HaftanınÇok Okunanları
LENİYARA SELİMOVA 1
CİHAN ÇAKMAK 2
Gülsafi Melan 3
MAHİR NAKİP 4
HİDAYET ORUÇOV 5
KEMAL BOZOK 6
Gülzura Cumakunova 7
Abay’ın 32. Kara Sözü
İlim bilim öğrenmek isteyenlerin bilmesi gereken şudur: Öğrenmenin kendine has şartları vardır. Onları bilmek gerekir, onları bilmeden öğrenmeye çalışılırsa, sonuç alınamaz.
Birincisi, ilim öğrenme imkânı ortaya çıkarsa, şu veya bu iş için faydalanırım, dünyada ihtiyaç olan bir şeye gerek olur diye öğrenmelidir. Onun için sadece ilim ve bilimin kendisine istekli olunup, sadece bilmenin kendisini bir hazine bilinirse, her bilinmeyen şey öğrenildiği zaman, gönlünde bir huzur ve ferahlık hissedilir. Ondan sonra bilinenleri pekiştirme, bilinmeyenleri yine onun gibi öğrenme arzusu, aşkı ortaya çıkar. O zaman her duyduğunu, gördüğünü aklın daha iyi anlar ve onu aynen içine sindirir.
Eğer gönlün tümüyle başka bir şeyde olursa, ilmini sadece ona sebep kılmak için öğrenirsen, öyle ilme gönlünün tutkusu üvey annenin çocuğa ilgisi gibi olur. İnsanın gönlü tümüyle bağlansa, ilim ve bilimin kendisi de insana bağlanır ve tez ele geçer. Yarım tutku, yarım öğrenmedir.
İkincisi, ilmi öğrenirken, samimi bir maksatla öğrenmek gerekir. Başkalarıyla rekabet için öğrenmemelidir. Gerçi azıcık rekabet gönlü heveslendirmek için zararlı da değildir ama çok rekabet insanı teşvik bir tarafa, bozar. Bu bozulmanın sebebi, rekabetçi insan sadece hakkı bulmak için rekabet etmez, yenmek için de rekabet eder. Bu rekabet, çekememezlik duygusunu büyütür, insanlığı büyütmez, belki de azaltır. Ayrıca rekabet için öğrenenlerin amacı bilimsel olmaz, işi insanları etkileyip, yalan söze inandırmaya kadar vardırırlar. Bu gibi düşünceler kötü insanlarda olur. Doğru yoldaki yüz kişiyi yolundan şaşırtan kişi, kötü yoldaki bir kişiyi doğru yola sevk eden kişiye kurban olsun! Rekabetin kendisi de ilmin bir yoludur fakat rekabette hırslanmak olmaz. Eğer hırslanırsa, bencillik, gurur, övünme, hasetlik gibi hislerin esiri olursa, öyle bir insan kendisine zarar veren yalandan da, dedikodudan da, kavga dövüşten de uzak olamaz.
Üçüncüsü, herhangi bir gerçeğe gayret ulaşır ve analizlerinle onun tam doğruluğuna kanaat getirirsen, onu tut, ölsen de bırakma! Eğer öğrendiklerini kendin uygulamazsan, kime yarar? Kendinin hürmet göstermediğin şeye, başkasından nasıl hürmet beklersin?
Dördüncüsü, insanın içinde ilim ve bilimi geliştirmek için iki araç vardır: Biri mülahaza etmek, ikincisi sağlam bir şekilde muhafaza etmek. Bu iki aracı güçlendirme cihetinde olmak gerekir. Bunlar güçlenmedikçe, ilim de güçlenmez.
Beşincisi, bu eserin on dokuzuncu babında yazılan akla zararı olan dört şey vardır. Bundan kaçınmak gerek. Bunların içinde kaygısızlık diye bir şey var. Canım, buna çok dikkat et. Çünkü o öncelikle Allah’ın, ikincisi halkın, üçüncüsü devletin, dördüncüsü ibretin, beşincisi aklın, edebin, hepsinin düşmanıdır. Onun olduğu yerde bunlar olmaz.
Altıncısı, ilmi ve aklı koruyan şahsiyet denen zırhdır. Bu şahsiyet bozulmasın! Her gördüğüne heves etmekle, hoppalıkla birinin yersiz sözüne veya önüne çıkan eğlenceye takılıp kalırsan, şahsiyetinin güzelliği ve sağlamlığı bozulur. Ondan sonra okuyup öğrenmende fayda yok. Koyacak yerin olmadıktan sonra, onları nerede biriktireceksin? Dediğini yapanın, sözünde duranın şahsiyetli kişinin çelinmez aklı, onurunu koruyan gücü ve kuvveti olsun!
