“Eşsiz Kurt” veya “Sen Gökten mi Geldin, Scott?!”


 01 Mayıs 2024

“Beyaz Diş dövüşmeyi bırakmıştı. Arada sırada çabalıyordu ama artık direnmesinin bir faydası yoktu. Buldoğun acımasız çenesi kuvvetle boğazını sıkıyordu. Hava yetmiyordu. Nefesi giderek daralıyordu. Eğer Cherokee'nin dişleri göğsüne bu kadar yakın olsaydı, Beyaz Diş'in damarı çoktan kesilmişti... Smith, zincirini kırmış bir köpek gibi Beyaz Diş'in üzerine saldırdı. Onu tekmelemeye başladı. Seyirciler bağırıp ıslık çaldılar. Güzel Smith bu tepkilere aldırmıyor, Beyaz Diş’i dövüyordu. Bu sırada genç delikanlı kalabalığı yara yara öne çıktı, herkesi sağa sola iterek ileriye doğru yürüdü...” Kurdun hayatı için oldukça endişe eden ve onu ölümün acımasız pençelerinden zar zor kurtaran genç adam kimdi? Whedon Scott, güneyden (San Francisco’dan) uzak kuzey bölgesine (Dawson’a) gelip altın madenlerinde çalışan birinci sınıf bir mühendisti. Ölmekte olan Beyaz Diş'i Güzel Smith'i mecbur bırakarak (para ödedi, mücadele etti) satın aldı ve ona bir “sevgi dersi” vermeye başladı. Hiçbir şey kolay olmadı ama bu tanışmanın ardından kurdun hayatında yeni bir sayfa açıldı ve ardından mutlu bir hayata doğru adım adım ilerlemeye başladı. Beyaz Diş konuşabilseydi dile gelir ve Scott'a tüm kalbiyle sorardı: Sen gökten mi indin?!

Okuduğun her metinde kendinle ilgili bir cümle ararsın, çünkü ben öyle yapıyorum. Hayal ediyorum, hayal ediyorum ki bütün cümlelerin bir adrese geliyor, bana. Bu bir yanılsama çünkü daha beni tanımadan, adım adım kat ettiğin yolların seni bana çıkaracağını düşünüyorum. Geldin, ulaştın, aradığın adresi buldun, limanın oldum senin ben, bu bir dilektir, budalaca bir dilek, çılgın bir dilek, belki de limanı olmayan bir gemi bile değildin. Konuştuğunda çoğu zaman sözünü kesmek isterim. Bunun iyi bir şey olmadığını bilsem bile. Asla yapmam, nefesim kesiliyor, gerçekten istiyorum ama asla yapmıyorum. Sana sık sık, her dakika bir soru sormak istiyorum. Bunu da hiç yapmadım, sana hiç sormadım, sana asla soramayacağım, belki de hiçbir zaman. Bilmek istiyorum, ben bilmek istiyorum, biliyor musun sana ne sormak ve öğrenmek istiyorum. Sık sık sözünü kesmek istediğim ama bir türlü sormaya cesaret edemediğim soru şu: Sen gökten mi indin?!… Bu defa da soru aynı sorudur ama bu sefer adres senin yarattığın görüntü– Scott değil, sen kendinsin. Çünkü eğer “Jack London efsanesi” ve “Jack London gerçeği” edebiyatta olmasaydı arkasında derin, büyük ve boş bir hendek bırakmış olurdu.

Uzun yıllar önce okumuştum “Beyaz Diş”i. Aynı eseri farklı anlıyorsan, farklı bakıyorsan, farklı şeyler keşfedersin yıllar sonra tekrar tekrar okuyabilirsen. Bu kez okumadım, bu kez hissettim. Dünyaya güzel bir kurt yavrusunun gözüyle baktım, baktım bu dünyaya, keşfettim onunla yeniden hayatı, eserin bitmesini hiç ama hiç istemiyordum, sonsuza dek sürsün istiyordum. Onun çok beğendiğim ve insanlarda da olmasını istediğim birçok özelliği var. O, dişilere dokunmuyor, kurtların geninden gelir bu husus, onlar dişilere dokunmazlar. Collie ona ne kadar yapışsa da, onu kovalasa da, onu incitse de Beyaz Diş ona asla dokunmuyor çünkü o bir dişi köpek. “Beyaz Diş ırkına mensup olanların töresine göre kadınlara saldırmıyorlardı. Dişi köpeğe saldırmak, Beyaz Diş'in içgüdülerine aykırıydı. “Peki millet, fiziksel, ahlaki ve psikolojik olarak kadınlara birbirlerine ağır şiddet uygulayan “erkekler” hakkında ne söyleyelim?! Kadınlara şiddet uygulayarak kendisini pencereden dışarı atacak duruma getiren “erkekler”den bahsediyorum. Hayatta ve toplumda kendilerini ifade edemeyen, bu başarısızlığın acısını kadınlarından ve çocuklarından çıkarıp onların hayatını zindana çeviren “erkekleri” kastediyorum.

