Hayvan Sevgisi


 01 Temmuz 2025

Babamın hayvanlara olan davranışlarına bir türlü akıl erdiremiyorum. Onlara karşı büyük bir ilgisi var ama bir anda bu ilgi nefrete dönüşüyor, onlar için verdiği onca yıllık emeği bir anda silebiliyordu. Bunlardan birkaçını hatırlıyorum. O zamanlar daha çocuktum. Kocaman bir ahır yaptırdı. İçini farklı cinsten ineklerle doldurmuştu. Maddi olarak da iyi kazanç sağlıyormuş, öyle derdi. Avludaki buzağıların sağa sola koşuşmalarını izlemek de bana büyük bir mutluluk verirdi. Sonra bir gün babamın eve seken adımlarla geldiğini gördüm. Sağım sırasında Sarıkız ayağına basmış, parmağı mosmor olmuştu. O parmak acısından muhtemelen Sarıkız da nasibini almıştı. Bunu görmedim ama babamın bağrış çağırışlarından anlamak zor değildi. Akşama Yayla Kasabı İsa’nın arabası evin önündeydi. O akşam koca ahır bomboş kalmıştı. Aklıma gelen ilk olay buydu.
Yine bir gün evin önüne koca bir tır yaklaştı. Arkasından da babam geldi. Tırdan üç yüz tane koyun indirdiler. Devletin çiftçiye yönelik projeleri varmış. Bir akşam babamla bu konuyu araştırmış, detaylarına bakmıştık. Sonuçlar kafasına yatmıştı ama haftasına kalmadan bu işe yöneleceği hiç aklıma gelmemişti. Babamın düşüncesi bu hayvanlardan bir kazanç elde edip bunu geliştirerek bir çiftlik oluşturma ya da büyük işler yapma değildi. O atalarından gördüğünü devam ettirmek istiyordu aslında. Aradan günler geçti. Otlatmaya çıkardığımız bir gün üç beş koyun Salim Amca’nın bahçesine geçmiş. Elma ağaçlarından bir iki tanesine zarar vermiş. Neyse ki adam hemen görmüş de çıkarmış koyunları. Bunu gelip bize söyleyince babam çok sinirlendi ve yine İsa Ünver’in o kırmızı “Man” arabasını kapı önünde gördüm. O kadar koyun bir elma ağacı uğruna satıldı.  Bunun gibi daha nicesi. Şimdi asıl konumuza gelelim.
Kış mevsimi sona ermiş artık bahar geliyordu. Tavukların kuluçka dönemi başlamıştı. Kendi yumurta ihtiyacımızı karşılayacak üç dört tavuğumuz vardı. Bir gün onlardan biri kuluçka dönemine girdi. Bununla beraber babamın şimdi de tavuklara olan ilgisi artmıştı. Önce mahalledeki tüm kuluçka dönemindeki tavukları topladı. Sonra da farklı tavuk türlerinden yumurtalar bularak kuluçkaya yatmalarını sağladı. Benim de tavuklara olan ilgim fazlaydı. Civcivleri çok seviyordum. Yirmi bir gün sonra civcivler çıkacak bahçeyi adeta kuş sesini andıran cıvıltılar dolduracaktı. Tahminen yaklaşık iki yüz elli tane civciv çıkacaktı. Bunları konuşurken babamın yüzündeki sevinç hâlâ gözlerimin önünde. Bense civcivler yumurtadan çıkacak, sonra Hüseyin Dede’nin bahçesine gidecek ya da Mustafa Amca’nın evinin önünü pisletecek, babamsa ilk fırsatta onların hepsini ya satacak ya da birilerine verecek diye düşünüyordum. 