Abay’ın 26. Kara Sözü
Kazaklar, yarışa soktukları atıları kazanırsa, er meydanındaki pehlivanı galip gelirse, avcı kuşu av yakalarsa, tazı köpeği diğerlerinden önce ava ulaşırsa, aklı başından gidecek gibi çok sevinirler. Bilmiyorum, onlar için bundan daha büyük bir mutluluk var mıdır? Sanıyorum ki, olsun. Kazak kardeşlerinin arasında bu mutluluk, sadece bir hayvanın diğerlerinden daha yetenekli çıkmasınadır. Bir başkasını alt etmekten dolayı övünecek ne var? Kazanan, yakalayan veya yere düşüren kendisi, ya da kendi oğlu değildir. Bunların hepsi, küçücük bir bahaneye büyük bir iş yapmış gibi sevinmek ve diğerlerini kızdırıp öfkelendirmek amacını taşımaktadır. Kazakların Kazaktan başka düşmanı yok. Halbuki, bir kimseyi kızdırmak, dinimizce haramdır, işe ziyan ve akla terstir. Durduk yere bir kimseyi sinirlendirmenin neyini bir kazanç bilip, seviniyorlar? Öte yandan sinirlenen kişi de niçin kendini yerin dibine batmış gibi hisseder?
Hızlı koşan at, bazen bu ülkede, bazen de başka bir ülkede de olabilir. Yetenekli avcı kuş da, hızlı koşan köpek de bazen onun eline, bazen ötekinin eline geçen bir şeydir. Güçlü delikanlılar da hep aynı milletten mi çıkar? Bazen bir milletten, bazen diğer milleten çıkar. Bunların hepsini insan kendi imkanlarıyla yapamaz. Bir defa kazanan, bir defa yenen her defasında kazanacak, her defasında yenecek değildir. Bunların hepsini biliyorken, yerin dibine girecek kadar kötü ve rezil bir iş yapmış gibi niçin utanıyorlar, alçalmış hissediyorlar.
Bunun sebeplerini şunlardan anlayabilirsiniz: Cahil halk sevinilmeyecek şeylere sevinir, üstelik sevinirken ne söylediğini, ne yaptığını bilmeyecek kadar aklı başından giderek sarhoşluğa kapılır. Ayrıca utananları ise utanılmayacak şeylerden utanırlar, utanılacak şeylerden de utanmazlar. Bunların hepsi cahillik ve ahmaklıktır. Bunları anlatsan, bazıları “doğru, doğru” diyerek seni onaylamış gibi yaparlar. Bu sözlerine inanma, yarın o da yine diğerleri gibi olacaktır. Gönlü ve gözü kanaat getirse de, hayvan gibi eski alışkanlığını bırakamaz, bir boşluğa düşer, onu kimse durduramaz ve ikna edemez. Hangi kötülük olursa olsun bir kere alışkanlık edinmişse, bir Kazak, o alışkanlığından ya çok korktuğunda ya da öldüğünde gayrî ihtiyarî vazgeçebilir. Aksi halde aklını başına alıp, yaptığının yanlış olduğunu anlayarak kendiliğinden bırakan kişiyi bulamazsın.
Abay’ın 25. Kara Sözü
Çocuklarımızı okutmakta fayda var, en azından ibadet edecek kadar, Türk halklarını öğrenecek sağlayacak kadar okumalılar. Çünkü onun için bu topraklar Dar-ül harp’tır, öncelikle geçimini kazanmak gerekir, sonra Arapça, Farsça öğrenebilir. Karnı aç insanın zihninde akıl, davranışlarında edep ve gönlünde ilme düşkünlük olur mu? Yiyecek ve içeceğinin olmaması akraba arasındaki düşmanlığa ve hırsızlık, zorbalık, düzenbazlık gibi türlü kötülüklere sebep olur. Maişet temin edilirse, karın doyar. Ondan sonra sadece ilime değil, sanat da ilgi uyanır. Sonra da akıllarında hem kendim öğreneyim hem de çocuklarımı öğreteyim düşüncesi doğar. Rusça öğrenmekte fayda var, Ruslarda da hikmet, sanat, ilim var. Zararlarından uzak durarak, dilini öğrenerek ilim ve bilim faydalarından yararlanabiliriz. Onlar dünya dillerini öğrenerek kendilerini böyle geliştirdiler. Sen de onun dilini öğrenirsen, gönül gözün açılır. Bir milletin dilini ve ilmini bilen kişi onunla eşitlik davasına girişebilir, erdemsizce yalvarmak zorunda da kalmaz. Din için de ilim gereklidir. Yalakalık ile insanların gönlünü kazanmaya çalışan cahiller, anne babasını, akrabalarını, vatanlarını, dinlerini ve insanlıklarını beş paraya satarlar. Rusların öğrenmiş oldukları ilim ve sanat, dünyanın anahtarı gibidir, bunları öğrenen kişiye dünyada her şey kolay gelir. Ama günümüzde Rusların ilmini oğluna öğretenler, bu silahla yine kendi Kazaklarının gözetlemek ister. Hayır, bize böyle bir düşünce lazım değil. Geçim nasıl bir meşru çalışma ile kazanılır, onu öğretelim, bunu görenler ve öğrenenler çoğalırsa, Rusların halka