Gizli Kalsın


 01 Şubat 2023


GİZLİ KALSIN

Nejla ORTA

 

Derviş Ali kendisine emanet edilen elindeki özel ve önemli kitabı ciltleteceği güvenilir bir usta arıyordu. Son zamanlarda ciltlemelerde edirnekâri çok beğeniliyordu. Deri mi olsun ahşap mı olsun diye düşünürken ölmüş bir hayvandan kalanlardansa ölmüş bir ağaçtan kalanlarla kitabı bezetmenin daha yerinde olacağına karar vermişti. Ne de olsa kitabı emanet edenler kararı kendisine bırakmıştı.

Sorup soruşturunca Zahir Usta’yı ve atölyesindeki ustaların methini çok duydu. Öyle ustalar ki işledikleri her eşyaya ve mekâna ruh ve anlam katarlarmış, renklerle ahşabı yeniden canlandırırlarmış sanki. O kadar meşhurlarmış ki Selimiye Camisi’nin süslemelerini, Topkapı ve Edirne Sarayı’nın ek süslemelerini bile onlar yapmışlar. Ellerinden nice dolaplar, tavanlar, tırabzanlar, kutular, nişler, aynalar, yüklük kapakları, çeyiz sandıkları gelip geçmiş. Ünleri Balkanlardan Şam, Mısır, Fas’a kadar yayılmış. 

Derviş Ali duyduklarından sonra bu ustaların elindeki kitap için biçilmiş kaftan olduğunu düşündü. Kendisine de zanaatını sanata dönüştürecek birileri gerekti. Böylelikle atölyenin yolunu tuttu. İstanbul’un sokaklarında ilerliyordu. Arada sırada etrafını kolaçan ediyor, takip eden biri ya da birileri var mı diye kontrol ediyordu. Nalbant Çarşısı’nı geçtikten sonra bir süre yürüyüp yokuştan aşağı indi, atölyeyi gördü. Dışarıda taburede oturan iki kişinin yanına gitti, selam verdi. Kendini tanıttı. Zahir Usta’ya baktığını söyledi.

Zahir Usta’yı sorduğu kişiler atölyenin diğer iki ustasıydı. Ustalarını arayan derin kara bakışları olan bu uzun boylu, garip giyinişli dervişe baktılar. Onlar da ona selam verdiler. Marangoz Yahya Usta yanındaki boş yeri gösterip “Zahir Usta bir teslimat için gitti, birazdan gelir. Gel otur, şerbetimizden iç.” dedi.

Nisan ayının başlarıydı. Güneş artık daha cüretkâr bir biçimde yüzünü gösteriyor, etrafa sıcaklık veriyordu. Kıştan sıkılan insanlar kendini dışarılara atıyor, çalışanlar da boş kaldıklarında dükkânların önlerine çıkıp sohbet edip güneşin tadını çıkarıyorlardı.

Derviş Ali taburesini çekti, özenle heybesini kucağına aldı, kendisine ikram edilen şerbetin mis kokusunu burnuna çekti, sonra yudumladı. Kitabı emanet edeceği bu insanları sohbet edip tartmaya başladı. Yahya Usta daha konuşkan, meraklı, candan biriydi. Atölyeye gelen ahşapları amacına ve tabiatına göre yapıp oymalarla ve kakmalarla süsleyen onlara ilk şekil verendi. Ahşaba son şeklini veren onu cilalayıp hazır eden kabarasını yapan Babür Usta daha içine kapanık, sıkılgan ama detaycı biriydi. Ustaların anlattığına göre ruhuna ve hizmet edeceği şeylere göre boyamaları yapan renklerle ahşabı bezeyen Zahir Usta ise güvenilir, babacan ama disiplinliydi. 

Şerbetler bitince atölyeye geçtiler. Ustalar yarım kalan işlerinin başına döndüler. Derviş Ali etrafı gezinmeye başladı. Atölyenin her yanına saçılmış olan çeşit çeşit, renk renk Edirne işi eşyalar göz alıyordu. İşlemeli ve süslemeli sandıklara bakıp gerçekten işinin ehli ustalar diye düşünürken arkasını döndüğünde gri sakallı yaşlı ama dinç bir adamın ela gözleriyle karşılaştı. Gelen Zahir Usta’ydı.

“Hoş gelmişsin Derviş! Ne istersin?” diye sordu.

“Bir kitap için cilt kapağı yaptırmak istiyorum.”                                                 

“Nasıl bir şey istiyorsun? Geometrik mi, rumi mi yoksa çiçek veya meyve motifleri mi?

“Özel bir kitap bu! Ona göre özel bir motif olsun. Siz ne önerirsiniz?”

“Kitap ne hakkında? Bir bakayım ona göre karar verelim.”

