Gözler Gözler...


 01 Kasım 2024


Yolculuk ederken N köyünün küçük yemekhanesine girdim. Buraya genellikle oraya buraya giden şoförler uğrar. Yemekhane yol üstündeki şoförlerin sıradan giysilerine, kaba saba hareketlerine, rahatça oturmalarına imkân sağlıyor gibi. Sadece şoförler değil, buraya kim girerse girsin hâl ve tavırları yadırganmaz. Bizde, âdet olarak, kalabalık bir ortamda sigara içilmez. Fakat burada, sigara dumanı eksik olmaz. Yemek verilen pencereden soğan ile kavrulmuş yağlı etin kokusu çıkar, yemeği veren tıknaz aşçının da yüzü görünür.

O kadar da iştahım yoktu aslında. İştahımın olmamasının sebebi yemekhanenin kirliliği değil, yolculuk esnasında yemek yiyip rahat rahat oturamam. Buna da alışmışım. Bu sebeple bir bardak kapkara bir çay aldım ve sigaramı yaktım. Şoförlerin yemeklerini bitirmelerini beklerken bir köşede oturuyordum.

Bir ara Kırgız bir kadının yemekhanede yankılanan acı acı bağırtısı hepimizin dikkatini ona yöneltti. “Yemekhanenin dolu olmamasının kötü bir yanı da bu olmalı.” diye düşündüm ben.

-Terbiyesiz! diye bağırdı kadın karşısındaki güzel giyinmiş delikanlıya. Kadın epeydir tabak çanakları toplayıp masaları temizliyordu.

-Sen artıkları toplamayı öğren! Bana bağırma, anladın mı?

Delikanlı yağlı ellerini masanın üstüne doğru silkip kadından uzaklaştı.

Öfkeli kadının gözleri hala çakmak çakmaktı. Delikanlı bunu anlamadı. Kapıya doğru giderken, kadının söylenip durduğunu duyup geri geldi. Sinirli görünüyordu. O sırada aptalın biri “Şimdi ortalık karışacak!” dedi. Fakat iş tamamen farklı cereyan etti. Kadın kendine doğru gelen kara kuru delikanlıya iki saniye baktı ve tabakları masaya koydu. Bu hareketi kurulan bir kapanı andırıyordu. Aradan üç saniye geçmeden delikanlının sol yanağından “Şap!” diye bir ses duyuldu. Delikanlı yumruğunu sıkıp gerildi ve kadına yumruk atacağı sırada yan masada oturan Rus şoför delikanlının kollarını tuttu. Delikanlı kollarını kurtaramadı. Çok öfkeliydi ve ağzından birçok küfür çıkıyordu. Onun ne söylediğiyle pek işimiz yoktu doğrusu. Tüm dikkatimiz kadının üzerindeydi.

-Utanmaz… Senin gibiler insanlara zarardan başka bir şey vermez. Yemeğini yemiş, bir de yağlı ellerini artan ekmeğin üzerine siliyor, aptal!

Mesele şimdi anlaşılmıştı. Gerçekten de kirli ve yağlı ekmek kırıntıları masanın üstünde duruyordu. Biz ne diyeceğimizi bilemeyip öylece kaldık. Ekmek kırıntılarından sonra tüm gözler sıradan ve kibirli delikanlıya çevrilmişti. Ben ise delikanlıya çevrilen gözlere diktim gözlerimi. Zamanın ortasında dikleşen vücutlar, öfkeli yüzler ile acımasız gözler bir araya gelip bir bütün oluşturmaktaydı. Kırklı yaşlarına gelmiş oval yüzlü Kırgız şoförün gözleri iç dünyasını olduğu gibi yansıtıyordu. Nefret duygusu uyandıran bu bakışlara bazen rastlardım. Kahverengi kirpikleri göz kapaklarına yapışmış, saplanmak üzere olan bir mızrağa benziyordu. Göz bebekleri düşmanın kaçmamasını gözeten kinci vahşi bir hayvanın sert bakışlarını andırıyordu. Çoktan unutulmaya başlanmış zorluklar onun gözlerinde yeniden hüküm sürüyordu. Öfkeli delikanlı hiç kimsenin gözlerine dik dik bakamadı. Başını eğdi ve kalabalığın arasından sıyrılıp dışarı çıktı. Giderken yüzünde “Böyle bakacaklarına bunlardan biri bir yumruk atsaydı bana daha iyi olurdu!” diye düşündüğü belliydi. Dik dik bakan gözler için onun sıradan bir çiftçi veya bir profesör olmasının bir önemi yoktu. Bu durum hiçbir makamı önemsemeyen insanların doğal bir davranışıydı. Delikanlı çıkıp gittikten sonra kalanlar onun hakkında konuşmadılar. Çünkü böyle geleneklere ve toplum kurallarına uygun olmayan bir davranışın daha nesi konuşulabilirdi?

