Hodâdâdhân


 01 Nisan 2025


Hodâdâdhân’ın kendi arzusuna ulaşmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Yani parti merkez komitesinin üyesi olarak seçilmişti. Şimdi sadece “Erkan” gazetesinin müdürü, “Teorik” dergisinin editörüydü ve diktatörlüğe karşı olan birkaç gazeteyi de gayri resmî olarak yönetiyordu. Hatta artık merkezî komitenin aktif bir üyesi olarak parti liderlerinden de sayılıyordu. Bunun için kendi geçmişiyle ilişkisini kesmeye ve arkasındaki köprüleri yıkmaya mecburdu. 

Hodâdâdhân’ın yeni milletvekili olan bir arkadaşı vardı. Seçilmesinin üzerinden geçen bu bir haftada kaç defa yeni meclis vekili olan arkadaşının ağzından artık sırtının çok sağlam olduğunu duymuştu. Arkadaşı bu sözü her söylediğinde Hodâdâdhân’ın sırtına vurmuş, her ikisi de içtenlikle gülmüşlerdi. Hodâdâdhân yalnız kaldığında bu cümlenin gerçek anlamını çok düşünmüştü ve gerçekten şimdi sırtının çok sağlam olduğunu anlamıştı. Şimdi hayatı yeni bir anlam kazanıyordu. Bataklıkta kokan kirli bir su gibi değildi. Şimdi o merkezi komitenin aktif bir üyesi, partinin yöneticisi ve çoğu komisyonların üyesiydi… Ve niye kendimizi zora sokalım ki şimdi sırtı çok sağlam biriydi.

Doğrusu, bu haber yani Hodâdâdhân’ın merkezî komite üyesi olarak seçilmesi yalnız kendisi için değil, onun düşmanları için de -parti üyesi olmayanlar­­- çok ilginç bir haberdi ve partinin menfaatleri bu haberin gizli kalmamasını gerek görmüyorsa da Hodâdâdhân’ın gösterişinden de usandıkları için Erkan gazetesinin onu yayınlamasına izin vermediler. Sadece bir iki ay sonra bu haberi diktatörlüğe karşı olan gazetelerin birinde yayınlattılar.

Doğrusu, bu Hodâdâdhân’ın meclis vekili arkadaşının isteğiyle yayınlandı ama Hodâdâdhân’ın bazı işleri gözetmek için böyle bir şey yapmış olduğunu zannetmeyin. Şimdi Hodâdâdhân daha tecrübeli olduğunu düşünüyordu. Artık sırtını sağlam yere yaslamıştı.

Hodâdâdhân merkezî komite üyesi seçilmeden önce de partinin gözdesiydi. Partinin oturumlarında, konferanslarında, gece oturmalarında, kültür evi toplantılarında sözü geçen biri sayılırdı. Kelamının güzelliği, beyanının gücü, uzun boyu, politika, adap ve usul bilmesi gibi davranışları herkesin dikkatini çekiyordu. İlk defa önemli bir toplantıya gelen yeni parti üyeleri her şeyin karşısında çok heyecanlanıyorlardı hatta çok eski ve tecrübeli üyeler bile Hodâdâdhân’ın konuşma ve davranışlarına çok hayranlardı. Elbette şimdi de hayranlardı ama bir farkla, o zaman Hodâdâdhân merkezî komite üyesi değildi ama şimdi üyesiydi. Ama bu yeni başarının onun davranışında ve konuşmasında asla değişikliğe sebep olduğunu sanmayın. Eskisi gibi şefkatli, samimi ve haysiyetliydi.

Hodâdâdhân uzun boylu ve olgundu. Aynı şekilde alnı da merkezî komite üyesine yakışır şekilde saç çizgisine kadar uzun ve genişti. Yüzü hep traşlıydı ve biriyle konuştuğu zaman seyrek saçlarını aşağıdan yukarı doğru eliyle düzeltirdi ve karşısındaki insana mecburen yukarıdan bakardı. Çok güzel kıyafetler giyerdi ve biri onun yanında durduğu zaman sürekli ceketinin kenarını yukarıdan aşağı doğru düzeltirdi. Böyle bir alışkanlığının olma sebebi belki de biraz göbeği olduğu içindi. Ama onun uzun boyu, küçük kusurunun belli olmasına engel olurdu.

