HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
Osman Çeviksoy 2
SALIM ÇONOĞLU 3
FATİH SULTAN YILMAZ 4
İ. M. Galimcanova 5
Gülzura Cumakunova 6
Kader Pekdemir 7
Kardeş Kalemler: Hocam iyi günler. Geçtiğimiz günlerde (22.05.2021) Sanal ortamda Azerbaycan Hazar Üniversitesi’nin organizasyonu ile Türk Dünyası Edebiyatında Nizamî Etkisi başlıklı bir konuşma yaptınız. Bu yıl Nizami’nin 880. doğum yıldönümü. Bu önemli günler hakkında neler söylersiniz?
İSEN: Türk Dünyası geçtiğimiz yıllarda Kaşgarlı Mahmud’un ve yine bu şehirde yatan Edib Ahmet Yüknekî’nin 1000. doğum yıldönümlerini kutladı. Bu yıl Yunus ve Hacı Bektaş yıllarını kutluyoruz. Birkaç yıl önce Mevlana ve Nasrettin Hoca anıldı. Şunu çok iyi vurgulayalım, Dünya’da aydınlarının böylesine uzun erimli yıldönümlerini kutlayan millet sayısı çok az. Bugün bizim de kabullendiğimiz yüzyıl tasniflerine göre bu evreleri içine alan Ortaçağ malum karanlık kelimesiyle tanımlanıyor. Oysa bizim bu devrelerimiz en aydınlık dönemlerimiz. Hem içinde yer aldığımız İslam medeniyetine hem de Dünya uygarlığına katkıda bulunan çok önemli bilim, kültür, sanat adamlarımız var. Nizamî, bunlardan biri. Bu yüzden sözü edilen bu yıl dönümlerini sadece bir anma ritüeli olarak değil, yeni bir medeniyet hayali ile ve bunun gereklerini yerine getirecek donanımlarla hatırlamamız lazım.
Kardeş Kalemler: Peki Nizamî kim?
İsen: 12. yüzyılda doğmuş (1241) bir deha. Doğum yeri Gence. Bu yüzden Nizamî-i Gencevî yani Genceli Nizamî diye anılıyor. İyi bir eğitim gördüğü, dil ve edebiyat yanında astronomi, felsefe, coğrafya, tıp ve matematik okuduğu, mûsikiye ilgi duyduğu, Farsça, Türkçe ve Arapça’dan başka Süryânîce, İbrânîce, Ermenice ve Gürcüce gibi dilleri de öğrendiği biliniyor.
Eğitimini takiben resmî bir görev almayıp çevredeki devlet adamlarına gönderdiği şiirlerden elde ettiği gelir ile geçindi. Ama hiçbir zaman bir saraya kapılanmadı. Mütevazi bir hayat yaşadı. Ortaçağ’da bugünkü manada bir telif sistemi olmadığı için devlet ileri gelenleri çevrelerindeki bilim ve sanat adamlarını çeşitli yollarla desteklemeyi kendileri için bir görev bilirlerdi. Bir anlamda kültür sanat adamları da devlet ileri gelenlerinin yapıp ettiklerini hem kendi çağlarına hem de çağlar ötesine ulaştırırlardı. Nitekim Nizamî’nin eserleri sayesinde bugün Irak Selçuklu Hükümdarı II. Tuğrul, Azerbaycan atabeglerinden Nusretüddin Cihan Pehlivan b. İldeniz, Kızılarslan, Nusretüddin Ebu Bekir b. Muhammed, Meraga hakimi Alâeddin Körpearslan, Erzincan Mengücüklü hakimi Melik Fahreddin Behram Şah ve Musul Atabegi İzzeddin Mesud b. Arslanşah’ın adını hatırlıyoruz. İsmi geçen bu yöneticilerin tamamı Türk soyludur.
Kardeş Kalemler: Peki niye bu kadar önemli bir isim?
