HaftanınÇok Okunanları
MERYEM HAKİM 1
Osman Çeviksoy 2
HİDAYET ORUÇOV 3
KEMAL BOZOK 4
ŞEFA VELI 5
NIKA ZHOLDOSHEVA 6
HUDAYBERDİ HALLI 7
Her milletin, düşünce ve emellerini dünyaya taşıyan ve ifade eden dahi insanlar vardır. Kırgız halkı için bu kişilerden biri de çağımızın büyük yazarı Cengiz Aytmatov'dur. Onun sadece büyük bir söz ustası değil, aynı zamanda Kırgız milletini dünyaya tanıtan, tarihini, kültürünü, yaşam tarzını yayan bir elçi olduğunu da söyleyebilirim.
Bu yazıyı yazmamın nedenlerinden biri de yazarın 70. doğum gününe basınımızda yeterince yer verilmediğini düşünmemdir. Eleştirmenler, edebiyatçılar ve yazarlar pasif bir yaklaşım sergiliyor gibi görünüyor. "Eldeki altının değeri bilinmez." atasözü geliyor aklıma...
Büyük yazarın "Cemile" hikâyesinin Moskova'nın "Novy Mir/Yeni Dünya" dergisinde yayınlandığı ve ardından ünlü Fransız yazar Louis Aragon tarafından Fransızcaya çevrildiği 60'lı yılların başından beri okuyorum. Cemile ve Daniyar gezegenimizin her köşesinde anılmaya başlandı. Cengiz Aytmatov, 1963 yılında henüz 35 yaşındayken "Dağlar ve Kırlar" adlı hikâye külliyatı ile Lenin Ödülü'nü aldığında, sanki kendim başarıya ulaşmışım gibi çok sevindiğimi hâlâ hatırlıyorum (Kırgız Devlet Üniversitesinde yüksek lisans öğrencisiydim).
Dünya edebiyat tarihinde en güçlü eserlerini gençlik yıllarında yazan, daha sonra o seviyede eserler veremeden vefat eden yazarlar olmuştur. Örneğin İngiliz yazar Charles Dickens, ünlü romanı "Oliver Twist'in Maceraları"nı 26 yaşındayken, Mihail Şolokhov ise (Nobel Ödülü'ne layık görülen) "Durgun Akardı Don" eserini 24 yaşında yazmıştı. Daha sonra ise bu kadar geniş kapsamlı bir kitap yazamadıkları belirtiliyor. Cengiz Aytmatov, 1961 yılında 33 yaşındayken "Dağlar ve Kırlar" adlı hikâye kitabını yayınladı ve 35 yaşında Lenin Ödülü'nü kazandı. Sonra "Aytmatov güçlü bir eser yazabilir mi?" Edebiyat dünyasında şüpheli soruların dolaştığını duydum.
Neyse ki Aytmatov'un bir yazar olarak kaderi yukarıda bahsettiğim örneklere benzemedi. "Dağlar ve Kırlar adlı eserden sonra "Samanyolu", "Elveda Gülsarı", "Beyaz Gemi", " Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek" gibi hikâyeleri peş peşe yayımlayarak okur dünyasını defalarca etkiledi ve tüm dünyayı şaşırttı.
Bundan sonra C. Aytmatov roman türüne geçti ve kendisini büyük kapasiteli bir yazar olarak gösterdi. "Gün Olur Asra Bedel", "Kıyamet", "Kassandra Damgası” adlı romanlarının dünya halklarının kalbini kazandığını ve milyonlarca okuyucuya ulaştığını söylemek abartı olmaz.
Yazar, 60'lı yıllarda yazdığı öykülerinde lirik bir sanatçı olarak tanınsa da romanlarında yaşama dair olayları küresel ölçekte edebi olarak analiz eden bir filozof olarak tanınıyordu.
" Gün Olur Asra Bedel" romanındaki Mankurt hikâyesi ne kadar muhteşem bir edebi özet! Bu romanda, totaliter bir hükümet yönetimindeki insanların trajedisi, eski mitlerin arka planı ve modern bir nükleer savaş tehdidi karşısında gösterilmektedir. Bütün etkinliklerin merkezinde ataların geleneklerine saygı gösterilmesi, yüksek ahlaki değerlerin korunması ve gençlerin bu doğrultuda yetiştirilmesi konuları yer almaktadır.
"Kıyamet" romanında çağımızın en zor sorunları -doğanın korunması, uyuşturucu bağımlılığı, insan zulmü- edebi bir dille anlatılmaktadır. Akbara ve Taşçaynar'ın trajedisi sıradan bir insanın trajedisinden daha az değildir. Avdiy Kallistratov ve Boston'un üzücü kaderi okuyucunun kalbini sarsmaktan geri kalmaz.