Elbette Hodâdâdhân için yeni göbek yaptığı söylenmezdi. Ancak hapse gitmeden, hatta siyasi zindanını bir sürü acı ve tatlı hatıralardan bir yığınla geride bırakmadan ve kendi siyasi hayatının uzun yolunun azığı yaptığı bir torba dolusu hatırayla bu yeni yola adım atmadan önce göbeği çıkmamıştı. Henüz uzun ve kilolu biri olarak görünmüyordu ve yürürken göbeği sallanmıyordu ama şimdi sahip olduğu göbeğiyle kilolu görünüyor ve mevcut uzun boyuna rağmen onun için uzun denilemiyordu. Tam manasıyla akıllı bir adamdı ve gerçekten partinin toplantısını yönetmeye layık biriydi. Merkezî komitenin aktif üyeliğine yakışan biriydi.

Doğrusu Hodâdâdhân seçimden önce de partinin gözdesiydi ama partinin daha üst seviyedeki oturumlarında henüz çok güvenilen biri değildi. Gençliğinin en güzel yıllarının beş senesi diktatör hapishanesinde geçirmişse de bu son zamanlarda kültür evleri oturumlarında “ûf” ve “ îskî” ile biten soy isimlerindeki adamlardan birçoğuyla tanışmamış, yarı siyası yarı dostluk meclislerine de gitmemişti. Ve henüz liderler onun güvenli bir adam olduğuna dair tanı koymamışlardı. Her sıradan üye de merkezî komite üyesi seçilme şartının yarı siyasi yarı arkadaşlık meclisleriyle bağlantılı olduğunu bilirdi. En büyük güvensizliğe kendisinin sebep olduğu göz ardı edilmemeliydi. Merkezi komite üyeliğine seçilmeden önce kendi deyimiyle partide kritik bir pozisyona sahipti ve muhalif gruptaki adamlardan biriydi. Parti yapılanmasına dair hiçbir bilgisi yoktu. Doğrusu Hodâdâdhân bu muhalif grubunun baskısıyla merkezî komite üyeliğine önerildi ve sonra da bunların baskısıyla bu göreve seçildi ama neredeyse seçimden altı ay önce merkezileştirme prensibinin demokrasi prensibine göre daha gerekli olduğunu anlamıştı. O yüzden muhaliflerin meclislerine gidip gelmeyi kesmişti. Onun yerine kültür evlerinde bulunuyor ve bugünlerde “odak prensibine nasıl alışalım” ve “parti sisteminde tutum” konulu iki konuşma yapıyordu. Şimdi o her zamanki gibi hem tüm parti ve parti dışı meclislerin hem de kültür evlerinin gözdesiydi. Özellikle de yarı siyasi, yarı arkadaşlık meclislerine gerek duymadan merkezî komite üyeliğine seçildiği için gurur duyuyordu. Yeni milletvekili olan arkadaşının dediği gibi şimdi sırtı çok sağlamdı ve hatta gelecekteki siyasi kariyeri hakkında en kötümser arkadaşlarının bile hiç şüphesi kalmamıştı. Hodâdâdhân daima prensipli ve ilkeli bir adamdı. Merkezî komite üyeliğine seçilmeden önce tüm prensiplerin odak noktasıydı. Hiçbir düşüncesinden taviz vermiyordu, özellikle parti ve sosyal konularda. Doğrusu, o ya da bununla arası iyi olup onların yardımıyla bir yere gelen bu memleketin alışılagelmiş politikacılarından değildi. Hem kendi ilkelerini hem de partinin ilkelerini korumak için yabancı dostluk meclislerine katılmak zorundaydı.

Elbette bu ilişkiye yabancı dostluk ilişkisi demeyelim. Ona yarı siyasi yarı dostluk ilişkisi diyelim. Aslında bunun dışında başka bir şey yoktu, merkezî komitede ya da kültür evi meclisinde olan aynı adamlar, aynı sözler, aynı sohbetler, aynı kararlar o yerde de vardı.

Ama bununla birlikte Hodâdâdhân çok titiz bir adamdı. Bu gelip gidişlerde bazen kendi içinde huzursuzluklar hissediyordu ama ne yapabilirdi? Partide odak ilkesini korumak için özellikle dünya siyasetinde ve onun takip ettiği insancıl politikada rahatsızlıkları kabul etmeye ve affetmeye mecburdu. Fedakârlık kelimesini niye sözlüklere yazmışlardı ki? 

