Halk Komiseri


 01 Haziran 2023



Bağımsızlık tanı attığından
beri, o karanlık zamanın acımasız
kalemiyle halkın alnına
kara kaderi kazıyan, suçsuzları
haksızlık ateşiyle yakan,
masumları suçlayan “şafak
kızıllığının tanı” kaybolmaya
başladığında kızıl meclisin
kurduğu manevi tuzağın taş
kalesi çöküp çınlayıp duran
gerçeğin sesi duyulmaya
başladığında tövbe edenlerin
sevincine şahit olmak
çok büyük bir mutluluk değil
mi?! Böylesine yürek yakan
ve zalimce cezaya maruz kalan Alaş’ın aslanı,
tanınmış hukukçu Seydazim Kulmagambetulı
Kadırbayev’in sonraki neslinin ruhunu bir kurt
gibi kemirip akıllara durgunluk veren, onların
onurlarını lekeleyen, alınlarına damga vuran
ve insanların onların yüzlerine bakmamasına
sebep olan olaylar.
Bağımsızlığın kuvveti bu olanların tamamını
ortadan kaldırmış gibiydi. Daha önceleri gizlenen,
korkudan söylenemeyen hakikatlere
karşı adalet galip geldi. Örneğin, İç İşleri,
Halk Komiserliği yönetiminin 11 Ekim 1938
tarihindeki emriyle ölüm cezasına çarptırılan,
ülküsü yolunda geri adım atmayan Alaş
emekçisi Seydazim Kadırbayev’in
bu mahkeme kararından
yaklaşık altı gün sonra
kurşunlanarak idam edildiği
bilinmektedir. Onun küçük
kardeşi Seydahmet’in uykusuz
düneksiz sorguya çekilmesi
neticesinde, abisinin
Voronej Bölge Mahkemesi
başkanlık heyetinin 28 Nisan
1966 yılındaki kararıyla adının
aklanıp beraat ettiği bilinmektedir.
Bu adaletli kararın
hiçbir olay ya da duyum
olmadan çıktığı da malum.
Kazak Sovyet Ansiklopedisinde
bir eksiklik kaldı. Bu eksiklik ancak bağımsızlığın
gerçekleşmesinden sonra yayımlanmaya
başlanan Kazakistan Ulusal Ansiklopedisinin
5. cildinde düzeltilmiştir. 5. cildin 187.
sayfasında şu şekilde açıklama yer almaktadır:
“(Kadırbayev Seydazim Kulmağambetulı
1885 yılında, bugünkü Kostanay bölgesinin
Jangeldin ilçesinde doğmuştur. 1938, Rusya
Voronej). Torğay bölgesindeki Alaşorda
hareketinin gayretkeşlerinden birisidir. Torgay’da
bulunan Rus-Kazak teknik okulunda
okumuş, 1913-1918 yıllarında Orınbor’daki
adliyelerde çeşitli görevlerde bulunmuştur.
1918-1920 yıllarında A. Baytursınov, M. Duv-

latov, vb. ile birlikte Alaşorda’nın Torğay’daki
askeri birliğinin üyesi olmuş; 1921-1929 yıllarında
Kazak SSCB Halk Komiserliği Yasama
bölümünde çeşitli görevlerde sorumlu yönetici
olarak çalışmıştır. 1919’da A. İmanov’un
ölümüne sebep olan ve Torğay’da gerçekleşen
olaylarla ilgili olarak 1929 yılında Alaşorda
emektarları ile birlikte suçlanmış, 1930 yılında
Voronej’e sürgüne gönderilmiştir. 1937
yılında tekrar yakalanarak ölüm cezasına
çarptırılmıştır. 4 Kasım 1988 tarihinde Kazak
KSR Yüksek Mahkemesinin kararıyla bütün
suçlarından aklanmıştır”.
Böylece kendi milletinin yüreğini sızlatan şüpheler
kesin olarak ortadan kalkmıştır. Ancak,
Voronej’deki aklanma belgesi ile ülkemizdeki
(Kazakistan) gerçekler iki ayrı nehir gibi 22 yıl
boyunca şüphe içinde kalmıştır. Ey, ruha acı
veren uzun uzun devam eden sesler. Başka
ne çaresi var? Arkadaşları sabırla bekliyordu.
Ağabeyinin aklandığı ilk belge eline ulaştıktan
sonra Seydahmet 12 yıl daha ömür sürmüştür.
Bu belge sanki cennetteymiş gibi yıllarca
onun ruhunu beslemişti. O güne kadar
korkarak geçirdiği ömründeki bu korkuları
terk ederek, kalan kısıtlı zamanını korkmadan,
kaçmadan rahat bir şekilde geçirdi. Ağabeyinin
apak hayatını, tertemiz şerefini temize
çıkarmıştı. Ey Tanrım, ne rüya! Şimdiki arzusu
nedir! Neslinin, unutulmuş mirasını hatırlatmak.
Artık ülkedekilerin önünde hepsinin
yüzü aktı. Yüreğindeki kapanmamış yaraların,
ruhuna eziyet verdiği gerçeğini nasıl saklayabilir.
Kendi ülkesinin yetkilileri, bu adaletli
kararı büyük milletine ne zaman duyuracak?
Cevabını bilmediği soru, keyfini kaçıracak bir
soru. Bu açığa çıkmamış karanlığın durumu,
yüreğinde sönmemiş olan yangın Seydahmet’i
daha da yakarak küle döndürmüştü. O,
ağabeyinin arzuladığı bağımsızlığı göremeden
1978 yılında vefat etti. Doğduğu Cumhuriyet’in
S. Kadırbayev’i aklaması ancak onun
ölümünün üzerinden on yıl geçtikten sonra
mümkün olmuştur.
Kısacası vatansever Kazak S. Kadırbayev,
hiçbir zaman silinmeyecek ülküsüyle, hayat
dolu kişiliği ve ölçülemez cesaretiyle halkının
kalbinde ebedî bir yer edinmiştir. Beklediği
günü kendisi göremedi, başkaları karşılandılar.
Devletinin yaptıklarına çok üzülen Seydazim
gibi liderlerin tamamını yüceltip saygıdeğer
kişilerin saflarına katmıştır.
Bir sevinç bir pişmanlık… Sevinci daim olsun.
En üzücü olan şey, Seydazim gibi önemli bir
vatandaşın hayatı, emek yolu hakkında bu
zamana kadar pek az şey konuşulması ve yazılması
diyebiliriz. Bazı kaynakların arasında
ara sıra adı geçse de onun hakkında pek az
bilgi bulunmaktadır. Seydazim’e yapılan ihanet,
tarihe yapılmış olan bir hakaret değil midir?
Bugünkü nesil, geçmişinin cesur şahsiyetlerinin
dar yollardan, kaygan zeminlerden
geçtiği hayatlarından yoksun büyürse halkın
da geleceği karanlık olmaz mı? Bağımsızlığın
bedelinin ne olduğunu kim anlayabilir, söylesenize.
Korunacaksanız, sadece bugünle
yetinen, kanaatkar, geçmişin karmaşık işlerini
bilmekten, ayrıca da kayıtsız kalmaktan sakının,
dikkat edin!
Eski Torğay, Seydazim Kadırbayev’i eğitim
konusunda ustalaştırarak, Rusça ve Kazakça’nın
yardımıyla iki kanadını sağlamlaştırarak,
belirsizlik içindeki zamanının salınıp
duran teknesine tevekkülle bindirmiş gibiydi.
