Evliya Çelebi’nin Atının Sırtında Zamanda Yolculuk Cennet Misali Şam Şehri Gibi Ohri


 01 Aralık 2022


Sabahın erken saatlerinde

yine yemyeşil tepelerin ara-
sında yola çıkıyoruz. Yamaç-
lar, yeşilin binbir tonunu ba-
rındırıyor. Dünyada var olan

tüm renkler, ayrı ayrı birle-
şerek bu yeşillere ton vermiş

sanki. Lakin sadece yeşil...
Bu yeşili ara sıra şirin köyler

bölüyor. Köy evlerinin sade-
ce bahçeleri değil, balkon

ve çıkmalarından sarkıtılmış

saksıları da çiçeklerle renk-
lenmiş.

Bir süre sonra denizden

farksız görünen Ohri Gölü, yavaş yavaş or-
taya çıkmaya başlayınca herkes heyecan-
lanıyor. Şehre girer girmez biz yine Evliya

Çelebi’nin izini sürmeye devam ediyoruz.
Öğrencilerimizle güzel bir oyun başlıyor.
Seyahatname’de bahsedilen cami ve yapılar

gösterilerek hangisi olduğunu tahmin etme-
leri isteniyor. Bir yarışma heyecanıyla daha

eğlenceli ve kalıcı bilgiler ediniyorlar.
Üsküp’e göre daha serin ve güzel bir havaya
sahip olan ve “Makedonya’nın incisi” sıfatıyla

adlandırılan Ohri’de ilk istikametimiz göste-
rişli kalesi oluyor. Çiçeklerle önü kaplandığı

için görünmeyen eski evlerin ve inci satıcıla-
rı arasından kaleye çıkıyoruz. Evliya Çelebi

“balık diyarı yani hürrem âbâd Ohri Kalesi”ni
şöyle anlatır:
“Tarihçilerin yazdıklarına göre ilk olarak Hz.

Süleyman’ın oğlu Melik Racim’in Ohri adın-
daki bir hekimi bu kaleyi hikmeti ile yaptır-
mıştır. Ohri Gölü’nün kuzey

kenarında, yalçın kırmızı,

yüksek bir kayanın üzerin-
de beş köşeli, sağlam yapılı,

yontma taştan yapılmış sağ-
lam kaledir. Yapıyı yapan

usta mühendisi öyle sanat

eseri burçlar ve sağlam be-
denler düzenlemiş ki benzer

bir kalede yoktur. Hünkâr
Camisi’ne karşıdır.”
Ancak 1912 yılına kadar

hizmet veren Hünkâr(İma-
ret-Fatih) Camisi, maalesef

1999 yılında tamamen yıkıl-
mış ve Hıristiyanlığın 2000. yıldönümü sebe-
biyle Aziz Kliment Kilisesi inşa edilmiştir. Şe-
hir meydanında heykelleri ile karşılaştığımız

Ortodoks öğretisini, Kiril alfabesini Slavlara

kazandıran Cyril, Methodius kardeşlerin öğ-
rencileri Başpiskopos Kliment... Rehberin

anlattığına göre Hristiyanlar için çok kut-
sal sayılan bu kilise, ilk üniversitelerden biri

olma özelliği sebebiyle onlar için çok önemli.
Toprak altında bulunan kalıntıları eklenerek

yeniden inşa edilen kilisenin içinde başpis-
koposun kemikleri sandık içinde saklanıyor.

Rehber, bu kemiklerin senede bir kez açıldı-
ğını, bu esnada olağanüstü olaylarla karşıla-
şıldığını anlatıyor. Kilise özel günler dışında

müze olarak kullanılıyor. İçinde antik çağdan
kalma ikonalar, ölüler için altın katına diriler
için üst katına mum dikilen kum dolu kaplar,
dirilişi sembolize eden horoz mozaiği, vaaz
için konulan rahleler...
Kilisenin arkasında belki de yıkılan camiden

arta kalma küçük bir kalıntı, önünde ise Roma

döneminden kalma sütunlar var. Bize ait ola-
rak ise sadece UNESCO tarafından korundu-
ğu için dokunulamayan türbe kalmış. Evliya

Çelebi’nin evine konuk olduğu ve kaledeki

“imarethanesinden sabah akşam zengin fa-
kir, yaşlı genç, mümin kâfir herkese birer

sahan çorbası ve birer ekmek parçası dağı-
tılır” dediği Ohrizade Sinan ve kardeşinin

türbesi... Sarı ve pembe güllerle kaplı, sarıklı
mezar taşı olan türbeye girince sanki başka

bir âleme geçiyoruz. Zamanda yolculuk ger-
çekleşiyor, hepimiz sessizce “Fatiha”larımızı

okurken hüzünleniyoruz. Zira ne Evliya Çe-
lebi’nin “Kıblesi önünde pencerelerinden göl

ve uçsuz bucaksız ova içindeki bütün yapılar

gözükür.” dediği cami ne saysız nimet dağı-
tılan imarethane ne de gece gündüz mehter

çalındığını söylediği yüksek köşk var.