Hodâdâdhân 1320’de hapisten kurtulan insanlardandı. Elbette eski şahın Mazenderan’daki mallarına göz dikip hapse attırdığı siyasi mahkûmlardan değildi. Bir komünistin ayakkabısını boyayıp hapse düşen bir ayakkabı tamircisi de değildi. Bir müfettişin, hesaplarında ve belgelerinde hapse atmak için açık bulduğu aktar ve bakkal da değildi. 

Onu okul sıralarından hapse götürmüşlerdi. Doğrusu o zamanki oluşumlarda çok aktif biri değildi ama yabancı dil biliyordu ve arkadaşlarına da yardım ediyordu. Arkadaşları onun hapse düşmesini bir tesadüf eseri ya da yanlışlık olarak görmüyorlardı ama hepsi de bu kadar işkence ve sıkıntı çekmesini hak etmediğini itiraf ediyorlardı. 

Birkaç tane haber, dergide küçük bir makale yayınlamak ve bir iki kitabı ona buna ulaştırmak asla büyük bir cezayı gerektirmezdi. Arkadaşlarının tümü de bu konuda hem fikirdi. Hepsi onun olası itiraflar karşısında -elbette düşmanlarının sözüyle- susmayı tercih ettiğini biliyorlardı.

Hodâdâdhân merkezî komitenin üyesi olduğu şu günlerde yalnız değildi, fakat onun hakkında olan hatıraların beyinlerden silinmesi gerekiyordu. Hatta hapiste olduğu o zamanlarda da arkadaşları onun davranışlarından alınmazlardı ve her konuda kötü bir şey söylese de ona hak verirlerdi. Bazıları da ondan utanıyordu. Hodâdâdhân bizzat bu konuyu herkesten daha iyi biliyordu. Ama ne mutlu ki her şey değişmişti. O, beş sene işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırılmasından bir şikâyet ve üzüntü duymuyordu ancak başkaları gibi faaliyetler yapmadığı halde hapse atılması için devletin onu suçlamasına üzülüyordu.

Hodâdâdhân, hiçbir suç işlemeden beş sene ağır bir ceza çektikten sonra suç işlemeden önce cezalandırılan bir memlekette, suçun da cezalandırıldıktan sonra işlenebileceği gerçeğine varmıştı. Eğer işlemediği suç için adam ceza görüyorsa mecburen suçu hesap kesildikten sonra yapacaktı ki hesap eşit olsun. Şimdi sadece o değil belki partinin tüm liderleri ve ileri gelenleri bu gerçeğe inanıyorlar ve her sıkıntılı parti adamına bu reçeteyi veriyorlar, “Bırakın birkaç gün hapse düşsün de kendine gelsin.” diyorlardı. Hapse düşmek sadece bir partiye hizmet sabıkası olmamıştı, belki de parti üyesi olmak için bundan daha iyi bir reçete yoktu. Bu düşünce sadece Hodâdâdhân’ın değil parti liderlerinin de düşüncesiydi.

Doğrusu kendisine dair bu reçeteden Hodâdâdhân da etkilenmişti. Ama onun için bir parlak hizmet sabıkası olması bakımından hem kendisinin hem de başkalarının şüphesi vardı. Partinin emri doğrultusunda mecburen partiye sadık olan geçmişiyle ilişkisini kesmek zorundaydı.  Hodâdâdhân da bunun için geçmişi hatırlamak istemiyordu. Şimdi merkezî komite üyeliğine seçilmişti ve yavaş yavaş partinin ilk başlangıcındaki kritik pozisyonu ele almasının nedeni, hapisteki arkadaşlarının bakışlarına tahammül etmek ve aralarında sohbet geçen liderlerden kaçmak istediği için olduğuna inanıyordu.

Bununla birlikte geçmiş geçmişti ve Hodâdâdhân da geçmişle ilişkisini kesmekte partinin gayretli bir üyesiydi. Bir yandan diğer parti liderlerinin konferanslarda, özel meclislerde, yarı siyasi yarı dostluk meclislerinde, kültür evi meclislerinde bu hatıraları tekrar etmekten başka bir şeyleri yokken ve her yerde liderlerin siyasi kimlikleri, hapiste geçirdikleri saat ve gün sayıları değerlendirilirken; Hodâdâdhân mecburen susuyor ve geleceğe bakıyordu. Yani merkezî komite üyeliğine seçilmeden önce susmaya ve geleceğe bakmaya mecburdu ama şimdi her şey değişmişti. O hem yeni parti adamlarının hem de haftalık konferans toplantılarında tüm merkezî komite üyelerinin karşısında kendine güvenle elini seyrek saçlarına götürüyor, ceketinin kenarını düzeltiyor ve “Geçmişle ilişkimizi kesmemiz gerekiyor, geleceğe bakmamız lazım.” diyordu.