İsen: Daha önce de ifade ettim, Nizamî, dünya edebiyatının dahi şairlerinden biridir. Büyük sanatçılar bazen halk arasında var olan söylenceleri derleyip toplayarak veya tamamen hayali ürünler kaleme alarak bunları klasik formlarla yepyeni bir çerçeveye taşırlar. İşte Nizamî destansı şiir türünü zirveye taşımakla manzum aşk hikâyelerinin en büyük üstadı unvanını kazanmıştır. Bununla da yetinmemiş, İslam edebiyatında hamse türünün kuruculuğu ünvanını elde etmiştir. Mahzenü'l-esrar, Husrev ü Şirin, Leylâ vü Mecnun, Heft Peyker, İskendername adındaki beş mesneviden oluşan hamsesiyle mesnevi sahasında başlı başına bir ekol yarattı. Bu çok önemli şekli başarı yanında konuları işleme tekniğindeki mahareti, anlatım gücü, yeni manalar ve mazmunlar bulması, anlatımda estetiğe önem vermesi, güçlü tasvirleri, ruh tahlillerindeki derinlik, hayal gücündeki enginlik, üslûbundaki parlaklık ve kültür zenginliği ayrıca üzerinde durulması gereken yönleridir. Bu parlak başarısı, eserleri yazıldığı dönemden itibaren fark edilmiş ve Fars ve Türk edebiyatlarında birçok şair kendisini örnek almıştır. Bunlar arasında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa‘dî-i Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî, Fuzûlî, Molla Câmî ve Emîr Hüsrev-i Dihlevî gibi ekol sahibi şairler de bulunmaktadır.
İlk hamse üstadı olarak kabul edilen Nizâmî’ye, Türk şairleri geleneğe uyarak cevap vermişler, nazire yazmışlar veya bu eserleri tercüme etmişlerdir.
Kardeş Kalemler: Bu etki işini biraz açabilir miyiz?
İsen: Elbette. Öncelikle hamsenin yazıldığı dönemden itibaren yüzlerce yazması çeşitli kütüphanelerde kendisine yer bulmuş, İran’da, Hindistan’da ve Avrupa’da birçok defa basılmış, manzum ve mensur çevirileri yapılmıştır. Mesela üzerinde en çok çeviri ve nazire faaliyet gerçekleşen Mahzenü'l-esrar’ı ele alalım. Yirmi makale ve her makaleden sonra gelen birer hikâyeden oluşan bu eser İran’da olduğu gibi Türk edebiyatında da ilgiyle karşılanmış ve çok sayıda şairi etkilemiştir. Türk şairlerinden onu ilk fark edip etkilenen isim Çağatay şairi Mir Haydar (15 yy) oldu. Ama hemen ardından büyük Türk şairi Ali Şir Nevaî (ö.1501) Hayretü’l-ebrâr adıyla eseri Türkçe olarak nazmetti. Daha sonra ya aynı isimle ya da başka bir adla Manevî (ö.15yy), Ahmed Rıdvan (ö.1538) Cinânî (ö.1595), Nev‘îzâde Atâî (ö. 1635), Taşlıcalı Yahyâ (ö. 1582), Âzerî İbrâhim Çelebi (ö.1647), bu eserden etkilenerek kitaplar kaleme aldı. Benzer şekilde Atâî’nin Sohbetü’l-ebkâr’ı ve Taşlıcalı Yahyâ’nın Gencîne-i Râz’ı, Ziyaî’nin (ö.1584) Kenzü’l-esrar’ı bu mesneviye nazîredir. M. Nuri Gençosmanoğlu (ö.1976) Mahzenü'l-esrar’ı günümüz Türkçesine çevirdi ( 1960). Şem’î (1602) ise bu eseri şerh etti.
Kardeş Kalemler: Başka eserleri de aynı ilgiye mazhar oldu mu?