Zor dönemlerde ele aldığı sayfaları açıklamak
gerçekten bir kıyamet gibidir. Bugünkü
amaçlarının yarınınkiyle hiçbir şekilde karşılaştırılamayacak
bir yaşam sembolü olarak
kalması kötü bir tehlikedir. Bu şekilde, demir
bir direk gibi dimdik durup yolundan sapmayan,
kutup yıldızı gibi parlak yıldızlar varsa
binlerce şükür. Seydazim’in bu bakımdan
şansı vardı. Şu anda yanında olmasa bile küçüklüğünde
tertemiz birlikte büyüyüp, aynı
nehrin suyunu içip, çocukluk çağında kulun
tay gibi tepiştikleri aynı yaşlardaki Mirjakıp
Duvlatulı bazen Karkaralı bazen Orınbor
şimdi bir de Semey taraflarından uzak yerlerde
olsa da onlarla haberleşerek hal hatır
sormasının ardındaki siyasi düşüncesini ortaya
çıkararak, henüz mücadeleye girişmemiş,
eğitilmemiş sarı ağızlı bir civciv gibi bir amaca
ve hedefe meyilli gibi görünerek yüreğini
ortaya koyuyordu. Torğay’a ilk kez geldiğinde
Mirjakıp: “Seydazim sen, yeni yollara çıkmaya
çalış! Tok karın, temiz kıyafet yakışmıyor sana.
Etrafına bir bak. Esne rahatla. Senin gibi eğitimli
bir genç sürekli olarak ülkesine sağlayabileceği
faydaları düşünmelidir. Şu Ahmet
ağabeyimiz mücadeleye gidiyor ya. Neden gidiyor? Düşün bir? Anlatayım sana…” diyerek
uzun uzun konuşmaya başladı. Aklına yatmayanı
da var, aklına yatanı da var. Önünde
sonunda vatanım, toprağım diyerek gerçek
bir yol bulmaktan daha iyisi, amacını fark ettirmeden
bu yolu hikâyeleştirmektir. Uyuklayan
bir sersem gibi Seydazim, bir anda uykudan
uyanmış gibi olduğunu hissetti.
Mücadele başladı. Beklenmedik bir karar
mücadeleye yol açtı. Aklının derinliklerinde
hüzünlü ve kaygılı, dokunaklı ve ahenkli müzik
yerine bir rüyanın, bir kuşun umudu, vatansever
yüreğinin coşkusu ve kıymetli bir cesaretle
tütsülenen ihlas ve gayreti, yeniliklerle
ıslanmış dertli bir endişe kalıntısı gibi titreyip
duruyordu. Böylece Seydazim kararsızlığını
bir kenara bırakarak kalabalık halk kitlesinin
peşine takılarak gittiğini fark etmedi… Fikirdaşları
“Aqjol! Aqjol!” derken onun haline
şaşkınlıkla bakıyorlardı.
1917 yılının ilkbaharı ve sonbaharı gerçekleşecek
devrimin başlangıcını önceden fark etmiş
gibi kara fırtınayı, kaygılı günleri önceden
tahmin etmiş gibi koruyan bulutu, hiddetlenmeye
başlayan güçlü kasırgayı ve eğri büğrü
olan ülkenin ruhunu bir kumaş parçasına
düğümlüyor gibiydi. Yağmurlu ve asık yüzlü
bir 4 Mayıs yıldızında Petrograd’a İçişler Bakanlığı’na,
Leont’ev’e 350 numaralı telgrafı
Torğay komiseri adıyla yollanmıştı. (QP OMM
17. QOP, 1 TİZİM 4 İCİ 66 PARAQ). Metin
şu şekildedir: “923 köy yönetimi, idari bölge,
ilçe yönetimi, vatandaşlık komiteleri ve onların
idaresinin yürütme organları organize
olup birleşerek ortak çalışma halinde hareket
etmektedirler. Kongrenin bölgedeki 350 delegesi
tarafından seçilen eyalet yönetiminin
oluşumunu duyuyoruz: Başkanı, 86. bölge
teğmeni, yüksek eğitimli, avukat Tkachenko;
başkan yardımcısı Kırgız, Orınbor bölge mahkemesi
sekreteri Kadırbayev; kurulun sekreteri,
tarım eğitmeni olan Medvedev’dir; üyeleri
Ruslar Lavanov, Slovokhotov, Kazantsev, Kırgızlar
Baytursınov, Duvlatov, Begimbetov”.
Bu olağanüstü duyurunun hiç beklenmedik
anda yapılmasında da bir sır var gibiydi. İster
bozkır ülkesinde büyük bir uğultu sesiyle
titresin, ister kara ormanın, tepelerin kıvrımlarına
çarpan şiddetli rüzgârdan korunsun, bir
şekilde derin bir iç çekiş hissederlerdi. Sanki
öfkeyle tabii bir akıntıya kapılıp da giden, ezilen
taşların gücünden dolayı hayal kırıklığına
uğramış gibi, hükümet kadrosundaki çeşitli
değişiklikleri hakkında açıklama yayımlandı.
İnsanı sık boğaz eden bir karışıklık var. İhtiyatlı
olmanın zıddına, bir derman yolu gibi
görünen garip bir çaresizlik. Telgrafın amacı
buydu. Dikkat isteyen tiz bir haykırışa benzeyen
eski bir ses, nefes sıkışıklığı, dikkat için bir
çağrı. Korkunç bir panik. Dikkatsizce yapılan
bir hazırlık.
Evet, kendi kendine, bütün gücüyle direnişe
geçen hareket bu şekilde başladı. Ulusal çıkarların
büyük ideali manevi kazanımlardır.
Çarlık Rusyasının çözüme kavuşmayan emirleriyle
iyice bezdirici olan bozkır ülkesinin
çiğnenmiş hayatına farklı bir yenilenme, rüzgarı
yeni ilhamlar getirmeye can atan genç
Afganlar, Afganların gönlünde toplanmış ve
vatanlarıyla birlikte onu kaybetmeye kararlı
şekilde, onu bu hareket vasıtasıyla vatan evlatlarıyla
kaybetmeye karar vermişlerdir. “Hey,
aferin!” bütün gücünü kullanarak yapılan
kayda değer bir hareket! Bütün bunların ortasında
Torğay eyaleti geçici yönetim kurulu
başkan yardımcılığına seçilen S. Kadırbayev,
7 oy veren seçmenin oy birliğiyle desteğini
aldı. Yönetici olarak seçilen S. Kadırbayev’in
açık alnından öptüler. Ateşli gözlerini uzaklara
dikti ve öfkeli bir halde yılmaz bir mücadeleye
başladı. Uğraşa uğraşa geldiği zirveden
yavaşça baş köşeye geçti. Bağrını yerlere yayarak,
eşit olarak denk basan Taybuvrıl1 gibi
dört nala koştu. Apaçık şekilde tavrını belli
eden Seydazim, yüğrük at gibi özlemle beklenen
mutlu günlere ulaşmaya can atıyor, var
gücüyle koşturuyordu.
Torğay bölge yönetiminin 8 Mayıs 1917 tarihindeki
meclis protokolünü dikkate almaktayız.
Katılımcıların arasında M. Duvlatov ile
S. Kadırbayev’in adı geçmektedir. Ele alınan
meselelerden biri Torğay ilçesi polislerinin
yöneticisi Garf’ın telgrafına uygun olarak Irğız’dan
Torğay’a kadarki posta yolundan kira
alınmasının anlaşması hakkındaydı. Bu konu
hakkında bilgi toplayıp, bir sonraki toplantıda
durumu bildirme Kadırbayev’e teslim edilmiş-ti. Ele alınan bir sonraki meselede Kırgız revir
doktorlarının kurumunun düzenlenmesi, çalışanlarını
tatile gönderme önerisi olarak ele
alındı. Bu hususta bir karara varılarak, orada
yapılan çalışmaların durumunu dikkatlice incelemek
için Aktöbe ilçesine Duvlatov, Kadırbayev
ve Tkaçenko’nun bir iş ve araştırma gezisine
gönderilmesine kadar verilmişti. Ayrıca
kararın ikinci noktasında revirin çalışmalarını
teftiş etmek için kurulan heyete Duvlatov, Törmehamedov,
Lobanov dahil edilmiş, onlara
bu iş için bir muhasebeci bulmaları görevi
verilmiştir.