eşit haklar tanıyan kanunlarının dışındaki kanunsuz zorbalıklarına boyun eğmezler. Kazak toplumunun bekçisi olmak için, gel, biz de millet olarak, yabancıların bildiklerini bilelim, gelişmiş bir toplum olalım. Yine de, halen Rus mekteplerinden okumuş çocuklardan üstün yetiştirilenleri göremiyoruz. Çünkü, ebeveynleri, akrabaları bir taraftan yolu engellenmektedir. Buna rağmen, okumuş çocuklar, öteki okumamış Kazak çocuklarından daha iyiler ve başarılılar. Önemlisi sözümüzü dinletebilmektir. Varlıklı ailelerin çocukları çoğunlukla okumuyor, aksine fakir kişilerin çocukları zorla Rus okullara gönderildi. Onlar başka ne yapabilirler? Ayrıca, bazı Kazaklar akrabalarıyla kavga ettiğinde: “Senin bu düşmanlıklarına boyun eğmektense, oğlumu askere gönderip, başıma saç, ağzıma bıyık bırakıp terki diyar etseydim” derlerdi. Böyle kötü sözü, Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan söyleyen Kazakların çocukları eğitim görürse, ne olacak? Diğer Kazak çocuklarından fazla öğrendiği nedir, neyi fazla öğrenmiş? Girdi, çıktı, aldı, döndü; sonuna kadar tahsil görmüş çocuk da yoktur. Babası el parasıyla isteksizce okutur, kendi parasını nasıl harcasın? Açıkçası, gerekirse çocuğuna düğün masrafı yapma, ona hiç bir mal miras bırakma, ancak tüm varlığını ortaya koy ve evladına ilim öğret! Benim söylemiş olduğum yol, mal esirgeyecek yol değildir. Allah’tan kork, insanlardan utan, çocuğun insan olsun istiyorsan, okut, malını esirgeme! Aksi takdirde, serseri bir Kazak olduktan sonra, sana huzur vermez, kendisi de huzur bulmaz, halka da huzur vermez.
Abay’ın 21. Kara Sözü
İster az ister çok olsun, insan oğlunun övünme hastalığından kurtulması zor iş. Bu övünme denen şeyin iki türüne rastladım: Biri büyüklük, diğeri ise kendi kendini övmedir. Büyüklük, insanın kendi kendini büyük değerli saymasıdır. Yani cahil, uçarı, övünen kişi olarak adlandırılmak istemezler, edepsiz, utanmaz, dönek, faydasız, arsız, dedikoducu, yalancı, sahtekâr ve geçimsiz gibi kötü huylardan kaçınmak, bunları kendisine yakışmayan davranışlar olarak görmek ve kendisini bu hallerin dışında tutmaktır. Bu huy, akıllı, edepli ve büyük insanların huyudur. Onlar kendilerine iyi adam denilmese bile, kötü adam denilmesin yeter diye gayret gösterirler. İkincisi ise övünmedir; bu tip insanlar “demesinler” değil “desinler” diye gayret gösterirler. Onlara insanlar kendilerine zengin desin, batur desin, kurnaz desin, elinden her iş gelir desin, her zaman ne olursa olsun hakkımda iyi şeyler desinler diye çırpınıp dururlarken “demesinleri” unuturlar. Unutmak şöyle dursun, onun bir meziyet olduğunu düşünmezler bile. Böyle övünmeyi sevenlerin üç türü vardır. Birincisi yabancıya karşı övünülecek şeyler arayanlardır. Bunlar cahildir, ancak cahil de olsa insandır. İkincisi kendi halkının içinde övünülecek şeyler arayanlardır. Bunun cahilliği tamdır, insanlığı ise tam değildir. Üçüncüsü ise sadece ailesinde veya obasında kendi kendilerine, başkalarının inanmayacağı övgüyü yaparlar. Bu, cahilin de cahilidir, fakat kendisi insan değildir.
Yabancılardan övgü bekleyenler kendi milletim de övse der. Milletinden övgü bekleyenler akrabalarım da övse der. Akrabalarından övgü bekleyenler ise kendi kendisi överek başarılı görünmek isterler.
Abay’ın 19. Kara Sözü
İnsan doğduğunda şuuru olmaz. Duyarak, görerek, dokunarak, hissederek dünyadaki iyi ve kötüyü tanır. İşte çok gören ve yaşayan insan bilgili olur. Akıllıların söylediği sözleri dinleyip uygulayan kişinin kendisi de akıllı olur. Her bir akıl, tek başına her zaman bir işe yaramaz. O akıllılardan duyup öğrendiği iyi şeyleri dikkate alıp, kötülüklerden uzak dururlarsa, o zaman akıl işe yarar, işte o zaman adam olur. Bunları işittiğinde umursamazsa, yararsız ve önemsiz görerek davranırsa, anlamaya gayret göstermezse, duyduğu sözlerin anlamına önem vermezse, sözleri dinlemiş mi dinlememiş mi ne fark eder? Böyle söz kıymetini bilmeyen topluluğa hitap etmektense kendini tanıyan öküzü beslemek evladır demiş bir bilge.