Gölgesinde Çınarlar Besleyen Bilge


 01 Eylül 2024

Ankara’da bir sonbahar günü. Altındağ’da tarihi Hamamönü’ne ne zaman adım atsam ruhum bedenime hükmeder. Yine aynı ruh halindeyim. Kalbim heyecandan göğsümden dışarı fırlayacak gibi. Her attığım adımla an’ın oyuncusu olmaktan çıkıyorum. Taceddin Dergâhı, Mehmet Âkif, İstiklal Marşı, Muhsin Yazıcıoğlu derken tarihi Ankara evleri arasında beni ufkun ötesine götüren bir ideal ocağının arayışındayım. Sokaklar arasında gözüm yüreğime işlenmiş kelimelerin arayışında: “Avrasya Yazarlar Birliği” 

Çok mu geç kalmıştım tanımakta bu ufkun ötesine bakan insanları. Yıllardır gönlümde eksikliğini hissettiğim ve de tamamlanamadığım yürek burkan sızılarım yok olmuştu. Türk’ün varlığıyla anlam bulan kadim idealler ocağını bulmuştum bir tesadüf eseri. O ocakta an’ın oyuncularının hükmü yoktu. O ocakta yüksek idealler uğruna her türlü mücadeleyi verecek gönül erleri vardı. Yürekleri Türklüğün, Türkçenin var olduğu “Kendi Gökkubbemiz”in altında buluşturuyordu. Yüce bir davanın yorulmak nedir bilmeyen erleri asırlar öncesinde Türklüğün gönül mayasını çalan mana erlerinin izinden gidiyorlardı.

“Avrasya Yazarlar Birliği”, “Kardeş Kalemler Dergisi”, “Bengü Yayınevi” sayıları yüzleri bulan kitaplar, dergiler, sayıları binleri bulan kalemler derken gönüllerden fikirlere çalınan mayaların vücut bulduğu fidanlar. Her bir fidan geleceğin koca çınarlarıydı. Gölgesine sığınılacak koca çınarlar.

Hamamönü’nün tarihi sokakları arasında bir girdaba kapılmış gibi dönüp duruyorum. Aradığım yeri bir türlü bulamıyorum. Kendimi bir labirentte kaybolmuş hissediyorum. Aklım an’ın oyuncusuna seslenmek istiyor ama gönlüm izin vermiyor. O heyecanı yitirmek istemiyorum. Geçen bir sene yılların arayışlarına bir ses bulmanın huzurunda gündelik işlerin dışında kendimi daha çok çalışmaya, daha çok üretmeye sevk ediyorum. AYB’nin Türkiye Yazarlık Atölye’sine online yoluyla ulaştığım ilk günden son ana kadar tanıdığım, dinlediğim insanlar arayışlarımın bir durağının burası olduğunu anlamamı sağlamıştı. Ne kadar müstesna insanlardı o hayran olduğum insanlar. Gözlerinden yansıyan ışıkta ilim, irfan, ideal, istikrar kadar edep, nezaket, merhamet, iman zerre zerre yansıyordu. 

Bu ocağın lideri konumunda Yakup Bey’in varlığında gölgesinde koca çınarlar besleyen bir ruhun serinliği vardı. Onun her konuşmasından imbik imbik aktarılan cümlelerde bir belleğe sinmiş bir cihan mefkûresinin yansımaları vardı. Karşımda bir bilge adam vardı. O konuştuğunda karanlıkta kalmış ne varsa önce aklımda sonra gönül dünyamda aydınlanıyordu. 

Yakup Hoca’nın özellikle Avrupa’ya yönelik yazarlık atölyesinde verdiği kültür konuşmalarında o güne kadar zerre zerre edinilmiş bir bilgi birikiminin yanında hayatta edinilmiş bir tecrübenin de olgunluğu hissediliyordu. AYB’nin her online etkinliğinde o güler yüzlü bilge adamın saygı, nezaket dolu seslenişinde, takdiminde “insan”a Rabbimizin bahşettiği güzellikleri, hasletleri tek tek görebiliyordunuz. 

Bütün bunlar kafamda AYB’nin her bir kahramanıyla hasbıhal ederken birden kendimi Avrasya Yazarlar Birliği tabelasıyla karşı karşıya buldum. İçeri girdiğimizde Serdar kardeşimiz samimiyetle karşıladı bizleri. Ve yukarı kattaki çalışma odasında Yakup Bey’le yüz yüze tanışma fırsatı bulduğumuz an “Sen” ile “Siz” arasındaki samimiyetin ve nezaketin sıcaklığını ve serinliğini bir arada hissetmiş oldum. Konuşmaya başladığımız an onun gözlerinin ışığında bütün yaşadığım tedirginlikler, heyecan sona erdi. Kırk yıldır birbirimizi tanıyormuşçasına onun kontrolündeki samimiyet sınırında engin ufukları seyre daldık. Tarihten, kültürden medeniyete yaptığımız sohbetin derinliğinde o on beş yirmi dakikalık sohbetin tadını ömrüm boyunca unutmayacağım. Bazı sohbetler ciltler dolusu okunan kitabın yerine geçebildiğine canlı canlı tanıklık ediyordum.

