HaftanınÇok Okunanları
COŞKUN HALiLOĞLU 1
KEMAL BOZOK 2
HİDAYET ORUÇOV 3
Kardeş Kalemler 4
Emrah Yılmaz 5
BAYAN AKMATOV 6
MARUFJON YOLDAŞEV 7
İnsanların dünya görüşünü şekillendiren pek çok unsur vardır. Aile fertleri, arkadaş çevresi, öğretmenler, yazarlar, ilim, fikir ve sanat adamları ya da hiç ummadığımız şahsiyetler de kimliğimizin ve dünya görüşümüzün oluşmasında tesirli olabilir. İnsanın dış fikrî etkilere açık bir yapısı vardır; çünkü insan suya girip de ıslanmadan çıkan kaz değildir. Yaşadığı coğrafyanın, nefes aldığı havanın; basıp yürüdüğü ya da ekip biçtiği toprağın; yüzdüğü ırmağın, deryanın, denizin; doğan güneşin, gülen ayın, parlayan yıldızların; gölgesinde serinlediği çınar ağacının, zirvesine çıktığı dağdan gördüğü manzaranın, göklerde hür uçan kuşların, gülistanda öten bülbüllerin mutlaka etkisi olur insana.
İslam dininin her neferi şuurlu biçimde okuduğu Kur’an-ı Kerim’den, güzel ahlakıyla örnek alınması gereken İslâm Peygamberi’nin yolunda olmaktan haz duyar her Müslüman evladı. Dinlediği müziğin makamından, üstadının bestesinden; bakıp da görebildiği renklerin raks ettiği ebrudan ve tuval üstündeki bin bir çeşit resimden; gönül süzgecinden damlalar sunan şairlerin şiirlerinden, yazarların kaleminden, belagat ehlinin hitabından, müezzinleri İstanbul usulü saba makamında okuduğu ezandan gönül telleri titrer bizim diyarda insan denen muhterem varlığın.
Köklü tarihinde önemli bir yeri olan Orhun Kitabeleri’nde Bilge Kağan'ın eşsiz söz ve nasihatlerinden, Farabi'nin İdeal Devleti’ndeki fikirlerinden, İbni Sina'nın tebabet ilminden, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'inden, Kaşgarlı Mahmut'un Türk Lügat'inden, Hoca Ahmet Yesevi'nin Hikmetleri’nden, Mevlânâ'nın Mesnevî'sinden, Hacı Bektaş'ın Makâlât'ından, Yunus Emre'nin sevgiyle dolu zengin gönlünden dökülen "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı…" ve " "Bilmeyen ne bilsin bizi; bilenlere selam olsun” sözlerinden ilhamla hayat felsefesi oluşmaz mı sağlıklı bir insanın. Edebali’nin “Ey oğul!” diye başlayan nasihatinden feyz almamak mümkün mü?
Fuzûli'nin Şikâyetname'sinden, Nedim'in “Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır/Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır (Bu İstanbul şehri paha biçilemezdir ve yalnızca bir taşına Acem mülkünün tamamı feda edilir.)” beytinden, Necatî'nin Türkçesinden, Namık Kemal'in vatan sevgisinden, Gökalp'ın Türkçülüğün Esasları’ndan, Mehmet Âkif'in ahlâkından ve Safahat'ından nasiplenmeyen varsa kayıptadır.
Orhan Seyfi Orhon'un Vedâ'sında "Hani, o bırakıp giderken seni/ Bu öksüz tavrını takmayacaktın?" ile "Sarahaten, aceba söylesem darılır mı?" Tereddüt'ünden sevgiliyi rahatsız etmemeyi, naz ve nezaketi bir arada görmemek mümkün mü? Ömer Seyfettin'in "Piç" adlı kitabını okuyan bilir köksüzlüğün ne demek olduğunu… Faruk Nafiz’in “Çoban Çeşmesi”nden içtiği suyu ve Han Duvarları’ndaki ortak duyguları yaşamadan edemez benim insanım.
Yahya Kemal Beyatlı'nın İstanbul sevdası ile Aziz İstanbul'una her gün yedi tepeden bakası gelir her Türk evladının. “Kaldırımlar”’dan “Zindandan Mehmet’e Mektup” yazan Necip Fazıl Bey’i anlamak için “Cinnet Müstatilin”’den “Bir Adam Yaratmak”’a kadar “Beklenen”’i okumak gerek. Karakoçlardan her birini bilmemek eksikliktir zannımca. Abdurrahim Karakoç’un İsyanlı Sükut’unu dinleyip Mihriban’ı terennüm ettikten sonra “Sırat’tan incedir sevda köprüsü/Beraber geçelim tut ellerimden.” deyişini zihninin derinliklerinde hissetmenin hazzını tatmak farz-ı kifâye değilse de benim için çok lüzumludur. Sezai Bey’in Senin kalbinden sürgün oldum ilkin “Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği/Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin dışında/Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim/Af dilemeye geldim affa layık olmasam da/Uzatma dünya sürgünümü benim” derken sürgünden başkentler başkentine mesajlarını anlamak zor olmamalı bizim insanımıza.