İsen: Evet, örneğin Ḫüsrev ü Şîrîn. Bu bizim daha çok Ferhad ile Şirin hikayesi diye bildiğimiz mesnevi. Çeşitli baskıları yapılan Ḫüsrev u Şîrîn’e, Türk edebiyatçıları da bir kısmı aynı isimle, bir kısmı ise kısmen değiştirerek nazire yazmışlardır. Örneğin Türk şairleri Ali Şîr Nevâî, Kutb, Fahrî, Şeyhî, Aşkî, Ahmed Rıdvân, Ulvî, Mu‘îdî, Hayâtî, Ârif Çelebi, Hamîdî-zâde Celîlî, Agehî, İmâm-zâde Ahmed, Mahvî, Fasîh Ahmed Dede, Sâlim, Halîfe, Mevlânâ Sadrî ve Mustafa Aga Nâsır, Şehzâde Korkud (Harîmî), Âhî, Lâmiî Çelebi, Şânî, Ömer Bâkî bunlar arasındadır.
Eseri Sabri Sevsevil ve Ali Nihat Tarlan, günümüz Türkçesine, Henri Massé Fransızca’ya (Paris 1970), M. H. Ocmahoba Rusça’ya (Bakü 1985), J. C. Bürgel Almanca’ya (Zurich 1980) ve A. Akoda Japonca’ya (Tokyo 1977) çevirmiştir.
Kardeş Kalemler: Peki Türk Edebiyatında çokça örneğini gördüğümüz Leylâ vü Mecnûnlar da Nizamî’den mi geliyor?
İsen: Aynen öyle. Arap kökenli olan bu aşk hikâyesini mesnevi şekliyle işleyen ilk şair Nizamî. Ama Arap kökenli olan hikâyeyi biraz değiştirip çağdaşlaştırmış, Arap kaynaklarındaki malzemeyi kullanmakla beraber çöl ve bedevî hayatıyla ilgili olayların çoğunu şehirlerde geçmiş gibi göstermiştir. Mesnevideki en önemli değişiklik ise hikâyenin sonuyla ilgili bölümlerde yapılmıştır. Malum, hikayede Leylâ Mecnûn’u arayıp bulur. Fakat Mecnûn’un aşkı ilâhî aşka dönüştüğü için Leylâ’ya gereken ilgiyi göstermez, bu sebeple Leylâ üzüntüsünden ölür. Ardından Mecnûn da onun mezarı üzerinde ölür ve yanına gömülür. Böylece aşklarının ilâhî aşka dönüşü, dünyanın fâniliği ve ölüm gibi konular esere tasavvufî bir nitelik kazandırmıştır.
Türk edebiyatında Leylâ ve Mecnûn hikâyesini müstakil mesnevi şeklinde yazan ilk şair Edirneli Şâhidî’dir. Gülşen-i Uşşâk (y. 1478) adıyla bilinen bu eserden sonra Ali Şîr Nevâî’nin hamsesi içinde yer alan Leylâ vü Mecnûn’u gelir (y. 1484 [?]). Leylâ ve Mecnûn hikâyesini yazan diğer şairler şöyle sıralanabilir: XV. yüzyıl: Hamdullah Hamdi, Ahmed Rıdvan; XVI. yüzyıl: Bihiştî Ahmed Sinan Çelebi, Sevdâî, Hakîrî, Kadîmî, Hamidizade Celilî, Lârendeli Hamdî, Celalzade Salih, Halîfe, Atâyî; XVII. yüzyıl: Fâizî; XVIII. yüzyıl: Örfî Mehmed, Andelîb Leylâ ve Mecnûn mesnevileri günümüze ulaşmayan şairler de şunlardır: Hayâtî, Çâkerî Sinan, Necatî, Hayâlî Abdülvehhâb, Arifî Fethullah, Kireççizâde Sinan, Mahvî İdris, Muhyî, Zamîrî, Rif‘atî Abdülhay. Bu eserler arasında Fuzûlî’nin aynı adla yazdığı eseri Nizamî’nin eseri mesabesindedir. Leylâ vü Mecnûn’u Ali Nihad Tarlan (İstanbul 1943) ve M. Faruk Gürtunca (İstanbul 1966) mensur olarak Türkçe’ye, James Atkinson manzum olarak İngilizce’ye (London 1926), A. Globa mensur olarak Rusça’ya (Moscow 1935), Samed Vurgun da manzum olarak Azerbaycan Türkçesi’ne (Bakü 1947) çevirmiştir.