Aradan geçen üç haftanın ardından civcivler yumurtaları yavaş yavaş çatlatarak çıkmaya başladı. Babam da ben de çok seviniyorduk. Birkaç günün ardından sekiz tavuk, civcivleriyle beraber bahçede dolaşmaya başladı. Onları izlemek gerçekten şahaneydi. Anne tavuk önce tehlikelere karşı kafasını yukarı kaldırıyor. Bir tehlike olmadığından eminse ayakları ile toprağı eşeliyordu. Civcivler de annesi gibi çevreye bir göz attıktan sonra annelerinin ayağıyla çıkardığı toprakta yiyecek bir şeyler aramaya koyuluyorlardı. Kuluçkada son iki tavuk kalmıştı. Dört gözle onların da rengârenk civcivlerle bahçede dolaşmasını bekliyorduk. Kınalı ismini verdiğim bir tavuk vardı. Sürekli bahçenin en ücra köşelerine gider,  oralarda yiyecek bulmaya çalışırdı. İnsanların olduğu yerlere pek getirmezdi yavrularını. Bir sabah Kınalı’nın yavrularından iki tanesinin eksik olduğunu fark ettim. “Ölmüştür herhalde...” dedim kendimce. Devam eden günlerde diğer tavukların da birkaç civcivi kaybolmaya başladı. Acaba bir tilki mi alıyordu civcivleri? Evimiz tenhada değildi. Gündüz vakti tilki gelmesi imkânsız. Kümes de güvenliydi. Gece vakti de giremezdi tilki.  Öğle yemeğinden sonra bahçeye indim. Biraz başım ağrıyordu.  Hem temiz hava almak hem civcivlerin sesini duymak hem de ağaçların yeni açılan çiçek kokularını ciğerlerime çekmek istiyordum.  Bahçede birkaç adım gitmeden zeytin ağacında bizim yeni doğum yapan Sarman’ı civcivlere bir avcı gözü ile bakarken yakaladım. Yedi sekiz tane kedimiz vardı. Annem her gün onlara özel ekmek pişirir ve yemek artıklarıyla birlikte verirdik. Ben kedileri çok sevmezdim. Genelde onlara yemeğini babam verirdi. Bazıları yemeğin sevinciyle babamın üstüne atlardı. Bir tanesini de evimizin içine almıştık. Ta ki evin içinde ölü bir fareyi bulana kadar. Muhtemelen kedi bir fareyi öldürdü ve eve getirmişti. Aklımdan “Acaba Sarman civcivleri mi gözetliyor?” diye düşündüm. Bunun imkânı yoktu. Çünkü tüm kedilere yeterince doyacakları kadar yemek veriyorduk. Oradan uzaklaştım. Belki de kedi civcivlerden birini almak için oradaydı. Bunun sonucunu görmek istemedim. Benim inancım evcil hayvanlar birbirlerine zarar vermez yönündeydi.  Bu olayın üstünden çok fazla zaman geçmeden bahçede bir silah sesi duyuldu. Hemen koştum. Babam bir tilkinin ayağından tutmuş, sürükleyerek getiriyordu. Aklımdan o an Sarman geçti. Eğer babam onu bir civcivi avlarken görürse kesinlikle vururdu.  Elinde tilkiyi görünce bir nebze olsun rahatladım. Demek ki tüm endişelerim boşunaydı. Babam “Bak oğluş bizim civcivlerin düşmanını yakaladım.” dedi. Tilki için de üzüldüm, sonuçta onun fıtratında da avlanmak vardı.  Belki de yuvasında ondan yiyecek bekleyen yavruları vardı. Tesellim ise o tilki yerinde Sarman’ın olmamasıydı. Bahçeye bir çukur açtım ve tilkiyi gömdüm. Aklımdaki tek düşünce bu olayın burada kapanması ve civcivlerinin sayısının eksilmemesiydi. Ama gün geçtikçe sayıda yine eksilmeler oldu. 
Bir öğleden sonra havada her bahar ayında oluşan bir pus vardı. Babam kuluçkadaki tavukların durumunu sordu. Ben de sabah baktığımı ama hâlâ civcivlerin çıkmadığını söyledim. Artık gün bitmişti. Bugün ya da yarın yumurtaların çatlaması gerekiyordu. Dışarı çıkıp kümese doğru yöneldiğimizde rüzgâr şiddetini iyice arttırdı ve sağanak bir yağmur başladı. Koşarak kümese vardık. O an babam da ben de şok olduk. Çünkü iki tavuğun da kafaları bir sansar tarafından koparılmış yumurtaların üzerinden alınmıştı. Hemen tavuğun birine dokundum. Taş gibi olmuştu. Muhtemelen üç dört saatlik bir zaman geçmişti. Yumurtalardan birkaçını elime aldım. Hepsi buz gibiydi. Birini kırdım. Sonra başka birini ve diğerini ama boşunaydı. Hepsi ölmüştü. Ben de sinirlendim ama babamın yüzündeki kızgınlık ifadesi anlatılacak gibi değildi. Yerdeki ölü tavuklardan birine bir tekme atarak çıktı kümesten. Ben de arkasından çıktım. O anda ne görelim. Sarman! Ağzında bir civcivle önümüzden geçti. Balkonun altındaki yuvasına gidiyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Demek ki bizim civcivleri sürekli avlayan oydu. Babam kediyi görmesiyle benden silahı getirmemi istedi. Ne yapacağımı bilemedim. Koşarak eve çıktım. Kediyi öldürecekti, biliyordum. Neyse ki aklıma ses fişekleri geldi. Hemen iki ses fişeğini silaha koyup babama verdim. Kedi de suçunu anlamış olmalı ki daha hızlı koşmaya başladı. Arkasından babam ateş etti ama boşunaydı. Çok sinirliydi. Az kalsın silahı da kedinin arkasından fırlatacaktı.  Ses fişeği olduğunu fark etmedi. Bu benim için de bir şans diyebilirim. Bir kedinin civcivi avladığı için ölmesini istemiyordum. Bunu babam da istemezdi. Ama bu olay sansarın diğer tavuklara yaptığı durumun üstüne gelince onun da sinirleri iyice bozulmuştu. Şimdilik Sarman ölümü atlatmıştı ama bu onun için bir kurtuluş değildi.  Babam hayvanları severdi. Kedilere her gün o yemek verirdi, şimdi ise arkasından silah sıkmıştı. Kendi kafamda bu olayı düşünüyor, bir türlü anlam veremiyordum. Bir insan çok kısa sürede nasıl bu kadar büyük bir değişim gösterebiliyordu. 
