Denisdeki Kan


 01 Temmuz 2020


Daha kahvelerimizden bir yudum bile almamıştık. Barda oturan üç genç bize bakıp, bakıp gülmüşlerdi. Ayıp olmasın diye nezaketen biz de onlara tebessüm ettik. Onların paralelinde oturan biri daha vardı. Kimse ile ilgilenmiyor, umursamıyor, bakmıyor, gülmüyordu.

Biz kahvelerimizin sütünü, şekerini katıp karıştırıp içmeye başlamıştık. Bardaki gençler tekrardan bizim oturduğumuz masaya bakarak gülüştüler. Eğleniyorlardır düşüncesi ile pek üzerinde durup üzerimize almadık.

Biz de üç kişiydik. Oman abi, Ahmet Ali ve ben. Üçümüz de Türkiye’den aynı köylüydük. İzine gidemeyenler olarak bazı günler bu kafede buluşur hem sohbet eder hem de bir şeyler içerdik. Kafenin çalışanları sıcak cana yakın insanlardı. Alman, İtalyan ve bir de Kosovalı çalışırdı. Belki onun için kendimizi burada yabancı hissetmezdik.

Ben tam kahvemi bitirmiştim ki, barda karışıklık oldu. O yalnız başına oturan, umursamaz, gülmez genç, diğer üç kişinin üstüne yürümüştü. Yuvasına saldırılmış bir kurt gibiydi. Çok sinirliydi öfkeli sözler söylüyordu. Duramadık, hemen kalkıp onları ayırarak sakinleştirdik. Yalnız olan genci masamıza getirdik.

Masaya oturmuştuk ama onun aklı hala o üç gençte idi. Kendi otursa bile siniri ayaktaydı. Dört kahve daha söyledikten sonra niye tartıştığını sordum. “Sizin hakkınızda kötü konuştular. Ben de dayanamadım, cezalandırmak istedim!” Üçümüz de şaşırdık, meraklandık. “Neden, niçin, nasıl?” diye masamızdaki genci soru yağmuruna tuttuk. Anlattı, daha çok şaşırdık. “Sen şimdi onlar bizim aleyhimizde laf ettiler diye mi kavga ettin?” diye sorduk tekrar.  “Evet!” dedi. Şaşkın bir şekilde sormaya devam ettik. “Bizim için dedikleri neydi ki sen kızdın?” Yüzü gerildi, kaşları çatıldı, boynundaki damarlar şişti, elindeki kahve fincanını öyle sıkıyordu ki tuzla buz edebilirdi. Allah göstermesin kırılsa elini kötü yaralayabilirdi. Sesi titredi, kekeledi, kekeledi ve “Size pis Türk’ler dediler!” deyince bizim üçümüzün başı da bar tarafına çevrildi ama garsonlardan başka kimseler yoktu. Üç genç biz konuşurken sessiz sedasız gitmişlerdi. Allahtan da gitmişlerdi. Böyle durumlarda Ahmet Ali’yi tutmak mümkün değildi. Sorgusuz sualsiz gençlere dalardı. Hırsı geçinceye kadar da durdurmak mümkün olmazdı.

Biz tekrar masamızdaki gence döndük. 

“Çok teşekkür ederiz ama onlar bize hakaret etmişler, sen niye alındın, niye kavga ettin?” diye sorduk. “Bende Türk’üm!” dedi. 

Biz büsbütün şaşırdık. Ne diyeceğimizi nasıl davranacağımızı bilemez haldeyken; 

“Türkçe biliyor musun?” diye sordu Ahmet Ali. 

“Biliyorum sayılmaz. Birkaç kelime!” 

“Adın ne peki?” 

“Türkçe Deniz, Alman’ca Denis.” 

Biz hep sonuçlara bakarak karar verdiğimiz için nedenleri hep unuturuz. 

“Nasıl Türk’sün, Türkçe bile bilmiyorsun, adın da bir tuhaf!” dedim. 

Denis’in başı önüne eğildi, gözleri bulutlandı. Kahvesinden bir yudum aldı yutkundu, gitmedi, bir kere daha yutkundu. Bir şey söylemek için kekelemeye başladı, söyleyemedi, sustu. Demek ki heyecanlanınca, öfkelenince kekeliyordu. Bu haline içim dağlandı. Kendime çok kızdım o sözü söylediğime söyleyeceğime pişman oldum.

Başını kaldırıp “Herkesi kendiniz gibi zannetmeyin!” dedi. Kekelemesi biraz geçmişti. Kahvesinden bir yudum daha alıp bir sigara yaktı. Derin derin çekip bıraktığı dumanların arkasına saklanmak ister gibiydi. “Sizin anne ve babalarınız aynı millete, aynı şehre hatta aynı köye ya da mahalleye ait insanlardır. Birbirleri ile akraba olanlar vardır. Benim annem Alman, babam Türk’müş!” dedi. Elleri titriyordu. Yüzüne kimsesizliğin gölgesi düşmüştü. Kendini toparlamaya çalışarak devam etti. “Seksenlerde tanışmışlar, iki yıl beraber yaşamışlar. Benim doğumuma bir ay kala araba ile Türkiye’ye gitmek üzere yola çıkmış. Gidip iki hafta sonra dönecekmiş. Avusturya’da kaza geçirmiş, arabası içinde yanarak can vermiş. Ben yalnızca resimlerini gördüm.” 

Gözlerindeki yaşlar iyice kabarmıştı. Taştı taşacak… 

“Her yerde Türk çocuklarını görürdüm. Onlarla oynamak isterdim, oynayamazdım. Çünkü onlarla Türkçe konuşamazdım. Yanlarında kendimi yabancı gibi hissederdim. Alman çocuklar da “Senin baban pis Türk!” derler, beni aralarına almazlardı. Hep arada kalarak yalnız büyüdüm ben.” 

Gözlerinden süzülen iki damla yaş yanaklarını ıslattı. Gömleğinin yeni ile yanaklarını silerken o kadar Türktü ki… O kadar bizim gibiydi ki… Havayı yumuşatmak için bir şeyler söylemek ihtiyacı duydum. 

“Alman gençler Türklüğümüze söz edince hemen daldın!” dedim.

“Kanıma dokundu Abi! Kendime sahip olamadım.” dedi.

O günden sonra Denis, bizim “Deniz”imiz oldu. 

(Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi Nisan 2020)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 163. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 163. Sayı