Benzer şekilde Heft Peyker (Behrâmnâme) ve İskendernâme de pek çok şair ve yazarı etkilemiş çalışmalardır.
Bütün bu çalışmalar içinde Nevaî ve Ahmed Rıdvan’ı özellikle zikretmek gerekir. Çünkü bunlar hamsenin bütün mesnevilerini özellikle Türkçeye kazandırmış isimlerdir. Nevaî’nin karizmatik kişiliği daha sonra Anadolu Türkçesine hamsenin aktarılmasında hassaten etkili olmuştur.
Hamse dışında da Sultan Ahmed İbni Üveys, yakın dönemde Türkmen şairler Azadî Dövletmend (ö. 1713); Kemine (ö.1840); Berdi Kerbabayev (ö.1974); Azerbaycan’dan Aşık Elesger (ö. ? ); Hayran Hanım, Hüseyin (18.yy), Nebatî, Nâkâm (ö.1906), Vazıh (ö. 1852); Sabir (ö.1911), Resul Rıza (ö. 1981) zaman zaman bu eserlerden çeviriler yapmış ya da doğrudan ondan etkilenerek eserler kaleme almışlardır. Benzer şekilde Kazak Edebiyatından Abay, Çağatay Edebiyatından Mukimî (ö. 1903), Doğu Türkistan’dan Nizarî (ö.1850), Kerkük’ten Sakıb (ö.1817) ve Bağdatlı Zeki ondan etkilenen isimler arasındadır.
Kardeş Kalemler: Peki başka etkilerden de söz edilebilir mi?
İsen: Nizamî sadece çeviri ve nazire yolu ile Türk dünyası şair ve yazarlarını etkilemekle kalmaz. O efsanevi bir şair olarak sonra gelen her şairin önünde aşılması gereken ya da takdiri kazanılması gereken bir prototiptir. Şairler onunla yarışmayı ve ona ulaşmayı bir meziyet sayarlar: Şiirini Nizami görse kıskanırdı ifadesi tezkirelerde bir şair için söylenebilecek en önemli övgüdür. Bir şairin kendini mübalağa ile bile olsa onun ayarında görmesi övünülecek en önemli meziyettir. Örneğin Fatih Sultan Mehmed’in şu beyti bu alandaki yüzlerce örnekten biridir:Bu kelâm ile Nizâmî işidürse sözüni-İlteler sana hased Sa’di vü Selmân bu gice
Kardeş Kalemler: Peki hocam Nizamî’nin diline gelecek olursak….
İsen: Din birliği üzerine kurulan büyük medeniyetler içlerine aldıkları farklı unsurları bir potada eriterek müşterek bir görüntü ortaya koyarlar. Buna dil de dahildir. Başlangıçtan 12. yüzyıla kadar İslam medeniyetinin edebi ürünleri Arapça, 12. yüzyıldan 15. Yüzyılın ikinci yarısına kadar çoğunluk Farsça olarak kaleme alındı. Nizamî’nin yaşadığı dönem tam da Farsçanın egemen olduğu evredir. O dönemde bugünkü gibi bir milli bakış açısı yok. Kaldı ki burada yazdıklarınızın muhatabı ve dilin işlenmişliği önemli. Sonuçta dil bir iletişim aracı. Şüphesiz Nizamî ve Mevlanâ eserlerini Türkçe yazsaydı bu dilimiz için çok hayırlı olurdu ama bugünkü bakış açılarıyla onları böyle yapmadılar diye yargılayıp müfredat dışı tutmak çok yanlış. Bunlar insanlığa armağan olarak gönderilen dünyaya mal olmuş dâhiler. Böyle bakmak ve onların kıymetini bilmek lazım.
Kardeş Kalemler: Türkçe Divanı için neler söyleyeceksiniz?
İsen: Nizâmî’nin hacimli bir divanı olduğu kaynaklarda zikredilmişse de tam bir nüshası günümüze gelmemiştir. Belirtelim ki bu konudaki örnekler de Farsçadır. Onun son yıllarda Türkçe Divanı olarak takdim edilen eser Karamanlı Nizamî’ye aittir.