Büyük emek harcanarak çözülen bu sorun,
bölge yönetim kurulunun 11 Mayıs’ta yaptığı
toplantıda yeniden gözden geçirildi. Ele
alınan mesele hakkında Kadırbayev’in raporu
dinlendi. Tartışma kızışmış, bir taraf posta
yolunun geçici olarak durdurulmasını talep
ederken, diğer taraf Kadırbayev gerekçelerine
dayanarak bu istikametteki posta iletişiminin
durmaması gerektiğine toplananları
ikna etmişti. Olayın esasına gelindiğinde işin
önemi bu çözüme ulaşmayı sağlamıştı. Çözüm
olarak alınan kararda şu sonuca varıldı:
“Sunulması için üzerinde çalışılan bu çalışma
hakkındaki rapor Bakanlığa yollanmış,
Popov’un raporunun iptali davasının sonlandırılmasına
ilişkin mahkemede dile getirdiği
mutabakat yazısına desteğimizi bildirerek ve
harekete geçici olarak devam etmek için ondan
izin isteyerek Bakanlığa gönderilmiştir.
Posta taşımacılığı için Irğız ve Torğay ilçelerinin
Kırgızlarına iş ücreti Torğay ilçe komitesinin
hesaplamasına göre ödenerek, Popov
ile işin durumunu iyice düşünerek, bir karara
varılana kadar postanın zemstvo (yerel yönetim
organları) adı ile taşınacağı, Irğız ilçe komitesinin
dikkatine sunulsun”.
İşte, davaya duyulan sempati, böyle bir tavırdan
açıkça hissedilmektedir. Elbette bu
belgelerdeki veriler, Kadırbayev’in kendisine
yüklenen bu suçun etkili bir şekilde soruşturulması
için çok çaba sarf ettiğinden şüpheye
yer bırakmamıştır.
Onun doğduğu 9. köyde çıkan yangını, onun
nedenlerini aceleyle değerlendiren toplantıda
da Seydazim’in adaleti, ortak çıkarları her
şeyin üzerinde tutmasında kanıtlanmış ustalığı
ve organize edici kişiliği her şeyden önemlisi
çalışmalarındaki temiz şerefine laf getirmemesi
ondan sonrakileri hayran bırakmıştır.
Aynen bu şekilde ihanete yer yok. Böylece
Kırgız Asavov’un yangının verdiği zararın tazmini
talebi üzerine özel bir komisyon oluşturulacak
ve ancak kesin hasarın büyüklüğü
belirlendikten sonra gereken miktarda yardım
yapılacaktır. Gücü elinde tutan, itibarının
zedelenmesine rağmen kendi köyünün durumunu
diğer şeylerden daha çok önemseyerek,
adaletin terazisini döndürerek, ivedilikle
bir karar çıkararak, alelade bir şekilde parayı
gönderse de başkalarının elini taşın altına
koymadığını hissetmişti. Fakat onun daha çocukluğundan
itibaren karakterine yerleşen ve
şekillenen tavrı, sadece köyünün değil daha
çok ulusal çıkarlarını düşünmek ve bunlar
için var gücüyle çalışmaktı!
Seydazim, medeni tavrın milletin geleceğini
düşünerek oluşturulan bir içerikle zenginleştiğini
asla unutmaz. Doğduğu ülkesi için neyin
uygun olduğunu dikkatlice ayırt ederek, yapılan
iyiliği küçümseyecek dar görüşlü bir insan
değil. Sürekli hayalini kurduğu şey, ülkesinin
gençlerinin okuryazar olacağı, gelecek
neslin dikenlerle çevrili çemberden çıkarak
eğitimin gücüyle göklere tırmanacağı şeklindeki
tatlı bir hayaldi. Bilim dilini öğrenseler,
teknolojinin sırlarına bütün ayrıntılarıyla vakıf
olsalar diyordu. Gelecekteki milletinin diğer
milletlerle eşit olacağı günü görmek için can
atıyor. Ya, medeniyet, edebiyat, kültür alanları
da gelişirse? Aman Allah’ım, kim herhangi
bir Kazak’a dokunsa, bilir ki o usta bir konuşmacı,
usta bir sanatçı, yerel bir tarihçi, eski
yaşam tarzlarının sırlarını bütün ayrıntılarıyla
bilen çok yönlü bir vatandaş çıkacaktır. Bu
özelliklerini geliştirirse, yeni şeylere uyum
sağlarsa, herhangi bir milletten geri kalmayacaktır.
Seydazim, ender bulunan mercanları
topluyormuş gibi tekrar tekrar düşüncelere
dalarak “Yok, yok, benim halkımın geleceği
parlak onun eşsiz tabiatının birçok yabancıyı
imrendireceğine inanıyorum. Yalnızca onun
imanlı yüreğini ilmin nuru ile aydınlatarak,
merhametinle sevindir, yaratıcı Tanrım!” demişti.
Yine de düşüncelerinden tamamen
tasasız ve özgürce vazgeçemez. Tehlikeli düşünceler
de hakimdir. Sırayla birbirini kuşa tan faydasız hayatlar. Mirjakıp dostunun dertlerini
hatta kendisinin bile arkadaşının sırrını
tam olarak ortaya koyamadığını nasıl gizler.
Beklenen toplum nasıl olacak? Özgürlüğü arzuluyorum
diyerek, kaburgası sökülen halk az
mı? Kaç kişi özgürlük için savaştı, kaç kişinin
gönlü kanadı? Hedeflerine kayıpsız bir şekilde
ulaşmak nasıl olacaktı? Ancak, bir hedefe
kolayca ulaşılır mıydı? “Haydi, seni serseri, ne
yaptığını, derdini bir göreyim” diyerek süren
şiddetli nağmeleri kesintisiz bir biçimde kulaklarında
çınlıyordu. Onu karanlık zindanlara
çeken zalim bir çınlama! Onun memleketi
olsa da hala bir şaşkınlık içindedir, uykudan
uyanmadan sersem bir halde yatmaktadır.
Birbirini takip eden, küçük tartışmalar ile
günlerini geçirmektedirler. Böyle talihsiz bir
duruma son zamanlarda sadece kendisi müdahale
etmek zorunda kalmıştır…
Fırtınalı bir günde çıkan yangın gibi yayılmak
üzere olan bu fırtınayı önlemek için Seydazim
acilen bölge yönetim kurulunu toplantıya çağırır
(25 Haziran 1917). Ele alınan meselenin
yapısı şu şekildedir: Torğay bölgesinin Aktöbe
ilçesindeki 455 numaralı arazinin vatandaşları
yönetime gelerek sundukları şikâyet
dilekçesinde İlek yönetimine bağlı 2 numaralı
köyün haklarının iptalini talep etmişlerdir.
Özellikle köylülerin sığırlarını meralarda ve
tarlalarda otlattıkları ve sığırlarını bıraktıklarını
öfkeyle dile getirmişlerdir (ҚР ОММ,
18-қорД-тізім, 15-іс,25- sayfa).
Bu davranışlar, çaresiz bırakılmamayı gerektiren
geriye dönük söylemlerdir. Öncelikle,
bu mücadelenin sonuçlarını gözle görmek
için yönetim başkanı Tkaçenko ile ikisi birlikte
yola çıkarlar. Şikâyet etmek için bir sebep
vardır. Sığır toynakları ile çiğnenmiş çimenlik,
çayırlık yer. Ve bazı yerler sanki oraya kara
bir çekirge sürüsü konmuş gibi yok olmuş.
Tarlanın yeşil fidanları çiğnendiğinden, artık
buranın mahsul vermesine inanmak zor. Valiye
gidip bölgedeki isyanları durdurmasını
söyleyerek ve bu konunun ciddiye alınması
gerektiği uyarısını yaptıktan sonra geri dönerler.
Daha sonra gözlemlendiğinde, hiçbir
şeyin yetişmediği görülür. Şimdi ise mecbur
kalıp yönetim kurulu üyelerini acil bir şekilde
toplantıya çağırdılar.
Tartışma kızışmıştı. Bir uzlaşmaya varmak zor
oldu. Sonunda şöyle bir karara vardılar: Ekin
ekilen her araziye devlet malı statüsü verilip
korunduğu dikkate alınarak, halk arasında
büyük bir itibara sahip olan bölge komiseri
Bökeyhan’ın bu duruma müdahale etmesinin
istenmesine ve onun adına ricada bulunulmasına
karar verir. Her şey beklendiği gibi
olur. Bökeyhanov, çalışanlarıyla birlikte söz
konusu köye giderek, elindeki yetkiyle topluma
yakışmayan davranışlarda bulunanları
affeder, bundan sonra aynı olayın tekrarlanması
sonucunda işi mahkemeye taşıyacağını
söyleyip, iki tarafı da ikna ederek geri döner.