Neyse ki avlusu aynı güzelliklere sahip: “Av-
lusunda Samanyolu gibi göklere baş uzatmış

yüksek ağaçlar var ki her birinin gölgesindeki
yeşillik yerlerde bütün dostlar ve safalı maarif
erbabı ahbaplar oturup dinlenip şer’i ilimler
konuşur.”
Biz de yüzyıllık servi, manolya, ıhlamur ve
çamlarla kaplı bahçesinde proje ekibimizle
beraber hoş sohbet ediyor ve Ohri’nin eşsiz
manzarasını seyre dalıyoruz. Ohri ve Üsküp’te
Evliya Çelebi Mahallesi olduğunu daha önce

okumuştum. Ama maalesef süremiz sınırlı ol-
duğu için araştırmaya vakit bulamıyoruz.

Çelebi’nin “Hepsinin seki ve pencereleri gü-
ney tarafında göle nazır şirin işli, mamur ve

hepsi birbiri üzere yükselmiş evlerdir.” dediği
Safranbolu evlerini andıran, kimi eski kalmış

kimi yenilenmiş hanelerin arasından geçiyo-
ruz. Bir zamanlar “göl kenarında gayet ulu

cami” olan ve bugün galeri olarak kullanılan

Ayasofya Kilisesi’ne gidiyoruz. Osmanlı zama-
nında fetih sembolü olarak camiye çevrilen

tek kilise... Diğer kiliseler, ibadete açık olarak

varlığını sürdürmeye devam etmiş. Hatta Evli-
ya Çelebi, “Bir zamanlar keferelerin Kudüsleri

imiş.” ifadesini kullanır. Kırkar ellişer ruhban

bıtriklerinin olduğu mamur, süslü ve şenlikli
kiliselerden de bahseder. Çok gösterişli bu
kiliselerde sabah akşam Mesih mutfağından
papazlara nimetleri çıktıkça Müslümanlara

da bolca nimet dağıtıldığını söyler. Ohri, bu-
gün de “Her güne bir kilise düşüyor.” şeklin-
de reklamı yapılarak Ortodokslar için kutsal

bir yer olmaya devam ediyor.
Çarşıya doğru ilerlediğimizde inci, sedef ve
deniz kabuklarından yapılmış hediyelik eşya
satan satıcılarla karşılaşıyoruz. “Balığın yararlı
ürünlerinden yüzlerce hazine gelir sağlayan

mamur ve güzel bir şehirdir.” özelliğini taşı-
maya devam ediyor.

Biz de buradaki Türk lokantalarından birinde

yemek yiyerek “Bizim İnci” den hediyelikle-
rimizi alıyoruz. Osmanlı’dan kalma Türklerin

işlettiği dükkânlarda satılan sedef ve inci-
ler... Bu inciler, istiridyenin içinden çıkartı-
lan incilerden farklı. Çarşıda sadece üç ai-
lenin erkeklerinin bildiği ve başka ailelerin

öğrenmemesi adına kadınlara öğretilmeyen
bir yöntemle yapılıyor. Buna göre istiridyenin

içindeki parlak tabaka kazınarak sedef çıkar-
tılıyor daha sonra sadece Ohri Gölünde var

olan küçük paşita (korkak balık) balığının
pullarından yapılan bir sıvıyla işlenerek inci

şeklinin verilmesiyle meydana getiriliyor. Tes-
pih, kolye, küpe ve yüzük gibi pek çok üründe

kullanılan bu inciler, çarşının en cazip hedi-
yelikleri...

Evliya Çelebi, “Ayvasını, elmasını ve armudu-
nu övdüğü Ohri’nin ziyafet ve hoşafının da

meşhur olduğunu söyler. Öyle ki o hoş üslu-
buyla “Deniz üzerinde yiyip içmek bu şehre

mahsustur. Birbirine benzemeyen yirmi altı

adet hoşafı içilir. Ben hoşaftan şehit olayaz-
dım.” der.

Evliya Çelebi’nin bahsettiği çarşı içindeki çı-
narlardan biri halen ayakta ama yıldırım çarp-
ması sonucu ikiye ayrılmış olarak. On iki yıl

önce geldiğimizde bu boşluk bir malzemeyle
kaplanmıştı. Şimdi o düzeneği kaldırmışlar.
16.yy yapısı olan Ali Paşa Camisi’nden öğle
ezanını dinleyerek yüzlerce yıllık bu çınarın
serin gölgesinde oturuyoruz. Yine zamanda
yolculuk başlıyor. Bu çınar; ne sohbetler ne
ezanlar ve çan sesleri işitmiş, ne kavgalara,
savaşlara veya mutluluklara şahit olmuştur.
Kim bilir?
Son olarak Ohri’ye otuz kilometre uzaklıkta
göl kenarında güzel bir tepe içine yapılan
Aziz Nahum Kilisesi’ne gidiyoruz. Hediyelik
eşya satıcıları, sıra sıra serviler ve rengârenk
çiçeklerle bakımlı bahçesinden gölün eşsiz
manzarasını seyrederek ilerliyoruz.
Ohri Gölü, kendi kendini yenileme özelliğine
sahip dünyanın en temiz göllerinden birisi...

