HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
Duşak’tan çıkıp, Mene-Çeçe’ye doğru gittiğinizde, dağ eteğindeki bozkırların geniş düzlüklerinde çeşit çeşit karartılar birer serap halini alır, seraplar uzaya uzaya erir gider. Bu uçsuz bucaksız bozkırlar insanı gönül enginliğine davet eder. İşte böylece bu geçici dünyada geniş olmanın ne kadar gerekli olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlarsın. Çünkü genişliğe her şey sığar, genişlikte her şeye yer bulunur, genişliğin o kadar güzel olması işte bundandır. Ne zaman çöle ya da bozkıra çıksam gönlüm bu ovalara bir serap gibi yazılır, yayılır gider.
Bu yollardan birçok kez geçtikten sonra iyice içselleştirdiğim bu gerçeği her zaman kalbimde taşımak için hayal dünyamda yeni yeni delillerle onun derinliklerine iniyorum. Sabırsız birinin yanında durmak ne kadar zordur, ama gönlü geniş bir adam görsen senin de gönlün açılır.
…Çoğu zaman bu bozkırın enginliklerindeki büyük kederin yanından da bir çeşit tebessümle geçip gidiyoruz, çünkü o, genişliğin içinde. O güzel genişliğin içinde…
Evet, bu düzlüklerin içinden geçen büyük yol, uzak yol kim bilir ne zaman harabeye dönmüş büyük bir köyün kenarından geçiyor. Bütün yolcular onu seyrediyor. Bilen biliyor, bilmeyen de bir bakıp “Terkedilmiş bir köy işte“ deyip derin bir nefes alıyor. Bir zamanlar, akan deresi ve su kanalıyla canlı bir hayat süren bu köyün adı Mahmal’dı. İsmine yakışır şekilde mahmal yani kadife gibi bir ovaya kurulmuştu Mahmal. İşte, artık harabe olmuş kalmış. Sovyetler yurdunda komünizm kurucularının siyasetine göre, küçük köylerin birleştirilmesi, şehir tipli kasabalar kurulması bir çok insanı doğduğu topraklardan ayrı düşürmüştü. O zamanlar birçok köy bomboş kaldı. Bu da onların biriydi. O zamanlar Mahmal’dan ahaliyi göç ettirmek için su kıtlığını da bahane etmişlerdi.
Gençlik yıllarını bu köyde geçirmiş bazı ihtiyarlarla sohbet ettiğin zaman “Bizim anlattıklarımız sizin için masal gibidir.” Derler ve Mahmal’ın hatıraları arasında kaybolur giderler. Onlar için bu köyün bugün tatlı bir hatıra olan iyi günü de kötü günü de kadife gibidir, elbette.
Bir ihtiyardan dinlediğim hatıra var ki ne zaman bu göçülen köyün yanından geçmem gerekse mutlaka aklıma düşer. O ihtiyar şöyle anlatmıştı:
“Biz Tecen’in büyükçe köylerinden birine göçtük. Aradan iki üç yıl geçmişti. Ben eskiden de köyün davarını güderdim. Göçtüğümüz yerde yine aynı işi yapmaya başladım. Bir keresinde sürünün yüzünü güneye, dağa doğru çevirdim. Gün boyu davarın peşine düşüp, yavaş yavaş eskiden mal güttüğüm meralara yaklaştım. Sanki tüylerim ürperdi, dizlerimin bağı gevşedi. O gün orada geceleyeyim, dedim. Koyunları kuytu bir yere sürüp, yattım. Nasıl olduysa, ihmal etmişim, bilemedim. Sabah kalkıp bir baktım, koyunlar yok... Ne köpeklerim var, ne eşeğim. Böyle sessiz sedasız nasıl gittiler, nereye gittiler acaba? Takip ettim, iki-üç saat yol yürüyüp göçtüğümüz eski köyümüze geldim. Toplama sürü değil mi, herkesin davarı bölünüp sürüden ayrılmış, kendi sahibinin avlusuna, kendi ağılına varmış… Benim davarım da, eşeğim de, köpeklerim de avlumuzda…
Sonra malları bir araya toplamak için avlulardan çıkarmam gerektiğinde köyümüzün insanlarını elime sopa alıp evlerinden kovuyor gibi oldum, yüreğim parçalandı... Köyden taşınırken ağlamamıştım, o gün ise...”
...Ben Haveran bozkırının enginliklerini seyrediyorum. Dağlara doğru uzayıp giden vadi, kurumuş çay, bölük bölük güvercinler, yayan yapıldak türbe ziyaretine giden yalnız bir yolcu, göçülen köy… Bunların hepsi güzel görünüyor engin bozkırda.
Enginlikte herşey kendine yer buluyor. Genişlikte herşey güzel...