HaftanınÇok Okunanları
Gülzura Cumakunova 1
Osman Çeviksoy 2
HİDAYET ORUÇOV 3
ELMİRA ACIKANOAVA 4
Emrah Yılmaz 5
MARUFJON YOLDAŞEV 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
Giriş
Eski metinlerin çağdaş kuramlarla incelenmesinin hem estetik hem de epistemolojik yönü vardır. Form, dil, içerik, müzik, dünya görüşü ve inanç sistemleri gibi farklı konular her iki alanda da ele alınarak araştırılabilir. Yazılma tarihinden yüz yıllar geçmiş olan her türlü yazı ister istemez geçmişi bugüne taşımaktadır. Bugünkü okuyucu ise geçmişi anlamanın yanı sıra metne çağdaş düşünce sistemleriyle yaklaşır ve karşılaştırır. Ancak bir metin, araştırma amacıyla incelendiğinde bu doğal süreç daha da netleşir ve gözden kaçan, ayrıca günün galip kültürü ve zaman tozu ile üstü örtülen bazı alt kültürler parlamaya başlar. İnsan yeni teknolojiler ve çağdaş düşünce araçlarıyla geleceği yatay öngörüyorsa, eski metinlerin basamağıyla geçmişin derinliklerine inebilmektedir. Yani gelişim ve değişimin bir diyagramı çizilseydi, uzunluğu ve büyüklüğü yeni teknolojiler, keşif ve günlük eğitimle; eni ve kalınlığı ise eski metinlerden alınmış bilgi ve tecrübelerle şekillenir.
Bu girişle, Türk dünyasının önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen Dede Korkut kitabında, modern dünyada egzistansiyalizm olarak bilinen felsefi bir akımın izini arayacağız. Okuyucuların Dede Korkut kitabı ve egzistansiyalizm okuluyla tanıştığını varsayarak, onların konumuzla ilgili yönlerini ve temel özelliklerini ele alarak doğrudan konuya geçiyoruz.
Egzistansiyalizm
Egzistansiyalizm ya da varoluşçuluk, insanın varlığına ve varoluşuna öncelik veren, insanın özgürlüğü ve sorumluluğunu temel alan felsefi, edebi ve sanatsal bir akımdır. Temel düşüncesi 19. yüzyılın ortalarında oluşmuş olmasına rağmen, 20. yüzyılda dünya çapında tanınan bir akım olarak felsefe alanına girmiştir. Egzistansiyalizm iki çeşidiyle tanınmaktadır:
1. Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard tarafından temsil edilen, Hristiyan-inançlı egzistansiyalizm (Kierkegaard bu ad ve terimi kullanmamış olsa da)
2. Fransız filozof Jean-Paul Sartre tarafından temsil edilen, ateist ve agnostik egzistansiyalizm
Bu iki akımın temel ortak noktası: "varoluş (vucut) özden önce gelir" sloganıdır.
"Varlığın özden önceliği" ne demektir?
Sartre’ın "Egzistansiyalizm ve İnsan Asaleti" eserinde şöyle bir açıklaması vardır: İnsan önce var olur, varlığının farkına varır, dünyada varlığını gösterir, sonra ise kendini tanıtır; yani kendisinden bir tanım oluşturur. Dolayısıyla, egzistansiyalizm insan merkezli bir düşünce olarak, felsefesini insanın varlığı üzerinde kurar ve insanın karakterini ve geleceğini, önceden belirlenmiş öz ve doğa gibi kavramlarla bağlamaya karşıdır. Sartre’a göre, insanın özü kademeli olarak, seçimleri ve aldığı kararlar aracılığıyla oluşur çünkü insan önceden çizilmiş bir plana sahip değildir ve insan doğası diye bir şey yoktur. İnsan sadece aklımızda yarattığımız bir nesne değil, aynı zamanda kendimizden talep ettiğimiz ve kendimizden yarattığımız bir varlıktır.
Egzistansiyalizmde insan seçimleri ve davranış tarzı ile kendini yaratır ve kendisinden bir tanım ve kimlik ortaya koyar. Sartre’ın görüşlerine göre insan özgürlüğe mahkûmdur ve bu özgürlük seçim yapma yeteneği demektir. Birisi gösterdiği kahramanlıkla insanlığa bir kahramanlık kimliği tanıtırken, tersine kötü ve alçak işleri seçtiğinde ise bu kötü ve düşük işlerin etik değerlerini oluşturur ve herkesi bu davranışa teşvik eder. Ancak bu kahramanlık ya da alçak işler insanlar dünyaya gelmeden önce yoktur. İnsan önce var olur, sonra bu niteliklere bürünür. Varlığın özden önceliği yalnızca insanlara özeldir; eşyalar ve diğer varlıklar hakkında geçerli değildir. Yazdığımız metni göz önüne alırsak, bir sanatçının varlık kazanmadan önce zihninde, önce öz, niteliği ve ne iş yaptığı belirlenir, sonra malzemeler bir araya getirilerek anlamlı iş için kullanılır. Ancak insana gelince, önceden kim olduğu, nasıl bir özelliğe sahip olduğu ve gelecekte ne işler yapacağı hakkında bir fikir yoktur. Yani insan doğar ve var olduktan sonra, düşünce ve eylemleriyle (amel) o öz ve mahiyeti kazanır.