Yakup Bey, AYB’nin kuruluşundan itibaren yapılan çalışmaları, hizmetleri anlatırken duyduğu heyecan, gözlerindeki inanç ve kurulan her cümlenin ardından yepyeni hizmetlerin anlatımıyla devam ediyordu. Bir yandan an’ın oyuncusu benliğim sorguluyordu. Bu kadar yoğunlukta bu kadar hizmet, bu kadar etkinlik nasıl gerçekleştirilebiliyordu? Bir insan bu kadar hizmete erişmeye nasıl vakit bulabiliyordu? Karşımdaki bilge adam bütün ummanı kucaklamış ama bir damlanın safiyetinde iman etmiş olgun bir karaktere sahipti. Verdikçe çoğalıyordu, büyüyordu. 

Yakup Bey’le yüz yüze sohbetimiz dışında birkaç kere daha yüz yüze görüşme onuruna eriştim. Zaman zaman gerek Osman Çeviksoy hocam gerek Ataman Kalebozan hocam için yapacağım etkinliklerin sürpriz bölümleri için yaptığımız telefon konuşmalarında verdiği desteği unutamam. Yakup Bey’i gerçekleştirdiği radyo ve televizyon programlarında takip etmek ayrı kazanımdı benim için. Yakup Bey’in yüzünden ruhuna yansıyan huzur her bir konuşmasına sirayet ediyordu. Hak yolunda inandığı dava uğruna yaptığı hizmetlerin geldiği noktada elde edilen başarıların haklı mutluluğuydu bu. Yakup Bey’in sosyal medyada AYB çatısı altında yapılan atölye etkinliklerini, kültürel toplantıları, basılan dergi ve kitapları haber verirken duyduğu heyecanı takipçisi olarak bizler de yaşıyorduk.

Ve o gün Avrasya Yazarlar Birliği’nin yer aldığı tarihi Ankara evinde şimdiki zamandan çıkıp hayallerden ideallere yükselen fikirlerin Türk dilinin ses verdiği toprakların bulunduğu insanları kucaklayan bir birlikteliğin arayışlarına daldık. Yakup Bey konuştukça Yahya Kemal’in “Akıncılar” şiirindeki ruha bürünüp atlarımızı şaha kaldırıp hizmet için harekete geçmek istedik. Oysa karşımızda sakin sakin konuşan bilge yaptığı onca hizmetin verdiği huzurla yapılacak ne kadar iş olduğunu da hatırlatıyordu. Onun bakışlarında bugünden geleceğe hatta çok ötelere bakan bir imanın heyecanına tanıklık ediyorduk.

Dönüş yolunda Yakup Bey’in ve AYB’nin değerli büyüklerinin benliğimde bıraktığı izleri takip ediyorum. Düşünüyorum, an’ın oyuncusu olmaktan çıkıp ve dünya belleğinin elimizi kolumuzu bağlayan her unsurundan silkelenip daha kararlı adımlarla hizmet için ne yapılacaksa harekete geçmeliydik. O zaman diliminde orada yaşadığım heyecanın beni bugüne taşıyan güzellikleriyle hala aynı istekle yol hikâyelerimi yaşamaya, yazmaya devam ediyorum.

Bugün elimde Yakup Ömeroğlu imzalı “İki Çınar” hikâye kitabındaki her bir hikâyenin gölgesinde Yakup Bey’in varlığını daha yakından hissediyorum. Anadolu’nun her bir zerresine mayaladığı Türklüğün çektiği çilelerle ördüğü insanlığı çok farklı karakter ve hikâyeleriyle bize ailesinden, mesleğinden, yaşadığı tecrübelerden, mücadelelerinden ve yaptığı hizmetlerin yaşattığı mutluluk ve huzurdan anlıyoruz. Türk’ün varlığın yaşanan onca acıya rağmen var olma mücadelesinin bütün mayasını “Hakk”ın huzurunda sadece Allah rızasından aldığını anlıyoruz. Kitaptaki “Sıkıntı” hikâyesinde Yakup Bey’in dünyaya bakışındaki derinliğin felsefesini okuyoruz. Türk dünyasına doğru bir uçakta iken kendini saran bütün sıkıntıları bir uzay haritasında gördüğü dünyanın yerini keşfetmesiyle üzerinden atıyor. Uzayın devasa sonsuzluğunda dünyanın nokta kadar yer aldığı yerde “Demek dünyamız bu!” diye düşünürken gülümsüyor. Bu manzara karşısında, hayatın meselelerini büyüterek içinde boğulmak yerine, meseleye doğru uzaklıktan bakabilmenin ne kadar gerekli olduğunu düşünüp rahatlamıştı.

Gölgesinde çınarları besleyen bilge o küçük noktadan baktı dünyaya ve insana. Orada benliğin verdiği tüm sıkıntılardan sıyrıldı. Hizmet yoluna daha nice fidanlara hayat vereceği ve gelecekte nice çınarların gölgesine sığınacak Türk’ün varlığında inancında huzur buldu.

Yakup Ömeroğlu hocamızın vefatını duyduğumda yüreğimde duyduğum derin sızı onun fotoğrafına bakarken yerini bir huzura, gülümsemeye bıraktı. Bir nokta kadar küçük bir dünyada o, dünya ufkunu aşan hizmetlerinin verdiği huzurla Rabbinin huzurundaydı. 

Biliyorum, Yakup Hocam yaşarken bu cümleleri kurmaya çalışsam o her zamanki olgunluğuyla beni susturacaktı. Hizmete adanmış bir ömrün sahibi gölgesinde çınarları besleyen bilgenin sakinliğiyle gülümseyecekti.

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 213. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 213. Sayı