HaftanınÇok Okunanları
TANER GÜÇLÜTÜRK 1
FATİH SULTAN YILMAZ 2
OSMAN BEYHAN GÜMÜŞ 3
FEYZA TUĞÇE FIRAT 4
KEMAL BOZOK 5
ENVER SALİHOĞLU 6
Özge Züleyha Ömeroğlu 7
Doktor, yarın babaanemi eve getirebileceğimizi söyledi. Bugün yalıda bir telaş var. Çalışanlar üst kata babaannemin odasını temizliyorlar. Oda temizdir ama annemin hep dediği gibi naftalin kokusu sarmıştı odayı. Annem çalışanların başında atılması gereken eşyaları bir bir gösteriyor. Babaanemin kilit altında tutuğu odaya uzun zamandır girmemiştim. Gerçekten odada anlatamayacağım bir koku hakimdi. Pencereleri açtılar, perdeleri indirdiler, komidinin üzerinde duran dantelleri toplandı. Gardırobun üzerindeki eski, büyük ve küçük boy olan bavulları indirdiler. "Hepsi çöpe gidecek." diye annem emirler verdi. Danteller, perdeler, çarşaflar, hatta bavullar, babaannemin çeyizidir. Odanın orta yerinde toplanan eşyalara bakarken, küçük kare desenli, iki yanında kahverengi kayışlı bir bavul dikkatimi çekti. Elime aldım, evirdim çevirdim, güzeldi aslında. Anneme fark ettirmeden aldım ve odama götürdüm.
Bavulun içindeki astarın kabarık olduğunu fark ettim. Elim astarın üzerinde gezinirken, bir kabarık karton hissettim. "Kesin iç mukavvası kabarmıştır." dedim. Çekmecemin içinden makası alıp astarını kestim. İçinden kırmızı deri kapaklı bir defter çıktı. Şaşırdım. Acaba bu, babaannemin genç kız olduğu zamanlardaki yazdığı günlük müydü? diye düşündüm. Oturdum yatağıma, defterin ilk sayfasını çevirdim. "Sevgili günlük!" diye başlıyordu. Evet, bu babaannemin günlüğüydü. Okusam mı, okumasam mı diye bir süre düşündüm, ama sonra merakımı yenik düşüp okumaya başladım.
Sevgili günlük,
Bugün on sekiz yaşına girdim. Yarın benim yalıda düğünüm olacak. Ben de isterdim diğer genç kızlar gibi sana başımdan geçenleri gün gün yazmayı. Lakin sana yazacağım bu satırlar, bir daha birine ne anlatılacak ne de bir yerlerde yazılacak gibi mühürlüyorum.
Aren Atifyan'ın biricik kızı Müjgân'ım ben. Ailem, İzmir'in en eski ve köklü kuyumcularından biridir. Soylu bir soyadımız ve geniş aile dostlarına sahip olmamız beni pamuklara sarılmış porselen bebek gibi büyüttü. Eğitim hayatımı evde geçirdim. İzmir'in en kıymetli öğretmenleri bana ders vermeye yalıya gelirdi. Bazen kendi yaşıtlarımla oynamak ve konuşmak istesem de, bu durumu hiç yadırgamıyordum.
Babam, etrafındaki herkese sert ve soğuk bir imaj çizse de, bana karşı yumuşak ve sevgi doluydu. Annem yıllar önce vefat etmişti ve babam bir daha evlenmedi. Tüm hayatını, bana güzel bir gelecek sağlamak için harcamıştı. Bu fedakarlığını görmek, beni içe dönük ve kırılgan bir kız haline getirmişti. Babamı seviyor ve minnettar hissediyordum. Günlerim, genellikle derslerde, bahçede gül ağaçları arasında ve en güzeli, yalının karşısındaki sahile inip bankların birinde oturup denize bakmakla geçerdi. Küçük bir dünyam vardı. Tâ ki...