Elbette diğer bir taraftan onun hapiste olduğu zamanlar hakkında farklı hikâyeler de duyulmuştu. O, hapiste yaşam koşulları çok kötü olduğundan mecburen her hafta hapisteki bir parti lideriyle aynı odada kalıp, aynı yemeklerden yiyen ya da kendi koğuşundakilerle açlık grevine eşlik etmeyen ya da bir mahkemede ağlayan veya başka mahkemelerde itiraflarda bulunan yakışıklı bir adamdı gibi hikâyeler... Bunları düşmanlarının çıkardığı ya da parti adamlarının dediklerine göre geri zekâlı emperyalist biri tarafından uydurulduğu belliydi! Elbette Hodâdâdhân’ın kendisini suçsuz göstermek için mahkemede tüm bu tanımadığı hapistekilerle alakasının olmadığını söylemesi çok doğaldı. Bunları da geçelim bu hikâyeleri yazanlar da efsaneler gibi değersizdi ve nitekim bunları inkâr etmek de düşmana üstünde daha çok tartışması için fırsat veriyordu. Hodâdâdhân hiçbir zaman bu dedikoduları inkâr etmeye çalışmadı. Eğer gerçeğin hiçbir zaman saklı kalmadığına inanıyorsa artık bu işlere ne gerek vardı? Bu yüzden Hodâdâdhân kendi geçmişiyle ve en azından geçmişinin o bölümüyle ilişkisini kesmiş ve köprülerin tamamını yıkmıştı.

Hodâdâdhân’ın geçmişiyle ilgili bu bilinmeyenler onun batıya gidip, eğitim aldığı mesela hukuk ve edebiyat doktorasını Avrupa’nın falan şehrinde yaptığı gibi bir sürü dedikoduya sebep olmuştu. Doğrusu Hodâdâdhân’ın elinde hiçbir diploması olmamasına karşın yabancı dil bilmesi, isimleri, kavramları ve yabancı isimleri Latin harfleriyle parti dergisinin makalelerinin altında yazıyor olması, bilimsel konferanslarda zor yabancı kelimeleri iyi derece kullanması, tüm bunlar onun Avrupa ile bağlantısı olduğuna dair dedikoduları teyide sebep olmuştu.

Hodâdâdhân insanların üzerinde kendisine dair yanılgılar bırakmak istediğinden değil aksine geçmişini hiç tartışmak istemiyordu. O yüzden dedikoduların doğru ya da yanlış olmasıyla ilgilenmiyordu. Yoksa Avrupa görenlerin ona ne üstünlüğü olacaktı?

Hodâdâdhân bir haftadır merkezî komite üyeliğine seçilmişti, çocuğu ve karısı da vardı. Bu yüzden toplumda ve partide ağır bir görev sorumluğunun yanında bir aile sorumluluğu da vardı.

