HaftanınÇok Okunanları
KAYNAR OLJAY 1
SALIM ÇONOĞLU 2
Kader Pekdemir 3
İ. M. Galimcanova 4
Kardeş Kalemler 5
Osman Çeviksoy 6
Gülzura Cumakunova 7
Gece saat üçte çalan telefonun sesiyle uyandım. Bu saatte uyandırılmak için kaza, hastalık ölüm çok ciddi bir sebep olmalıydı. Derin uykusundan uyanmış insanın sendelemeleriyle, salona geçip masanın üzerinde çalmaya devam eden telefona ulaştım. Evdekileri de uyandırmadan bir an önce açmalıydım. Şehir dışında olan kızım mı arıyordu, yoksa yalnız yaşayan babama mı bir şey olmuştu? Yoksa!.. O kısacık sürede ne kadar çok ihtimal geçmişti aklımdan.
Arayan öğretmen arkadaşım Yusuf’tu.
-Alo, dememle birlikte Yusuf heyecanla bağırmaya başladı.
-Haydi neredesin. Mesajları da görmüyorsun. Sosyal medyaya da bakmıyorsun. Çabuk gel!
Sesinde endişe, korku belirtisi yoktu. Hatta keyifli sayılırdı.
-Gece saat üç. Nereye geleyim? Niye geleyim? Yusuf, neler oluyor?
-Bütün Dalyan kasabası ayakta bir senin haberin yok. Haydi oltaları, kovaları al gel. Balık kaynıyor sahil, balık…
Yusuf balık tutmayı severdi. Ben de bazen onunla bazen başka dostlarla balığa giderdim. Yusuf kadar merakım olmasa da her sahil insanı gibi oltadan, balıktan anlardım. İçim rahatlamıştı: Demek durum korktuğum gibi değildi. Korku ve endişenin salgılattığı hormonlar, bir anda uykumu açmıştı.
Gecenin bir yarısında ortalığı dolduran seslere eşim de uyanmış salona gelmişti. Konuşmalarımı dinleyerek bu saatte bizi sıcak yatağımızdan kaldıran sebebin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Yusuf ısrarla bildiğini okuyordu.
-Haydi çabuk. Büyük kovalarla gel. Ben yıllardır balık tutarım, böyle balık akını görmedim. Levrek bunlar, levrek… Yalancı balıkları da al gel...
Telefonda bağırarak konuşan Yusuf’un sesini eşim de duyuyordu. Şaşırmış bir halde gözlerime bakıyordu. Eşim, sahilde yaşayan birisi olarak, balık tutmasa da balıkla ilgili olarak bildikleri az değildi.
Gecenin bu saatleri levrek tutmak için en uygun zamanlardı. Gece yarısından gün aydınlanana kadar levrekler kıyıya doğru yaklaşır, amatör balıkçılar için tutulması kolay olurdu.
Yusuf ısrarını sürdürüyordu. Aniden heyecanı daha da artarak;
-Bak oltanın biri yine hareketlendi. Takıldı herhalde bir şey. Haydi çabuk gel. Akbük tarafındayım, dedi, telefonu kapattı.
Eşim de tuttuğu nefesini verdi. O da şaşkındı.
-Git bari, dedi. Madem bu kadar ısrar ediyor. Mayıs geceleri soğuk olur. Üzerini sağlam giy. Ben de oltaları çıkarayım.
-Levrek akını varmış. Yeni aldığımız yalancı balıkları da çıkarıver dedim.
Levrek her yeme gelmezdi. Levrek gibi balıkları tutmak için üretilmiş parmak büyüklüğünde yapay balıklar kullanılıyordu. Suyun altında bile pırıl pırıl parlayan bu sahte balıklar, ay ışığını öyle yansıtırlar ki levrek onları yutmak için gelir. Benim de yeni aldığım böyle bir takımım vardı.
Eşim onları hazırlarken ben giyindim. Tuttuğumuz balıkları koymak için iki kovayı da alınca sahile gitmek için hazırdım.
Arabayla sahile varmak çok zaman almadı. Akbük sahilin en düz yeriydi. Burada sahil göz alabildiğine dümdüz uzar giderdi.
Sahildeki manzara Yusuf’un anlattığından farksızdı. Sanki bütün kasaba sahile gelmişti. O uzun sahil boydan boya insan doluydu. Ay ışığında herkes oltalarını denize fırlatmış beklerken keyifle konuşuyorlardı.
Arabayı uygun bir yere bırakıp Yusuf’u bulmak için sahilde yürürken bir yandan da kovaların içine göz ucuyla bakıyordum. Hiç boş kova yoktu, her birinde en az bir iki levrek kıpırdanıyordu. Hem de yarım kiloya yakın iri iri levrekler. Her zamanki gibi yüksek sesle konuştuğundan Yusuf’u bulmak zor olmadı. Beni gördüğüne çok sevinmişti.
-Ahmet! Ne uykuymuş kardeşim. Bütün kasaba burada. Seni uyandırana kadar sabah oldu. Gel gel kovaları şöyle bırak diyerek kendi yanından bir yeri işaret etti.
-Bak o kovalar benim. Biri doldu, diğerini yarıladım. Bu sahil böyle levrek akını görmemiştir. İnsanlar balığa doyacak bu yıl.
Yusuf, bütün bacağı boyunca uzanan balıkçı çizmelerini de giymiş denizin içine doğru yürüyordu.
-Levrek sahile otuz santimetre derinliğe kadar yaklaşabilir ya demin ayaklarımın arasından geçiyorlardı, diye heyecanla anlatıyordu.
Oltanın birini çıkarıp pırıl pırıl parlayan sahte balıkları da taktıktan sonra ben de suyun içine gönderdim. Daha ikinci oltayı hazırlamayı bitirmemiştim ki diğerini bir levrek çekmeye başlamıştı bile. Yusuf’un keyfine diyecek yoktu.