Aksi takdirde, aniden bir isyan çıkarsa barış
içindeki memleket kaygılı bir halin içine girmiş
olurdu.
Şüphesiz hayat var olduğu müddetçe hayatın
bitmez tükenmez dertleri de artarak devam
edecektir. Siyasi nedenlerle ortaya çıkan sorunların
sürekli olarak artacağı da bir hakikattir.
Bunların hepsini ulusal bir bakış açısıyla
incelemek, değerlendirmek ve buna göre karar
vermek kolay bir iş değildir. Ve de “farklı
durumları kabul etmez ve teslim olmazsak nereye
varacağız” diyerek uzun bir geçmişe ve
cömert bir tavırla ülke çıkarlarına bile sadik
kalamayacağını çevresinde tekrarlamaktan
bıkmadı. Bunun nedeni, bir iş adamı, halkçı,
koruyucu olarak görünen birçok hayırsever
aydın kişiyi tek bir sözüyle tanıyordu. Bu
tür insanlar ülkenin önünde verdikleri sözü
yutmaktan bile çekinmezler. Buna karşılık
karakterlerini ayrıcalık olarak görüp, sürekli
olarak beğeni ve sahte bir itibar kazanmakla
kendi değerlerini ikiye katladıklarını düşünürler.
Bunun gibi sahte vatanseverler, özellikle
süreç içinde değişen zamanlarda karıncalar
gibi birbirine katılarak hayatlarını örerler. Her
şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen Seydazim,
bu tür kişileri kararlı bir şekilde eleştirdi.
“Millete dürüst bir şekilde hizmet etmek
istiyorsanız, en önce kendinizi düzeltin. Bukalemun
gibi değişmeyin, temiz yüzünüzü saklamayın.
Halk kimin ne olduğunu sözünden
de gözünden de bilir ve ona göre saygı gösterir.
Ve de sözleri gizli, düşünceleri tembel,
çalışmaları aldatıcı, Sadece insanın gözüne
bakan bir insanı kimse takip etmez. Hiç fark
etmez, ülkenin geleceği hakkında kimseyi aldatamayız!” – diyerek arkadaşlarından katı
taleplerde bulunmaktadır.
Talep etmenin de bir yolu var. O da bilge
Seydazim yolu. Örneğin, yönetim kurulu toplantılarından
birinin gündemine yolsuzluk
emareleri olan bir konuyu koydu. Torğay şehrinde
yapılacak olan yüksek bir ilkokulun inşası
için para toplanmakla Priyatkin adlı birini
görevlendirdi. Bu işin sonu arap saçına dönüyor,
daha da kötüleşiyor gibiydi. Tartışma
sırasında birçok skandal ortaya çıktı, hatalı
kişi anında suçlandı. Onun raporu dinlendi,
yetişmeyen eksik para tamamlandı, yolsuzluğa
karışan kişi mahkemeye sevk edildi.
O toplantıda kürsüde oturan Ahmet Baytursınov
sağ eliyle gözlüğünü düzelterek:
- Fazla ileri gitmedik mi? -dedi.
Seydazim kıymetli ağabeyinin yüzüne sertçe
bakarak:
- Şimdi ne diyeceksek diyelim, geleceğimiz
güzel olsun, dedi.
Ağabeyi hiçbir şey demeden yalnızca başını
salladı.
Torğay bölge yönetiminin gerçekleştirdiği
işler belgeleriyle tarihe kayıt düşülmüş
şekilde belirlidir. Arşiv belgeleri korumak
için alınan önlemler açıkça görülmektedir.
Hayran olacaksınız. Onlar, halkın çıkarı için
olan irili ufaklı hiçbir işi arkasında bırakmamıştır.
Böyle bir çalışma azmine nasıl hayran
olmazsın. 20 Haziran 1917 yılında Kadırbayev’in
girişimiyle Torğay bölge matbaasına
ihtiyaç duyulan 39 adet Arap harfini satın
alıp getirmek için Kazan şehrine Baytursınov’un
ya da Duvlatov’un gönderilmesine
karar verilmiştir. On dört gün sonra, yani
4 Temmuz’daki toplantıda Duvlatov’un Kazan’dan
döndüğünde ne yaptığı tartışıldı.
Duvlatov bir mesaj gönderdi. Ne yazık ki, elimizdeki
belgede “raporu kabul edin” yazısı
dışındaki diğer bilgi notları kısa kesilmiş…
Tartışılan başlıca konular böyleydi. Başka bir
kararı da okuyup görelim: “Yer sincaplarıyla
mücadele sona erdiğinde, S.A. Jurin’den
karbon disülfür bölgesine bu kadar geç girmelerinin
nedenleri hakkında bilgi talep etmesini
isteyin” şeklinde yazılan ve şaşkınlıkla
bakılan küçük bir meseleyi fitne olarak ele
almaya tahammülümüz var mı, acaba?
Bozkır ülkesinin yaşamına ve ahvaline büyük
bir hareket getiren ihtilal yılının sonunda
kurulan Torğay bölgesindeki Alaşorda
askeri meclisinin faaliyetlerinin de çok uzun
sürmediği, sadece 1919 yılının Eylül ayı sonuna
kadar devam ettiği bilinmektedir. Askeri
Şura Başkanı M. Espolov olmuştur. Üyeleri M.
Dulatov, A. Baytursınov ve S. Kadırbayev’dir.
Onlar, bu iki yıllık süre içerisinde kendilerini
tehdit eden her türlü tehlikenin üstesinden
gelmeyi başardılar. İleriye doğru tereddüt etmeden
atılan ne kadar kıymetli bir güçtü bu.
Halkını düşünen emektarların bundan başka
bir seçeneğinin olamayacağını tarih çok önceden
beri kabul etmiştir. Her biri başkalarının
katlanamayacağı felaketlerin dayanılmaz
çilesine katlanmıştır. Yüreklerinin istediği
yere, canlarını feda ederek yıldırım gibi gitmişlerdir.
Onlar ne yaparlarsa yapsınlar ülkelerinin
geleceğini akıllarından bir an bile
çıkarmadılar. Onlar davayı değil, dava onları
kendi tarafına almıştır. Onlar çalışmalarını kendileri için değil, ulusunun iyiliği için gerçekleştirmişlerdir.
Bir belgeye göz atalım. “Orenburg Bölge
Mahkemesinin yargıcı, aynı zamanda Torğay
Sulh Hâkimi Kadırbayev’in sulh hakimliği görevinden
alınmasına yönelik dilekçesini iletiyor,
bölge yargıcından Kadırbayev’in acilen
göreve gelmesi gerektiğinden mümkün olan
en kısa sürede serbest bırakılmasını rica ediyorum.
Bölge Komiseri Bökeyhanov. 19 Aralık
1917.” Bu kadar büyük bir inanç gösteren Bökeyhanov
zor zamanlar geçirdiği Moskova’da
ev hapsinde tutulduğu yıllarda, Kadırbayev,
Baytursınov, Duvlatov, Ermekov, Ğabbasov
vb. 200 som para toplayarak Sultanbekov
aracılığıyla bu parayı ona göndermişlerdir.
Daha sonra yazdığı bir mektubunda Bökeyhanov
bu yardımın yemek ve su sıkıntısı çektiği
ve ailesinin hayatta kalması için çabaladığı
Bökeyhanov’a katkı sağladığını büyük bir
memnuniyetle yazmıştır.
İşte, Kadırbayev bu şekilde kendi öğretmeni,
bütün Kazak halkının yol göstericisi, saygıdeğer
A. Bökeyhanov’un çare aramasıyla
siyasetin baş döndürücü semasına çıkarak,
karanlık Kazak semalarını aydınlatmaya karar
vermiştir. Sağlam ve kararlı olmasıyla hayırlı
bir durum ortaya çıkmıştır. Geçmişin meçhul
siyasi eri yavaş yavaş bir serdara dönüşmektedir.