Ama ne mutlu ki Hodâdâdhân’ın anlayışlı bir karısı vardı ve evde sadece bir eş veya ailenin babası değildi. Hatta son seçimlerden önce bile evde de onun gençliğinin en güzel günlerini karanlık zindanlarda geçiren onurlu büyük bir lider, bir fikir adamı ve toplumun önde gelenlerinden olduğunu biliyorlardı. Sabahları onu karısı uyandırıyor, yüzünü yıkaması için su döküyor, tıraş malzemelerini topluyor ve kahvaltısını getiriyordu. Gecenin son saatlerinde Erkan gazetesinde yazdığı makaleyi ona okuyor ve yanlışlarını düzeltiyordu. Sonra kıyafetlerini getiriyor, kravatını bağlıyor, kravatının rengine kadar kendisi seçiyordu. Hiç şaşırmayın, Hodâdâdhân’ın kıyafetlerinin kumaşını bile karısı seçerek, terziye verip alıyordu. Çünkü kocasının bu işlere yetişemeyeceğini biliyordu. Hodâdâdhân bu siyasi pozisyona sahip olmasa bile en azından aklı başında ve güzel yüzlü bir kocaydı. Bunu da ekleyelim ki Hodâdâdhân evin maddi işleri hakkında çok ince eleyip sık dokumazdı yani evin mali durumuyla işi olmazdı. Doğrusu kirada oturuyorlardı, telefonları da yoktu ama her aybaşı adı “ of “ ile biten bir beyefendi bin tümen getirip kapıdan verir giderdi. Elbette bu parayı onlara bedava verdiğini düşünmeyiniz. Hodâdâdhân’ın karısı haftada üç gün ve bir günde akşam iki saat yabancı bir haber merkezinde sekreterlik yapıyordu ve bu para onun maaşıydı. Bu parayla sadece hayatlarını güzel geçirmiyorlar, yazları da Babülser’e gidip birkaç gün deniz kenarında siyaset ve partilerden uzakta dinleniyorlardı. Hodâdâdhân’ın karısı düşünceli bir kadın olduğundan kocasını saygın ve düzenli göstermek için çalışıyordu. Onu fazla rahatsız etmeyip aydın kadınlarla görüşmesiyle ilgili hiçbir şey sormuyordu. Evde ona tam bir büyük lider gibi davranıyor, onun etrafında pervane oluyordu. Belki Hodâdâdhân ayda bin tümen maaş alan böyle iyi ve düşünceli bir kadınla çok mutludur diye düşünmüşsünüzdür. Ama şimdiye kadar ne düşünmüşse özellikle merkezî komiteye seçildiği bu bir haftada herhangi bir kadınla evlenseydi bile bundan başka bir şey olamazdı sonucuna varmıştı. Bu kadar işin içinde kendini unutmuştu ve toplum işlerini düşünmekten kendisine bile vakit ayıramıyordu. Diğer işleri karısı olmasa halletmesine imkân bile olmuyordu. Hodâdâdhân’ın böyle bir karısı olmasından hiç şikâyet etmediği doğruydu. Ama partinin büyüdüğü ve onun parti üyelerinin üstünde- kadın ve erkekler- nüfuzunun arttığını gördüğü bu son zamanlarda özellikle dört gün önce yeni komite üyeleri için düzenlenen bir kutlamada yavaş yavaş neden siyasi bir erkek kendisini aileye bağlı tutsun diye düşünüyordu. Özellikle her zaman gazeteye gelen yazar ve idealist olan iki tane hanımefendi onu bu düşünceye daha çok yaklaştırıyorlardı. Ve o bazen aile konusunu geçmişte bırakmaya onlarla ilişkisini kesip arkasındaki köprüleri yakmaya çalışıyordu.

Hodâdâdhân çok yoğundu. Daima günlerin kırk sekiz saat olmasını ya da hiç uyumamayı arzu ediyordu. Geceleri kültür evi oturmalarından ve yarı siyasi yarı dostluk meclislerinden geç saatte geliyor ve geç uyuyordu. Tıraş olmak için sabah saat dokuzda uyanıyor ve Erkan gazetesinden makalesini okuyarak kahvaltı edip karısıyla sohbet edene kadar saat on oluyordu. Ve o evden direkt Dehful’un psikolojisini okumak için sabah onu bekleyen yeni milletvekili olan arkadaşının yanına gidiyor ve öğlene kadar aralarında Dehful bahsi geçmese de en azından günlük işler hakkında fikir alışverişinde bulunuyorlardı.