-Gördün mü? Bu sahil böyle levrek görmedi.
Herkes denize atığı oltayı çok geçmeden sarmaya başlıyordu.
Kimler yoktu ki sahilde: Muhtar, öğretmenler, imamlar, bakkal, manav herkes oradaydı. Bazıları çocuklarıyla gelmişler her birinin elinde bir olta, balık tutmuyor adeta denizden levrek topluyorlardı.
Misinaların her gerilmesi insanlarda neşeyi biraz daha artırıyor, oltanın makarasını hızlı sararak balıkların ipleri koparmasına adeta yardım eden acemiler gülüşmelere sebep oluyordu.
Ben sahile geleli bir saate yakın olmuştu ve getirdiğim kovalardan biri gümüş renkli levreklerle dolmak üzereydi.
Denizin açıklarından orta boy bir balıkçı teknesi göründü.
Yusuf nasıl heyecanlanmıştı.
-Vay be! Akıllı adamlarmış. Biz nasıl düşünemedik. Bahattin’in teknesi ile gelsek ne kadar çok balık tutardık, diye hayıflanıyordu.
Yusuf, her mevsimde pahalı ve lezzetli bir balık olan levrekten ne kadar para kazanabileceğini hesap ediyordu.
-Kaçırdık parayı, dedi. Ve uzaktaki tekneye bakıp “gırgıra benziyor bu” dedi. Şimdi nasıl yapıyor biliyor musun diye bana dönüp anlatmaya başladı. Bu tekne gırgır ağı ile balık sürüsü çevrildikten sonra ağın dip tarafında bulunan büzme halatı sepetin ağzını kapatınca balıklar oraya hapsolur. Sonra çek yukarıya vinçle, adamlar ne para kazanacaklar.
Yusuf, bir yandan teknedekilerin bu levrek akınında ne kadar para kazanacaklarını hesaplıyor bir yandan da yakında oltalarıyla balık yakalamaya çalışan muhtar ve imamla şakalaşıyordu.
-Bakın bu işi siz akıl etseydiniz cami inşaatını tamamlardınız. Bir gırgır teknesi alıp gelseydiniz, minarenin parasını da çıkarırdınız, diye sesleniyordu.
Dediği kadar para kazanılır mıydı bilmem ama kısa zamanda çok para kazanılacağı açıktı.
Yusuf Muhtar ve İmamla şakalaşırken muhtarın telefon çalmaya başladı. Muhtar, Yusuf’un şakalarından kurtulacağı için çok memnundu. Neşeyle telefonu açtı ne var ki konuştukça keyfi kaçmaya başladı. Telefonu kapattığında düşüneli bir hali vardı.
Yusuf, hâlâ Muhtarın üzerine gitmeye devam ediyordu.
-Bir tekne levreğin kaç lira edeceğini hesaplayınca Muhtarın keyfi nasıl kaçtı bak, diyerek gülüyordu.
Muhtar düşünceli bir halde,
-Arayan, denizin açığında bulunan balık çiftliğinin sahibiydi, dedi. Görünen balıkçı teknesi de onlarınmış.
-Akıllı adam gördünüz mü, diye araya girdi Yusuf.
-Yok öyle değil dedi Muhtar. Balık üretim çiftliğinde demir ağları patlamış, balıklar denize kaçmış. Tekneyle o balıkları toplamaya çalışıyorlarmış.
Bu yoğun levrek akınının sebebi anlaşılmıştı. Balıklar yakındaki çiftlikten kaçan levreklerden başkası değildi.
Kendini balığa kaptıran Yusuf,
-Ben çiftlik falan anlamam. Gece yarısı geldim burada denizden oltamla balık tuttum, dedi.
Muhtarla birlikte fikrini öğrenmek için imama doğru bakmaya başlamıştık. Ondan bir cevap beklediğimiz anlayan İmam;
-Ben okuduğum kitaplarda hiç böyle bir örneğe rastlamadım. dedi.
Muhtar da bu cevaptan aradığı çözümü bulamamıştı. Nasıl böyle bir örneğe rastlayacaktı ki, o kitapların yazıldığı yıllarda balık çiftlikleri mi vardı?
Muhtar’a,
-Bence çiftliğin sahibini arayıp, bazı arkadaşlar tutukları balıkları size vermek istiyorlar diye söylemelisin dedim.
Muhtar, yavaşça elini telefonuna uzatırken Yusuf ve İmam seslerini çıkarmadan bekliyorlardı.
Muhtar, biraz önce konuştuğu kişiyi arayıp tekrar geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra teklifimizi söyledi.
Konuşmalara şahit olan insanlardan etrafımızda bir halka oluşmuştu.
Açık havada karşıdaki kişinin ne dediğini duyamıyorduk ama Muhtar,
- Size nasıl yardımcı olabiliriz, diye soruyordu.
Konuşmayı bitirdiğinde hepimiz muhtarın söyleyeceklerini merakla beklemeye başladık. Yusuf dayanamayıp,
-Ne dedi, diye atıldı.
Haber kısa sürede bütün sahile yayılmış, en uçta balık tutanlar bile duymuşlardı. Herkesin kulağı muhtardaydı.
Muhtar rahatlamıştı. Yüksek sesle konuştu:
- Herkese selamları var! Bizim hediyemiz olarak kabul etsinler, afiyet olsun, diyor.
Yusuf, ben gece boyu denize olta attım, balık tutum! Ne hediyesi diyecek oldu ama vaz geçti.
Biz kovalarımızı alıp arabalarımıza doğru yürürken yeni gelenlerle kovaları henüz dolmamış olanların bir kısmı denize olta atmaya devam ediyorlardı.