Seydazim emirleri yerine getiren,
talepkâr, açık sözlü bir lider olmayı başarır.
Bazen Mirjakıp’ın akranı “Hepimiz senin gibi
risk alıp, keskin karakterli ve boyun eğmez birer
kişi olsaydık Alaş’ın bahtı çoktan yanardı”
dersek onun karakterindeki kıymetli nitelikleri
yok saymış olurduk. Kendisi de bazı zamanlarda
Seydazim’e benzediğini saklamıyordu.
Senin hukuk bilgilerinin kıvılcımlarıyla ruhumu
besleseydim, benim de söyleyip yazacağım
ondan daha ciddi şeyler olurdu diyerek,
kendisinin kusurlarını gizlemekten çekinmemiştir.
Büyüklüğü küçüklüğüne sığan Mirjakıp
bir kahraman yiğitti. Bu sözleriyle aydın
yüreğinin sırlarını açığa çıkarmıştı.
Seydazim’in iş anlayışı böyle olsa da günlük
yaşamında kalbinin yumuşaklığı çok etkileyicidir.
Sofrası herkese açık, eli açık, şarkı
türküye meyilli, kendisi de keskin dilli bir hatip,
konuşan bir yapıya sahip, gülüşü güzel,
mutlu olduğunda çocuklaşarak oyunculuk
yapan iyi kalpli biriydi. O himayesi altındakileri,
kendi hayatının önüne koymayan, kıyaslanamayacak
kadar cömert, son derece şefkatli,
destekleyici bir insandır. Hayırsever biri
olarak hareket ettiğinde dostu mu, düşmanı
mı bakmayan, herkesi eşit görüp eşit yardım
eden biriydi.
Buna sadece bir örnek verelim: 5 Mart 1929
yılında M. Duvlatov’a ait soruşturma tutanağında
gösterilen bu duruma dikkat etmek yeterli
olacaktır. “Sizin grubunuz önceki Alaşordacıların
Torğay davasına nasıl bakıyordu?”.
Sorulan soruya Duvlatov’un yanıtı şu şekildedir:
Torgay davası doğuran şey sadece ihtilafçılıktır,
suçlu kişilerin arasında o davayı
ilerleten insan yok, dürüst olmak gerekirse
onlara canımızı vererek zamanında yardım
etmiştik. “Bu yardımın organizatörü kimdi?”
“Ben, Baytursınov, Kadırbayev ve Espolov
yani bizler; sırayla hapishaneye yiyecek taşıdık.”
Mirjakıp’ın bu sözlerinden, Seydazim’in
ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için sabırsızlanan
kocaman kalbinin iyiliğini görmek çok
zor olmayacaktır.
Bunlar sadece birkaç örnek. Şüqşiya derlersek,
böylesine iyi bir adım, onun bilinçli hayatının
tamamında sayısız sevinçlerle kutlanacaktır.
Çoğu zaman biz Alaşçıları, karışıklık
anında tanırız ve onların davranışlarından,
karakterlerinden, çıkarlarından tamamen habersizizdir.
Onlar da etten kemikten yaratılmışlardır,
hizmet dışı hayatlarında mutluluklarında,
üzüntülerinde gerçek karakterlerini
gizlemeden hayatın zorluklarını kahramanlar
gibi sırtlanıyorlar. Yaratıldığında bir ağaç
gibi yeşeren özel insanlarmış hepsi de. Sık sık
görüşen arkadaşların birbiri hakkında yazdığı
sözlere bakacak olursak, egemen ülkelerin
bugünkü nesillerinin geçmişteki atalarının
tümünde ahlakın başlangıcı olmasına şaşırıp
kalacaksınız.
Yorum yok, 1916 yılının katliamı olarak anılan
padişahın haziran fermanı Kara Kazakların
saflarını sarsıp yok eden, onların sallantılar
yaşadıkları dönemdi. Ülkenin iç kısmında,
bozkırlarda kalanlardan daha fazla bir canımız
dahi olmadığını, sakinliğin sarsılmaz bir
kararlılığının olduğunu söylemek de mümkündür. Kargaşa Torğay topraklarında da
esmeye başlamıştı. Mirjakıp bu kaotik hayatın
geri kalanı hakkında “Aktöbe şehrine binlerce
kazak toplandı” diye yazmıştır. “Diğer taraftaki
Irğız ilçesinden de bu taraftaki Oral bölgesinin
komşu ilçelerinden de çok sayıda insan
geliyordu” dediğini duymuştuk. Üstelik vali
yardımcısı onları ziyaret edecek. Bunu öğrendikten
sonra Orınbor’da Seydazim (Kadirbayulı)
ile ikimiz özellikle Aktöbe’ye gittik...”.
Mirjaqıp ile Seydazim’i kampanya çalışmaları
için ülkenin dört bir yanına göndermişlerdi.
Ülkenin huzuru ve barışını düşündürün diyerek
onların omzuna büyük bir yük yüklemişlerdi.
Dikkat ettiğinizde ülke içindeki karışıklık
apaçık görünüyordu. Toplaşıp vaziyeti sorduklarında
bir molla yerinden fırlayarak, onlara
baktı ve şöyle dedi: “Biz eskiden Türklere
bakarak hareket eden bir ülkeydik, oysa sizler
Ruslara boyun eğdiniz ve eğdirdiniz. Kazakların
şan şöhretini satan işte bu yöneticiler.
Dahası da olsa gideriz, özgürleşiriz, Çin’e gideriz,
Kırım’a gideriz, Rusların köleliği altında
yaşayamayız, yok oluruz, ölürüz, öyle değil
mi millet?!” -dedi. Konuşmayı dinleyenler ve
toplananlar üzüntülüydü. Onların “Evet, öyle,
öyle! Öyle diyoruz!” diye bağıra çağıra cevap
vermesi üzücüydü. Orınbor’dan özellikle konuşma
yapmak için gelen Seydazim yüzünün
rengi atmış, nefesi daralan Mirjakıp’a dokunup
“Konuşsana” dedi. Onu sırtından iterek
öne çıkardı. Seydazim, Mirjakıp’ın çaresizlikle
Orınbor’da “öğrendiği ve alıştığı” sözleri
yüreğiyle değil, rahat bir tavırla söylediğini
hissetmişti…
Kazak devleti hakkındaki meseleyi ele alan
Genel Kazak-Kırgız Kongresi’nin 5 Aralık
1917’de Orınbor şehrinde gerçekleştiği bilinmektedir.
Orada geçici olarak “Ulus Konseyi”
kurulmuş, kurula farklı bölgelerden gelen
temsilciler arasından insanlar seçilmiştir. Örneğin,
Torğay’dan Ahmet Birimjanov heyete
katılırken onun yardımcısı olarak Seydazim
Kadırbayev seçilmiştir. Kongre kararı, süvari
alayının oluşturulmasını önemle vurgulamıştır.
Bu kararları gerçekleştirme işi, Orsk bozkırlarında
bulunan Alaşorda’nın Torğay şubesi
temsilcileri Espolov, Kadırbayev, Duvlatov
ve Baytursınov tarafından 1918 yılı ekim sonu
ile kasım başında başlatılmıştır. Bu amaçla
onlar kırsal alanları hızla araştırarak süvari
alayı için silahlı yiğitleri toplamaya başlamıştır.
Onlara Kenjin ile Qaratilevov da yardım
eli uzatmıştır. Yaklaşık bin kişi hızla toplanmış,
bunlardan 400’ü Dutov’un askeri karargahına
teslim edilmiştir. Askerler toplanmaya devam
etmiş ve Torğay bozkırının geniş arazisine yayılmışlardır.
Bunun dışında tarihte bilindiği
üzere 250 süvari ertesi yılın mart ayında Torğay
şehrine coşkuyla girmiştir.
Bugün yaptıklarınızın yarın nelere yol açacağı
bilinmez, zorlu bir zamanın beklenmedik
engelleri her adım attığınızda, ayaklarınıza
takılacaktır. Böylesine engebeli bir yolda Seydazim’in
de muhtemelen hiçbir hakkı yoktu.