Öğlen saatlerinde oradan arkadaşının arabasıyla gazeteye gidiyor, öğlen ikiye kadar gazetenin normal işleri ve parti dergileriyle uğraşıyordu. Birisi falan parti komitesinden şikâyet ediyor, diğeri diktatörlük aleyhine düzenlenen falan mitinge dair yeni bir röportaj üzerine konuşuyordu. Bir başkası da nasıl bitireceğini bilmediği yeni yazdığı hikâyesinden bahsediyordu. Ve diğeri yarı doğu yarı batı bir dergiden bir tercüme yapmış ona gösteriyordu. Velhasılıkelam herkesin onunla bir işi vardı. İşyerindeki odasına girdiği zaman iki saat kadar yüz kişinin işini hallediyordu. Her ne kadar bu en yorucu işlerden olsa da ve Hodâdâdhân bu rutin işlerden usansa da, onun gönlünün tesellisi de yine bizzat bunlardı. Bu iki saatte parti üyelerinin ve parti üyesi olmayanların şikâyetlerini dinliyor, dertlerine derman oluyor, üzüntülerini gideriyor, her birisine on beş dakikalık zaman ayırmak suretiyle gerçekleştirdiği kısa görüşmelerinde onlarla konuşuyor ve tüm bunlarla sadece müracaat edenleri ümit verici bir şekilde odadan göndermiyor aynı zamanda kendisinin de gönlünü ferahlatıyordu. Hodâdâdhân öğle yemeği masasında -özellikle eşiyle yemek yediği ve söyleyecek bir sözünün olmadığı o günlerde- daha çok başkalarını mutlu etmeyi düşünüyordu. Hatta son zamanlarda insanlara söylediği şeylerin daha çok kendi gönlünü ferahlattığını hissetmişti. Bu yolla konuyu kendiyle ilişkilendiriyor, yavaş yavaş önemli olanın karşıdakinin anlaması ya da anlamaması olmadığını fark ediyordu. Karşıdaki ister anlasın ister anlamasın, önemli olan bir konuyu kendisine anlatmasıydı. Kendisiyle empati kuruyor ya da en az bir konuşmayı tekrar ediyordu. Bu şekilde Hodâdâdhân parti üyesi olsun olmasın herkese yaptığı her kısa konuşmasında, geçmişle ilgili bir konuyu unutmasını ve onunla ilişkisini kesmesi gerektiğini ve gelecek hakkında konuşması gerektiğini söylemeyi unutmuyordu.

Öğlen ikide gazetenin işi bittikten sonra yeni milletvekili olan arkadaşıyla ya da komite arkadaşlarıyla, haftada iki gün de karısıyla Hotel Palas’ta yemek yiyordu. Elbette Hotel Palas’a ilk gittiğinde rahatsız olmuş ve burjuvaların yaşam alanının onun yüzebileceği bir su olmadığını düşünmüştü. Ama daha sonra masa üstünde her parça yemek takımının bir işlevi olduğunu anladı yani farklı farklı çatal ve bıçaklarla tanıştı. Onların çok da rahatsız edici şeyler olmadıklarını düşündü. O günden sonra burjuvayla burjuvanın silahıyla savaşmak gerektiğini düşündü. Hodâdâdhân’ın savaştığı bu burjuvalar -özellikle yeni milletvekili olan arkadaşıyla yemek yediklerinde- onların masalarının başındaydılar ve onları da kendi siyasi ya da özel konuşmalarına ve tartışmalarına dâhil ediyorlardı. Genellikle öğlen saat dörtte hotelden çıkardı ve bu saatte konferans ve komitelerin işleri yeni başlardı. Bu toplantıdan o komiteye, oradan bir konferansa ve oradan başka bir toplantıya… Böylece gece on bire kadar Hodâdâdhân’ın zamanı konuşmakla ve karar vermekle geçiyordu. Ardından kültür evi oturmaları ve yarı siyasi yarı dostluk meclisleri yeni başlıyordu. Hodâdâdhân’ın günü böyle geçiyordu. Tatil günlerinde yeterince miting, soruşturma, konuşma ve yüksek makamlarla birçok özel görüşmeleri vardı ve o hiçbir şekilde bir şey okumak veya yazmak için kendisine vakit ayıramıyordu. Gazetenin basın sorumluları ve yazarlar gazetenin ve parti dergisinin müdürü olan Hodâdâdhân’a düzeltmesi ya da eleştirmesi için yeterli derecede kendi yeni eserlerinden gönderiyorlardı. Kendisi de bazen kültür evlerinden bazı kitaplar getiriyordu. Ama bu kadar kitap ve dergiyi okuyacak fırsat bulmak ne mümkündü? Hodâdâdhân günün yirmi dört saatinin sadece sekiz saati evdeydi. Ve bu esnada en az altı saat uyumuş olması gerekiyordu. Ve evde olduğu sabahları o iki saatte de ne kadar işi olduğunu gördük. Ama Hodâdâdhân bunların hepsine rağmen evden çıkmadan önce on beş dakikasını okumakla geçirmeyi çok istiyordu. Fakat zamanının çoğunda ister yabancı ister Farsça her kitap ve derginin sadece isimlerini, özelliklerini ve içindekiler kısmını aklında tutabiliyor ve biraz daha zamanı olursa ancak giriş kısmını okuyabiliyordu. Okuduklarının birkaç cümlesinin altını çiziyor; sonra da kültür evi mührü olan kitap ya da dergileri bu tür kitap ve dergilerin bulunduğu kitaplığına koyuyordu. Ne mutlu ki Hodâdâdhân’ın güçlü bir hafızası vardı. Üstünkörü bir bakışla Avrupa ve Asya’nın akademik alanlarından özellikle bilim, kültür ve edebiyat yenilikleriyle tanışıyordu. Elbette her oturum ve mecliste ve her konferansta sanat, edebiyat ve bilim yeniliklerinden bir şeyler dile getirmeyi unutmuyor ve birkaç tane kitap ve yabancı yazarların da ismini söylüyordu. Örneğin Avrupa ve yarı Avrupa ülkeleri arasında genetik meselesini tartışan bazı gazetelerde, Hodâdâdhân’ın daima yarı Avrupa ülkelerindeki en son görüşleri hakkında bilgisi vardı ve Avrupa düşüncesini nasıl eleştirmesi gerektiğini biliyordu. Özellikle yarı Avrupalıların “genetik” hakkındaki görüşleri, geçmişini silmesi ve onunla ilişkisini kesmesi için Hodâdâdhân’ın eline yeni deliller veriyordu. İş ya da yemek masasında kendi muhataplarına beyan ettiği kısa konferanslarında, kendi mevzuunu yeni delillerle sağlam temellere dayandırmayı unutmuyordu. Hodâdâdhân o kadar okumuş ve farklı kitaplar görmüştü ki son zamanlarda mütalaa etmede söz sahibi olmuştu. İster ilmî ister edebî ister felsefî olsun her kitabın bir şeyler içerdiğini ve insanın onları anlaması için uzman olması gerektiğine inanıyordu. Ve daha çok ilgisini çeken, sonu “izm”le biten yeni şahsiyetlerden bahseden on beş dakika ya da yarım saatte onları mütalaa etmesine yetmeyen bazı kitapları cebine koyuyor, büyükse gazeteye sarıyor, ya iş zamanında ya öğlen yemek masasında ya da konuşmalarının arasında aynı şekilde mütalaa etmeye devam ediyordu.