“Kitap kader hakkında ama kitabın içine bakamazsınız.” deyince bütün ustalar yaptıkları işten başını kaldırıp dervişe şaşkınlıkla ve merakla baktılar. Derviş Ali devam etti:

“Kitap sizde olduğu sürece ona cilt yaparken kitabı açmanız gerekse bile kitabın içine hiçbir zaman bakmamalısınız!” deyip kuşağından altın dolu bir küçük kese çıkarıp “Eğer kabul ederseniz bu sizin, kapak bittiğinde bir kese daha vereceğim.” dedi. 

Yine hepsi hayretle ona baktı. Bir cilt kapağı için bu kadar altın fazlaydı. Kitap çok değerli olmalıydı, ama bu kitabın nesi bu kadar değerli olabilir diye düşündü Zahir Usta. Babür Usta, kesin kitapta başka önemli bilgiler var, derviş acaba yalan mı söylüyor, diye aklından geçirdi. Yahya Usta ise içinde simya bilgisi olabileceğini düşündü.

“Kitabı açarsak ne olur ki?” diye sordu biraz şüpheyle biraz da inanmayarak Zahir Usta. 

“Bilmeseniz daha iyi olur.” dedi derviş.

“Ancak sorumluluğunu aldığımız şeyin ne olduğunu bilmemiz gerekir ki ona göre davranalım.”

“Haklısın galiba usta, sizi neyin beklediğini bilmelisiniz. Bu kitap… Bu Kader Kitabı! Kitapta herkesin kaderi yazılı, eğer onu okumaya kalkarsanız kaderiniz değişir, ama her şey karmakarışık bir hâl alır.” deyince, ustaların gözlerindeki şaşkınlık yerini biraz korkuya biraz da meraka bıraktı. Şüpheyle akıllarından bir sürü soru ve ihtimal geçiyordu. Yahya ve Babür Usta bir an kendi kaderlerini merak ettiler. Ancak Zahir Usta bu kitaba cilt yapmak konusunda kararsızdı. Derviş, Zahir Usta’nın kararsızlığını görünce, “Ayrıca eğer bu işi hakkıyla yaparsanız kitabın sizlere lütufları da olur. Hayatınıza bilgelik getirir.” deyip heybesinden eski deri cildi çokça yıpranmış kitabı çıkardı, gösterdi.

Kitabı görünce hepsi çok etkilendi. Atölyenin havası değişmişti. Zahir Usta düşündü taşındı. Bu kadar yıllık meslek hayatında belki de bu iş onun son gözdesi, en önemli işi olabilirdi. Kitaba bir şey olmasından korkarak “Ya başına bir şey gelirse ne olacak?” diye sorunca derviş, “Merak etmeyin, o korunuyor!” dedi. Zahir Usta bu mistik kitaba karşı koyamadı.

“Olur! Nasıl bir desen ve renk istiyorsunuz? Ne zamana hazır olsun?”

“Deseni ve rengi size bırakıyorum. Ancak kitabı Hıdırellez’den önceki gün almam gerekiyor.”

Zahir Usta diğer ustalara dönüp “Eğer siz de kabul ediyorsanız işi alacağım.” dedi. Ustalar heyecanla başlarını sallayarak onayladılar. Derviş onlardan söz alıp kitabı emanet etti ve çıktı.

Masanın üzerinde duran kitaba bakakaldılar. Ustalıkları ağır basıp hemen onun için uygun ahşabı, deseni, rengi belirlemeye koyuldular. Kapağın ön deseni için ne yapacaklarını uzun uzun düşünseler de sonunda göbek süslemesi olan rumi üzere karar kıldılar. Sonra eski cildini dikkatle çıkardılar. Kitabı bir kutuya koydular.

Ellerindeki işleri bitirdikten sonra Yahya Usta cilt için darbelere dayanıklı olması ve zor kırılan yapısı sebebiyle huş ağacından bir cilt yapmaya karar verdi. Hem oyma motifleri için rahat ve kolay işleneceğinden hem de boya ve cilayı da iyi tuttuğu için yaptığı seçimden memnundu. Üstelik huş ağacı Tanrı’nın kutlu ağacı değil miydi?  Zahir Usta’dan da onay alınca ahşabı kitaba göre ölçüp kesip işlemeye başladı. Kenar oymalarını da kendisi yapacaktı. Büyük bir iştiyakla işe koyuldu. Ahşabı ehlîleştirmeyi severdi. Büyük bir özenle işini yaparken zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordu. Akşam olmuş, diğer ustalar gitmişlerdi. Atölyede tek kalmıştı ama elindeki işi bitirmeden gitmek istemiyordu. 