Pazartesi sabahı Mustafa Amca’nın telefonu ile uyandım.  Hayvanlar için kışlık saman ve yem getirtmiş. Onları taşımak için yardım istiyordu. Kahvaltıdan sonra oraya gittim. Tam işi bitiyorduk ki bir silah sesi duyuldu. Bir şey de söyleyemedim. “Babam kediyi vurdu diyemezdim.” Aklımdan o an bir sürü ihtimal geçirmek istedim. “Belki yılan öldürmüşlerdir, belki tilki…” Bunları düşünüyor ama inanmıyordum. Nihayet iş bitti, hemen eve koştum. Sarman’ın cansız bedeni kümesin önünde yatıyordu. Babam onu yine bir civcivi yakalarken görmüş ve öldürmüştü. Tilkilerde olduğu gibi kedinin yaradılışında da avcılık vardı. Bunu yapması gayet normaldi. Üstelik üç tane de yavrusu var, onlara yiyecek bulmak zorunda ama babam. Her seferinde söylediğim gibi “Babamı anlamıyordum.” O kedinin ölmesine de hiç üzülmedi. Üstelik gayet mutluydu. Onun düşüncesine göre zarar veren her ne ise onu öldürmek suç değildi. Hiçbir şey söyleyemedim. Ne desem babam duymayacaktı, bunu biliyordum. Bu olayı da kendi sinemde sindirmeye çalıştım. Sustum. Sessizce balkondaki divana oturdum. Aklımda yine karmaşık duygular vardı. Olayı unutmam zaman alacaktı. Belki de hiç unutmayacağım. Çevrede gördüğüm her kedi bana Sarman’ı hatırlatacaktı sonra babamı, civcivleri ve o silah sesini… 
Civcivler yaklaşık bir aylık olmuştu. Yavaş yavaş sevimliliklerini de kaybediyorlardı. Onlara karşı eski ilgim de yoktu artık. Bizim bahçe sınırları dışına çıktığını görenler olmuş. Tavuk da hayvan sonuçta. Akşama kadar kendilerine yiyecek aramak için dışarıdalardı. Onları kümese kapatamazdık. Ama bahçenin çevresini tel örgülerle çevirmek iyi bir çözüm olabilirdi. Ertesi gün teller geldi. On sekiz günün ardından tüm bahçeyi telledik. Artık civcivler bahçeden dışarıya çıkamazlardı. Ellerimde hâlâ tellerin oluşturduğu yaraların izleri var. Boşa yaptığımız onca işten birinin izleri diyorum ben bunlara. Ama en azından civcivler yüzünden komşulardan laf duymayacaktık. Buna değerdi o izler.