Ama en çok Beyaz Diş'in sadakatini sevdim. Onu zalim sahibi Güzel Smith'in maruz bıraktığı zulümlerden kurtaran Scott'a olan sadakatini, kaygısını ve sevgisini gördüğü, kalbini fetheden onun sıkıntısını, onun verdiği her görevi dokunulmaz bir yasa olarak bilmesini. Bu eserde en çok hangi cümlelerin okuyucuyu duygulandırabileceğini bilmek beni çok ilgilendiriyordu: “Beyaz Diş özlemle ve beklentiyle kâhyaya baktı, sanki sormak istermiş gibi, Scott nerede?” Günler geçmesine rağmen Scott'tan haber alınamadı. Hastalığın ne olduğunu bilmeyen Beyaz Diş hastalandı. Âdeta, harap olmuştu.” Sonunda kâhya Matt bunu fark etti ve sahibine şöyle yazdı: “Lanet olası kurt çalışmayı reddediyor.” Hiçbir şey yemiyor, çok üzgün. Köpekler onunla yola gitmiyor. Nereye gittiğinizi bilmek istiyor. Ben bunu kelimelere dökemiyorum. Öleceğinden korkuyorum...” Acaba insanlarda bu duygu ne düzeydedir, çoğunda sadakat ve güven duygusu var mıdır? Yoksa işlerine yarayana kadar onlar için saygın ve değerli misiniz, sonra da ne olur, sonra unutulursun, gereksiz bir eşya gibi uzak, tozlu bir köşeye atılırsın? Bu incitmiyor mu, incitiyor. Ama bu anlarda, hayatında olan sahte insanların değerini bir kez daha anlıyorsun, onların varlığına şükrediyorsun, demek ki sahte insanları tanımanın da bir faydası varmış.

Gülüyorum. O günden beri gülüşümü yazıda nasıl göstereceğimi düşünüyordum. Sıradan bir yazışmada yarım parantez koyardım, güldüğümü, gülümsediğimi bilirdin, çünkü hayatımdaki tebessümsün sen benim. Sen ruhumun ihtiyacısın, en heyecanlı çığlığısın, en çok arzu ettiği, zevkle sindirdiği yiyecek gibisin. Bir romanda yaşlı bir kadının kullandığı güzel, gençliğe has bir el işaretinden doğan bir insan hakkında bir bölüm okumuştum. Ama bu konuda çok kararsızım, o sınırı tanımlayamıyorum. Sen mi benim gülümsememden doğdun, yoksa onun yazarı mısın? Eğer bu yazılı bir diyalog olsaydı ben gülmeyi ifade eden bir tinlem (emoji) paylaşırdım ki, yine benim gülümsediğimi sen de bilesin. Bunu yazılı olarak nasıl yaparım, Scott? Belki de dramatik eserlerdeki gibi bir parantez açayım ve orada yazayım ki gülüyorum… (gülüyorum).  Bu konuyu hiç düşünen olmuş mu, sıradan bir konuşmada birinin yüzünü, sözünü hatırladığımızda yüzümüzde parıldayan tebessümü nasıl yansıtabiliriz, bunu en iyi nasıl ifade edebiliriz?! Belki düşünmüşler, keşfetmişler, uygulamışlardır, belki de bilmiyorum. Sonuçta ben bilinen yolları seçmiyorum, her zaman kendi yolumu açıyorum, çoğunlukla da sık ağaçlıkların içinden geçerek... (gülüyorum).

