HaftanınÇok Okunanları
TANER GÜÇLÜTÜRK 1
COŞKUN HALiLOĞLU 2
KEMAL BOZOK 3
HİDAYET ORUÇOV 4
SEYFETTİN ALTAYLI 5
AHMET KARTAL 6
Serdar Dağıstan 7
Yazın kavurucu sıcakları artmışken, düğüne iki hafta kalmıştı. Hazırlıklar tamamlanmaya yakın aksilikler bitmek bilmiyordu. Her kafadan ayrı ses çıktığı gibi damadın annesi ve kız tarafı habire tartışma içerisindeydi. Her şey dört dörtlük olsun diye uğraşıyorlardı. Olurdu olmasına da bunlar birbirinin zıddı iki aileydi. Bir tarafta aile gelenek göreneklerine bağlı oğlan tarafı, diğer yanda rahat bir çocukluk ve akrabalarından kopuk bir hayat geçirmiş bir gelin ile tarafı. Her ne kadar birbirlerinin zıddı gibi olsalar da bu iki genç, aralarındaki sevgi bağı ile yıllarca bir arada olmuş ve nihayetinde beraberliklerini nikâh masasına kadar taşımışlardı.
Evet, bahsi geçenler ağabeyim ve yengem. Aslında bir yanım yengemin yaşantısına özenmiyor değil. Annem tarafından bastırılmış bir şekilde yıllarca kasaba hayatı yaşayan ben ‘‘Keşke onun gibi olabilseydim.’’ diye iç geçirmiyor değilim. Bir yanda muhafazakâr, bir yanda seküler bir aile ve ortada kalan iki genç, olan tabi ki zavallı ağabeyimle nişanlısına oldu. Sürekli her şeye dâhil olan aileler ortalığı karıştırıyor, onlar ise orta yolu bulmaya çalışıyordu. Ta ki gelin adayı isyan bayrağını çekene kadar.
Son gelinlik provasına cümbür cemaat toplanıp gittik, gelin hanım deneme kabinine girdi ve çalışanlardan yardım isteyerek gelinliği üzerine giydi. Kısa bir zaman sonra bastı yaygarayı.
‘‘Bütün bunlar şaka mı? Bana kimin gelinliğini giydirdiniz, bu üstteki inci desenler de neyin nesi, ayrıca şu koskocaman kuyruk ne? Boğazıma kadar bütün dekolteyi kapatmışsınız, babaannem mi giyecek bu gelinliği? İstemiyorum, çıkarın şunu hemen! ’deyip kabinden dışarı fırladı. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. Ben de hayretler içindeydim, gelinlik istediği şekilde dikilmediği gibi bir de ‘‘babaanne’’ modeli gibiydi. Suçluyu çok da uzakta aramaya gerek yoktu, bu tabi ki annem ve iki halamın işiydi. Gösteriş bizde olmazsa olmazdı fakat gelinimiz Aybike sadeliği ve şıklığı severdi. Kıza acıdım gerçekten, omuzuna kadar olan dantel desenini boğazına kadar diktikleri yetmiyormuş gibi bir de her tarafına abartılı saten güller eklemişlerdi. Aybike’nin sipariş verdiği, dikilmesi için tarif ettiği, hayalindeki gelinlikten eser kalmamıştı. Aybike’nin annesi anneme dönerek:
‘‘Zübeyde Hanım bu kadarı da fazla, ne diye böyle şeyler yapıyorsunuz, yakışıyor mu size? Kusura bakmayın ama damadımın annesi de olsanız kızımın ömründe bir kez giyeceği gelinliğe de bu denli müdahale edemezsiniz. Size bu zamana kadar saygıda kusura etmedi, ne dediyseniz boyun eğdi fakat bu fazla. ’dedikten sonra ağabeyimin prova odasına gelmesini istedi. O sırada annem altta kalır mı, boşalttı hemen içindekileri:
‘‘Umay Hanım, el âlem ne der sonra? Akrabalar gelecek, onların ağzına yarım asırlık malzeme verecek değilim. Gelinliğin desenini gördüm çok sadeydi hafif müdahale ettim hepsi bu. Dekolteye gelince, o kadar dekolteyi kocana giyersin gelin hanım! ’diyerek Aybike yengeme gözlerini dikti.