Garip kitabıyla hiç de gariban yaşamayan Yıldız Sarayı’nda sünnet olan bir garip Orhan Veli vardı. Orhan Veli'nin sade ama anlamlı metaforlarını hissetmek gerek. “Kundurası vurmadığı zamanlarda/Anmazdı ama Allah’ın adını,/Günahkâr da sayılmazdı./Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” dedi ama genç yaşta belediyenin eştiği çukura düşerek yaralandı ve ardından Cerrahpaşa’da ölmesiyle kendisine daha çok yazık olduğunu bir bilseydi ne yazardı acaba? Bunların hepsi ders olmalı insanımıza. Dün ve bugün de Süleyman Efendiler olduğu gibi Orhan Veliler de var; yarın da olacaklar.
Attila İlhan’ı insanın saplantılı ve takıntılı bir ruh haline büründüğünde girebileceği ruh halinin güzel bir dışa vurumunu yansıttığı “Ben Sana Mecburum”’la anlamak, kavramak edebiyatın temel ilkeleri çerçevesine sığdırmak kolay mıdır? “İçimi seninle ısıtıyorum” derken siz de sizin içinizi ısıtanı anıyor musunuz? Arif Nihat Bey’i “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü…” ve onu “Barışın güvercini; savaşın kartalı” olduğunu görmek istemez mi? “Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim” demez mi bu âlem de ben Türk’üm diyen?
Türkçülüğün öncüsü H. Nihal Atsız’ın “Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu/ Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;/ Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;/ Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan, /Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…” dedi de biz neler hissettik onun “Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...” sözleriyle kimi ve neyi nasıl anladık acaba? Tesir altında kalmamak için mermerden bir kalp taşımak çok zor gelmeli insana.
İlim ve irfanı, tarihi, medeniyeti, dili, edebiyatı, sanatı, felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi, talim ve terbiyeyi ve bütün bu alanların üstatlarının örnek eserlerinden bir miktar nasiplenmekle şahsiyetimiz ve dünya görüşümüz oluşur. Başıma Dağlar Düştü, Ömrümüz Gurbet ve Bebiha: Aşkın ve Yokluğun Romanı’nın Osman Çeviksoy’dan okumanın tadını nerede ve nasıl hissettiğimizi sık sık anlatmalıyız bütün kuşaklara.
Her Türk’ün yüreğinde bir Yakup Ömeroğlu olmalı; fırtınalar, kasırgalar eserken mutedil, cehalet kol gezerken mütekâmil, avamdan havasa kadar herkes mansıp peşindeyken gönül eri ve gönül ehli olan müstesna bir şahsiyet mizacını göstermeli insan. Takdir edildikçe şişinmeyip tevazudan yanakları kızaran ahlak abidesi olmalı.
Herkesin bir “sevda ülkesi” olmalı yüreğinin en mutena köşelerinde ve derinliklerinde yahut zihninin denizlerinde ve okyanuslarında. Benim sevda ülkemde nice zenginlikler vardır. İlmini ahlakıyla donatan, sanatını edebiyle bütünleştiren, ilhamını edep ehlinden ve yüce Allah’ın yarattığı güzelliklerden alan, dilini ve gönlünü aziz Türk milletine ve insanlık âlemine vakfeden; aklın, ilmin, hakikatin dışında kalan her şeye ve herkese tavır koyan şahsiyetlerin olduğu “sevda ülkesi” vardır. Tanrı Dağları kadar vakur, Isıkgöl kadar dingin, Baykal Gölü kadar berrak, Orhun Irmağı kadar akışkandır sevda ülkesinin tabiatı. Orası Ötüken kadar bereketlidir. Her bir taşı ile börtü böceği ancak feda edilir “beyaz kovboyun mülkü”ne. Semerkand kadar asil, Buhara kadar şerefli, Karabağ kadar değerli, Ankara kadar anlamlı, İstanbul kadar ihtişamlı ve haysiyetli; Ferhat’ın,Şirin’in kısacası aşkın şehri Amasya kadar cömert, Maraş kadar civanmerttir benim sevda ülkem.
Benim gönlümdeki “Sevda Ülkesi”nin kurucuları Türk Ata’dan olma, Türk Ana’dan doğma has insan evladıdır. “Toprak Ana” kadar cömert, verimli ve vefalıdır sevda ülkesinin insanları. Attila’dan, Bumin Kağan, İşpara Kağan ile İstemi Kağan’a kadar herkesin yaptığı gibi yapılır hakanlık. İlteriş Kağan ile İlbilge’nin soyundan olan bütün evlatların hükmü adil biçimde uygulanır. Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tigin ve veziri Tonyukuk’la devlet ve ordu kurduğu gibi, açı doyurup çıplağı giydirdiği için “devlete baba”, “toprağa ana” demeleri öğretilir beşikten mezara kadar sevda ülkesinde. Ezelden ebede soyu köklü olan ve milleti diri kalan Abdülkerim Satuk Buğra Han’dan, Selçuk Bey’den, Sultan Alpaslan’dan, Osman Bey’den, Fatih Sultan Mehmet’ten, Abdülhamit’ten, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ten bugüne kalan her mirası emanet kabul edip gelecek nesillere aktaracak yüksek bir irade vardır benim sevda ülkemde.
İnsanın kendi çalışma ve gayretinin sonucu huzur vadisinde yol kat ettiğini ve bu manevi yolda makam elde ettiğini; halisane duygular içinde ibadet anında Hakk'ın huzurunda olduğunu ve Allah'ın kendisine nazar ettiğini bilmesine ve bunun bilincinde olmasına gıpta ederim ben. 25.12.2024 Bişkek
*Muhittin GÜMÜŞ: Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi Öğretim Görevlisi, yazar.