalist ülkelerine sonra da Moskova’ya giderek ömrünün sonuna kadar orada yaşamasını içi ne sindiremiyordu. Bu sebeple içimde adeta bir fenomene dönüşen Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağası konusunu asla açmadım.
Önce Topkapı Sarayı’nı geziyoruz ve büyüleniyorum. Fatih Sultan Mehmed’in kılıcını gösteriyorlar. “Bu kılıç için şiir yazacağım”
diyorum, ancak nedense şimdiye kadar yazamadım. Tophane’nin büyüsünden kurtulamadan kendimi Gül hane Parkı’nda buluyorum ve dolaşıyoruz, gözlerim ceviz ağacını arıyor, altında otu rup dinleneceğim, Nazım’ı hatırlayacağım diye düşünü yorum. Acaba Zengezur’un ceviz ağaçları mı azametli yoksa Gülhane Parkında kiler mi? diye düşünmeden edemiyorum. Maralzemi bölgesinde evimizin arka bahçesindeki ceviz ağacı daha
kocamandır zannına kapılıyordum. Nazım’ın diğer mısralarını hatırlıyorum:
“Budak budak, serham serham ihtiyar bir ce viz…”
Parkta yaşlı ve kocaman ceviz ağacı olur mu? Hem de denizlerin sarmaş dolaş kucaklaştı ğı parkta? Parkta ceviz ağacı denince aklıma hep genç, hiç olmazsa yaşlanmamış ceviz ağacı geliyordu. Maralzemi’deki baba ocağımızın arka bahçesindeki ceviz ağacı kocamandı, lakin dibinden akan köyün kanalı onu biraz daha yaşlandırmıştı, hatta busu dağlar dan süzüle süzüle gelen serin ve saf pınarların suyu olmasınarağmen.
Parkta dolaşıyorum, küçücük Yukselin dediği gibi bazen toprağa bakıyorum, bazen gökle re. Yerde de gökte de ceviz ağacını arıyorum.
Ceviz ağacı ise…yalnızca…yok, yok... Nasıl olabilir bu? Çaresiz, Turan Yazgan Hoca’nın yanında çalışan ve bana eşlik eden elemanından ceviz ağacını soruyorum (Nazım Hik met’in şiirine konu olan ceviz ağacı nerede?
diye soramıyorum, çünkü onun Nazım için hangi duyguları beslediğini bilmiyorum).
Bana rehberlik eden arkadaş hayret ediyor ve kesin olarak:
—Hidayet Bey, burada ceviz ağacı yok!
—Önceleri buralara hiç geldiniz mi?
—Evet Bey, sık sık geliyorum, daha önceleri de gelmişim. Burası öyle bir park ki, bir defa gelen tekrar gelmek istiyor. Sonra Turan Bey saygın konuklarını dolaştırmak için bana havale ediyor. Her şahıs Topkapı Sarayı’nı görmek istiyor, oradan çıkınca da genellikle bu parktan geçiyoruz. “Burada ceviz ağacı … yok.. cümlesini tekrar etmek istemiyor. Omuzlarını silkip kaşlarını çatıyor.
…Yine inanasım gelmiyor. Şiirin tamamı belleğimde canlanıyor:
“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ce viz.
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.”
Burada tesadüfi olarak bir polis bile karşıma çıkar, aramızda şöyle bir konuşma geçebilir diye düşünüyordum:
—Nazım burada karşınıza çıksaydı ne yapardınız?
Polis elbette benim ansızın sorduğum bu soruyu anlamayacaktı. Şiirden birkaç mısra okuyacaktım. Polisin Nazım’la ilgili düşüncesi nedir, bilemiyordum. Kızmasın diye;
—Nazımı çeşitli dönemlerde sorgulayan ve yirmi beş yıl ceza kesen hâkim ve onunla il gili iddianame hazırlayan savcıdan, bir insan olarak Nazım Hikmet’e karşı yaklaşımınız ne?
diye soruyorlar:
“Onu bir komünist olarak kurşunlar, bir şair olarak mezarı önünde diz çöküp hüngür hüngür ağlardım”diyor.
Polis ne kadar kızarsa kızsın bu hikâyeyi duyun ca belki biraz sakinleşirdi diye düşünüyorum…
İstanbul’a gelene kadar asla vaki olmamış ve hiçbir zaman da olmayacak böyle bir epizot aklıma geliyordu:
Gerçekten de Gülhane Parkı’nda ceviz ağacı yok ve ne Nazım bunun farkındadır ne de po lis. Ortada kalan ise benim.
Biraz ötede kendi işini yapan yaşlı bahçıvana yöneliyorum:
—Aksakal, kusura bakma burada ceviz ağacı var mıydı?
—Ceviz ağacı? Hayır efendim, hayır…
—Kaç yıldır burada çalışıyorsunuz?
—Çoktan efendim, tam kırk yıldır.
—Önceleri burada ceviz ağacı var mıymış?
—Hayır efendim, hiç dikilmemiş, yok... Neredeyse “Asla olmayacak!” diyecekti.
Önce anlamadım, sonra da anlayınca karam sarlığa kapıldım.
Sarsıldım…
Göklere doğru yükselen ve ceviz cinsinden olmayan ağaçlara bakakaldım.