O 1919 yılının şubat ayında Espolov’un Dutov
karargâhı tarafından tutuklanmasına tanık
olur. Yaz mevsimine doğru temmuz ayında
kendisiyle birlikte Kostanay şehrinde o, tekrar
tutuklanmış ve birlikte hapsedilmişlerdir. Bir
süre sonra ikisi birlikte Troitsk şehrinin hapishanesine
götürülmüştür. Şanslıdır ve bir
hafta sonra Torğay bölgesinden ayrılmaması
şartıyla serbest bırakılmıştır. Sonradan anlaşılacaktır
ki merhametinin kendince mantıklı
bir sebebi vardır. Bu ise daha sonra belli
olur. Espolov özellikle hapsedilmişti, bundan
böyle o askeri konseyde görev almaması için
kesinlikle uyarıldı ve ücra bir köyde yaşaması
gerekmekteydi. Fakat o, kabiliyetlerini kısıtlamayarak
ve Alaş birliğinin dağıtıldığı eylül
ayına kadar Torğay’da kaldı. Böylece Seydazim,
bir dakika bile boş oturamayan sabırsız
ve titiz Espolov’un acılı günlerini kendi gözleriyle
görmüştür. O bir punduna getirip onları
saflarına katmaya çalıştı. Fakat o tuzağa
düşmüş arslan gibi içten içe kendini yiyip gazaplanıyor,
ama bir yandan da korkuyordu.
Elden gelen bir şey olmasa da gelecek günlerin
çarelerini, çözümlerini düşünüp planlar
yapıyor, başkalarını da bir araya getirip ortak
ederek harekete geçirmeye çalışıyordu.
Kısa zamanda kasıtlı olarak planlanan pek
çok zorluğun üstesinden gelmek zorunda kaldı.
Özellikle Alaşordacılara merkez yürütme
kurulu tarafından bağışlaması mümkün göründüğü
halde Seydazim ve onun ideolojik
yoldaşlarının üzerinden yersiz karalamalar
fırtına gibi atıldı.Onun gibi inek altında buzağı arayanlardan
biri, Sovyet hükümetinin kusursuz ve
ahlaklı emektarı kabul edilen Tokarev’in 20
Temmuz 1920 tarihinde Orınbor şehrinde
yapılan büyük bir parti mitinginde yaptığı
konuşmasında, aslında Kadırbayev hakkında
gereğinden fazla iftira atılarak, af kapsamında
serbest bırakılma ihtimali olmasına
rağmen korkar ve bir sopayla dövülür. Elimize
ulaşan yedi sayfalık iddianamede (Kazakistan
Cumhuriyeti OMM, 14 istif, 3. liste,
2. dava, 64-70 paragraf) Kadırbayev’den
geçmişinin kirli olduğu, pis ve garip davranışları
olan biri olduğu belirtilir. Onun gibi
birisini meşale ile arasanız da bulamazsınız.
Onun Baytursınov, Duvlatov, Espolov vb.
tarafından yapılan iş ve hareketlerin temelini
yok eden, ortak eylemlerinin affedilmez
günahkarlıklarını kendince kanıtlamaya çalışmıştı.
Onların elinde 18 kişi cezalandırılmıştı.
İsyancılar sessiz sakin olan ülkenin
içini beyazlar ile birleşerek mahvetmişlerdir.
Katiller, Kızılların gözlerini hesapsızca yok
etmişti. Görünüşe göre hırsızların ve insan
kaçakçılarının kirli ellerini sokmadığı mal
mülk kalmamıştı. İdeolojik konumu dengesiz
olan Kadırbayev, ne kadar çok altın varsa
zimmetine geçirmişti. Onları geri almanın
yoluna bakılmalı ve plan yapılmalı. İşte bu
raporda bu tür iftiralar yer alıyor. Buna karşı
ne yapmalı? Tokarev’e göre iyi bit at gibi görünmeye
ve asilzade pozisyonuna geçmeye
çalışan bu tür Kadirbeyevcileri engellemek
mümkün değil. O, kendi tutkulu konuşmasını
bitirirken: “Onlara şimdi bile inanmayacağım,
o yüzden beni şimdi öldür” diyerek son
nefesini veriyormuş gibi bitirmişti…
Yığılmış bir ev gibi iftiradan şimdilik uzak
olan doğru yolun üstündeki değerli Alaş aslanları
değerlerinden bir an bile ayrılmadan
kızıl kılıçla kesilmek üzere olan boyunlarını
yaslayıp, ölümden korkmadan yavaşça ilerlemeye
devam ettiler. Mücadeleci ruhtan
güç alan Seydazim’in de zirveye tırmanması
hız kesmeden devam etti. 1921 yılındaki organizasyonu
sırasında o Orınbor’daki Halk
Adalet Komiserliği’nin önde gelen bir çalışanı
olmayı başardı. Öncelikle sıradan bir hukuk
memuru oldu. Çok geçmeden fark edildi
ve bölüm başkanlığına terfi etti. Adım adım
büyümeye devam etti. Sözlerimizin kesin bir
kanıtı şudur: Araya 4 yıl girdikten sonraki
belge diliyle konuşursak, son derece gizli
işaretlerle gönderilmiş nüshada Dzerjinskiy’in
eliyle aşağıdaki açıklamanın yapıldığı belirlenmiştir.
Kırgız Bölge Komitesinin (RSP) 2
Haziran 1925 yılındaki büro toplantısının 68
numaralı protokolünde Ejov halk komiserliği
heyeti hakkında bir bildirimde bulunuldu,
sonuç olarak heyetin üyeleri olan Mämbeev,
Lızlov, Kadırbayev, Grşhnenkov ve İbragimhodjaev’in
üyeliği onaylanmıştır. (Kazakistan
Cumhuriyeti OMM Koleksiyonu 1380, liste 1,
vaka 55, sayfa 182). Başkan “Kazkraykom VKP
Eğitim Dağıtım Komitesi (b)”, en geç 7 Ekim’e
kadar bir Yönetim Kurulu üyesine kişisel bir
kart göndermelerini ister. Departman başkanı
NKJ Yoldaşın Gemi İnşası; Kadırbayeva S.K.”
söz konusu isteğini bildirdi.
Bu belgelerden S. Kadırbayev’in yüksek mevkilerde
bulunduğu açıkça bellidir. Özellikle “…yargı dairelerinde zengin deneyime sahip
bir Kırgız’dı. Bugün Halk Komiserliği’nin
daire başkanı olarak askeri hizmetten muaf
tutulması şeklinde uygulanmaktadır; çünkü
böyle bilgili personelin Halk Komiserliği’ne
çok gerekli olduğu yönünde” bir dilekçe ile
durum bildirilmiştir. Görünüşe göre bundan
çok özel bir sonuç çıkarılabilir. Özellikle
umursamayanlarda ortaya çıkan çeşitli
isteklerde bulunmak, herhangi bir yere bile
gitmeden bulunduğu yerde hizmet vermeye
devam etme fırsatı yaratmak nadir görülen
bir hastalık, farklı bir koruyuculuk türü. Seydazim’in
çalışkanlığı, nitelikleri ve işinde zeki
uygulamaları gerçekleştirmesi ile böyle bir
şeref kazandığını görmekteyiz. Onun büyük
avukatlık kabiliyetine tanıklık eden daha birçok
belge sunmuştuk. Bir zamanlar, Kazakistan
Halk Adalet Komiseri, Cumhuriyet savcısı
Kanay Boranbayev’in Alaş partisinin tasfiyesi
sırasında Alaşorda dönemindeki faaliyetlerinden
dolayı şüpheliler listesine dahil edilmiş
olan S. Kadırbayev’e “Komiserlikte iş yapmayı
bilen birkaç Kazaktan biri” diyerek cesurca
açıklamalarda bulunduğu bilinmektedir.
Boranbayev’in personel değerlendirmeyi ve
seçmeyi iyi bildiği, yeni başkent Kızılorda’ya
gidecekler için hazırladığı listeden anlaşılıyordu.
