HaftanınÇok Okunanları
Kader Pekdemir 1
Fethi Gedikli 2
Kardeş Kalemler 3
MEHMET ALİ KALKAN 4
HİDAYET ORUÇOV 5
ELMİRA ACIKANOAVA 6
Çulpan Zaripova Çetin, SAVAŞ ÖNVER 7
DÜNYA İÇİNDE DÜNYA
Gülay ALÇE
Türkiye’ ye geleli henüz iki hafta olmasına rağmen, yavaş yavaş alışıyorduk yeni hayatımıza. İstanbul’da Karabük mahallesinde, Canfeda Hatun caminin tam karşısındaki dik yokuşun sonunda baraka evde yaşıyorduk. Ev denmezdi de, buna da şükür. Kapımızın rezesi kırık olduğu için uyduruk bir teli, duvara çakılı paslı çiviye bağlar öyle kapatırdık. Tek odamızda yer minderlerinden ve sobadan başka bir şeyimiz yoktu.
Daha yeni kurulan cumhuriyet, yeni yeni sanayileşmeye, gelişmeye başlamıştı, bu yüzden elektrik henüz arka sokaklara bağlanmamıştı. Kandil alacak paramız olmadığından aldığımız mumlar, pencerenin iç kısmında erimiş halde duruyordu. Hava kararmadan hepimiz evde olurduk. Sokaklar gözümüzün alamadığı kadar kararır, etrafta sadece sokak köpeklerinin havlaması duyulurdu. Annem kardeşime bakar, evle ilgilenir, getirdiğimiz üç beş kuruşla da yiyecek bir şeyler alıp yemek yapardı. Hoş patates ve mercimekten başka bir şeye de paramız yetmezdi.
Babamın hiç geçmeyen sırt ağrıları vardı, o yüzden boya sandığını sırtlar haftanın sadece iki ya da üç günü Eminönü’ne işe gidebilirdi. Ben ise her sabah, akşamdan kalma haşlanmış patatesi yer, giyinir ve kapının önünde duran küfeyi sırtıma alır yokuşu yavaş yavaş inerdim.
Mahallenin kadınları evlerinde kullandığı bulaşık sularını sokağa döktükleri için yerler hep balçık ve çamur olurdu. Her sabah caminin önünde arkadaşım Ömer beni beklerdi. İkimiz pazarda hamallık yapmaya beraber giderdik. İşimiz erken biterse Galata köprüsüne gider, denize, karşıdaki saraylara, köşklere bakardık.
Ömer ve ailesi Bosna’dan bir yıl önce gelmişlerdi. Hamallık işini ona ben bulmuştum. Yine bir gün köprüde geldiğimiz topraklardan konuşurken Ömer; “ Mümin sana söyledim mi, kız kardeşim karşıda iş buldu.” diyerek eliyle karşıyı işaret etti. “Taksimde, çiçek pasajında çalışıyor. Çiçek siparişi verilince pasajın yanındaki Tokatlıyan otele bir sürü çiçek götürüyormuş. Biliyor musun, oradaki erkekler senin benim gibi şalvar giymezlermiş. Yeleklerinin ceplerine zincirli köstekli saat takıp pantolon giyerlermiş. Kadınlar da ellerine dantelden eldivenler takıp uzun şık fistanlar giyiyorlarmış!” diye heyecanla devam etti.
“İçtikleri suyu da kristal bardaktan içerlermiş. Her biri farklı renkte ve desenlerdeymiş.” “ Kristal bardaktan mı? Ben hiç kristal bardak görmedim.” dedim hayretle.
“ Ben de görmedim, Mümin.” Diyerek anlatmaya devam etti. O, kız kardeşinden duyduklarını ballandıra ballandıra anlattıkça oralarda bulunmayı, yeleklere takılan zincirli köstekli saatleri, dantelli eldiven takan şık fistanlı kadınları görmeyi, kristal bardaktan su içmeyi hayal ettim. Eve gelince bütün gece, Ömer’in anlattıkları kafamda döndü durdu. Zar zor uyuyabildim. Sabah anneme;
“Anne şalvarımı akşama yıkasan yarına kurur mu?” diye sordum. “Kurur oğlum kurur, ne oldu, neden sordun?” “Senin bana ördüğün yün hırkayı da, bohçadan çıkarır mısın? ”
“ Oğlum hayırdır da bu havalar için fazla kalın değil mi yün hırka? Nereye gideceksin ki?” “ Kalın ama sökük ve yamalı değil. Akşam gelince sana anlatırım anne.” dedikten sonra, elimdeki patatesi ikiye bölerek kardeşime uzattım.