Tekliği temsilen ruminin kenarlarını Selçuklu tarzı geometrik şekillerden sonsuzluk sembolleriyle donattı. Yorulmuştu. Kapak Zahir Usta’ya gitmeye hazırdı. Bir kusuru eksiği var mı diye baştan sona kapağa göz gezdirdi. Üstüne, altına, sağına, soluna baktı. Derken derviş kitabı anlatırken hissettiği o merak yine içini kapladı. Kitabı açsa kaderini öğrense ne olurdu ki, hem kader değişebilir miydi gerçekten diye düşündü. Dayanamadı kitabı açtı, baktı. Boştu. Tam kapatacakken kapağa çizdiği şekiller sayfalarda belirip farklı hâller almaya başladı. Ona kaderini gösterdi. Şekillere uzun uzun baktı. Çizdiği şekillerin devamını zihninde sürdürürken bir süre sonra başı döndü ve yorularak çizgilerin uzantılarını takip edemez hâle gelip bayıldı. Nihayetinde fani olan insan bu sonsuzluk noktasında aciz ve teslime mecburdu. 

Ertesi gün Zahir Usta atölyeyi açtığında tezgâhta kitabı ve kapağı gördü. Doğrusu Yahya Usta çok sağlam bir iş çıkarmıştı. Memnun memnun baktı. Etrafı topladı, temizledi. Babür Usta geldi. Babür Usta’nın bitirmesi gereken bir işi vardı, onun başına oturdu. Zahir Usta Yahya Usta’yı sorunca boş boş ona baktı. Gece çok yorulduğu için bugün dinlenecek herhâlde diye düşündü. Kendisi de kapağı alıp işinin başına geçti. Rumiyi şekillendirmeye başladı. Önce ruminin içini doldurdu. Eli onun en büyük ustasıydı. Her yaptığı işte eli aklına öğretmişti. Yine eli aklına öğretiyor, onunla beraber şekil alıyordu. Fırçayı ilk kez eline aldığı zamanı düşündü. Hayran kalıp öğrenmeye başladığı bu sanat onu tanımlayan her şeydi. Bu sanat olmadan ruhu çıplaktı. Yaptığı işle ruhunu giyindirdiğini hissederdi.

Kendisi işe dalmış, Babür Usta çoktan gitmişti. Gecelemeye karar verdi. Boyamaya devam etti. Bütün gece boyadı. Ruminin bezemesini bitirdi. Sabah ezanı okunuyordu. Kalktı abdest aldı, namazını kıldı. Sonra yine işinin başına döndü. Kitaba baktı. Ruminin göbeğinde kullandığı turkuaz rengi altın yaldızlar ve çivit mavisi rengiyle çok uyumlu olmuştu. Kitabı açıp bakmak onun da aklından geçse de düşüncesi tekin gelmedi. Kaderimi bilsem ne olacak, üstünde hükmüm olmadıktan sonra diye düşünüp fırçasını eline aldı, altın yaldızlarla Yahya Usta’nın çizip oyduğu zencerekleri boyadı. 

Sonunda ahşabın bezemesi bitti. Kitabın cildi Babür Usta’nın son dokunuşları için hazırdı. Uykusu gelmişti. Eve gidip biraz yatmaya karar verdi. O sırada Babür Usta geldi. Selam verdi. Kitabın cildine baktı. Toprak boyama usulünde renklerle bezediği kapağa bakınca canlı bir şeye bakıyor gibi hissetti.

“Eline sağlık Usta! Mübarek sanki canlanmış.” dedi. Zahir Usta estağfurullah deyip atölyeden ayrıldı. Babür Usta etrafı topladı, yerleri süpürdü, kendi tezgâhını temizledi. Macununu, cilasını, çivilerini ayarladı. Kitabı aldı, özenle üstte kenara bir yere koydu. Alt, üst ve kenar kapakları aldı. Bir iki küçük yerine zımpara yaptı. Sonra parlatma yapacağı malzemeleri kenara koydu. Kapakları tezgâhına alıp parlatma işlemine başladı. Parlatma işlemi bittikten sonra kurumaya bıraktı. 

Akşam olmuştu, hava almak için dışarı çıktı, güneşin batışını izledi. İçeri döndü kapakları ve kitabı yapıştıracağı macunları hazırladı, çalışma masasına koydu. Temiz bir örtü açıp kitabı üzerine bıraktı. Sonra ön ve arka kapağı alıp kabarasını yaptı. Çivileme işlemi bittikten sonra hazırladığı macunla kapağı ve kitabı yapıştırdı. Son cilasını da yaptı. Evet işte hazır olmuştu. Hayranlıkla üç ustanın elinden çıkan kapağa baktı. Onda da kitabı açma merakı uyandı. Biraz gitti geldi, sonunda merakına yenik düştü ve kitabı açtı. O da önce boşluğu gördü. Sonra parlattığı renkler sayfalarda kaderini göstermeye başladı. Kaderini seyre dalmıştı. Önce gözleri sonra da zihni uyuşuncaya kadar parlaklıkta kalıp rüyalara daldı.

