HaftanınÇok Okunanları
Emrah Yılmaz 1
FEYZA TUĞÇE FIRAT 2
KEMAL BOZOK 3
ZEHRA TAŞDEMİR 4
HİDAYET ORUÇOV 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
Ayşe Solmaz 7
Değerli yazarımız Osman Çeviksoy arayıp Kardeş Kalemler’in Eylül özel sayısına “acı veda”mız için bir yazı yazmamı isteyince ürperdim.
Erol Güngör’ü, Ata Kıral’ı, Şükrü Karaca’yı, Barış Manço’yu kaybedince de yorgun, çaresiz ve şaşkın hissetmiştim. Yerleri asla doldurulamayacak isimlerdi onlar.
Şimdi onun dergisinde onun için nasıl yazacaktım ki? Bu konuda hiçbir kelime bana yardıma gelmeyecekti, biliyordum ama yine de ve zoraki olarak bir şeyler karalamam lazımdı. Can Yücel şunları yazmakla ne kadar haklı görünüyor şimdi bana:
Yormak istemiyorum artık kimseyi... Yorgunum zira! Kelimeleri yan yana getiresim yok, kendimi anlatmak için... Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için... Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var... Yetmiyor bildiklerim...
Büyük ve telafisiz bir yitikliğin yazılma zorunluluğu benim için gerçekten işkenceydi. Çünkü benim de bildiklerim yetmiyordu. Çünkü ben o “ yeni alfabe”yi bulsam bile yazarak “bu acı veda”yı tasdik ve kabul etmiş olacaktım. Oysa ben onun yitikliğine asla inanmıyor ya da “aktif unutma”ya bırakıyordum. Onun varoluşunu yazmak kolaydı, bütün malzemeyi hazır elimize veriyordu çünkü. Kısa zaman içinde gerçekleştirdiği inanılmaz işler elli sekiz yıllık ömrünün “varlık belgeleri” idi.
Neler yazıyorum ki sessizlik benim için onu tefekkür etmekti ve tek tesellim de buydu. Söylenegeleni yeniden söylemek bir görevi yerine getirmiyor artık benim için. Çalışkandı mı diyeyim, teşkilatçı mıydı diyeyim, iletişimi en iyi bilenlerdendi mi diyeyim, sabrı, sebatı ve yüksek inancı mı vardı diyeyim, güzel öykülerin yazarıydı mı diyeyim, daha yazacağı öykülerin boynu büküldü mü diyeyim, güzel ülküleri vardı mı diyeyim, daha ne diyeyim? Her tespit bir tekrar, her kelime noksan ve nobran şimdi. Söylemenin azabı bu işte. Hiçbir kelime anlatamaz durumu. Yarım kalmış ya da yaralanmış anlamları tamamlamak o kadar kolay değil. Ağıt söyleyecek gücüm de yok.
Güzel şairimiz Adil Başoğul yazmış:
……………………………….
Kışlar karlar
Mevsimler baharlar
Günler geceler her şey çabuk geçer
Ve çabuk geçer ömürler
Birden kararır gündüzler
………..
Ey samanyolundaki dünya
Anlam da yarım
Hayat da yarım
Oysa biz serin sıradağ yüzleri gibi gülmek isterdik
Gülüşümüz de yarım...
Gülüşümüz de yarım çünkü yaşamak “tamamlanmamışlık”tır. Ağlamamız da yarım şimdi, yiyip içip gülüyoruz işte ama yarım, yarım, her şey yarım.
Biz neyi tamamlayacağız ki? Bozuk bir yapboz oyunundayız. Oyun kurmak zor hatta imkânsız. “Naz makamı”ndan çok uzağım ki “isyan ahlâkı”ndan da yoksunum. Olanı biteni anlamak isterken “Sebep Ey” diyor Erdem Beyazıt. Bulanık, karmaşık, derin:
Ürperir tabiat, üfleyince rüzgârı derin gök soluğu
Ulu ses dokununca çarka
Düşer ölümün gölgesi eşyaya.
“Her veda vakitsizdir.” elbette. Hz. Muhammet 63, Atatürk 57 yaşında veda etti. Az zamanda çok büyük işler başardılar. 58 yaşında gitti o. Bu ömre inanılmaz işler sığdırdı. Şimdi de bir “kuşak kesilmesi” ile karşı karşıyayız. “Usta öldü, tezgâh kapandı” diyemiyoruz yine de. Her vakitsiz veda aynı zamanda gelecekteki güzel işlerin, büyük başarıların , tutkulu doğumların da sonudur . Kimi vedaların etkisi gelecek zamanları da içine alınca yitikliğin ne derecede büyük olduğunu daha iyi anlarız ama bunu anlamak da bir işe yaramaz çokça. Anlamanın da zamanı var. Şimdi anlamak telafisiz kalınca kırılıyor kolumuz kanadımız. Her vedanın diyalektiği; hayat (tez), ölüm (antitez) cennet ya da cehennem (sentez) dir inananlarca. Biz geride kalanlar bu sentezi kuramsal olarak biliyor ama gerçekleşmesine tanık olamıyoruz. Belki de vedaların onulmaz etkisi bundan kaynaklanıyor.
Sezâi Karakoç Veda’sında yakalıyor bu sırrı:
::::::::::::::::::::::::::::::
Sen bir gece gelsen/Güneş doğmasa/Gitmeden yine gelsen/Bu yeni geleni/Bu bize bakanı/Sana bir anlatsam/Güneş doğmasa/Sandıkların içini göstersem sana/Çizdiğim resmin/Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde/Bir rafa koyabilsen/Olup biteni ve onları/Sabaha kadar konuşsak/O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam/Ateşi karı tüfeği çeksem/Ocağa pencereye kapıya/Kemana veda/ Yağmurda şeytan ve şapkası/Silahın ölümünü kutluyorum/Tren kaçırmış gibiyim/Sana veda
O dünyasını kaybetti biz onu. Derin ve sarsıcı bir boşluk içindeyiz. Hüznün içinde hatırlanan anılar dayanılmaz bir ağırlıkla üzerimize çullanıyor. Kanaatin, sabrın, tevekkülün anlamı da karışıyor. Hava Hanım’a ne diyeceğimi bilmedim, Özge ve Osman’ın yüzlerine bakamadım.
Belki de tek teselli, rahmetlinin bıraktığı mütevekkil eşi ve harika iki evladıdır.
Elveda büyük Başkan.
“Evvel giden ahbaba selam olsun erenler!”