Günün sonunda işimiz bitince Ömer’e vapurla karşıya nasıl geçebileceğimi sordum. Yarın da beni beklememesini işe gitmeyeceğimi söyledim. Ona her şeyi daha sonra anlatacağımı söyledim.
Ertesi gün, sabah çok erken uyandım. Annemin yıkayıp kuruttuğu şalvarımı giyip üzerine de yün hırkamı geçirdim. Kapının eşiğinde duran tahta nalınları giyip elime topukları kırık ayakkabılarımı aldım. Anneme benimle sokağın başına kadar gelmesini rica ettim. Çamurlu sokağı geçince ayakabılarımı giyecek annem de nalınları alıp eve dönecekti. İçimde biraz heyecan biraz da korku vardı. İlk kez vapura binecek ve ilk kez karşıya geçecektim. Zor olsa da karşıya geçtim. İnsanlara çekinerek sora sora taksime geldim. Evler, binalar çok güzel ve büyüktü. Sokaklar sıra sıra dizili taşlarla döşeliydi. Yolun kenarındaki dizili taşlara dinlenmek için oturdum. Yün hırka beni aşırı terletmişti alnımdan boncuk boncuk terler akıyordu ama bunu hissetmiyor gelip geçen erkeklere, kadınlara şaşkınlık ve hayranlıkla bakıyordum. Az bir soluk aldıktan sonra tekrar yoluma devam ettim. Otelin adını hatırlamıyordum ama çiçek pasajını bulunca otel zaten yanındadır, diye düşünüyordum. Oraya varınca, iş isteyeceğim okumam yazmam yok ama çalışkanım. Gücüm de yerinde her işi yaparım. Ben de oradakiler gibi giyinebilirim, diye düşünceler kafamda dolaşıyordu.
İşte sonunda geldim. İçeriye çekinerek girdim. Otelin merdivenleri geniş, iç salonu büyük ferahtı. Yerdeki desenli mozaiklerin renkleri canlı ve parlaktı.Etrafta Ömer’in anlattığı, şık giyinimli insanlar vardı. Onlara bakmaktan kendimi alamıyordum. Benim etrafa boş boş bakındığımı gören çalışanlardan biri yanıma geldi ve
”Buyur kardeş, bir şey mi istemiştin?”dedi. Aceleyle şapkamı çıkardım.
“Efendim, iş arıyorum.” dedim. O kadar heyecanlanmıştım ki sözler ağzımdan yarım yamalak çıktı. Şapkamı elimde evirip çevirmeye başladım. Karşımdaki kişi bakışlarıyla beni süzdükten sonra:
“Şefimi çağırayım. Burada bekle.” deyip merdivenlerin yanındaki kapıdan içeri girdi. Salonda oturan kadın ve erkeklerden bazılarının bana bakıp aralarında fısır fısır konuşarak güldüklerini fark ettim birden. Bana burada beklememi söyleyen kişi yüzüne taktığı alaycı gülüşüyle, yanında temiz giyinimli saçları kırlaşmış şef dediği kişiyle bana doğru geliyordu. O da gelirken beni gözleriyle süzüyordu. Çok utandım. Kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Yanıma yaklaştı ve
“İyi günler. Adın ne senin?” dedi. Ben yutkunarak cılız bir ses;
” Mümin.” diyebildim.
“Duyamadım.” “Mümin.” diye bir kez daha tekrarladım. “Mümin, sen ne iş yaparsın?”
“ Hamallık.” dediğim anda yanında duran çalışan gülmeye başladı. O an benim nefes alışım iyice zorlaştı, ellerim, bacaklarım titriyordu. Bu günü hiç böyle hayal etmemiştim. Benim o halimi gören şef, çalışanına kızarak, “Bir bardak su getir.”dedi. Ben ise içimdeki paniği durduramıyor vücudumu kontrol edemiyor, gittikçe daha çok terliyordum.
“Al, biraz su iç.” diyerek şef, çalışanın getirdiği bardağı bana uzattı. Bu, Ömer’in anlattığı kristal bardak olmalıydı. Ellerim titreyerek bardağa uzandım. Nasıl olduğunu anlayamadan bardak yere düştü ve binlerce parçaya bölündü.
(AYB Balkanlar Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Ocak 2023)