Hodâdâdhân sadece okur değil aynı zamanda yazardı. Kültür evi oturmaları ve yarı siyasi yarı dostluk meclislerin müzakerelerinin konularına dair düzenlenmiş ve doğrusu bazı günlerde siyasi oturumlarda patlak veren konulara dair Erkan gazetesindeki baş makalelerinin yanı sıra, her derginin aylık sayısında “eleştiri tarzı” ya da “onu teyit etmek için pragmatizmin reddedilmesi” hakkında birkaç tane makalesi ya da “davranışlar” hakkında birkaç yazısı vardı. Bazen de çeşitlilik olarak hikâyeler yazıyor veya şiir söylüyor hatta gençlik ve hapisten önceki yılların hatırasına çeviri de yapıyordu. Elbette tümüyle istekli yeni işe başlayan yazarlar da Hodâdâdhân’ın yarım kalan işlerini bitirmek ya da ağır bir makaleye bedel olan konferanslarındaki konuşmalarından aldığı notları aylık dergiye koymak için gazete ve derginin çevresinde dolaşıyorlardı. Elbette Hodâdâdhân’ın bir konuyu birkaç defa konferanslarında, bir iki kere makalelerinin başında en sonunda da teorik bir makale olarak aylık dergide yayınlattığı doğruydu. Ama kendi eserini sunmak için bir konunun çeşitli şekillerde tekrar edilmesi gerektiği unutulmamalıydı. Özellikle bu konu geçmişle ilişkiyi kesmek ve köprüleri yıkmak içinse.