Yazarın son romanı Kassandra Damgası'nda bugüne kadar hiçbir yazarın dile getiremediği düşünce; insanın doğup doğmaması gerektiği, acı çekmesi emredilirse yaşamanın gerekli olup olmadığı sorunları işleniyor.
Büyük bir yazar hangi konu hakkında yazarsa yazsın, hangi sorunu gündeme getirirse getirsin, özellikle insan kaderiyle, insan hayatıyla ilgilenir ve insanın insanlığını uyandırmak için çabaladığı görülür.
Yazarın büyüklüğü bence sadece evrensel insanlık sorununu görmesi, bulması ve gündeme getirmesinde değil, aynı zamanda bu sorunu belli bir ölçüde çözmenin yolunu da belirleyebilmesindedir. Bunun Cengiz Aytmatov'un eserlerinin dünya halklarına olan ilgisinin bir başka sırrı olduğunu anlıyorum.
Hümanist yazarımız Cengiz Aytmatov'un "İnsan için en zor şey, her gün insan olabilmektir" sözü, dünyadaki tüm insanlar için paha biçilmez bir derstir. Bilge yazarın, insan nasıl yetiştirilir, bunun aileye, ülkeye ve genel olarak insanlık âlemine nasıl bir ihtiyacı olduğu gibi konularda derinlemesine düşündüğünü her eserinde görmek ve hissetmek mümkündür.
Dünya barışına, dinlerin ve çok uluslu halkların dostluk ve dayanışmasına, "insan insanın dostu, kardeşi ve yakın arkadaşıdır" ilkesinin ebediyen korunmasına büyük bir düşünce adamı ve yazar olarak çok değerli katkılarda bulunmuş ve bu hususları asla göz ardı etmemiştir. İnsanı insan olarak yetiştirmek, her ailenin ve devletin görevlerinin başında gelen en temel görevlerden biridir. Sadece imanlı, inançlı ve etkili öğretimin bu tahribatı önleyebileceğini eserlerinde ve yayınlarında vurgulaması boşuna değildir.
Totaliter dönemde iyiye iyi diyemeyen kıskanç insanlar yüzünden hayatını kaybeden babasının acısı, büyük yazarın yüreğini katılaştırmış ve onu o dönemin adaletsizliklerini ortaya çıkarmaya, kötülüğü kanıtlamaya mecbur bırakmıştır. Halk düşmanı babası değil, babasını öldüren kıskançlar Kırgız halkının düşmanıydı ve onun büyük eserleriyle onlardan intikamını almıştı. O dönemde "halk düşmanı" diye iftira edilen ve katledilen Törökul Aytmatov'un oğlu Cengiz Aytmatov bugünkü şan ve şöhretine kolay biçimde ulaşmamıştır.
Adaletsiz dönemin kıskanç insanları ona sanki halk düşmanının oğluymuş gibi davranıyor, eserlerini göremeyenler onun büyük bir yazar olacağından dolayı olmadık lekeler sürmeye çalıştılar. Ancak Cengiz Aytmatov, dünya edebiyat hazinesi klasiklerinin neredeyse tamamını okuyup ustalaşan sabrıyla, dengesiyle, eşsiz okuryazarlığı ve kalem yeteneğiyle hepsini yerli yerine oturtmayı başarmıştır. Düşmanlarına düşmanları gibi davranmamıştır. Tam tersine her insanın onlara elinden geldiğince saygı duyması ve onların üzerine çıkması büyük bir ders ve büyük bir okuldur diye düşünüyorum. Hayatı boyunca babasının öfkesiyle yaşadığını, o kıskanç düşmanların acısını çektiğini unutmak mümkün değil.
Kıskançlık hastalığı, totalitarizmin adaleti ayaklar altına almak ve adaletsizliği "ortaya çıkarmak" için güçlü bir aracıydı ve bu hastalık hala görevini sürdürüyor.
Millet ve adalet uğruna canlarını veren tarihi şahsiyetlerimizin kaderleri, kıskançlığın dünyayı yok edecek korkunç bir hastalık olduğunu doğrulamıyor mu? Törökul Aytmatov, Kasım Tınıstanov, İshak Razzakov vb. pek çok büyük insanın bu pis hastalığın kurbanı olduğu inkâr edilemez. Dünya okurlarının sevilen, adil, klasik bir yazarı haline gelen büyük düşünür Cengiz Aytmatov'un, büyük eserleri, toplumsal faaliyeti ve yüksek insanlığıyla bu hastalığın hüküm sürdüğü kötülük çağının perdesini araladığını, babasının ve kendisinin totalitarizmden intikamını aldığını söyleyebilirim. Herkes böyle bir babanın oğlu olmayı göze alamaz!