Dede Korkut
Her halkın yaşam tarzı, mantalitesi ve geleneklerini yansıtan yazılı ya da sözlü edebiyat örnekleri olduğu gibi, Türk halkının da kendine özgü edebi abideleri vardır. Bu edebi abidelerden biri dünya çapında tanınmış Dede Korkut kitabıdır. Şu ana kadar üç nüshası bulunmuş ve tanıtılmış Dede Korkut kitabı, kaynaklara göre ilk olarak 11. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Ancak metindeki gelenek ve ayinler göz önüne alındığında, eserin çok daha eski bir döneme ait olduğu fikri de ortaya çıkmaktadır ve yazı şekli aldığı çağlara kadar sözlü olarak uzanan destanlar olarak halk dilinde yaşamıştır. Azerbaycan halkının manevi değerlerini yansıtan Dede Korkut kitabı zaman zaman detaylı olarak araştırma konusu olmuştur. Araştırmalar genellikle filolojik, mitolojik ve tarihsel bakımdan yapılmış olsa da eserin estetik ve felsefi yönden araştırılması ve değerlendirilmesi de mümkündür. Eserdeki yaşam tarzı, dünya görüşü ve seçilen ad ve gelenekler antropolojik bir bakış açısıyla ele alındığında, zamanla değişmiş görünmesine rağmen hâlâ halk içinde yaşadığı gözlemlenmektedir. Bu geleneklerden biri Oğuzlar arasında ad verme törenidir. Birkaç destanda tekrarlanan ad koyma töreni, belki de dünyada örneği bulunmayan geleneklerden biridir.
Dede Korkut kitabında ad verme ve Azerbaycan halkında ad günü
Diğer milletlerin aksine Azerbaycan halkı arasında çocuğun doğum günü yerine çocuğun ad günü şenliği ve töreni şeklinde kutlanır. Elbette ad günü olarak bilinen tören, modern kültür ve gelenekler açısından dünya ile entegre olarak, kişinin doğum gününde kutlanır, Azerbaycan’da ise Dede Korkut kitabındaki ve Oğuz ad verme töreninin yukarıda da vurgulandığı şekilde değişmiş şeklidir.
Ad Verme/Kazanma
Dede Korkut kitabında çocuk doğduğunda bir süre adsız yaşar ve dünyaya geldiğinde hemen ad verilmez. Yani çocuk kendinden bir beceri, sanat, kahramanlık ve farklı bir özellik gösterdiğinde onun özellik ve davranışlarına uygun bir ad kazanmalıdır; sonra ise toplumun bilgin kişisi (Dede Korkut) gelip çocuğa sunduğu özelliklere göre ad vermelidir. Aslında bu gelenek ad verme değil, daha çok ad kazanma olarak adlandırılabilir.
Boylarda anlatıldığına göre bazı ad kazanma süreçleri kişinin genç yaşlarına kadar bile uzanabilir. Her olay ve tesadüfi davranış ad verme için geçerli bir neden değildir ve ad verme işi, adsız insanın karakterinden gelen ve amaçlı şekilde düşünülmüş bir çaba ve davranıştan kaynaklanmalıdır. Dede Korkut kitabın destanlarındaki insanların çabası savaş, cesaret ve kahramanlık yönünde gösterilmiştir. Kazanılan adlar ise genellikle bununla ilgili olmuştur. Ayrıca kadınlara verilen adlar hakkında bilgi boşluğuyla karşı karşıyayız. Görülüyor ki bu geleneğin yaygın olduğu toplumda farklı anlam ve anlayışlar taşıyan adların kökü ve oluşum nedenini tahmin etmek mümkündür. Ancak şimdilik bu törenle ilgili elde bulunan örnekler, Dede Korkut destanlarında geçen adlarla sınırlıdır. Birkaç örnek verecek olursak:
- Beyrek: Beş yaşına kadar aile tarafından geçici bir ad alsa da Beyrek adını Oğuz tüccarlarınıgöçmen yağılardan kurtarıp kendine özgü bir kahramanlık gösterdikten sonra alır. "Küçük kurt" anlamına gelen Beyrek kelimesi, "böriyak’ kelimesinin değişmiş formudur. Bilindiği gibi, Türk mitolojisinde kurt, kendine özgü bir yere sahiptir. Kurt korkusuzluk, dirençlilik, kurtarıcılık ve önderlik simgesidir.