Evet, Scott Beyaz Diş'in yüzünde o bahsettiğimiz tebessümü yaratabilmişti, hayvan gülümsemişti, evet bir kurt yavrusunun yüzünün gülümsediğini hayal edin. Onun kalbine ve ruhuna ışık tohumları ekmeyi başarmış, sonra onları besleyerek büyütebilmişti. Scott, Beyaz Diş'te, şimdiye kadar tanıdığı insanların elbirliğiyle yok ettiği sevgi ve güven duygularını uyandırmıştı, bu insanlığı çok büyük bir başarısıydı. “Beyaz Diş, sahibiyle oynamayı da öğrenmişti... Ve bu kadar eğlenceli bir oyunun sonunda, darbeler ve dişlerin takırdaması yoğunlaşınca, birden köpekle Tanrı birbirinden ayrılıp bir kenara düşüyor, birbirlerine bakıyorlardı. Sonra birdenbire (sanki azgın denizin üzerinde güneş parlıyormuş gibi) ikisi de gülmeye başlıyordu. Oyun bittiğinde Scott genellikle kurt yavrusunun boynunu kucaklıyor, Beyaz Diş ise zarif, yumuşak mırıltısıyla sanki bir aşk şarkısı söylüyordu... Beyaz Diş'in en derin duygularını dindirmişti, kurt yavrusunun hareketsiz kalmış, çalınıp mahvedilmiş en küçük, hassas duygularını okşamasının gücüyle uyandırmıştı.”

Türk'ün totemi kurttur. Sadece kurdun dışında tüm hayvanların evcilleştirilebileceği söylenir. Bu konuda birçok farklı rivayet var. Ancak genel bir sonuç ortaya çıkıyor ki, Türk toplumunun türemiş olduğu insanı bir kurt bularak onu kendi sütüyle besleyip büyütmüş ve onu sığınağına alarak henüz bebekken yok olmasına izin vermemiştir. Bu yüzden Türk insanı mağrurdur, gururludur, çünkü sütle gelen kemikle çıkar, demişler. Kurt tavşan değildir, kurt tilki değildir, kurt ayı da değildir. Doğadaki bu hayvanların her biri, kendine göre çok güzel, sevimli ve eşsizdir. Bu hayvanların alegorik olarak kurguda ve geleneksel olarak günlük yaşamda ifade edilen karakteristik özelliklerinden bahsediyoruz. Maalesef bazı insanlar kurttan “tavşan elde etmeyi”, “tilki elde etmeyi” veya “ayı elde etmeyi” bekleyemeyeceğinizi anlamıyor. Bunu bekleyerek büyük bir hata yapıyorsun. Kurdun onuruna dokunmadan ona davranmayı öğrenmelisin. Mesela bir “kurt” bir “tilki” ile anlaşabilir mi?! Aslında bu “yoldaşlığın” tek çaresi yolları ayırmaktır. Çünkü kurdun bu kavrama ve değere, güvene, arzuya, sadakate bakışı farklıdır, tilkininki ise bambaşkadır. Eserin birçok yerinde Beyaz Diş'in bu özelliği yazar tarafından kendine has incelikle, hassasiyetiyle anlatılıyor, vurgulanıyor. Collie'ye kasıtlı olarak dokunmadığında, incitici saldırılarına büyük bir sabır gösterdiğinde, sahibi dışında kimsenin kendisiyle şakalaşmasına izin vermediğinde, her durumda insanlarla ve diğer köpeklerle olan ilişkilerinde kendi gururunu gösteriyor ve koruyup sürdürmeye çalışıyor.