Bu tür vasıflı kişiler arasında, 1904’ten
bu yana adliye hizmetinde pek çok tecrübe
biriktirmiş olan Komiserliğin Adliye İnşa ve
Kontrol Dairesi başkanı Seydazim Kadırbayev’in
de adı büyük bir güven ve saygıyla
anılmaktadır. Bu nedenle, onun devlete olan
yılmaz hizmeti her zaman doğru ve yerinde
değerlendirilmiştir.
Hangi birini söyleyelim, S. Kadırbayev’in
cumhuriyetin yargı inşası alanının gelişimine
yaptığı sınırsız denebilecek nitelikteki
katkılarının emsalsiz yaratıcılığı konusundaki
arayışının silinmez izini hissetmek bizleri tatmin
etmektedir. Halk Komiserliğinin ve onun
eliyle bütün bölge ve valilik mahkemelerine
gönderilen genelgelerin yetkin ve kapsamlı
olmasından da bu durum anlaşılmaktadır.
Bu tür belgelerin tutanaklarını açıp, her birini
dikkatlice incelersek, karmaşık bir gerçekle
yüz yüze geliriz.
Devlet hayatındaki önemli olaylardan biri de
Kızıl Kervan’ın örgütlenmesiydi, uçsuz bucaksız
bir ülkenin sosyo-ekonomik koşullarını
daha derinlemesine incelemeyi amaçlayan
uyanıklığı başlatmanın yararlı bir çaba olduğunu
söyleyebiliriz. Bu Kızıl Kervan siyasi
şubesinin ilk toplantısı 23 Mayıs 1922 tarihinde
gerçekleşmiş ve bu yılın 18 Temmuz’una
kadar on toplantı yapılmıştır. Bunların hepsine
de Jangeldin başkanlık etmiştir. Kadırbayev,
Adalet Halk Komiserliği’nden bir temsilci
olarak düzenli olarak katılmıştır. Tartışılan
konular da farklı farklıdır. İlk toplantının
gündeminde üç konu ele alınmıştır. Birincisi,
Kervan’ın Orsk bölgesini araştırmasının genel
çalışması hakkındadır; ikincisi, araştırma planı
ve üçüncüsü de güncel olaylar hakkındadır.
Ve son olarak, on numaralı protokole dönecek
olursak, Halk Komiserlerinin temsilcileri
Akmola ilçe yönetimi ile meclis kuruluşlarını
araştırmanın neticelerini içeren bir rapor
hazırlamışlardır. Bunların içinde Kadırbayev,
Akmola ilçesinin 1. Bölgesi halk müfettişinin
çalışmaları hakkında bildiri sunmuştur. Tartışmadan
sonra bu dosyanın ayrıntılı bir soruşturma
için bölge adliye bürokrasisine sevk
edilmesine karar verilmiştir.
Ülke tarihindeki özel yeri ve aktif çalışmalarıyla
ön plana çıkan bir kuruluşun başında Kadırbayev
bulunmaktadır. Özellikle 15 Nisan
1923 tarihinde Kırgız Yöresi Araştırma Cemiyeti
üyelerinin teşkilat toplantısı yapılmıştır.
Kadırbayev de cemiyetin yeni üyelerinden
biri olarak seçilmiştir. Burada tartışılan meseleler
çok geniş kapsamlıdır. Son olarak Kadırbayev
cemiyetin tüzüğündeki değişiklikler
hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Kadırbayev’in
çalışma tarzına bakıldığında cemiyette
gerçekleşen çeşitli yenilikler ve haberlere
karşı her daim tetikte bulunan bir dikkatle
baktığı görülebilmektedir. Bunlara bir örnek
şu şekildedir: 9 Ağustos 1924 tarihinde Kazak
SSCB Aktöbe Eyalet Mahkemesi Başkanı’na
gönderilen telgrafın içeriği ilgi çekicidir. Kırgız
gazetesi “Emekçi Kazak” 6 Ağustos günü
yayımlanan 232. sayısında “Eski Melodi” adlı
makaleyi yayımlayıp, orada Şalqar ilçesi Irğız
bölge komitesinin başkanı, halk mahkemesi
için 100 kişilik hâkim listesinin onaylanması
için ilçe yönetim kuruluna bir öneri sunmuştur.
Bu listenin ağırlıklı olarak eski Çarlık valilerinden,
halk hakimlerinden ve köy ağala rından oluştuğu vurgulanmıştır. Makaledeki
diğer bir saçmalık, öncekilerin içinden 25
ailenin önceki toplumsal ve sosyal durumunun
eski statülerinde olduğu şekilde yani
aynı sunulmasıydı. Bu nedenle Halkın Adalet
Komiserliği bütün bunları acilen ve kapsamlı
bir şekilde kontrol etmiş ve bu kişilerin anılan
değerlendirme listelerinden çıkarılmasını
tavsiye etmiştir. Bu örnekten hareketle kitle
basınındaki her yayının ilgililerin gözünden
kaçmadığını görebilirsiniz.
8 Mart 2000 tarihinde Almatı’da Gülnar Mirjakıpkızı’nın
evine gitttim. Gülnar Hanım’ın
hala daha hareketli olduğu günlerdi. Yürüyüşü
çevikti. Sohbetine neşeyle başlamıştı,
ama yavaş yavaş tarihe daldığında hislerini
kaybetti, konuşmasını geveledi, sesi titredi
ve sık sık mendilini gözlerine götürdü. Bu
sefer, babası hakkında yazılar yazan ve konuşan
Gülnar Hanım’dan, Seydazim Kadırbayev
hakkında daha fazla şeyler dinlemek
istedim. Seydazim ve Mirjakıp birbirlerinden
ayrılmaya insanlardı, mutlaka birlikte birçok
anıları vardı, birbirlerinin yüreğine dokumuşlardı.
Bildiğim; Seydazim’in orta boyun biraz üzerinde
boyu olan, beyaz yüzlü, kel bir kişi olduğu.
Sakin bir şekilde konuşurdu ve meraklıydı.
Mirjakıp ile Sarıkopa’da birlikte doğup
birlikte büyüdüler, bu yüzden yan yana okudular,
büyük alimler oldular. Alaş yolunda canını
feda eden, halkına sahip çıkan, onların
hayatları ve hafızalarında silinmez bir iz bırakan
yiğitlerdi. Annemiz 1915 yılında Orınbor’da
dünyaya geldiğinde, temmuz ayında
yapılan “şildehana” kutlamaları sırasında
dışarıda duramayan ve bebeğin kırk çıkma
zamanı gelir gelmez Seydazim’in karısı Janıl
ile birlikte geldiğini ve özellikle bile bile bu
törene katıldıklarını annesi Gaynijamal’dan
dinlemişti. Jañıl cıvıl cıvıl sesiyle güzel şarkılar
söyleyen, Kazak süslemelerinin büyük bir
ustası ve yetenekli, tatlı dilli, nazik bir kadındı.
Sürgündeki Seydazim’i yalnız bırakmadı,
onunla gitti ve Voronej’de onunla birlikte
kaldı. Çocuğu olmadı. Kocası idam edildikten
sonra Çağalbaylı bir çiftçinin kızı olarak
akrabalarının yanına sığınmak için Aktöbe’ye
gittiği rivayet edilir.
Gülnar anne, elimden küçücük mutluluklarla
aldığı çiçekleri su doldurduğu vazoya koydu.
Hali biraz daha iyi görünüyordu. Artık bu güzellikten
mest olmuş gibiydi. Bana biraz gülümseten
birkaç kelime öğretti.
-Ben Seydazim ağabeye baba ve Jañıl yengeme
de anne diyordum. O adam biz nereye
gidersek, oraya geldi. Torğay’ı bir yana bırakırsak,
Orınbor ve Kızılorda’da ailemiz karışıklık
içinde kalmıştı. İkinci başkentte komşu
olduk, diyen Gülnar annem, hikayesinin komik
kısmına başlamadan önce gülümsemeye
başladı. - Ağabeyim çalışırken meslektaşı
birdenbire senin kızının adı ne diye sormuş.
Ağabeyim “Bir zamanlar!” diye cevap vermiş.