Boğac: Saldırgan ve vahşi bir boğayı yendikten sonra "Boğac" adını alır.
Kazan Han: Destanlarda adı geçen Kazan Han’ın adının nasıl verildiğiyle ilgili, Dede Korkut'un üçüncü nüshasında (Türkmen Sahra nüshası) ilginç bilgiler yer alır. Bu nüshada, birkaç aşamadan oluşan bir yarışta Kazan Han’ın yeteneklerinden bahseden rivayetler arasında, Kazan’ın adının nasıl “kara kazanı” kaldırarak elde ettiği anlatılır. Destan anlatımı şeklinde Kazan Han’ın kendi diliyle (günümüz türkçesine uygunlaşmış haliyle) şu şekilde anlatıyor:
“İki ala demir kafır handan gelen altı değil, altmış batman kazan idi. İç oğuzun, dış oğuzun ağaları (onun) boşunu alıp götüremezdi. İçine lal şarapı doldurdum, iyice dalımın (omuzumun, belimin) üstüne kaldırdım. Kara kazanı boşaltıp yere koydum. Adım ‘deli dönmez’ iken, ad kazanan ‘Kazan’ oldum.”
Metinde başka bir devletten gelen ve kullanma becerisi isteyen, çeşitli unsurlarla ilgili olarak gösterilen yetenekler sırayla anlatılmıştır. Sanat Yeteneklerin her biri ödül kazanmakla sonuçlanmıştır. Yetenek göstermenin kazanla ilgili bölümünde ise ödül olarak ad kazanmak belirlenmiştir. Burada Dede Korkut'taki ad kazanma geleneğinin yeni yönleriyle de tanışıyoruz: 1. Eskiden aldığın bir ad olsa bile, yeni davranışlar ve gösterdiğin yetenekler vasıtasıyla yeni içerikli bir ad da kazanıp, adını değiştirebilirsin. (Destandan anlaşıldığı gibi Kazan Han, önceden "deli dönmez" adını aldıktan sonra tekrar Kazan adını kazanır.) 2. Ad kazanmanın şartı sadece kan dökmek ve kahramanlık göstermek değil, istenilen her alanda beceri gösterip ad kazanmak mümkündür.
Kazan’ın ad kazanma sürecinde, içinde şarap ve içecek dolu bir kazanı omzuna alıp, onu boşaltarak, yani oradaki insanlara ikram ederek bir ün ve şeref kazandığı ifade edilir. Kazan Han’ın bu macerası Şeceretü’l- Kura kitabında (Ebu’l-Kazi Behadur Han 1071 Hicri Kameri) kahramanın büyük kara kazan dolusu kırk atın etini omuzunda taşıyarak insanları doyurduğu şeklinde anlatılır. Rivayette Kazan kelimesinin yanı sıra "kazanan" fiilinin söz sanatı biçiminde eklenmesi, bu adın kahramanın ardı ardına elde ettiği başarılarla da ilişkili olduğunu gösterir. Demek ki her dönemin kendi değerleri, insanların kazanmak istediği yetenekler, mahiyet ve kendi kendini nasıl sunduğu da etkilidir. Aslında ad kazanma geleneği, Türk insanının doğduktan sonra bir süre adsız yaşayıp, kendini tanıdıkça kendi davranışlarını sergileyerek, adının nasıl olacağına karar vermesi ve kendini tanıtma çabası varoluşsal bir tutum niteliğindedir.