Ertesi gün Zahir Usta geldi, atölyeyi açtı. Babür’ün tezgâhına baktı. Kapağın son hâlini görüp büyülenmiş gibi onu seyretti. Bu zamana kadar yaptığımız en güzel iş oldu diye düşündü. Kitabı izleye izleye ustaları bekledi, bekledi. Kimse gelmedi. Meraklanmaya başladı. Evlerine gidip hastalar mı diye bir bakmaya karar verdi. Önce Yahya Usta’nın evine gitti, onu iki gündür görmüyordu. Kapıyı bir küçük oğlan çocuğu açtı. Yahya’nın küçük bir oğlu yoktu. Torunu da olamazdı. Çocukları büyümüştü, ama daha evlenen olmamıştı. Akrabadır, diye düşündü. Yakup Usta’yı sordu. Çocuk o evde öyle biri olmadığını söyledi. Zahir Usta şaşırıp kaldı. Yanlış mı geldim diye aklından geçirdi. Hayır, ev doğru. Evin içinden yaşlı bir kadın geldi. Kimi aradığını sordu. Yahya Usta’yı aradığını söyledi. Kadın öyle biri olmadığını söyledi. Yahya adında bir oğlum vardı ama yıllar önce savaşta öldü, dedi. Zahir Usta gözleri büyümüş, nutku tutulmuş, kadının dediklerini anlamaya çalışıyordu. Oğlunu tarif etmesini isteyince aynı Yahya Usta’yı tarif etmişti.

“Eyvah!” dedi korkuyla Babür’ün evinin yolunu tuttu. Babür’ün evinin oraya gittiğinde yanmış bir ev gördü, çok üzüldü. Evin yeni yandığını zannetmişti. Konu komşuya sorunca o evin yıllar önce yandığını evdekilerin de yangından sonra memlekete göç ettiklerini öğrendi. Babür’ü sordu. Komşular evin ortanca oğlu olan Babür’ün de onlarla beraber gittiğini söylediler.

 Duyduklarına, gördüklerine inanamadı. Günlerce araştırdı, sordu soruşturdu. Sağa sola sordukça daha çok kahroluyordu. Olanlara inanamıyordu. Atölyede beraber yaptıkları eşyalara bakıyordu. Zihni almıyordu. Aklını yitirdiğini bile düşündü. 

Ustaların kitaba bakmaları ihtimal dâhilindeydi, oysa sözlerinde duracaklarını zannetmişti. Bir kitap bu olanları gerçekleştirebilir miydi? Her şey yalan mıydı, derviş gerçek miydi diye sorular aklını kemiriyordu. Kitap gerçekti. Elindeydi. Bütün bunlar nasıl olmuştu, anlamıyordu. Kitaba sormayı bile düşündü; korktu, uzak durdu.

Birden bire kitap açılıverdi. Ona kaderini söylemedi. Onun yerine Kur’an’dan bir ayet söyledi ve kapandı. “Gözler O’na erişemez. Onun ilmi ise bütün gözleri ihata eder.” 

Böyle bir şey beklemiyordu. Ustaları Allah’ın ilmiyle mi sarılmıştı, diye düşündü. Zihninin meşguliyetine karşın sözler kalbindeki elemi almıştı. Rabbine güvendi. Sonsuzluğu ve kaderi düşündü. Kendilerinin sonsuzluğu bir ucundan izlemeye çalışırken hayatta yaptıklarının sonsuzlukta nasıl yankılandığının tahayyülü zihnini sardı. Sanki başka bir âlemdeydi. Günlerce sordu, düşündü.

O gün geldi. Kendi elleriyle kurduğu ama şimdi ıssızlaşan atölyesinde oturmuş hüzünle ve biraz da utançla Derviş’i beklemeye koyuldu. Dediği gibi Hıdırellez’den önceki gün Derviş Ali atölyeye tekrar geldi. Kitabın kapağını görünce hayran kaldı. “Hakikaten çok güzel olmuş!” dedi. Yahya ve Babür Usta yoklardı. Onları göremeyince sözlerinde durmadıklarını ve kitaba baktıklarını anladı. Teşekkür etti. Altını verdi. Kitabı aldı. Tam kapıdan çıkmak üzereydi ki Zahir Usta, “Diğer ustaların nerede olduğunu kitap söylemez mi?” diye çaresizce sordu. Derviş, “Kader gizli bırakıldıysa gizli kalması gerek!” dedi ve gözden kayboldu.

(AYB Türkiye Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Kasım 2022)

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 194. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 194. Sayı