…Akşam yemek yerken kendimi tutamadım ve olup biteni Turan Bey’e anlattım. Nazım Hikmet’le ilgili olarak önceleri defalarca konuşmuş, tartışmıştık. Bunu duyunca Turan Bey’in eline sanki fırsat geçti.
—Nazım Hikmet Türkiye’yi işte öyle tanıyor. Adam sizin aklınızı başınızdan almış…
—Bizim nesil Türkiye’yi Nazım Hikmet’in eserleriyle tanımış ve sevmiş…
Önceleri yaptığımız tartışmalar yeniden alevlendi ve hayli uzun sürdü. Sonra da Gülhane’de ceviz ağacı bulamadığımdan dolayı üzüldüğümü ve hayret ettiğimi görüp beni sakinleştirmek için:
—Yarın sizi bir ceviz ağacının gölgesine davet ederim, siz de Nazım’ın şiirini o ceviz ağa cının altında yazdığını düşünürsünüz.
Ertesi gün öğlen vakti savuşup giderken Turan Bey: “Çayı Nazım’ın ceviz ağacının altın da içeceğiz” diyerek beni Süleymaniye Camisi’nden beş adım ötedeki kafesine davet etti. Kafe bodrumda idi. Dar, taş merdivenlerle bir hayli indik. Bahçede ince ve güneşe doğru dimdik yükselen bir ceviz ağacı vardı. Altında oturarak demli çayımızı yudumlaya yudumla ya kafamı kaldırıp göklere doğru bakınarak Nazım’ı hatırladım.
—Nazım Hikmet XX yüzyılın en büyük şairidir. Bu çağda hayli şair vardır, Azerbaycan’da da Sabir, Hüseyin Cavid, Samed Vurgun, Resul Rıza, Bahtiyar Vahapzade…, Rusya’da Sergey Yesenin, Brezilya’da Jorge Amadu…
Samed Vurgun’un mısraları aklıma geliyor: “Nazım da ucaltsın hakkın sesini
Demir pencereli zindan içinden Katsın nefesime öz nefesini
Kavalos Romadan, Siyau Çinden”…
XX yüzyılda büyük şairler çoktur, ancak en büyüyü Nazım Hikmet’tir bana göre.
…Turan Bey’in Nazım’a karşı olumsuz duygu ları yavaş yavaş nötrleşiyordu.
***
Nazım o şiiri 1957 yılında Varna’da yazmış (o yıl Varşova, Budapeşte, Paris ve Prag’da ya şamış).
İstanbul’un hasretiyle.
Sonra Moskova’da şiirler yazmış. Hatalarını anlaya anlaya.
Moskova’da yalnız Lenin’e, komünizme methiyeler dizmemiş. Vera Tulyakova’ya, üçüncü eşine hitaben şunları diyordu:
“Gelsene —dedin bana, Kalsana —dedin bana, Gülsene —dedin bana, Ölsene — dedin bana… Geldim,
Kaldım, Güldüm, Öldüm.
Yine düşündürücü, hem de oldukça kederli bir olayı hatırladım: Münevver Hanım Nazım’ın yokluğunun sebep olduğu kederli günlerin de Moskova’ya gidiyor, “NovoDeviçye” me zarlığına, orada (kasti olarak ayarlanmış veya tesadüfen) Olga ve Vera ile görüşüyor. Olga, Nazım’ın Moskova’daki ilk eşi idi, kendisi dok tordu. Hem doktor hem de hayat arkadaşı olarak Nazım’a titizlikle hizmet ediyordu. Nazım sonraları nedense Vera’nın ağına düştü ve Olga’dan ayrıldı. Nazım’ın hayatında olan üç kadın onun mezarı başında karşılaşıyorlar ve onların içinde hasreti iliklerine kadar duyan, heyecana kapılan ve derin düşüncelere da lan Münevver Hanımdı!
Vera’ya o şiirini yazdığı zaman Moskova’ya öl mek için geldiğini anlıyordu Nazım…
Düşündüğü, inandığı komünizm, komünistlik, görüp şahidi olduğu komünizmle, komünist likle tamamen zıt olduğunu anlıyordu.
Bakü’de Milli Akademik Dram Tiyatro’da “Unutulmuş Adam” oyununu seyrettikten sonra yaptığı konuşmada ne aktörün rolü ne rejisörün başarısından bahsetmiş, onun yerine salonu tıklım tıklım dolduran seyircilerin karşısında şunları söylemişti:
“Biz Komünist Partisi’ne kaydolduğumuzda bu yolun bizi ölüme, hapishaneye götürdüğünü biliyorduk, ancak yolumuzdan dönmüyorduk. Siz ise bir makam elde etmek için Komünist Partisi’ne giriyorsunuz!”
Noksanlıkları, çelişkileri görüyordu. Anlıyordu. Onun için öyle yazıyordu:
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’n da…”
Gülhane Parkı’nda gerçekten de ceviz ağacı yok. Belki de günün birinde Nazım’ı fanatik duygularla seven birisi çıkacak oraya bir ceviz ağacı dikecek ve gövdesine de onun şiiri ni yazacak.
…Ve Nazım da gerçekten de İstanbul’da değil.
23 Kasım 2001