O gün yine bankta oturmuş, denize bakıyordum. Limana yanaşan gemiden inen genç bir oğlan, ellinde tuttuğu halatı sahildeki bir bağlama yerine bağladı. Giymiş olduğu eşyalar onu yaşından daha olgun gösterse de yüzüne bakınca genç güler yüzlü bir oğlan olduğunu görebilirdiniz. Kıvırcık siyah saçları gözlerine düşmüştü. Ten rengi bile koyuydu. Hayatımda şimdiye kadar görmemiştim bu kadar gür siyah saçlar ve koyu bir ten. Farkında olmadan bakıyordum oğlana. Bakışlarımdan rahatsız olan genç, "Birine mi benzetiniz?" dediğinde, ona baktığımı anladığımdan utanarak cevap vermeden koştum yalıya doğru. Odama gidince penceremin denize baktığı tarafta perdenin arkasından sahile baktım. Şimdiye kadar bir yabancıyla konuşmamıştım. Konuşabilirdim, neden konuşmadım, cevap veremedim ki? O gece hiç uyumadım. Yaptığım bir çocukluktu.
Ertesi gün derslerim bitince sahile gittim. Özür dilemek için bekledim, ama ne gemi geldi ne de oğlan geldi. Aradan geçen günler sonra bankta otururken yanıma yanaşan biri: "Oturabilir miyim?" dedi. Güneş gözümü acıttığı için elimi anlıma götürdüm: "Bu o delikanlıydı," dedim içimden. Cevap vermeden bankta yana kaydım, ona yer açtıktan sonra yanıma oturdu. Denize bakarak: "Bakışlarım seni incitmiş olmalı, özür dilerim." dedim.
Gülümsedi: "Merak etme. Böyle bakmalarına alışığım." dedi. Konuşması bir garipti. Ben de güldüm. Türkiye’nin doğusundan çalışmak için gelmişti. Arada sırada beni çeken sahile inerken gözlerim hep genç delikanlıyı, Mehmet’i yani Memo’yu arıyordu. Saf ve temiz bir muhabbet olmuştu aramızda. Yalıya zamanında döndüğüm için ardımdan kimse sahile beni aramaya gelmiyordu. Yine de içimde, beni huzursuz eden bir his vardı. Kendimi babamı aldatıyormuş gibi geliyordu. Güzel geçen bir kaç aydan sonra babam ve en yakın dostu beni ve oğlunu birbirimize yakıştırmışlar. “ Nişanı en kısa zamanda yapmalıyız” diye konuşuyorlardı. Ben evlenmek istemiyordum, sadece Memo’yla konuşmak, gülmek bana iyi geliyordu. Bu duyduğum duygular sevgi ise, evet, seviyorum.
Nişan hazırlıkları yüzünden birkaç gün sahile inememiştim. “Memo beni merak etmiş midir?” diye düşünüyordum. Yalıda hazırlıklar, süslenen ön bahçede birbirinden şık davetliler vardı. Babam bütün davetlilerle bir bir ilgileniyor, mutluluğu yüzünden ve sesinden belli oluyordu. Evlenmek istemediğimi söyleyemedim. Nişanın üçüncü gününde babamdan denizi özlediğimi, sahile inemek istediğimis söyleyip izin istedim. Artık nişanlı bir kız olduğum için bunun uygun olmayacağını söylemesine rağmen, yalvar yakar sahile inmeme izin verdi. Arkama bakmadan sahile koştum. Memo bankta oturmuş düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. “Memo “diye bağırınca yerinden kalktı, gülümsedi, sarılmak istedi ama etrafta görenler yanlış anlaşılacak diye yerinde durdu. Nişanlandığımı anlatmak istedim ama söze önce o girdi. Cebinden çıkardığı kırmızı kutuyu bana uzattı. "Senin için. Senden ne güzel, ne de beyaz parlaktır." dedi. Kutuyu açınca içinde inci küpeler vardı. Kulağıma taktım, çok güzeldiler. Ağladım, o da duygulandı ağladı. Parmağımda yüzüğü gördü ama bir şey demedi. Ben de diyemedim.