Bir öğle vakti çay içiyorduk. Ablam evlendikten sonra ilk defa ziyaretimize gelmişti. Evden ayrılmanın, yeni bir hayat kurmanın iyi ve kötü yanlarından bahsediyorduk. İlk zamanlar ablamın eşiyle olan ilişkileri, evlenme süreci bizim ailede çok iyi karşılanmamış ama sonrasında her şey düzelmişti. Havaya baktım bir ara. Yayla tarafından kara bulutlar hareketleniyordu sanki. Çok geçmeden de her mayıs, haziran ayında olduğu gibi şiddetli bir dolu yağmaya başladı. Dışarı çıkmak imkânsızdı. Aklıma civcivler geldi ama babam onların yuvalarına girdiğini söyledi. Aslında o da görmemişti sadece tahmin ediyordu. Hayvanlar doğa olaylarını içgüdüleri sayesinde daha çabuk algılarlarmış. İçim biraz da olsa rahatlamıştı. Babamın hayvanlar konusundaki tecrübesine güveniyordum. Yaklaşık yarım saat süren dolu yağışı yerini şimdi sağanak bir yağmura bırakmıştı. Çok sürmeden sağanak da durdu ve gökte rengârenk gökkuşağı göründü. Dışarı çıktığımda yeniden güneş doğmuş, sanki az önceki fırtına hiç yaşanmamış gibiydi. Buralarda hava böyledir. Tıpkı insan duyguları gibi. Bir günün içinde farklı doğa olaylarını bir arada yaşayabilirsin. Gözlerim gökteki eşsiz manzaraya dalmışken aklımdan annemin tarlaya ektiği domates, biber, marul ve patlıcanlar geçti. Muhtemelen hepsi yerle bir olmuştu. Bahçedeki meyveler de aynı şekilde. Tıpkı iki sene önceki fırtınada olduğu gibi. Tüm bunlar aklımdan geçerken babamın sesiyle irkildim.
-Ahmet! Hadi civcivler ne durumda bir bakalım.  
O an civcivler hiç aklımda yoktu. Terliklerimi giyip babamın arkasından aşağı indim. Kümese vardığımızda gördüklerimiz tam anlamıyla bir felaketti. O görüntüler aklımdan nasıl çıkacak bilmiyorum. Sabah tavukları dışarı saldıktan sonra kümesin kapısı kapanmış. Bir iki defa bu vaka yaşanmıştı öncesinde. Akşam geldiğimde tüm civcivler kapıda bekliyor olurlardı. Ama bu sefer neredeyse tamamı yerde cansız yatıyordu. Aynı şekilde anneleri de. Birkaç civciv annesinin kanatları altına sığınarak hayatta kalmayı başarmıştı. Onlardan birini elime aldım. Gagasını yırtarcasına feryat ediyordu. Buna dayanamadım. Ağlamaya başladım. Babam beni yeni civcivler çıkarmakla teskin etmeye çalışıyordu. Onu duymuyordum bile. Onun hayatında her zaman olaylara karşı bir çözüm yolu vardı. Bu sefer dinlemek istemedim. Koşarak eve doğru gittim. Balkondaki divana oturdum yaşanan olayları anlamlandırmaya çalışıyordum.  Babam civcivlerden birkaçını yedikleri için önce bir tilkiyi sonra da kediyi hiç acımadan öldürmüştü. Sonrasında ise onca civciv dolu tanelerinden kaçamadığı için can vermişlerdi. Bu Allah’ın bir takdiriydi elbette. Babamın da benim de çıkaracağımız dersler olmalıydı. Kafamda onca soruyla boğuşurken balkon demirine bir sincabın geldiğini fark ettim. Yaklaştığımda gördüm ki bu sincap değil Sarman’ın yavrularından biriydi. Demirden aşağı doğru sarktım. Üç kardeş de hayattaydı. Beni görünce bir anda ortadan kayboldular. O anda babam da eve doğru geliyordu. Ben yine divanın üzerine oturdum. Moralim bozuktu ama Sarman’ın yavrularını görmem bana mutluluk vermişti. Babam merdivenlere yaklaştığında ona doğru baktım. Onu ilk kez böyle düşünceli görüyordum. “Kendi iç dünyasında ne muhasebeleri vardı acaba?” diye aklımdan geçti ama çok da ilgilenmek istemedim. O anda merdivenin altından yavru kedilerden birinin sesi duyuldu. Tekrar korkuluk demirlerine yaklaştım. Babam aşağıdaydı ve minik bir bebeği severcesine yarısı kesilmiş sözler geliyordu kulağıma. Olduğum yerde kalakaldım. Babam birazdan merdivenlerin altından çıktı ve eve doğru gelmeye başladı. Basamakları yarılamıştı ki beni karşısında gördü. Dilim tutulmuştu sanki. Hiçbir şey söyleyemedim. Bu sessizliği bozan babam oldu. Gözleri hafif nemliydi. “Ahmet!” dedi. 
-Efendim baba!
-Mahallede kaç tane kedi var?
Mahallede kaç kedi olduğunu açıkçası bilmiyordum. Bizim evin çevresinde yedi sekiz tane vardı. Önce babamın ne demek isteğini anlayamadım ama bu soru karşısında çok fazla düşünmeme de gerek yoktu.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 223. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 223. Sayı