Bunları geçelim Hodâdâdhân bir kere de kitap yazmıştı. Sırası gelmişken hatırlatayım ki okuma tarzı hakkında Hodâdâdhân’ın düşüncesi kendi yazdığı kitapla aynı değildi. Parti oturumlarında onun kitabı çok ilginç karşılandı. Hodâdâdhân herhalde öyle bir yeteneğe sahipti ki partinin basın sorumlusu olmasa bile yine kitabı okunmalıydı. Bu sebeple Hodâdâdhân akademik çalışmaları kapsamlı olduğu için kendine vakit ayıramamasına, karısının onun kravatını bağlamasına ya da maaşını gelip kapıdan vermelerine hakkı olduğunu düşünüyordu. Hodâdâdhân merkezî komite üyeliğine seçilmeden bir iki sene önce bir kuzey eyaletinde teşkilat sorumlusuydu. Onun gibi başarı elde edemeyen bazı arkadaşları, o yarı siyasi yarı dostluk meclislerinde bulunmadan önce merkezî komiteye girmiş olsa da bu durumun kesinlikle o bir iki senede kendi işlerini ayarlamasından kaynaklandığını düşünüyorlardı. Mesela neden ilk başta kendi kritik pozisyonuyla gururlanmasına rağmen falan parti arkadaşının bu ithamla kuzey eyaletinden alınmasına ya da neden falan köylü örgütleri sorumlusunun onun izniyle bazı köylerde sendika kurmasının engellemesine izin vermişti veya neden onun o zamanlardan kalan resimlerinde başında uzun deri bir şapka vardı veya silah takmıştı ya da falan komutanla omuz omuza durmuştu diye iddialarına delil getiriyorlardı. Elbette partinin olumsuz düşünen adamları tarafından yapılan bu eleştirilerden hiçbirine itimat edilmezdi. Ancak Hodâdâdhân’ın yanında psikoloji Dehful okuyan, yeni milletvekili olan arkadaşının onlar hakkında söz konusu söylentilerin çıkarıldığı aynı köyün sahibi olması da haklılık payı olduğunu göstermekteydi. Ama bu tartışmasız gerçek Hodâdâdhân’ın üstüne atılamazdı. Çünkü onun aynı arkadaşının -komutanların yardımıyla gazeteye seçilen- şahsen falan üyenin ihraç edilmesi ve falan nahiyede köy sendikası düzenlemeyi engellemiş olması konusu mümkündü ve bu söylentilerin onun geleceğinde ve kariyerinde küçük bir etki bile yaratmayacağı şüphesizdi. Ama Hodâdâdhân’ın geleceği hakkında mı? Unutulmamalıdır ki Hodâdâdhân ilkeli bir adam olduğundan kendi geleceğini aslında partinin geleceğiyle karıştırmıştı. Bu sebeple asla kendi geleceğinden hiç bahsetmezdi, bu ona yakışmazdı. Büyük bir liderden de bundan başkası beklenemezdi. Onun geçmişle ilişkisini kestiği, geleceğe göz diktiği ama sadece geleceğe göz dikmesinin onun için yeterli olduğu doğruydu. Hiçbir zaman öngörülerini dile getirmezdi, bu yakışık almazdı. Onun çevresindekiler ve partidekilerin hepsi yarın -hareketleri güçlendiği zaman- kültür bakanlığı değil -o bile ona uygun değildi- mesela üniversite rektörlüğü için bile parti içinde ondan iyi hiç kimse bulunmaz diye düşünüyorlardı. Elbette bizzat o da kıyıda köşede bu konu hakkında bir şeyler duymuş ama hiçbir zaman belli etmemişti. Ama yeni milletvekili olan arkadaşıyla buluştuğunda bazen üniversitenin kanunları ve öğretim üyelerinin sayısı ve rektörlük seçim zamanına dair sorular sormayı unutmamıştı. Ve son zamanlarda onun şahsi kütüphanesini süsleyen kitaplar arasında bir tane Farsça üniversite rehberi de vardı ve onların hepsinin üzerinde üniversite yazan yarısı Asya, yarısı Avrupa dilinde birkaç tane kitabı okuyordu. Elbette Hodâdâdhân’ın geleceği düşündüğü doğruydu ama geleceği düşünmek, onu gündelik yaşamından, önemli görevlerinden ve halkı yönetmekten alıkoymuyordu. Onun fikri de zikri de her gün bir önceki günden daha iyi parti basınını yönetmek, partiye adamlar yetiştirmek, hareketi adım adım ileriye götürmekti ve mümkün olduğundan daha fazla vesilelerle hem kendini hem de diğerlerini tecrübeli adamlardan acemilere kadar herkesi geçmişi unutmaları ve geleceğe bağlanmaları için teşvik ediyordu. Gelecek gelsin ya da gelmesin onun için fark etmezdi çünkü artık sırtı çok sağlamdı. Hayatı bir anlam bulmuştu. Artık bataklığa dökülen kirli ve kokan bir su değildi.  Merkezî komitenin aktif bir üyesiydi.

Bu yazı Kardeş Kalemler dergisinin 220. sayısında yer almaktadır. Derginin bu sayısında yer alan tüm yazılara aşağıdaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kardeş Kalemler 220. Sayı