Göle akan sakin ırmakta kayık, gölde ise tek-
ne turu yapılıyor. Gölü besleyen ırmak o ka-
dar berrak ki en dibindeki taşlardan içindeki

balıklara kadar çok net seyredilebiliyoruz.
Çelebi’nin “Bu gölde olan türlü türlü balıklar

bir diyar gölünde olmaz. Özellikle yılan balığı-
nın misk ve ham amber gibi güzel kokusu var-
dır. Gayet semin ve ter ü tazesini defne yap-
rağıyla kebap edip yiyenin bedenine o kadar

güç kuvvet verip o kadar besleyicidir ki ehli ile
pehlivan gibi güreş etse, ehlini 5-6 kere yenip
altına alıp galebeler eder.” şeklinde anlattığı
yılan balığının tadına bakamasak da buradan

diğer balıklarla beraber göle akışlarını zevk-
le seyrediyoruz. Irmağın bir ilginç özelliği de

yukarıda dingin olan suyun küçük köprünün
altından geçerken bir çağlayan kadar coşkun

akması... Allah’ı tefekkür etmek, inzivaya çekil-
mek için mükemmel bir ortam...

10.yy’da bu kiliseyi yaptıran Aziz Nahum da
Aziz Kliment gibi Cyril, Methodius kardeşlerin
öğrencilerinden. Kilisenin bir odasında onun

mezarının olduğuna inandıkları için burası

Hıristiyanlar için büyük bir öneme sahip. An-
cak Müslümanlar, o kabrin Sarı Saltuk’a ait

olduğuna inanıyorlar.
Kilisenin avlusunda suyu çekilmiş bir kuyuya,
dileklerin kabul olması için paralar atılıyor.

Yemyeşil çimenlerin arasında özgürce dola-
şan tavus kuşlarının bulunduğu avlusundan

engin göl manzarası seyre değer.
Kiliseye girmek ücretli... Buradaki görevliye
projemizden bahsedince “Evliya Çelebi”yi
bildiğini söylüyor ve bize indirim de yapıyor.

Evliya Çelebi’yi şehrin uzağındaki bir kilise-
nin bilet satıcısının dahi bilmesinden dolayı

büyük bir gurur duyuyoruz.
Kilisenin içi çok uzak tarihlere ait olduğunu
hissettiren koku ve renklerle dolu... Sadece
papanın oturabildiği gösterişli bir taht, sağ
tarafı erkeklere, sol tarafı kadınlara ayrılmış
ilginç şekillerle süslü ahşap oturma yerleri,

yüksek ayaklı rahleler, altın kaplama işle-
meler, vaftiz kapları... Tüm bunlara rağmen

burası loş ortamıyla kasvetli bir görünüme sa-
hip... Kırmızı perde arkasından vaaz sesleri

geliyor. Bu bölümün sadece pazar günleri

açıldığını ve buraya sadece erkekler girebil-
diğini söylüyorlar.

Aziz Nahum’un mezarının olduğu odaya gi-
renler ise haç çıkararak üzerinde kırmızı örtü

altında bulunan mezarı dinliyorlar. Hasta
olan insanlar kalp atışına benzeyen bu sesi

duyduklarında şifa bulacaklarına inanıyor-
larmış. Çok ilginçtir ki Sarı Saltuk’un kabri

olduğuna inanan Müslümanlar da bu mezar
için aynı inanca sahipmiş. Burası ile ilgili bilgi

veren Makedon öğretmen ise bu kalp atışına
benzeyen sesin, kilisesin altından akan sudan
geldiğini söylüyor.
“Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan
Bir bir Diyar-ı Rum’a dağıldık Sakarya’dan.”
diyen Yahya Kemal’in de belirttiği gibi Sarı
Saltuk, Balkanlara gelerek buralarda İslam’ı

yayma mücadelesi veren erenlerden. Balkan-
larda pek çok yerde kabrinin olduğuna inanı-
lıyor. Burası da o yerlerden biri... Biz de bu

amaçla, projemizde yer alan öğrencilerimizle

birlikte kilisenin bahçesine çiçek dikerek Oh-
ri’den ayrılıyoruz.

Ertesi gün Kruşevo’da sergi, etkinlik ve yarış-
malarımız devam ediyor. Projeyi değerlendi-
ren öğretmen ve öğrenciler, yüzyılların getir-
diği değişikliklere rağmen Evliya Çelebi’nin

bahsettiği özelliklerin, anlattığı mekânların ve
şehre, şehir insanına dair tespitlerinin halen
var olduğunu görerek Seyahatname’ye daha
da hayran kaldıklarını belirtiyorlar. Makedon

ev sahibi tarafından katılımcı öğrenci ve öğ-
retmenlerimize Europass belgelerinin veril-
mesiyle “proje hareketliliği”miz sona eriyor.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 192. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 192. Sayı