Ses. Ses çok önemlidir, biliyor musun? İyi olmadığını bilsem bile, sık sık sözünü kesmek istediğimi söyledim. Çünkü ne dediğini anlayamıyorum. Sesini duyar duymaz “parçalanıyorum” çünkü. Bu nasıl bir parçalanma, biliyor musun? Düşün ki sana en değerli incilerden oluşan bir kolye verdim ve senden iki elini geçirip ters yönlere sert bir şekilde çekmeni istedim, ne kadar güçlü olursa olsun, gücüne dayanamayıp koptu ve o anda ne oldu, inciler yere dağıldı. Bak ben de işte o şekilde “parçalanıyorum”. Ve sesinde bir ses işitirken bile, bunun ünlü veya ünsüz olması fark etmez (gülüyorsun), onların dansa kalkıp, çiftler (heceler) oluşturmalarına ve sonra el ele yürümelerine (cümleler) gerek yoktur ki. Artık sesin kendisi düşünce düzenimin “parçalamasına”, kafamda kaos yaratılmasına, aklımı kaybetmeme ve dengemi bozmaya yetiyor. Mantıklı düşünme kaybolur ama duygusallık kalır. Neden bahsettiğimi, ne söylediğimi bilmiyorum, alakasız, ilgisiz. Evet, böylece Scott'ın sesi Beyaz Diş için her şeyi ifade ediyordu. Sahibinin öfkesi ve arzusunu, onaylayıp onaylamamasını, neyi doğru yaptığını, neyi doğru yapmadığını ve neyi bir daha asla yapmaması gerektiğini, kurt yavrusu bütün bunları onun sesinden anlıyordu. Onun cezası da bu yumuşak sesin değişmesiyle oluyordu ve bu onu çok yaralıyordu, kalbini ve ruhunu deliyordu. Scott'ın sesi Beyaz Diş'in ona rehberlik etmesi için bir pusula gibiydi.

Tüm ilişkilerde, eğitim sürecinde, yetişme sürecinde, arkadaşlıkta, sevgide her şey güvenle başlar. Eğer, güven tohumu atılırsa ve ona bakım yapılarak köklü bir çınara çevrilirse, o ilişki, o süreç sağlanabilir. Çünkü taraflar arasında güven varsa o zaman ona sırtınızı dönmekten korkmadan (acaba bıçak saplamaz mı?!), ona uzanan elinizin havada kalmasından korkmadan bir yolculuğa başlayabilirsin, adım adım en büyük mesafeleri kat edebileceğine, ayağın takılırsa onun koluna sımsıkı tutunup düşmeyeceğine inanırsın. Bu inanç seni yaratır, sizi yaratır. Scott ısrarla, ölçülü bir şekilde buna önce kendisi inandı (Beyaz Diş’in hırlamasına, ısırmasına, pençe atmasına, tereddüt etmesine bakmayarak), sonra bunu kurt yavrusunda yaratmayı başardı. İşte bu duyguyla onu eğitebildi, gereksiz alışkanlıklardan uzaklaştırabildi.

Kurt, tavuklara (gülüyorum) saldırıp onları topluca katlettiğinde bile Scott ona inandı ve sadece tek bir cümle söyledi: - Bir daha tavuk yemeyecek... Buna sadece ve sadece kendisi inanıyordu. Ailesinde, çevresinde artık hiç kimse Beyaz Diş'e inanamıyor ve güvenemiyordu. “Beyaz Diş ne zaman kendisini unutup içgüdülerine teslim olmak istese kuşun üzerine saldırırdı ama sahibinin sesi onu durdururdu. Böylece orada başka bir yasayı öğrendi.” Hatta Scott bir iddiaya bile girdi: “...Öldürülen her tavuk için bir altın dolar vereceğim...”. O, kurda inanıyordu, yanılmayacağını, inançla ne yapılamayacağını, birinin sana sonsuza kadar inanması o kadar güzel bir duygu ki, aşktan daha güzel olduğunu biliyordu. Beyaz Diş bu değerin, bu duygunun kıymetini çok iyi biliyordu. Bu yüzden herkesi hayal kırıklığına uğrattı. “Tavuklara göz ucuyla dahi bakmadı, kurt yavrusu için tavuklar yoktu sanki.” Güven duygusu yine zafer marşını çaldı. “Ve hakim Scott, terasta toplanan aileyi sevindirecek şekilde ciddi bir sesle on altı kez tekrarladı: 'Beyaz Diş, sen benim düşündüğümden daha akıllıymışsın!'

Benimle bu yazı arasında olduğu gibi, Scott ile Beyaz Diş arasında da güçlü bir güven bağı vardı. Çünkü bu yazıyı bir insan yarattı, bir inanç ortaya çıkardı, bir kişinin inancı tarafından vücuda getirildi, umarım devam eder (gülümsüyorum). Bu kadar kafa karıştırıcı ve uzun fikir dolambaçlarını benimle birlikte geçerek ayrılmaz sevgilim olan Beyaz Diş'imin yüzü gibi yüreğiniz daim gülsün... (ağlıyor).

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 209. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 209. Sayı