Sonuç
Sonuç olarak, Dede Korkut Kitabı farklı dönemlerin kültür ve medeniyetini içinde barındırır ve sanki yazılmış bitmiş bir kitap değildir. Kitapta hem İslam öncesi içki içme gibi gelenekler hem de İslam medeniyetinin ritüel unsurları yansıtılır. Hem törecilik (tutem) ve Şamanizm hem de İslami tarzda dualar vardır. Bu özellik, eserin çeşitli çağları yansıttığı ve her dönemin kitaba katkısını gösterir. Karla kaplı bir alanda kar topunu yuvarladıkça, geçtiği yerlerin karını içinde toplayarak büyümesi gibidir. Dolayısıyla bazen çelişkili düşünceleri içinde barındıran ve günümüze ulaşan bu eser, ilginç açıklamalarıyla farklı alanlarda araştırma konusudur ve düşünce hazinemizin yeni renkleriyle tanışmamızı sağlar. Bu yazının konusu ise Dede Korkut Kitabı’ndaki ad verme/kazanma geleneği ile çağımızın en tanınmış felsefi akımlarından varoluşçuluğun temel düşüncesinin karşılaştırmalı biçimde değerlendirilmesidir. Demek ki varoluşçuluk bir evrensel akım olarak kabul edildiğinden, diğer eserlerde onun izini sürmek ve varoluşçu düşüncelerin eski metinlerde araştırılması her zaman dikkat merkezi olmuştur. Doğal olarak bir metnin varoluşçu veya herhangi bir düşünceye yönelik olarak incelenmesi için öncelikle bir ortak nokta ve anlayış ve özelliğin olması şarttır. Böylelikle yukarıda açıklanan her iki metin ve düşünce sistemine bakarak, Dede Korkut Kitabı’nda varoluşçulukla özdeşleşen anlayış şu şekilde özetlenebilir:
-Varoluşçuluk: Varoluş önceden gelir. Yani "insan önce var olur, kendi varlığının farkına varır, dünyada baş kaldırır, sonra kendini tanıtır; yani kendisinden bir tanım ortaya koyar."
-Dede Korkut Kitabı ve Türk kültürüne özgü, ad verme/kazanma sistemi: Bu tür, varoluşçuluğun temel ilkesi olan varoluş önceden gelir ilkesinin hayat bulmuş tezahürü ve gelenek haline gelmiş şeklidir. İnsan doğar (var oluş), adsız yaşar (önceden belirlenmiş bir tanımın olmaması), kahramanlık ve yetenek gösterir (varlığının farkına varmak, baş kaldırmak), ad kazanır (kendini tanıtmak, yetenek ve kimlik kazanmak).
Bu bağlamda, Dede Korkut Kitabı’nda tanıştığımız bu geleneği varoluşçuluğun vurguladığı atılmışlık, bireyselleşme, seçim ve özgürlük gibi anlayışlarla da ilişkilendiririz. İnsanın doğduktan sonra adsız yaşaması bir tür hayata atılmışlık, ad kazanması ise seçim ve özgürlük anlayışlarıyla örtüşmektedir.
Dede Korkut destanlarında ebeveynlerin çocuğa ad vermemesi, çocuğun geleceği ve kişiliği hakkında bir fikre sahip olmamaları anlamına gelir. Örneğin bir baba çocuğuna aslan adını koyarsa, bu onun güçlü ve korkusuz bir karakter olmasını umduğunu gösterir. Ancak ad koymadığında, bu elden, ayaktan, gövde ve baştan oluşmuş bir varlık olarak çocuğun geleceği ve nasıl biri olacağı, ebeveynlerce bilinmez ve adını, yani mahiyetini ve nasıl biri olacağını gelecekte kendi seçimlerine bırakır. O büyüdükçe, yavaş yavaş kendini yaratacak ve kim olduğunu herkese tanıtacaktır. Eğer kendi kendini yaratacaksa ve adını kendi kazanacaksa, ebeveyninin ad koyması gereksiz bir iş olmayacak mı? Bu Dede Korkut metninden çıkan bir mantıktır ve varoluşçuluk düşüncesi ile örtüşmektedir.
Kaynaklar:
Dede Korkut Kitabı ve Dede Korkut Kitabı’nda Kelimeler ve Adlar. Deresden Nüshası Üzerinde – Hasan M. Güneyli 1387
Dede Korkut Kitabı ve Nüshesi Gembed – Tebriz (Türkmen Sahra) – İsmail Cevherli – Sümraneşer 1400
Varoluşçuluk ve Esat Beşer – Jean-Paul Sartre. Çeviren: Mustafa Rahimi – Neşer Nilüfer
Dede Korkut. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı araştırmaları dergisi, 9. Sayı, salur kazanın ad kazanması üzerine, Aslihan Haznedaroğlu, 2020
-ده ده قورقود کیتابی و ده ده قورقود کیتابیندا سؤزلر و آدلار. دئرئسدن نوسخهسی اوزرینده- حسین م گونئیلی 1387
- کتابِ دده قوْرقود و نسخه گنبد- تبریز(تورکمن صحرا) -اسماعیل جفرلی-سومرنشر 1400
-اگزیستانسیالیسم و اصالت بشر- ژان پل سارتر. ترجمه مصطفی رحیمی-نشر نیلوفر
-ده ده قورقود. اولوسلار آراسی تورک دیلی و ادبیاتی آراشدیرمالاری درگیسی. 9جو سای.سالور قازانین آد قازانماسی اوزرینه-آصلی هان هازنهدار اوغلو 2020