O kişi tekrar sormamış. Bunun üzerine ağabeyim
“evladımın adını ben de unuttum” diyerek
kendini işe vermiş. Komik mi? Yoksa işini tüm
kalbiyle yapan bir insanın saf gönüllülüğü,
hoş görüntüsü mü? Bunu anlamak mümkün.
Gülnar teyzemin o anda kaşları biraz çatıldı.
Hey, cesur yürekli, öğren, Jañıl teyzemin kız
kardeşi tarafından evlat edinilen kızının adı
Gulya’dır. Şu andaki durumundan haberim
yok. Çok düşünüyorum, sizi ne yapayım! Janıl
teyzemize Tapil derdik.
Hayret Janıl-Tapil… Gülnar’ın annemin annesi
Ğaynijamal ile ikisinin fotoğrafına tatlı
bir hüzünle bakıyorum. Güzel görünüşlü yeni
gelin gibiydiler. Birlikte şarkı söylediklerinde
mahalleliyi hayrete düşürürlermiş. İki saygıdeğer
kişinin kasırgalı yaşamına tanık olan,
yorulmak bilmez insanların sakinliğinde,
farklı olan sadelik ve güzelliği hissedebiliyor
insan... O akşam Moskova’dan çıkıp Aktöbe
istasyonuna gelen Janıl’ı Ahmet Birimjanov’un
hanımı Güljavhar Seydalina karşılamıştı. Zorlukla
tanıdı. Çok çökmüştü. Gözlerinin nuru
sönmüştü. Giysileri çok güzeldi. Sarılıp biraz
konuşmuşlardı. Zavallı Janıl, “Hey, yenge,
“ben kendi ocağımı bile yakamazken, şimdi
hazineye kiralanıp ocak yakmam için tutuldum”
diye yakınmıştı... Sonra haberler kesilmişti...
İşte o zaman Gülnar annemden Seydazim
ağabey hakkında çok önemli bir sırrı öğrenmiş
oldum. Baytursınulı ile Murzin’in, Bökeyhanov
ile Tilevlin’in vb. Mirjakıp’a yazdıkları
mektuplarda Seydäzim’in durumu hakkında yeni şeyler öğrendim. Bazı mektuplara tekrar
tekrar göz gezdirdim. Baytursınulı her
kelimeyi zar zor bitirebildiği bir esrarengizlik
içerisinde “… Diğerleri: Seydazim, Mukamedhan
T., iki dost, Akbay ile topal kardeşi,
Aşim, uzun Muhtar; bunlar Voronej şehrinin
ilçelerinde, Koşke, Jumağali, Mustafa B. Abdirahman,
Naşir, Küderi oğlu, hepsi de çalışıyor,
eş ve çocuklarıyla birlikte oldukları
görünüyordu. Ben de eşim ve çocuklarımın
buraya gelmesini, kendim de onların olduğu
yere gitmeyi istiyorum. Moskova’ya dilekçeyle
başvurdum, onlardan haber alamadım. Yakın
zamanda yazarın eski eşinin başkanı olduğu
kurum üzerinden başvuru yapılarak...” diye
yazmıştı. (26.02.1933).
Bir pırlantanın sayısız yüzü o kadar benzersizdir
ki, onlara her baktığınızda bizleri baştan
çıkarırlar. Eğitimli, bilgili Seydazim’in kitap
çevirme, aktarma ve yayınlama işi de ayrı bir
hikayedir. Çevrilmiş eserlerinin birçoğu basılmış
ve mahkeme salonlarında, hukuk alanında
kullanılmıştır. Anlaşılması kolay olduğu
için kullanımı uygundur. Tüm avukatlar onu
kullanmak için can atarlar. Ancak elinde kalem
tutanların hepsi Seydazim gibi iyi tercüme
yapabilecekler mi ?.. Böyle olmasa gerek….
Sözümüze delil olarak M. Duvlatov’un “Madiyar”
takma adıyla 1924 yılında “Ak jol” gazetesinin
436. sayısında yayımlanan yazısından
alıntı yapalım. “İkincisi, başlangıçta bu kitabın
yayımlanması amaçlanmamıştı. Çünkü
“Ceza Hukuku” Orınbor’da Kazakçaya çevrilmiş
olup, basıma verilerek 3 Kasım’da “Ak
jol” dergisinin 265. sayısında yayımlanmıştır.
Türkistan Hukuk Komiserliği’nin bu kitap yayımlandıktan
sonra 5000 adet talep ettiği de
orada söylenmiştir. Orada “Ceza Hukuku”nu
çevirmen Kadırbayulı Seydazim’in Kazakçaya
tercüme ettiği de belirtmiştir. Seydazim’in
yasaya göre kanunu anlayıp manasına ve
ruhuna iyi bir şekilde tercüme edebildiğini
Türkistan’daki bazı vatandaşlar bilmekteydi.
“Ceza Hukuku” 1923’te Orınbor’da yayımlandı.
Şimdi tüm bunlardan sonra 1924’te bu
“Ceza Kanunu” çıkıyor. Seydazim’in kitabıyla
bu çeviriyi karşılaştırıp, Seydazim’inki bundan
daha kötü olsa da basılması gerekir. Ne
kadar çok para, ne kadar çok kağıt, ne kadar
çok emek boşa gidiyor.
“Şimdi bu kitabı ne yapmalı?” sorusu sorulabilir.
- Bize sorarsanız, bu “Ceza Kanunu”
açıkça kullanıma uygun değildir. Bu kitap
araştırma kurumlarını yanıltmaktadır. Bu kitap
Kazak dilini yok etmektedir. Bu nedenle, bu
kitap kaldırılmalıdır. Özellikle yasa olduğu
için durdurulmalıdır.”
Mirjakıp, söz konusu gazetenin 463. sayısında
yayımlanan bu yazısının devamını şöyle
bitirmektedir: “2. Dokuzuncu maddede geçen
“patlayıcı maddeler” ibaresi yanlış bir şekilde
“patlayıcı isim” olarak tercüme edilmiş.
Acaba şimdi bundan bahsedenler onun hakkında
Kazakça’da buna karşılık gelecek bir
kelime olmadığını söylüyorlar. Sözlerimi çok
uzatmadan bu maddenin ne kadar ve nasıl
doğru tercüme edilebileceğini okurların Seydazim’in
çevirdiği “Ceza Hukuku” adlı eserden
görmelerini istiyorum.
Adalet kelimesi böyle cesurca söylenir… Bizim
bildiğimiz şey, sonraki müfessirlerin, yorumlarında
gerçeklik ışığının sürekli yanmasına
katkıda bulundukları... Sadece 53 yıl ömür
sürerek, milliyetçi görüşleri nedeniyle vurulan
Kazak saygıdeğeri Seydazim Kulmağambetulı
Kadırbayev’in aydınlık, canlı görüntüsü bağımsız
devletimizin tarihine silinmez bir şekilde
yazılmayı layıkıyla hak etmektedir. Kader
onun Seydahmet, Askar Bek ve Meyrambek
gibi aynı anneden doğan kardeşlerini de şımartmadı.
“Alaşorda’nın Kabadayıları” olarak
adlandırılanlar bu kardeşlerden ikisi hapis
cezasına çarpıldıktan sonra bile hiç morallerini
bozmadılar, ağabeylerini aklamak, beraat
ettirmek için meşaleyi ellerine aldılar ve
adaletin şanını soludular… Onların soyundan
gelenler arasında atalarının izinden mahkemelerde
çalışanlar var, başka mesleklerde de
yıldızı parlayanlar var, büyüyüp köklü bir aile
oldular.
…. Seydazim’den kalan birçok işaretin sırrını
bu şekilde açmaya çalıştık. Daha önce söylenmeyen,
yazılmayan bir sırdı bu. İlk değişiklikler
başladı ya… Değişimin sonu yok. Tarihin
sayfalarına yazılan Er’in kaderi ve talihini
şimdi bugünün değerlerine göre eleştirmek
istiyoruz! Halkın kendisine ve milletine sahip
çıkan kişileri hafızasında yaşatması gerekmez
mi? Hani…

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 198. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 198. Sayı