Günler geçiyordu. Nişanlım her gün bana hediyeler gönderiyor, babama sürekli hal hatırımı soruyordu. İyi, kibar ve eğitimli biriydi. Babam evde yokken asla eve haber vermeden gelmezdi. Babam, nişanlımı evlendikten sonra yalıda yaşamaya ikna etmişti. Nişanın iki ayın ardından düğünü yapmaya karar verdiler. O günden sonra sahile inmemiştim. Sevgimizi birbirimize itiraf etmemiştik, ama aşk bu değil mi, anlatmadan anlamak? Düğün haftasında dayanamadım, sahile indim. Etraftakilere Memo’yu sordum, gemideydi, çağırdılar. Benim olduğumu anlamış gibi koşarak içeriden çıktı. Sarıldığımızda, onu sevdiğimi ve başkasıyla evlenemeyeceğimi anladım. Sözleştik, akşam yatsıdan sonra sahilde buluşup buralardan gitmeye. Mutluydum, ama içimde yine o aldatıcı his vardı. Yiyor, içiyordum,ama gözlerim hep saateydi. Akşam yemeğini yer yemez odama çekilmek için babamdan izin istedim, beni yazanesine çağırdı. Karşılıklı baba kız konuşmak istedi. Benim ne kadar hayırlı bir evlat olduğumu, benimle ne kadar gurur duyduğunu söylemeye başladı. Anlatırken bir yandan gözyaşlarını siliyordu. Onu ağlarken ilk kez görmüştüm. İzin isteyip odama çıktım. Zaman yaklaşıyordu, ama ben içimde kendimle mücadele ediyordum. Ben gidersem, babam utanç içinde yaşayacak, belki de kahrından ölecekti. Oysa diğer yanda Memo sahilde beni bekliyordu. Ayaklarım, kalbim gitmek istiyor, beynim dur diyordu. Bahçeye indim, bir yandan yalıya, diğer yandan karşıdaki sahile bakıyordum. O an, dünya dönmeyi durmuş gibi hissettim. Gökyüzündeki yıldızlar, vereceğim karara göre dönmeye devam edecekti.
Denize bakarken bir yandan ağlamaya başladım. Gidemezdim, babamı bırakamazdım. Kaç saat bahçede o soğukta durduğumu hatırlamıyorum. Ertesi gün ateşim kırk dereceye çıkmıştı, yatağımda yarı baygın yatarken kaç gün geçtiğini hatırlamıyorum. Arada sırada, hayal gibi babamın başucumda ağlama sesini duyuyordum. Nişanlım da başucumdan ayrılmamıştı. Kendime geldiğimde, "Müjgan Hanım,, uyandı." diyen çalışanların neşeli sesleri odamda yankılanıyordu. Babam etrafımda pervane olmuş, ağzımdan çıkacak her bir kelimeyi emir gibi yerine getiriyordu. Pencereden denize bakıp beni bekleyen biri var mı diye yatağımdan kalkmak istedim, ama kalkamadım ve bir daha da sahile inmedim, sevgili günlük.... diye biten son satırlarda ben de ağlamaya başlamıştım. Defteri tekrar bavulun astarın içine koyup astarını dikatlice diktim. Gün artık ağarmaya başladı. Bavulu kimseye farketirmeden, babannemin odasına gardırobun üstüne koydum. Odadan çıkarken pencereden denizin manzarası dikkatimi çekti. Yaklaştım pencereye, sahile ve denize bakarken, babannemin ne duygular içinde baktığı manzaraya ben de bakıyordum. Uyumadım sabah, babam annemle birlikte babaannemi hastaneden çıkarmaya gittiler. Geçen bir saat sonra duyduğum araba sesinden, geldiklerini anladım. Aşağıya indim, dış kapının gül ağaçları arkasında bir yandan babam diğer yandan annem babaannemi kolundan tutmuş, yavaşça yalıya doğru yürüyorlardı. Merdivenlerden babaanneme bakarken, kulağından hiç çıkarmadığı inci küpeleri gözüme geldi.
(AYB Balkanlar Çevrim İçi Hikâye Atölyesi, Şubat 2024)