Biz yolumuza devam ettik.

Günün kuru sıcağında serçeler gibi şarkılar söyleyen Uygur kadınlar sabahtan akşama kadar anızlarda gübre saçıyorlardı. Eşeklere binmiş yaşlı Uygurlar sokaklarda bin bir güçlükle topladıkları tezekleri anızlıklara saçıyorlardı. Sürüm zamanında ise, öküzler yetişmediği için insanlar açılmış arkların ara kısımlarına bölünüp çapalarla gübreyi yayıyorlardı. Tohumlar toprağa serpilince de gübre saçıyorlardı. Sulama zamanında ise arkların kenarına yerleştirilen toprak küplerin içindeki kişilerin idrarını kadınlar uzun saplı kepçelerle arklardaki suya koyması gerekiyordu, çünkü sıradan bir iş olarak çalışmakta olan kadın ve erkeklerin hepsi toprak küplerden başka hiçbir yere işeyemezler.

Bin bir güçlükle yetiştirilen ekin hasat edildikten sonra ambarlara gönderilir, sonra yine birçok zahmetli iş başlar ve buğday yerine çavdar ekilirdi.

Bir gün öğleden sonra “Komün üyeleri” ile birlikte şose yanında, doğuya doğru gitmekte olan vasıtalara bakıyorduk. Hepimiz de bundan on dakika önce elimize tutuşturulan cevendeleri toprak kâselere koyulan kara çaya batırıp batırıp yiyorduk. Cevende dediğimiz çavdar ununa biraz buğday unu katılarak yapılan bir ekmek. Bulanık, boz renkli ve az pişmiş bu azığımız bizim yarım günlük enerjimizi sağlamak zorunda. Fakat bu genellikle umut olarak kalıyor. Karnımız ne kadar aç olsa da elimize ikinci bir cevende bile geçmeyeceğini bildiğimiz için kanaat etmemiz gerekiyordu. Güneyin kuru sıcağı dışarıdan gelen beni değil, yerli çiftçilerin bile derilerini kavuruyordu.

Şosedeki ağır vasıtaların kabinlerinde otomatik tüfekli askerler gördük. Çiftçiler onları kocaman gözleriyle izliyordu. Branda ile kapatılmış kasada fazladan konulmuş küçük çuvallar dikkat çekiyordu.

Ben yanımdaki yarı aç çiftçilere baktım ve tüm vücudum titredi. Ömrümde bu kadar bir şeye tüm dikkatiyle dik dik bakan gözler görmemiştim. Vasıtalar şoseden dönüp gelmiş ve adamların gözbebeklerine kadar giriyormuş gibi göründü bana. Rengi atmış sessiz yüzler taş kesilmişti adeta. Adamların çene kasları titriyor, damarları belirginleşiyordu. Normalde o öfkeli gözlerin kudreti geçip gitmekte olan vasıtaları buharlaştırmalıydı, ama tam tersine sıradan kişilerin gözlerinden sıçrayan bu müthiş kıvılcımlar buharlaşıp havaya karışıyor gibiydi.

Biz kenarda durup ne kadar baktığımızı anlamadık. Ağır vasıtaların kuyruğu da kesildi. İşte o zaman büyük gözlerle bakanlar eğitilmiş gibi gürledi! Onların o mutsuz gözlerine tekrar bakasım gelmedi. Çünkü, mutsuz gözler yüreksizliği, farklı şekilde söylemek gerekirse, anlamsızlığı gösterir sadece. Vasıtaların geçtiği sıradaki öfkeli gözler benim hatırımda hep kaldı. Evet, bu gözleri dünyanın en ünlü aktörleri dahi taklit edemez.

N köyündeki yemekhaneden çıktıktan sonra hatırımda kalan gözler işte tam da bu gözlerdi.

 

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 215. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 215. Sayı