Hay yer yarılsaydı da dibine girseydim. O sırada ağabeyim içeri geldi, annem başladı ağabeyimi geri geri ittirmeye,
‘‘Yok, olmaz! Gelini düğünden önce gelinlikle görmek uygunsuzdur. Uğursuzluktur.” diye telaşla söylendi. Fakat ağabeyim hışımla geldiği için gözü dönmüş bir şekilde:
‘‘Anne bu sefer bardağı taşırdın önümden çekil, yoksa karışmam!’’ deyip içeriye damladı. Gözlerinden gelinliği onun da beğenmediği ortadaydı. Gelinlikçinin yanına gidip derhal yengemin istediği gibi dikilmesini ve sonuç istediği gibi olduğu takdirde masraftan kaçınmayacağını söyledi. Her iki halam aralarında kıs kıs gülüp anneme:
‘‘Ne oldu Zübeyde Hanım, hani asardın keserdin. Yok, senin oğlan seni dinlerdi, vay efendim bizim gelinlere biz çok rahatlık vermiştik. Eee senin kendi oğluna da lafın geçmiyor. Demek ki neymiş, evine gelin geliyorsa azıcık bir adım geride durmak gerekirmiş, eski zamanlarda yaşamıyoruz ki seninle yaşamayı kabul ettiklerine şükret!’’ deyip annemin yarasına biraz daha tuz bastılar. Bu sırada ağabeyim ve yengem aralarında konuşurlarken duydum, artık aynı evde de yaşamak istemediğini söylüyordu gelin hanım. Garibim abim ne yapacağını bilemedi. Anneme gözlerini dikti. Gelin Aybike, deneme kabinine girince abim annemi mağazanın dışına çıkardı.
‘‘Anne sen şu kızcağızdan ne istiyorsun? Senin türlü türlü isteklerine, saygısından sesini çıkarmadı. Senin hatırın için bütün adetleri yapmayı kabul etti, sırf senin gönlün olsun diye. Hoş bize kalsa biz düğün bile yapmayacaktık ki sen, el âlem bir şey demesin dedin diye ona da tamam dedik. Ben sürekli sizin aranızda kalamam anne, bu günlerin tadını çıkar, ilk fırsatta da ayrı eve taşınacağız.’’
Anneme bir fenalık geldi. Bayıldı bayılacak, vay ben nerelere gideyim vay ben ne yapayım. Eee Zübeyde Hanım, bunu oğluna çok yüklenmeden önce düşünecektin. Her annenin yavrusu kendine değerlidir. Gelin de bir annenin yavrusu, saltanatın kısa sürdü Zübüş sultan.
Umarım ben de yengemin ailesi gibi modern bir aileye gelin giderim de bu amaçsız döngü kırılmış olur diye içimden söylenip durdum. İki hafta sonra düğünümüz başlamıştı, konuklar birer birer geliyorlardı. Her şey yolunda bir tek annemin keyfi yolunda değildi. Kısa süre sonra gelinle damat salona giriş yaptılar. Konuklar yengemin gelinliği karşısında büyülenmişti adeta, annem ise kendi kendine sinirinden kıpkırmızı olmuştu, eminin ‘‘el âlem’’ ile ilgili senaryolar kafasında dönüp duruyordu. Gelin Aybike, çok mutlu ve güzel görünüyordu. Annem ve babam konuklarla ilgilenmekten yorgun düşseler de biz bunca karmaşa ve görüş çatışması içinde unutulmaz eğlenceli bir düğün gecesi yaşadık.
Ailemize hoş geldin yengeciğim.
(AYB Balkanlar Çevrimiçi Hikâye Atölyesi, Nisan 2025)